• 385
    mübarek bir cuma günü uçmağa varan yeşilçam efsanesi, aileden bir büyüğe, münir özkul üstadın anısına... ;

    https://www.youtube.com/watch?v=4KVY2xNDzvE

    akılla bir konuşmam oldu dün gece;
    sana soracaklarım var, dedim;
    sen ki her bilginin temelisin,
    bana yol göstermelisin.
    yaşamaktan bezdim, ne yapsam?
    birkaç yıl daha katlan, dedi.
    nedir; dedim bu yaşamak?
    bir düş, dedi; birkaç görüntü.
    evi barkı olmak nedir? dedim;
    biraz keyfetmek için
    yıllar yılı dert çekmek, dedi.
    bu zorbalar ne biçim adamlara dedim;
    kurt, köpek, çakal makal, dedi.
    ne dersin bu adamlara, dedim;
    yüreksizler, kafasızlar, soysuzlar, dedi.
    benim bu deli gönlüm, dedim;
    ne zaman akıllanacak?
    biraz daha kulağı burkulunca, dedi.
    hayyam'ın bu sözlerine ne dersin, dedim:
    dizmiş alt alta sözleri,
    hoşbeş etmiş derim, dedi.
  • 143
    ve birden gittin güneş
    tanrı gülüşünü geceye inat yapmış
    neden ihanet ediyorsun buna?
    yağmurlu bir günde
    külfetli yorgunluklar bıraktığımız sokak
    elime tutuşturduğun o yaprak; bunak.
    beceremediğimiz o süslü cümlelerle yoğrulmuş ayrılık
    o bile yalnız güneş
    neden herkesleştirdiklerimden oluyorsun?
    neden gidiyorsun güneş?

    aylakadam
  • 356
    saraylar saltanatlar çöker
    kan susar birgün
    zulüm biter.
    menekşelerde açılır üstümüzde
    leylaklarda güler.
    bugünlerden geriye,
    bir yarına gidenler kalır
    bir de yarınlar için direnenler...
    şiirler doğacak kıvamda yine
    duygular yeniden yağacak kıvamda.
    ve yürek,
    imgelerin en ulaşılmaz doruğunda.
    ey herşey bitti diyenler
    korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler.
    ne kırlarda direnen çiçekler
    ne kentlerde devleşen öfkeler
    henüz elveda demediler.
    bitmedi daha sürüyor o kavga
    ve sürecek
    yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!

    adnan yücel
    yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek
  • 66
    hüznün kuşları

    ben bütün hüzünleri denemişim kendimde
    canımla besliyorum şu hüznün kuşlarını
    bir bir denemişim bütün kelimeleri
    yeni sözler buldum seni görmeyeli
    kuliste yarasını saran soytarı gibi
    seni görmeyeli

    kasketimi eğip üstüne acılarımın
    sen yüzüne sürgün olduğum kadın
    kardeşim olan gözlerini unutmadım
    çık gel bir kez daha beni bozguna uğrat

    sen tutar kendini incecik sevdirirdin
    bir umuttun bir misillemeydin yalnızlığa
    şanssızım diyemem kendi payıma
    hain bir aşk bu kökü dışarda
    olur böyle şeyler ara sıra
    olur ara sıra

    cemal süreya

    mfö yorumuyla; https://www.youtube.com/watch?v=r2swAIOS1Bc

    edit: aslında böyle bir şiir yok, cemal süreya'nın birden fazla şiirinden dizelerle oluşturulmuş bir yapıt diyelim.
  • 235
    büyük olsun

    ben büyük şarkıları severim; büyük olsun,
    deniz gibi, gökyüzü gibi her şey ve mahzun.
    seviyorsam seni aşk ölümsüzdür gönlümce,
    âşıksam kadınım değil tanrıçasın, ece.
    denizler yolculuğa çağırır durur da beni
    gitmem düşünerek geri döneceğim günü.
    ben büyük rüzgârları severim; büyük olsun
    aşkım da, özlemim de hepsi, her şey ve mahzun.
    insan bir yanınca kerem misali yanmalı,
    uykudan bile mahşer gününde uyanmalı.

    ahmet muhip dıranas
  • 37
    tıpkı galatasaraylı gibiydiler

    bir kız vardı
    güzel narin
    kavun sarısıydı
    saçlarının rengi

    bir delikanlı vardı
    genç ve dinç
    karpuz kırmızısıydı
    saçlarının rengi

    aşık oldular birbirlerine
    sarı-kırmızı
    futbol topunun
    içi ve dışı gibi

    biri meşin oldu
    biri iç lastik
    ikisi birlikte mana idiler
    sarı-kırmızı yan yana
    tıpkı galatasaraylı gibiydiler

    mehmet salih san /1966

    (bkz: şiir gibi şiir)
  • 511
    hoş geldin kadınım benim hoş geldin
    yorulmuşsundur;
    nasıl etsemde yıkasam ayacıklarını
    ne gül suyum ne gümüş leğenim var,
    susamışsındır;
    buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim
    acıkmışsındır;
    beyaz ketenli örtülü sofralar kuramam
    memleket gibi yoksuldur odam.

    hoş geldin kadınım benim hoş geldin
    ayağını basdın odama
    kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi
    güldün,
    güller açıldı penceremin demirlerinde
    ağladın,
    avuçlarıma döküldü inciler
    gönlüm gibi zengin
    hürriyet gibi aydınlık oldu odam...

    hoş geldin kadınım benim hoş geldin.

    (bkz: nazım hikmet)
  • 210
    öncelikle şiir gibi edebiyat sanatının en nadide parçalarından birinin, arapçada "büyü" anlamına gelecek kadar etkili bir sanat dalının kendine şair yakıştırması yapmış bilimum insan tarafından içinin boşaltıldığını ve boşaltılmaya devam edildiğini söylemek isterim. o yüzden çok adetim değildir şiir okumak ya da yazmak. zorlama, süslü ifadeler, yapış yapış aşk tasvirleri, kalıplara sıkışık bir düzen, konu çeşitliliğinin olmayışı gibi bir çok etken beni bu türden oldukça uzaklaştırdı. ama bana derseniz ki "şiir dünyasının en delikanlı adamı kimdir?" diye... o zaman diyebileceğim tek kişi var :

    --- alıntı ---
    ilim ilim bilmektir
    ilim ilim bilmektir
    ilim kendin bilmektir
    sen kendini bilmezsin
    ya nice okumaktır
    okumaktan murat ne
    kişi hak'kı bilmektir
    çün okudun bilmezsin
    ha bir kuru emektir
    okudum bildim deme
    çok taat kıldım deme
    eğer hak bilmez isen
    abes yere yelmektir
    dört kitabın ma'nisi
    bellidir bir elifte
    sen elifi bilmezsin
    bu nice okumaktır
    yiğirmi dokuz hece
    okursun uçtan uca
    sen elif dersin hoca
    ma'nisi ne demektir
    yunus emre der hoca
    gerekse bin var hacca
    hepisinden iyice
    bir gönüle girmektir

    yunus emre

    --- alıntı ---

    yunus emre... o yılışık aşk tasvirlerini allah aşkını anlatmaya çevirmiş, duygusal yönü kadar didaktik yönü de gelişmiş, dörtlük ve hece gibi belli kalıpların dışına çıkamasa da halkın içinden halka en samimi ve dolu dolu o yazmış bana göre. iyi ki de yapmış. bu güzel sanat dalından beni tamamen uzaklaştırmadığın için teşekkürler yunus emre, nurlar içinde yat...
  • 501
    bulut dolar semasına
    yağmur iner ovasına
    bacon konur sofrasına
    ne güzeldir ingilizlik…

    aşmış undergrounduyla
    çok kıymetli pounduyla
    heavy metal sounduyla
    ne güzeldir ingilizlik…

    fish and chips’i yersin
    işte bira bu dersin
    üstüne single malt gelsin
    ne güzeldir ingilizlik…

    alayı full aksesuar
    aston martin, jaguar
    paran yoksa rover var
    ne güzeldir ingilizlik…

    benny hill’den biraz neşe
    şöminemde kütük meşe
    e çıkmayıver güneşe
    ne güzeldir ingilizlik…

    leydisi var lordu var
    etkili bir ordu var
    artı james bond’u var
    ne güzeldir ingilizlik…

    the police’inden clash’ine
    aksanlı “know” deyişine
    vur be beckham gelişine
    ne güzeldir ingilizlik…

    fasulye bitse ağlarım
    incecik ham doğrarım
    akşam pub’a uğrarım
    ne güzeldir ingilizlik…

    köpekleri salarım
    çayırları yararım
    atla tilki avlarım
    ne güzeldir ingilizlik…

    phone kulübem kırmızı
    yar mr. brown’ın kızı
    olsam kraliyet muhafızı
    ne güzeldir ingilizlik…

    avrupadan farkı var
    envayi çeşit parkı var
    hele cutty sark’ı var
    ne güzeldir ingilizlik…

    yine çıktı hadise
    doktor bindi tardise
    londra sokar paris’e
    ne güzeldir ingilizlik…

    yazdım bakın bunca dize
    verin artık bana vize
    heatrow’da sarılayım size
    ne güzeldir ingilizlik…

    pek çillidir kızlarınız
    yüksek uçar kazlarınız
    gülümsüyor yüzleriniz
    ne güzeldir ingilizlik…

    big ben’den saate baktım
    yar çayına süt kattım
    thames’e 3-5 taş attım
    ne güzeldir ingilizlik…

    şapkayla yarış izler
    dürbünle beygir gözler
    dilinde nazik sözler
    ne güzeldir ingilizlik…

    sherwood’da gürgen kayın
    hani okun nerde yayın?
    robin hood’u unutmayın
    ne güzeldir ingilizlik…

    lordlar kamarası yamandır
    herkes soylu falandır
    demir leydi anandır,
    ne güzeldir ingilizlik…

    yeşilin dile destan
    duydum roger waters’tan
    eksem york’ta bir bostan
    ne güzeldir ingilizlik…

    bakın, iskoç farklıdır
    götü yandan çarklıdır
    sanma braveheart’lıdır
    ne güzeldir ingilizlik…

    blackmore’um vur saza
    gillan gelecek gaza
    fazla gerek yok söze
    ne güzeldir ingilizlik…

    irlandalı seni açmaz
    etrafına neşe saçmaz
    belfast’tan adam çıkmaz
    ne güzeldir ingilizlik…

    yes-no yani evet-hayır
    her yer çimen her yer çayır
    iron maiden cayır cayır
    ne güzeldir ingilizlik…

    nottingham’lı benim dayım
    porselende gelir çayım
    barbeküde mangaldayım
    ne güzeldir ingilizlik…

    bbc’nin belgeseli
    görsel bir coşku seli
    clapton’dan lay down sally,
    ne güzeldir ingilizlik…

    siyah beyaz fotolarla
    hayaletli şatolarla
    rolls royce gibi otolarla
    ne güzeldir ingilizlik…

    newcastle’da bir gemi
    irfandadır dümeni
    mutlu ettiyse seni
    ne güzeldir ingilizlik…

    aşık irfanofobia
  • 206
    “`kuşlar toplanmış göçüyorlar
    keşke yalnız bunun için sevseydim seni`”

    aslında son olmadığını bile bile sonbahar demek ısrarla, gidişinin ardından bakakalacağımı, yeniden dönmenin mümkün olmadığını anlamam gerektiğini kabul etmeyişim bundan mı ? kuşlar toplanmış göçüyorlar, ve ben göç yollarında izini arıyorum , bir daha. kaçıncı gidişinin hüznü bu, ve daha once geri gelişlerinde hiç bir şey olmamış gibi yeniden aşık oluşlarım sana. bir düzenimiz yoktu bizim, kuşlara inat, v şeklinde göçerdi kuşlar, sen darmadağınık giderdin, beni bırakıp soru işareti yalnızlıklara.
    her dönüşünde yenilenişin için sevseydim seni, keşke yalnız bunun için sevseydim seni, kuşlar göçsün diye ilkbaharlara.

    “`hiçbir şeyim yok akıp giden sokaktan başka
    keşke yalnız bunun için sevseydim seni`”

    öylesine bakıyorum odamızın penceresinden, dört duvarı odamız haline getiren, orayı benim kılan, beni değerli kılan bir şeydin çünkü. dar bir sokağın en başında işte evimiz, yan yana bir sürü apartman, yıllar geçtikçe sıkıştırıyor insanoğlu kendini, bahçelievler artık sadece semt adı büyük şehirlerde, bahçe diye bir şey kalmadı ki hiç. yolun iki yanında sıralanmış onlarca evden birinin penceresinden uzatıyorum başımı sokağa, görüşümün yettiğince bakıyorum ardından, yürüdüğün yolları ezberliyorum, çünkü şimdi hiç bir şeyim yok akıp giden sokaktan başka. birbirine paralel giden raylar gibiydik biz de anımsıyorum, kavuşma ihtimali başkalarının tekelinde, makasları acıtan. hep sana bakıp, hiç yol alamamanın özeti miydi bu sokak, şimdi akıp giden bu sokak, aynı ben gibi, aslında hep burada, ve hiç bir yere gittiği yok aslında.

    “`seni o kadar yakından görünce,
    keşke yalnız bunun için sevseydim seni`”

    oysa elim ayağım birbirine dolanmıştı, seni o kadar yakından görünce. oysa hep uzaktan uzağa , hep içim otura kalka izlerdim seni ben. bu kadar beyaz mıydın gerçekten, kaç kuğu boynunda, tenin ellerimin izi kalacak diye korktuğum, dudakların iki küçük kapı sonsuzluğa açılan, gözlerinden bahsetmeye kalbim dayanmaz, derinliğinde kaybolduğum zamanların ardından, seni o kadar yakından görünce, tarifi yok artık gerisinin.bir melekle uyumanın tarifiydi çünkü, beni aşan. içimi aşan , dalgalı saçların, yüzmeyi bilmeden, boğulmaktan korkmadan. seni yüzüyorum, yüzün gülmelerimin denizi. seni o kadar yakından görünce, ardından hep kamaşık artık gözlerim, keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

    “`hızla geçen otobüslerin ardından benzeşmek...
    keşke yalnız bunun için sevseydim seni`”

    birbirine benzeyenler evlenir derler , ben hep otoban kenarlarında bekliyorum işte bu yüzden. yüzümde nice rüzgar otobüslerin ardında kalan. oysa tek gidişti son biletin. dönüşü olmayan bir yolun peşpeşe kalmış iki otobüsüydük belki de, arkadaki çıkmadan, öndekinin kıpırdamasına imkan olmayan. bir sıcaklıkta terliyorduk kliması bozuk tüm otobüslerin, içerde hep bir halı kokusu, durulsun artık bir yerlerinde , mola versin hayat, bir yol kenarında inelim, benzeşelim yeniden birbirimize, belki evleniriz hem, belki oda yine odamız, ev yine yuvamız olur diye, yalnızca bunun için , keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

    "`senaryocu bayanla bir bankta oturuyoruz
    keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"

    bir çocuk parkındayım, hani daha önce bahsetmiştim ya, eşzamansız iki salıncağız ankara nın en çocuk parkında. bir bankta oturuyorum, elimde okumadığım, okuyamadığım bir kitap , adlandırılamayan. yanımda senaryocu olduğunu söyleyen bir bayan, hani ben yaşadıklarımızı anlatsam film olur derdim ya, o yüzden allah tarafından yollanmış bana, anlatayım diye yaşadıklarımızın ne imkansız şeyler olduğunu, oysa okuduğum kitap adlandırılamayan, yaşadıklarım anlatılamayan, anlatılamayacak şeyler galiba, sırf bu tesadüf için sevseydim seni. sensizliğim melodram , anlatmaya hevesim yok , yaşamaya hevesim yok aslında. herkes kendi filminde başrol değil, figüran aslında, biri yazsın hikayemi, şekillendirsin beni , acılarımı, sensizliği tariff etmeye benim gücüm yetmeyecek çünkü.

    "`iyi anlarında sesin kalınlaşıyor.
    keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"

    büyümeden once, yani ergen olmadan daha, telefonlarda kız sanılan bir oğlan çocuğuydum ben, her seferinde bir yenilmişlik duygusuyla kapatırdım telefonu, “teşekkürler hanımefendi” dendikten sonra . gururuma yediremez, sesimin değişeceği, kalınlaşacağı günleri beklerdim, bir umutla. zaman geçti ben büyüdüm, sesim kalınlaştı, kimse artık kadın sanmıyordu telefonlarda, ama biliyor musun çok özlüyorum o günleri, çocukluğumu, keşke yeniden dönebilsem o günlere , ama sen öyle misin, hep güzel bir ezgiyi söylermiş gibi sesin, iyi anlarında sesin kalınlaşıyor, yüksek sesle anlatıyorsun hatta , keyifli keyifli, keşke yalnız bunun için sevseydim seni. benim sesim kısık şimdi, kendim bile duymuyorum çoğu şeyi ardından.

    "`baktım yeri toparlıyor ayak izleri
    keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"

    çamurda pes oynardık hani küçükken, büyük çiviler küçük ellerimizde, birbirimizi hapsetmeye çalışırdık çizgilerin içine. şimdi baktım yeri toparlıyor ayak izleri, bastığın yerleri dolaşıyorum ardından, ayak izlerinde kaybediyorum seni. daha kıvamlı bir şey haline geliyor sensizliğim, pes oynamaya müsait, ben pes etmeye müsaitim. çamurdan heykeller yapıyor oysa insanlar, ben hep şekilsizim ardından. üstüme başıma sıçrıyor attığım her adımda oysa benim hayat, her kaldırım taşı kırık, her yıl yeniden yapılmasına inat, ve hep altında su hazır bekliyor sanki gözlerimin. çamurda bata çıka , ayak izlerinde kaybolmak, keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

    "`eşiklere oturmuş bir dolu insan
    keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"

    aynı sokağa bakan gecekondu evler vardı benim çocukluğumda, ilk gençliğimde. evlerinin önünde eşikler , eşiklerden sokağa doğru iki ya da üç merdiven. “ iki kişi oturduğumuz eşiğe kendi başıma zor sığıyorum bugün büyüdükçe insan yalnız mı kalıyor ne” demişti sunay akın bir şiirinde. oysa eşikler en güvenilir yerleridir evlerin, depremde durulması gereken yerdir , senden sonra nice depremler içimde. ağaçlarım sular altında kaldı, yıkıldım. oysa o güzel günlerden geriye, eşiklere oturmuş bir dolu insan aklımda, keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

    "fazıl hüsnü diyor ki, ne diyor fazıl hüsnü?..
    keşke yalnız bunun için sevseydim seni"

    ne diyor fazıl hüsnü dağlarca , derelerce, ovalarca , ne diyor ; “uzun yaşamışsın derler bana,
    bilmezler seni uzun beklediğimi...” ne çok bekledim ben seni, eksikliğinde şehirler ilçe, ilçeler köy, köyler mezra. dağlarca, ovalarca, ne demişti üstad cemal süreya ; “yalnızlık , bir ovanın düz oluşu gibi bir şey” , ne kadar haklı değil mi? hüznü-fazıl sanatının en ince şairi, büyük üstad çok yaşasın daha. keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

    "`ortaoyunumuzun dekoru bir kağıt mendil
    keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"

    ortaoyunumuzun dekoru bir kağıt mendil ben nedense hep ibiş senin yanında, yakınında. bir nejat uygur oyununun sonu hüznünü oynamaktayım hala, ve bu final sahnesinden sonra bir kağıt mendil elinde, az sonra kendini tutamayıp ağlayacaksın, dekor da ziyan olacak, ben de. ama sen ağlama, bak herkes bir yerlerde gülmekte. ben "miğferine çiçek eken asker" olurum kimi, kimi "cibali karakolu"nun emekliliği gelmiş polisi. hani gülerken birden gelip hüznün boğazında düğümlendiği bir oyunun son perdesiyim.

    "`ve konsolun üstünde noksan bir gümüş kutu
    keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"

    ve konsolun üstünde noksan bir gümüş kutu, yüzük eksik içinde. yüzük eksik içimde, parmağında değil , kutuda değil, yüzük benim cehennemimin dibinde. al yansımalarıydı oysa hayatımın. alyansım kaç liraya almıştım, ne kadar az para vardı oysa cebimde. şimdi incesini alalım sonra kalınını alırız demiştim hani, sanki ne kadar kalın olursa bizi birbirimize o kadar iyi bağlayacaktı, olmadı. şimdi konsolun üstünde noksan bir gümüş kutu, yüzük kardeşliği filminde anlamsız gözyaşlarım. “yüzüğünden öperim” derdi cemal süreya karısı zuhal’e. keşke yalnız bunun için sevseydim seni.

    "`uzaklardaydın, oracıkta öbür kıtada,
    keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"

    gözden uzak olan gönülden uzak olur sözünü doğrularcasına, hep korkmuştum gitmenden ama gitmiştin diye, şimdi bu yüzden başka kıtada olsan bile benim gözümde oracıkta, şuracıkta, yanımda ve dahi içimdesin hala. uzaklaşma , ne olursun bir kez olsun, atasözlerini yalanlarcasına. keşke yalnız bu ihtimal için sevseydim seni. zaten ne demişti üstad süreya , “afrika dediğin bir garip kıta, el bilir alem bilir ki şekli bozulmasın diye akdeniz’in hala eskisi gibi çizilir haritalarda” sen afrikadasın ama ben burada yerli beyazlar arasında.

    "`ikinci bir parıltı var senin bakışlarında
    keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"

    gözlerinde oturan çocuğun elindeki gümüş ayna o sanırım ikinci parıltı, sen gülerken, seninle beraber çiçeklerin gülmesi, yoksul halkların, keşke yalnız bunun için sevseydim seni. bir parıltı her zaman gözlerimi alan benden, kör eden, ama ışığından vazgeçemeyen kelebekler gibi kendisine çeken. ne diyor yine üstad süreya “taşı onunla yıkasalar üzerinde akik biter, bakışların ki” , akik taşından mıydı sana aldığım yüzük. bakışların hep bir iz içimde, yolumu kaybedince dönüp içime bakayım diye. bir bilsem ne var senin bakışlarında, elmas tozu desem, yahut pırlanta, sevmezsin gerçi öyle pahalı şeyleri, sanırım şeker kristalleri var bakışlarında.

    "`kehanet adlı kısacık bir şiir buldum
    keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"

    “lokman şair senin hayatın / yedi kırlangıcın hayatı kadar /altısını ardı ardına yaşadın /bir kırlangıcın daha var” demiş yine üstad süreya. bindokuzyüzdoksan yılına kadar yaşadı oysa, keşke hep yaşasaydı, hep yanıbaşımızda dursaydı, seni alsaydı mesela karşısına, benim seni ne kadar sevdiğimi bir de o anlatsaydı, türk şiirinin büyük şairi, gönlü her güzelle nişanlı şairi, çapkını. belki ikna ederdi , bilemiyorum şimdi. ama yaşamalıydı, yaşasaydı şimdi şairim diye ortalarda dolaşan pek çok isim olmayacaktı, dramatik fonlara arabesk şiirler okunmayacaktı televizyonlarda. “biliyorum bu şiirin sonu çiçek diye bitecek, çiçek” diye bir kısacık kehanet şiirini de ben bulmuştum, bir sahafta , eskimiş bir kitabın yaprakları arasında. keşke yalnız bunun için sevseydim seni..

    "`yürüyoruz bütünlemeye kalmış bir sessizlikte
    keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"

    bütünlemeye almış bir sessizlik, finali geçememiş yani, finale yakışmayan bir sonuç almış bizim takım, yenilmişiz, tek isteğim beraber/e kalmamızdı oysa. yeter not alamamış bir sensizlik bu, her yerim sağır, hep bir senfoni kafamda, oda orkestrasının yalnızlık senfonisi bir bakıma. yürüyoruz, son kez aynı yolu bir arada yürüyüşümüz belki de, elini tutmaya cesaretim yok, başın hep önde, oysa benim ömrümün en dik kafalı kızıydın sen, isyancı, gözlerinde şimşeklerle yeşiller yanan. yürüyoruz, az sonra sonuna geleceğiz ilişki denen şeyin, aklım geri gitmekte.

    "`iki çay söylemiştik orda, biri açık,
    keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"

    ilişkimizin ilk kafeteryası, oysa sen çay içmezdin değil mi, ilk buluşmamız, ben iki çay deyince hani, yeni olmanın heyecanıyla , biri açık demiştin, o çay bir saat önünde beklemişti hani. sonradan öğreneceğim çay , kahve , kola içmediğini, ancak meyve suyu , varsa şeftali veya kayısı. benim gibi bir çaykolik için ne gam oysa, ama sonradan alıştık birbirimize, ben her çayla bir sigara içerdim hani, sen sigara içmek için çayı bahane ettiğimi söyler dururdun boyuna, şimdi sigarayı bıraktım, çay sürekli soğuyor her getirilişinde masama. “çay bardağı biçiminde yontulsun mezar taşım/ ve hayattan tek bir yudum dahi alamayacağım için/ üzerine bir de yatay kaşık konsun” demişti sunay akın bundan yıllar önce, sanırım makilerde.
    şekeri eksik artık içtiklerimin.

    "`uzaklara bir bakışın vardı kafeteryada
    keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"

    yine aynı kafeteryada elini tutmuştum işte ilk kez , uzaklara bir bakışın vardı, sanki afrika dibimizdeydi, çok yakındı amerika, senin baktığın yere benim gözüm yetmezdi, ömrüm yoluna sürgün, ben hep sürgün, umudu senden yana, ben elini tutuyordum oysa, senin bakılın uzaklara, ellerin elimde olduğu halde. sen bir bakınca , tüm acı çeken çocukları kucaklıyor muydun boyuna. içime bakıyorsun sanki , herkesin ortasında, şimdi ve her zaman söylediğim gibi, tavukkarası yalnızlığım. kırık kibritler ardından otomatlarda.

    "`bir şey var, ancak makilerin orda söyleyebilirim,
    keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"

    akdeniz’e inmeliyim, bir şey var, ancak makilerin orada söyleyebilirim çünkü, çünkü “bir an önce görülsün diye akdeniz , toroslarda ağaçlar hep çocuk kalır demişti sunay akın makiler için. hatta üstad süreya, bir önsöz yazmıştı şiirin bu yeni delikanlısına, trabzonlusuna, altmış iki doğumlu , ve ondan da tavşan yapma niyetli araştırmacısına. üstad sunay’ın elinden tuttu ben ise senin. cemal süreya öldü, sevda sözleri içimde asılı kaldı. makilerin orada haykırmalıyım, duysun diye akdeniz, vazgeçemediğimi senden sonra.

    "`an ki fıskiyesi sonsuzluğun
    keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"

    an ki fıskiyesi sonsuzluğun, yokluğun, burada anmadan edemeyeceğim cemal süreya’nın en iyi arkadaşı, ve kendi ağzından üstad süreya’nın “türkiye’nin en büyük şairi” ahmed arifi..“yokluğun , cehennemin öbür adıdır, üşüyorum kapama gözlerini”.

    üşüyorum, cemal süreya öldüğünde on üç yaşındaydım,
    üşüyorum elini tuttuğumda sahi kaç yaşındaydım,
    üşüyorum bu sonsuzluğun fıskiyesinin altında.

    keşke yalnız bunun için sevseydim seni

    özgür ballı
  • 412
    hayatımda dinlediğim en güzel şiir sezai karakoç'a ait olan mona roza'dır. https://youtu.be/zTWf3UGA3hQ uğruna şiirler yazılacak kadınlar günümüzde nerede yaşarlar? mesela onlarda dudaklarını büzerek instagrama fotoğraf atarlar mı? ya da her gittiği mekanı swarm'da check in yaparlar mı? günde 35262 tane hikaye paylaşırlar mı? ya da üç haneli binlik arabası olanlara dibi düşerler mi? güce taparlar mı? eskiden mona roza'lar varmış. şimdikiler insta roza aq. böyle çağa sokayım ben.
  • 413
    bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu;
    bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu.

    bir kuytu manastırda duâlar gibi gamlı,
    yüzlerce ağızdan koro hâlinde devamlı,

    bir erganun âhengi yayılmakta derinden...
    duydumsa da zevk almadım islâv kederinden.

    zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta,
    tanbûri cemil bey çalıyor eski plâkta.

    birdenbire mes'ûdum işitmek hevesiyle,
    gönlüm dolu istanbul'un en özlü sesiyle.

    sandım ki uzaklaştı yağan kar ve karanlık,
    uykumda bütün bir gece körfez'deyim artık!

    yahya kemal beyatlı, kar mûsikîleri
  • 52
    karanlık bir gece daha penceremde…
    yalnızlık öyle hissettiriyor,
    ki yine kendini.
    dalgaların sahile vurması gibi.
    sarsıyor ruhumu derinden.
    aşındırıyor yüreğimi,
    kanayan yüreğimi.
    susuyorum sadece sensizliğine.
    ha bir de gözyaşlarım,
    masum gözyaşlarım var ki,
    bazen bir, bazen iki damla…
    bazense hiç.
    hiç olup damlıyor gözlerimden yalnızlığın.
    gecenin sessizliği de neymiş,
    gönlümün sensizliği ürkütüyor beni.
    seni bulamıyorum ki bende,
    ben asıl beni bulamıyorum sensizlikte…
    yokluğuna türkülenir yine,
    ah bu gecem de böyle…

    lafarasi
  • 537
    tüm emekçilere selam olsun:

    aynı adam

    "tozludur saçlarım, saçlarımdan
    devrilmiş sarayların dumanları savrulur
    yüzüm yanıktır
    yüreğime bir karanfil sokuludur
    ve partizanca darbelerin dünyaya ilen şavkı
    benim göğsüme göğsüme vurup durur.
    ben dünyaya doğru yürümekle meşhurum
    bahar da sürgülenir içime katranlar da
    hem koşarak yarattığım sevgiler vardır
    hem körlenmiş sevgilerin acısıyla koştururum.
    beni sular
    kocaman taşları parçalayarak hatırlıyor dağlarda
    ve beni hatırlatıyor çeltik tarlalarında aynı sular
    umutlu sakinlikleri
    lohusalıklarıyla.

    ben dünyaya doğru yürümekle meşhurum
    kökten dallara yürüyen sular gibi
    yürürüm kömür ocaklarına, çapalanan tütüne
    yürürüm hüzün ve ağrılar çarelenir
    dağların esmer ve yaban telaşından kurtula diye
    torna tezgahlarında demir.

    yürürüm çünkü ölümdür yürünülmeyen
    yürürüm yürüyüşümdür yeryüzünün halleri
    kanla dolar pazuları tarladakinin
    hızar gürültüsü içinde türkülenir bir öteki
    gökleri göğsümden aşırtarak yürürüm
    yağlı kasketimin kıyısında nar çiçekleri.

    aynı adam ekim günlerinden beri gümbür gümbür gelirim
    teneke damların üstüne safi sinirden doğan güneş
    portakallar fırlatarak parlıyor benim adımlarımla
    anladım neden yorgunluk
    gülümserlik getiriyor insana
    hayatın bana başat
    bana avrat oluşunu öğrendim
    işçiler bunu kurşunlanarak öğrendi
    on beşinde bir arkadaş
    inancını savunurken yargıca
    anladı bulana durula akmakta olan şeyi.

    yürüyorum
    azarlanıyorum fışkıran başaklarla
    iki bomba gibi taşıyorum koltuğumdaki bir çift somunu
    hurdahaş bir sancıyla geçiyorum badem çiçekleri altından
    gözlerim nemli değil.
    gözlerim namlu. "
App Store'dan indirin Google Play'den alın