206
“`kuşlar toplanmış göçüyorlar
keşke yalnız bunun için sevseydim seni`”
aslında son olmadığını bile bile sonbahar demek ısrarla, gidişinin ardından bakakalacağımı, yeniden dönmenin mümkün olmadığını anlamam gerektiğini kabul etmeyişim bundan mı ? kuşlar toplanmış göçüyorlar, ve ben göç yollarında izini arıyorum , bir daha. kaçıncı gidişinin hüznü bu, ve daha once geri gelişlerinde hiç bir şey olmamış gibi yeniden aşık oluşlarım sana. bir düzenimiz yoktu bizim, kuşlara inat, v şeklinde göçerdi kuşlar, sen darmadağınık giderdin, beni bırakıp soru işareti yalnızlıklara.
her dönüşünde yenilenişin için sevseydim seni, keşke yalnız bunun için sevseydim seni, kuşlar göçsün diye ilkbaharlara.
“`hiçbir şeyim yok akıp giden sokaktan başka
keşke yalnız bunun için sevseydim seni`”
öylesine bakıyorum odamızın penceresinden, dört duvarı odamız haline getiren, orayı benim kılan, beni değerli kılan bir şeydin çünkü. dar bir sokağın en başında işte evimiz, yan yana bir sürü apartman, yıllar geçtikçe sıkıştırıyor insanoğlu kendini, bahçelievler artık sadece semt adı büyük şehirlerde, bahçe diye bir şey kalmadı ki hiç. yolun iki yanında sıralanmış onlarca evden birinin penceresinden uzatıyorum başımı sokağa, görüşümün yettiğince bakıyorum ardından, yürüdüğün yolları ezberliyorum, çünkü şimdi hiç bir şeyim yok akıp giden sokaktan başka. birbirine paralel giden raylar gibiydik biz de anımsıyorum, kavuşma ihtimali başkalarının tekelinde, makasları acıtan. hep sana bakıp, hiç yol alamamanın özeti miydi bu sokak, şimdi akıp giden bu sokak, aynı ben gibi, aslında hep burada, ve hiç bir yere gittiği yok aslında.
“`seni o kadar yakından görünce,
keşke yalnız bunun için sevseydim seni`”
oysa elim ayağım birbirine dolanmıştı, seni o kadar yakından görünce. oysa hep uzaktan uzağa , hep içim otura kalka izlerdim seni ben. bu kadar beyaz mıydın gerçekten, kaç kuğu boynunda, tenin ellerimin izi kalacak diye korktuğum, dudakların iki küçük kapı sonsuzluğa açılan, gözlerinden bahsetmeye kalbim dayanmaz, derinliğinde kaybolduğum zamanların ardından, seni o kadar yakından görünce, tarifi yok artık gerisinin.bir melekle uyumanın tarifiydi çünkü, beni aşan. içimi aşan , dalgalı saçların, yüzmeyi bilmeden, boğulmaktan korkmadan. seni yüzüyorum, yüzün gülmelerimin denizi. seni o kadar yakından görünce, ardından hep kamaşık artık gözlerim, keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
“`hızla geçen otobüslerin ardından benzeşmek...
keşke yalnız bunun için sevseydim seni`”
birbirine benzeyenler evlenir derler , ben hep otoban kenarlarında bekliyorum işte bu yüzden. yüzümde nice rüzgar otobüslerin ardında kalan. oysa tek gidişti son biletin. dönüşü olmayan bir yolun peşpeşe kalmış iki otobüsüydük belki de, arkadaki çıkmadan, öndekinin kıpırdamasına imkan olmayan. bir sıcaklıkta terliyorduk kliması bozuk tüm otobüslerin, içerde hep bir halı kokusu, durulsun artık bir yerlerinde , mola versin hayat, bir yol kenarında inelim, benzeşelim yeniden birbirimize, belki evleniriz hem, belki oda yine odamız, ev yine yuvamız olur diye, yalnızca bunun için , keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
"`senaryocu bayanla bir bankta oturuyoruz
keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"
bir çocuk parkındayım, hani daha önce bahsetmiştim ya, eşzamansız iki salıncağız ankara nın en çocuk parkında. bir bankta oturuyorum, elimde okumadığım, okuyamadığım bir kitap , adlandırılamayan. yanımda senaryocu olduğunu söyleyen bir bayan, hani ben yaşadıklarımızı anlatsam film olur derdim ya, o yüzden allah tarafından yollanmış bana, anlatayım diye yaşadıklarımızın ne imkansız şeyler olduğunu, oysa okuduğum kitap adlandırılamayan, yaşadıklarım anlatılamayan, anlatılamayacak şeyler galiba, sırf bu tesadüf için sevseydim seni. sensizliğim melodram , anlatmaya hevesim yok , yaşamaya hevesim yok aslında. herkes kendi filminde başrol değil, figüran aslında, biri yazsın hikayemi, şekillendirsin beni , acılarımı, sensizliği tariff etmeye benim gücüm yetmeyecek çünkü.
"`iyi anlarında sesin kalınlaşıyor.
keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"
büyümeden once, yani ergen olmadan daha, telefonlarda kız sanılan bir oğlan çocuğuydum ben, her seferinde bir yenilmişlik duygusuyla kapatırdım telefonu, “teşekkürler hanımefendi” dendikten sonra . gururuma yediremez, sesimin değişeceği, kalınlaşacağı günleri beklerdim, bir umutla. zaman geçti ben büyüdüm, sesim kalınlaştı, kimse artık kadın sanmıyordu telefonlarda, ama biliyor musun çok özlüyorum o günleri, çocukluğumu, keşke yeniden dönebilsem o günlere , ama sen öyle misin, hep güzel bir ezgiyi söylermiş gibi sesin, iyi anlarında sesin kalınlaşıyor, yüksek sesle anlatıyorsun hatta , keyifli keyifli, keşke yalnız bunun için sevseydim seni. benim sesim kısık şimdi, kendim bile duymuyorum çoğu şeyi ardından.
"`baktım yeri toparlıyor ayak izleri
keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"
çamurda pes oynardık hani küçükken, büyük çiviler küçük ellerimizde, birbirimizi hapsetmeye çalışırdık çizgilerin içine. şimdi baktım yeri toparlıyor ayak izleri, bastığın yerleri dolaşıyorum ardından, ayak izlerinde kaybediyorum seni. daha kıvamlı bir şey haline geliyor sensizliğim, pes oynamaya müsait, ben pes etmeye müsaitim. çamurdan heykeller yapıyor oysa insanlar, ben hep şekilsizim ardından. üstüme başıma sıçrıyor attığım her adımda oysa benim hayat, her kaldırım taşı kırık, her yıl yeniden yapılmasına inat, ve hep altında su hazır bekliyor sanki gözlerimin. çamurda bata çıka , ayak izlerinde kaybolmak, keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
"`eşiklere oturmuş bir dolu insan
keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"
aynı sokağa bakan gecekondu evler vardı benim çocukluğumda, ilk gençliğimde. evlerinin önünde eşikler , eşiklerden sokağa doğru iki ya da üç merdiven. “ iki kişi oturduğumuz eşiğe kendi başıma zor sığıyorum bugün büyüdükçe insan yalnız mı kalıyor ne” demişti sunay akın bir şiirinde. oysa eşikler en güvenilir yerleridir evlerin, depremde durulması gereken yerdir , senden sonra nice depremler içimde. ağaçlarım sular altında kaldı, yıkıldım. oysa o güzel günlerden geriye, eşiklere oturmuş bir dolu insan aklımda, keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
"fazıl hüsnü diyor ki, ne diyor fazıl hüsnü?..
keşke yalnız bunun için sevseydim seni"
ne diyor fazıl hüsnü dağlarca , derelerce, ovalarca , ne diyor ; “uzun yaşamışsın derler bana,
bilmezler seni uzun beklediğimi...” ne çok bekledim ben seni, eksikliğinde şehirler ilçe, ilçeler köy, köyler mezra. dağlarca, ovalarca, ne demişti üstad cemal süreya ; “yalnızlık , bir ovanın düz oluşu gibi bir şey” , ne kadar haklı değil mi? hüznü-fazıl sanatının en ince şairi, büyük üstad çok yaşasın daha. keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
"`ortaoyunumuzun dekoru bir kağıt mendil
keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"
ortaoyunumuzun dekoru bir kağıt mendil ben nedense hep ibiş senin yanında, yakınında. bir nejat uygur oyununun sonu hüznünü oynamaktayım hala, ve bu final sahnesinden sonra bir kağıt mendil elinde, az sonra kendini tutamayıp ağlayacaksın, dekor da ziyan olacak, ben de. ama sen ağlama, bak herkes bir yerlerde gülmekte. ben "miğferine çiçek eken asker" olurum kimi, kimi "cibali karakolu"nun emekliliği gelmiş polisi. hani gülerken birden gelip hüznün boğazında düğümlendiği bir oyunun son perdesiyim.
"`ve konsolun üstünde noksan bir gümüş kutu
keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"
ve konsolun üstünde noksan bir gümüş kutu, yüzük eksik içinde. yüzük eksik içimde, parmağında değil , kutuda değil, yüzük benim cehennemimin dibinde. al yansımalarıydı oysa hayatımın. alyansım kaç liraya almıştım, ne kadar az para vardı oysa cebimde. şimdi incesini alalım sonra kalınını alırız demiştim hani, sanki ne kadar kalın olursa bizi birbirimize o kadar iyi bağlayacaktı, olmadı. şimdi konsolun üstünde noksan bir gümüş kutu, yüzük kardeşliği filminde anlamsız gözyaşlarım. “yüzüğünden öperim” derdi cemal süreya karısı zuhal’e. keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
"`uzaklardaydın, oracıkta öbür kıtada,
keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"
gözden uzak olan gönülden uzak olur sözünü doğrularcasına, hep korkmuştum gitmenden ama gitmiştin diye, şimdi bu yüzden başka kıtada olsan bile benim gözümde oracıkta, şuracıkta, yanımda ve dahi içimdesin hala. uzaklaşma , ne olursun bir kez olsun, atasözlerini yalanlarcasına. keşke yalnız bu ihtimal için sevseydim seni. zaten ne demişti üstad süreya , “afrika dediğin bir garip kıta, el bilir alem bilir ki şekli bozulmasın diye akdeniz’in hala eskisi gibi çizilir haritalarda” sen afrikadasın ama ben burada yerli beyazlar arasında.
"`ikinci bir parıltı var senin bakışlarında
keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"
gözlerinde oturan çocuğun elindeki gümüş ayna o sanırım ikinci parıltı, sen gülerken, seninle beraber çiçeklerin gülmesi, yoksul halkların, keşke yalnız bunun için sevseydim seni. bir parıltı her zaman gözlerimi alan benden, kör eden, ama ışığından vazgeçemeyen kelebekler gibi kendisine çeken. ne diyor yine üstad süreya “taşı onunla yıkasalar üzerinde akik biter, bakışların ki” , akik taşından mıydı sana aldığım yüzük. bakışların hep bir iz içimde, yolumu kaybedince dönüp içime bakayım diye. bir bilsem ne var senin bakışlarında, elmas tozu desem, yahut pırlanta, sevmezsin gerçi öyle pahalı şeyleri, sanırım şeker kristalleri var bakışlarında.
"`kehanet adlı kısacık bir şiir buldum
keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"
“lokman şair senin hayatın / yedi kırlangıcın hayatı kadar /altısını ardı ardına yaşadın /bir kırlangıcın daha var” demiş yine üstad süreya. bindokuzyüzdoksan yılına kadar yaşadı oysa, keşke hep yaşasaydı, hep yanıbaşımızda dursaydı, seni alsaydı mesela karşısına, benim seni ne kadar sevdiğimi bir de o anlatsaydı, türk şiirinin büyük şairi, gönlü her güzelle nişanlı şairi, çapkını. belki ikna ederdi , bilemiyorum şimdi. ama yaşamalıydı, yaşasaydı şimdi şairim diye ortalarda dolaşan pek çok isim olmayacaktı, dramatik fonlara arabesk şiirler okunmayacaktı televizyonlarda. “biliyorum bu şiirin sonu çiçek diye bitecek, çiçek” diye bir kısacık kehanet şiirini de ben bulmuştum, bir sahafta , eskimiş bir kitabın yaprakları arasında. keşke yalnız bunun için sevseydim seni..
"`yürüyoruz bütünlemeye kalmış bir sessizlikte
keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"
bütünlemeye almış bir sessizlik, finali geçememiş yani, finale yakışmayan bir sonuç almış bizim takım, yenilmişiz, tek isteğim beraber/e kalmamızdı oysa. yeter not alamamış bir sensizlik bu, her yerim sağır, hep bir senfoni kafamda, oda orkestrasının yalnızlık senfonisi bir bakıma. yürüyoruz, son kez aynı yolu bir arada yürüyüşümüz belki de, elini tutmaya cesaretim yok, başın hep önde, oysa benim ömrümün en dik kafalı kızıydın sen, isyancı, gözlerinde şimşeklerle yeşiller yanan. yürüyoruz, az sonra sonuna geleceğiz ilişki denen şeyin, aklım geri gitmekte.
"`iki çay söylemiştik orda, biri açık,
keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"
ilişkimizin ilk kafeteryası, oysa sen çay içmezdin değil mi, ilk buluşmamız, ben iki çay deyince hani, yeni olmanın heyecanıyla , biri açık demiştin, o çay bir saat önünde beklemişti hani. sonradan öğreneceğim çay , kahve , kola içmediğini, ancak meyve suyu , varsa şeftali veya kayısı. benim gibi bir çaykolik için ne gam oysa, ama sonradan alıştık birbirimize, ben her çayla bir sigara içerdim hani, sen sigara içmek için çayı bahane ettiğimi söyler dururdun boyuna, şimdi sigarayı bıraktım, çay sürekli soğuyor her getirilişinde masama. “çay bardağı biçiminde yontulsun mezar taşım/ ve hayattan tek bir yudum dahi alamayacağım için/ üzerine bir de yatay kaşık konsun” demişti sunay akın bundan yıllar önce, sanırım makilerde.
şekeri eksik artık içtiklerimin.
"`uzaklara bir bakışın vardı kafeteryada
keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"
yine aynı kafeteryada elini tutmuştum işte ilk kez , uzaklara bir bakışın vardı, sanki afrika dibimizdeydi, çok yakındı amerika, senin baktığın yere benim gözüm yetmezdi, ömrüm yoluna sürgün, ben hep sürgün, umudu senden yana, ben elini tutuyordum oysa, senin bakılın uzaklara, ellerin elimde olduğu halde. sen bir bakınca , tüm acı çeken çocukları kucaklıyor muydun boyuna. içime bakıyorsun sanki , herkesin ortasında, şimdi ve her zaman söylediğim gibi, tavukkarası yalnızlığım. kırık kibritler ardından otomatlarda.
"`bir şey var, ancak makilerin orda söyleyebilirim,
keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"
akdeniz’e inmeliyim, bir şey var, ancak makilerin orada söyleyebilirim çünkü, çünkü “bir an önce görülsün diye akdeniz , toroslarda ağaçlar hep çocuk kalır demişti sunay akın makiler için. hatta üstad süreya, bir önsöz yazmıştı şiirin bu yeni delikanlısına, trabzonlusuna, altmış iki doğumlu , ve ondan da tavşan yapma niyetli araştırmacısına. üstad sunay’ın elinden tuttu ben ise senin. cemal süreya öldü, sevda sözleri içimde asılı kaldı. makilerin orada haykırmalıyım, duysun diye akdeniz, vazgeçemediğimi senden sonra.
"`an ki fıskiyesi sonsuzluğun
keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"
an ki fıskiyesi sonsuzluğun, yokluğun, burada anmadan edemeyeceğim cemal süreya’nın en iyi arkadaşı, ve kendi ağzından üstad süreya’nın “türkiye’nin en büyük şairi” ahmed arifi..“yokluğun , cehennemin öbür adıdır, üşüyorum kapama gözlerini”.
üşüyorum, cemal süreya öldüğünde on üç yaşındaydım,
üşüyorum elini tuttuğumda sahi kaç yaşındaydım,
üşüyorum bu sonsuzluğun fıskiyesinin altında.
keşke yalnız bunun için sevseydim seni
özgür ballı
keşke yalnız bunun için sevseydim seni`”
aslında son olmadığını bile bile sonbahar demek ısrarla, gidişinin ardından bakakalacağımı, yeniden dönmenin mümkün olmadığını anlamam gerektiğini kabul etmeyişim bundan mı ? kuşlar toplanmış göçüyorlar, ve ben göç yollarında izini arıyorum , bir daha. kaçıncı gidişinin hüznü bu, ve daha once geri gelişlerinde hiç bir şey olmamış gibi yeniden aşık oluşlarım sana. bir düzenimiz yoktu bizim, kuşlara inat, v şeklinde göçerdi kuşlar, sen darmadağınık giderdin, beni bırakıp soru işareti yalnızlıklara.
her dönüşünde yenilenişin için sevseydim seni, keşke yalnız bunun için sevseydim seni, kuşlar göçsün diye ilkbaharlara.
“`hiçbir şeyim yok akıp giden sokaktan başka
keşke yalnız bunun için sevseydim seni`”
öylesine bakıyorum odamızın penceresinden, dört duvarı odamız haline getiren, orayı benim kılan, beni değerli kılan bir şeydin çünkü. dar bir sokağın en başında işte evimiz, yan yana bir sürü apartman, yıllar geçtikçe sıkıştırıyor insanoğlu kendini, bahçelievler artık sadece semt adı büyük şehirlerde, bahçe diye bir şey kalmadı ki hiç. yolun iki yanında sıralanmış onlarca evden birinin penceresinden uzatıyorum başımı sokağa, görüşümün yettiğince bakıyorum ardından, yürüdüğün yolları ezberliyorum, çünkü şimdi hiç bir şeyim yok akıp giden sokaktan başka. birbirine paralel giden raylar gibiydik biz de anımsıyorum, kavuşma ihtimali başkalarının tekelinde, makasları acıtan. hep sana bakıp, hiç yol alamamanın özeti miydi bu sokak, şimdi akıp giden bu sokak, aynı ben gibi, aslında hep burada, ve hiç bir yere gittiği yok aslında.
“`seni o kadar yakından görünce,
keşke yalnız bunun için sevseydim seni`”
oysa elim ayağım birbirine dolanmıştı, seni o kadar yakından görünce. oysa hep uzaktan uzağa , hep içim otura kalka izlerdim seni ben. bu kadar beyaz mıydın gerçekten, kaç kuğu boynunda, tenin ellerimin izi kalacak diye korktuğum, dudakların iki küçük kapı sonsuzluğa açılan, gözlerinden bahsetmeye kalbim dayanmaz, derinliğinde kaybolduğum zamanların ardından, seni o kadar yakından görünce, tarifi yok artık gerisinin.bir melekle uyumanın tarifiydi çünkü, beni aşan. içimi aşan , dalgalı saçların, yüzmeyi bilmeden, boğulmaktan korkmadan. seni yüzüyorum, yüzün gülmelerimin denizi. seni o kadar yakından görünce, ardından hep kamaşık artık gözlerim, keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
“`hızla geçen otobüslerin ardından benzeşmek...
keşke yalnız bunun için sevseydim seni`”
birbirine benzeyenler evlenir derler , ben hep otoban kenarlarında bekliyorum işte bu yüzden. yüzümde nice rüzgar otobüslerin ardında kalan. oysa tek gidişti son biletin. dönüşü olmayan bir yolun peşpeşe kalmış iki otobüsüydük belki de, arkadaki çıkmadan, öndekinin kıpırdamasına imkan olmayan. bir sıcaklıkta terliyorduk kliması bozuk tüm otobüslerin, içerde hep bir halı kokusu, durulsun artık bir yerlerinde , mola versin hayat, bir yol kenarında inelim, benzeşelim yeniden birbirimize, belki evleniriz hem, belki oda yine odamız, ev yine yuvamız olur diye, yalnızca bunun için , keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
"`senaryocu bayanla bir bankta oturuyoruz
keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"
bir çocuk parkındayım, hani daha önce bahsetmiştim ya, eşzamansız iki salıncağız ankara nın en çocuk parkında. bir bankta oturuyorum, elimde okumadığım, okuyamadığım bir kitap , adlandırılamayan. yanımda senaryocu olduğunu söyleyen bir bayan, hani ben yaşadıklarımızı anlatsam film olur derdim ya, o yüzden allah tarafından yollanmış bana, anlatayım diye yaşadıklarımızın ne imkansız şeyler olduğunu, oysa okuduğum kitap adlandırılamayan, yaşadıklarım anlatılamayan, anlatılamayacak şeyler galiba, sırf bu tesadüf için sevseydim seni. sensizliğim melodram , anlatmaya hevesim yok , yaşamaya hevesim yok aslında. herkes kendi filminde başrol değil, figüran aslında, biri yazsın hikayemi, şekillendirsin beni , acılarımı, sensizliği tariff etmeye benim gücüm yetmeyecek çünkü.
"`iyi anlarında sesin kalınlaşıyor.
keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"
büyümeden once, yani ergen olmadan daha, telefonlarda kız sanılan bir oğlan çocuğuydum ben, her seferinde bir yenilmişlik duygusuyla kapatırdım telefonu, “teşekkürler hanımefendi” dendikten sonra . gururuma yediremez, sesimin değişeceği, kalınlaşacağı günleri beklerdim, bir umutla. zaman geçti ben büyüdüm, sesim kalınlaştı, kimse artık kadın sanmıyordu telefonlarda, ama biliyor musun çok özlüyorum o günleri, çocukluğumu, keşke yeniden dönebilsem o günlere , ama sen öyle misin, hep güzel bir ezgiyi söylermiş gibi sesin, iyi anlarında sesin kalınlaşıyor, yüksek sesle anlatıyorsun hatta , keyifli keyifli, keşke yalnız bunun için sevseydim seni. benim sesim kısık şimdi, kendim bile duymuyorum çoğu şeyi ardından.
"`baktım yeri toparlıyor ayak izleri
keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"
çamurda pes oynardık hani küçükken, büyük çiviler küçük ellerimizde, birbirimizi hapsetmeye çalışırdık çizgilerin içine. şimdi baktım yeri toparlıyor ayak izleri, bastığın yerleri dolaşıyorum ardından, ayak izlerinde kaybediyorum seni. daha kıvamlı bir şey haline geliyor sensizliğim, pes oynamaya müsait, ben pes etmeye müsaitim. çamurdan heykeller yapıyor oysa insanlar, ben hep şekilsizim ardından. üstüme başıma sıçrıyor attığım her adımda oysa benim hayat, her kaldırım taşı kırık, her yıl yeniden yapılmasına inat, ve hep altında su hazır bekliyor sanki gözlerimin. çamurda bata çıka , ayak izlerinde kaybolmak, keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
"`eşiklere oturmuş bir dolu insan
keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"
aynı sokağa bakan gecekondu evler vardı benim çocukluğumda, ilk gençliğimde. evlerinin önünde eşikler , eşiklerden sokağa doğru iki ya da üç merdiven. “ iki kişi oturduğumuz eşiğe kendi başıma zor sığıyorum bugün büyüdükçe insan yalnız mı kalıyor ne” demişti sunay akın bir şiirinde. oysa eşikler en güvenilir yerleridir evlerin, depremde durulması gereken yerdir , senden sonra nice depremler içimde. ağaçlarım sular altında kaldı, yıkıldım. oysa o güzel günlerden geriye, eşiklere oturmuş bir dolu insan aklımda, keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
"fazıl hüsnü diyor ki, ne diyor fazıl hüsnü?..
keşke yalnız bunun için sevseydim seni"
ne diyor fazıl hüsnü dağlarca , derelerce, ovalarca , ne diyor ; “uzun yaşamışsın derler bana,
bilmezler seni uzun beklediğimi...” ne çok bekledim ben seni, eksikliğinde şehirler ilçe, ilçeler köy, köyler mezra. dağlarca, ovalarca, ne demişti üstad cemal süreya ; “yalnızlık , bir ovanın düz oluşu gibi bir şey” , ne kadar haklı değil mi? hüznü-fazıl sanatının en ince şairi, büyük üstad çok yaşasın daha. keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
"`ortaoyunumuzun dekoru bir kağıt mendil
keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"
ortaoyunumuzun dekoru bir kağıt mendil ben nedense hep ibiş senin yanında, yakınında. bir nejat uygur oyununun sonu hüznünü oynamaktayım hala, ve bu final sahnesinden sonra bir kağıt mendil elinde, az sonra kendini tutamayıp ağlayacaksın, dekor da ziyan olacak, ben de. ama sen ağlama, bak herkes bir yerlerde gülmekte. ben "miğferine çiçek eken asker" olurum kimi, kimi "cibali karakolu"nun emekliliği gelmiş polisi. hani gülerken birden gelip hüznün boğazında düğümlendiği bir oyunun son perdesiyim.
"`ve konsolun üstünde noksan bir gümüş kutu
keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"
ve konsolun üstünde noksan bir gümüş kutu, yüzük eksik içinde. yüzük eksik içimde, parmağında değil , kutuda değil, yüzük benim cehennemimin dibinde. al yansımalarıydı oysa hayatımın. alyansım kaç liraya almıştım, ne kadar az para vardı oysa cebimde. şimdi incesini alalım sonra kalınını alırız demiştim hani, sanki ne kadar kalın olursa bizi birbirimize o kadar iyi bağlayacaktı, olmadı. şimdi konsolun üstünde noksan bir gümüş kutu, yüzük kardeşliği filminde anlamsız gözyaşlarım. “yüzüğünden öperim” derdi cemal süreya karısı zuhal’e. keşke yalnız bunun için sevseydim seni.
"`uzaklardaydın, oracıkta öbür kıtada,
keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"
gözden uzak olan gönülden uzak olur sözünü doğrularcasına, hep korkmuştum gitmenden ama gitmiştin diye, şimdi bu yüzden başka kıtada olsan bile benim gözümde oracıkta, şuracıkta, yanımda ve dahi içimdesin hala. uzaklaşma , ne olursun bir kez olsun, atasözlerini yalanlarcasına. keşke yalnız bu ihtimal için sevseydim seni. zaten ne demişti üstad süreya , “afrika dediğin bir garip kıta, el bilir alem bilir ki şekli bozulmasın diye akdeniz’in hala eskisi gibi çizilir haritalarda” sen afrikadasın ama ben burada yerli beyazlar arasında.
"`ikinci bir parıltı var senin bakışlarında
keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"
gözlerinde oturan çocuğun elindeki gümüş ayna o sanırım ikinci parıltı, sen gülerken, seninle beraber çiçeklerin gülmesi, yoksul halkların, keşke yalnız bunun için sevseydim seni. bir parıltı her zaman gözlerimi alan benden, kör eden, ama ışığından vazgeçemeyen kelebekler gibi kendisine çeken. ne diyor yine üstad süreya “taşı onunla yıkasalar üzerinde akik biter, bakışların ki” , akik taşından mıydı sana aldığım yüzük. bakışların hep bir iz içimde, yolumu kaybedince dönüp içime bakayım diye. bir bilsem ne var senin bakışlarında, elmas tozu desem, yahut pırlanta, sevmezsin gerçi öyle pahalı şeyleri, sanırım şeker kristalleri var bakışlarında.
"`kehanet adlı kısacık bir şiir buldum
keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"
“lokman şair senin hayatın / yedi kırlangıcın hayatı kadar /altısını ardı ardına yaşadın /bir kırlangıcın daha var” demiş yine üstad süreya. bindokuzyüzdoksan yılına kadar yaşadı oysa, keşke hep yaşasaydı, hep yanıbaşımızda dursaydı, seni alsaydı mesela karşısına, benim seni ne kadar sevdiğimi bir de o anlatsaydı, türk şiirinin büyük şairi, gönlü her güzelle nişanlı şairi, çapkını. belki ikna ederdi , bilemiyorum şimdi. ama yaşamalıydı, yaşasaydı şimdi şairim diye ortalarda dolaşan pek çok isim olmayacaktı, dramatik fonlara arabesk şiirler okunmayacaktı televizyonlarda. “biliyorum bu şiirin sonu çiçek diye bitecek, çiçek” diye bir kısacık kehanet şiirini de ben bulmuştum, bir sahafta , eskimiş bir kitabın yaprakları arasında. keşke yalnız bunun için sevseydim seni..
"`yürüyoruz bütünlemeye kalmış bir sessizlikte
keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"
bütünlemeye almış bir sessizlik, finali geçememiş yani, finale yakışmayan bir sonuç almış bizim takım, yenilmişiz, tek isteğim beraber/e kalmamızdı oysa. yeter not alamamış bir sensizlik bu, her yerim sağır, hep bir senfoni kafamda, oda orkestrasının yalnızlık senfonisi bir bakıma. yürüyoruz, son kez aynı yolu bir arada yürüyüşümüz belki de, elini tutmaya cesaretim yok, başın hep önde, oysa benim ömrümün en dik kafalı kızıydın sen, isyancı, gözlerinde şimşeklerle yeşiller yanan. yürüyoruz, az sonra sonuna geleceğiz ilişki denen şeyin, aklım geri gitmekte.
"`iki çay söylemiştik orda, biri açık,
keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"
ilişkimizin ilk kafeteryası, oysa sen çay içmezdin değil mi, ilk buluşmamız, ben iki çay deyince hani, yeni olmanın heyecanıyla , biri açık demiştin, o çay bir saat önünde beklemişti hani. sonradan öğreneceğim çay , kahve , kola içmediğini, ancak meyve suyu , varsa şeftali veya kayısı. benim gibi bir çaykolik için ne gam oysa, ama sonradan alıştık birbirimize, ben her çayla bir sigara içerdim hani, sen sigara içmek için çayı bahane ettiğimi söyler dururdun boyuna, şimdi sigarayı bıraktım, çay sürekli soğuyor her getirilişinde masama. “çay bardağı biçiminde yontulsun mezar taşım/ ve hayattan tek bir yudum dahi alamayacağım için/ üzerine bir de yatay kaşık konsun” demişti sunay akın bundan yıllar önce, sanırım makilerde.
şekeri eksik artık içtiklerimin.
"`uzaklara bir bakışın vardı kafeteryada
keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"
yine aynı kafeteryada elini tutmuştum işte ilk kez , uzaklara bir bakışın vardı, sanki afrika dibimizdeydi, çok yakındı amerika, senin baktığın yere benim gözüm yetmezdi, ömrüm yoluna sürgün, ben hep sürgün, umudu senden yana, ben elini tutuyordum oysa, senin bakılın uzaklara, ellerin elimde olduğu halde. sen bir bakınca , tüm acı çeken çocukları kucaklıyor muydun boyuna. içime bakıyorsun sanki , herkesin ortasında, şimdi ve her zaman söylediğim gibi, tavukkarası yalnızlığım. kırık kibritler ardından otomatlarda.
"`bir şey var, ancak makilerin orda söyleyebilirim,
keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"
akdeniz’e inmeliyim, bir şey var, ancak makilerin orada söyleyebilirim çünkü, çünkü “bir an önce görülsün diye akdeniz , toroslarda ağaçlar hep çocuk kalır demişti sunay akın makiler için. hatta üstad süreya, bir önsöz yazmıştı şiirin bu yeni delikanlısına, trabzonlusuna, altmış iki doğumlu , ve ondan da tavşan yapma niyetli araştırmacısına. üstad sunay’ın elinden tuttu ben ise senin. cemal süreya öldü, sevda sözleri içimde asılı kaldı. makilerin orada haykırmalıyım, duysun diye akdeniz, vazgeçemediğimi senden sonra.
"`an ki fıskiyesi sonsuzluğun
keşke yalnız bunun için sevseydim seni`"
an ki fıskiyesi sonsuzluğun, yokluğun, burada anmadan edemeyeceğim cemal süreya’nın en iyi arkadaşı, ve kendi ağzından üstad süreya’nın “türkiye’nin en büyük şairi” ahmed arifi..“yokluğun , cehennemin öbür adıdır, üşüyorum kapama gözlerini”.
üşüyorum, cemal süreya öldüğünde on üç yaşındaydım,
üşüyorum elini tuttuğumda sahi kaç yaşındaydım,
üşüyorum bu sonsuzluğun fıskiyesinin altında.
keşke yalnız bunun için sevseydim seni
özgür ballı