• 1
    kendisinin bugünkü yazısına baktığımda yazısısnın başlığının "meireles’in cezası düşmeli" olduğunu gördüm.

    http://skorer.milliyet.com.tr/.../1645671/default.htm

    22 aralık 2012 fenerbahçe karabükspor maçı ile ilgili neden yazmamış diye düşünürken aslında yazısının o maçla ilgili olduğunu şaşkınlıkla gördüm. ilk paragrafta fenerbahçe'nin ve aykut kocaman'ın oyun içi hatalarından üç cümleyle karabük'ün oyununundan ise yarım cümleyle bahseden meleke yazının geri kalanında tamamen meireles'in cezasının neden düşmesi gerektiğinden bahsediyor. sorun uğur meleke'nin meireles'in cezasını düşmesi gerektiğini savunması falan değil. benim asıl kafama takılan nasıl oluyor da uğur meleke gibi bir yazar futbol dışı bir meseleye bu kadar eğilebiliyor?

    benim buna verebildiğim cevap aşağı yukarı söyle. uğur meleke'nin bu sezon için yazdığı önceki yazılara baktığımızda da, sürekli olarak galatasaray ve fatih terim'e olan eleştiriler getirdiğini görüyoruz. fatih terim'in adaletinden tutun da galatasaray'ın saha içi sorunlarına kadar pek çok yazı yazdı meleke. buna karşılık fenerbahçe ve aykut kocaman için daha olumlu ifadeler kullandı. belli ki, galatasaray'ın bu seneki oynadığı oyunla bir yerlere gelemeyeceğini, buna karşılık fenerbahçe'nin form grafiğini arttırarak rakiplerinin önüne geçeceğini düşünüyordu. bunu fanatik bir bakış açısıyla yaptığını söyleyecek değilim. kafasında bu düşünceleri oluştururken meleke'nin haklı olduğu pek çok nokta elbette vardır. ama meleke ısrarla görmediği bazı gerçekler de vardı. mesela çok eleştirilen fatih terim'in özellikle kazanılması gereken kritik maçlarda oyuna nasıl etki ettiğini, kötü bir sezon geçirseler de galatasaray'daki bazı oyuncuların maçların kaderini nasıl değiştirdiğini sürekli görmezden geldi ya da bunların uzun vadede galatasaray'ı ayakta tutamayacağını düşündü. buna karşılık, oldukça formsuz sezon geçiren ve kendi evindeki maça tecrübesiz yedek kalecisiyle çıkan mönchengladbach gibi orta sıra alman takımına ve sakatlıklarla boğuşan marsilya'ya karşı fenerbahçe'nin aldığı galibiyetler sanırım uğur meleke'nin gözünü fazlasıyla boyadı.

    oysaki uğur meleke'nin bugünkü yazısında birkaç cümle ile anlattığı fenerbahçe'deki sorunlar sadece saha içiyle sınırlı değil. o meşhur 3 temmuz sürecinden beri fenerbahçe sürekli saha dışı olayların üzerine oynayarak, bunları kaşıyarak kendisine avantaj sağlamaya çalıştı. bunun sayesinde geçen sene ligden düşürülmemeyi başardılar, olmadık playoff uygulamasıyla şampiyonluk umutlarını sürdürdüler. bu sene de bunu devam ettirdiler ve özellikle aykut kocaman aracılığıyla sürekli mağdur ve mazlum edebiyatı yapıldı, bizzat fatih terim ve galatasaray sürekli hedef tahtasına oturtuldu. 17 kasım 2012 eskişehirspor fenerbahçe maçı ile bu siyaset daha da yukarı tırmandırıldı, açıklamaların dozajı arttırıldı, görsel ve sosyal medya aracılığıyla iş linç kampanyalarına kadar gitti. ve bu son meireles olayı da bu sürecin bir parçası oldu. ancak meireles olayı yüzünden armayı öpme gibi bir şovla başlayan karabük maçında fenerbahçe'nin acizliğini herkes gördü. ekstra motive olması beklenen maçta fenerbahçe yokları oynadı zira artık bell ki geçen sene başarılı olan gerginlik siyaseti ve mazlum edebiyatı fenerbahçenin oyuncularını motive etmek bir kenara artık ters tepip onları olumsuz etkiliyor.

    sonuç olarak, karabük maçıyla ortaya çıkan tablo meleke'nin kafasındaki şablona (galatasaray'ın geriye düşeceği ve fenerbahçe'nin öne çıkacağı) hiç uymuyor. galatasaray rakiplerinin önüne geçmişken fenerbaçe beşiktaşın da gerisinde kalmış durumda. meleke kafasında kurduğu şablonu sorgulamak ve neyi eksik ya da yanlış düşündüğünü anlamak yerine işin kolayına kaçıyor ve fenerbaçe'nin bilinçli bir biçimde yürüttüğü gerginlik siyasetine ve mazlum edebiyatına su taşıyor. hem de bunu yaparken "bugün sokakta herkes bu cezayı konuşurken, meireles öyküsü maçın önüne geçmişken bu gündemi görmezden gelmek de imkânsız tabii" gibi ucuz bir demagojiye başvuruyor ki, kendisinin sevilmesini sayılmasını sağlayan niteliklere, sahip olduğu o ufuk açıcı bakış açısına da ihanet ediyor. işin daha da acı tarafı meireles olayından bahsederken bile hiçbir özgün fikir ortaya koymuyor, kuru bir dille talimatnamedeki kurallardan bahsediyor.

    benim uğur meleke'den beklediğim "neden sokaktaki herkes meireles olayından bahsediyor" ya da "işin kuralı kitabı dışında meireles olayına daha farklı nasıl bakabiliriz" gibi soruları sormasıydı. ama belli ki kafasındaki şablonun aksine galatasaray'ın başarısı ve fenerbahçenin başarısızlığı objektifliğini etkilemiş durumda. umarım fatih terim'in adaletinden bu kadar çok bahsetmişken, kendi adilliğini de sorgulama ihtiyacı duyar.
  • 2
    yazılarını severim-sevmem ayrı mevzu, 9.03.2013 tarihli yazısında şu satırlara yer vermişti; (bizzat kendisi tarihe not düşmüştü)

    "galatasaray, salı 21:45’te kulüp tarihi açısından son 10 yılın en önemli maçına çıkacak ve cuma 22:00 itibariyle hiç kimse sarı-kırmızılıların gelsenkirschen’da ne oynayacağını bilmiyor! belki de terim bile... iki devler ligi maçı arasındaki 3 müsabaka (ordu-e.şehir-g.birliği) schalke provası olur diye düşünmüştük, gerçekten de terim, ordu ve eskişehir önüne benzer oyuncular/benzer dizilişlerle çıkmıştı. herkes gelsenkirchen öncesi son provada da burak sağda, drogba santrforda olacak sanırken, terim kartları yeniden dağıttı ! sistem 4-4-1-1’e döndü, kenarlara iki forvet yerine iki gerçek orta saha oyuncusu girdi. 5 oyuncu, 6 pozisyon değişikliği ve schalke sınavı öncesi belirgin bir karmaşa: gelsenkirchen’da sistem ne olacak? kim santrfor oynayacak? drogba kenarda mı olacak, oynayacaksa burak’ın rolü ne olacak? bence fatih terim’in ilk schalke maçındaki en büyük hatası sneijder’ı solda kullanmak değil, hollandalı’yı o pozisyonda akhisar-antalya önünde denemeden ilk testi devler ligi’nde yapmaktı. terim, 12 mart’ta yaşanacak sezonun en kritik günü öncesi kendi doğrusu her neyse 27 şubat’ta eskişehir’de bulup, son 180 dakikada bu doğruyu test etmeliydi kesinlikle.

    http://skorer.milliyet.com.tr/.../1678149/default.htm

    haftasonundan beri aşağıdaki satırları yazmak için sabırsızlanıyordum, halen daha sadece sistem, 4-4-2, 3-5-2 ile galatasaray'ı açıklama, tanımlama, anlama çabasında olanlar var, (galatasaray'ın şekillendirdiği) tarih boyunca akılla mantıkla istatistikle açıklanamayan onlarca örneği varken; türkiye liginde oynanan futbol kalitesi-hızı-temposu ortadayken; provadan söz etmek kolaycılığına yada yüzeyselliğine indirgeyerek yorum yapmanın ne kadar doğru-gerçekçi olduğunu gördük ...ve ben daha da bişey diyemem, sözü rahmetli gündüz kılıç'tan alıntılıyorum;

    --- alıntı ---

    gündüz kılıç hem profesyonel çalışan bir teknik direktör, hem de fanatik bir galatasaray’lıdır. galatasaray kulübünün kalıcı başarılara ulaşması, fark yaratması için bu amatör ruhla profesyonelliğin birleşmesi gerektiğini, bu birlikteliğin de kalıcı olması gerektiğini düşünmektedir. bu anlayışı futbolculara aşılamaya ve iyice benimsetmeye çalışır. bu anlayış iyice benimsensin ki kendilerinden sonra gelecek nesillere de aktarılabilsin diye düşünür. baba gündüz bütün bu düşünelerle 1962-63 sezonu başında futbolcularını toplayarak şu tarigi konuşmayı yapar: “bilirsiniz ki her insanın ayrı bir huyu, ayrı bir karakteri olduğu gibi, her futbol takımının da kendine has bir karakteri vardır. biz sizlere burada galatasarayımız’ın huyunu suyunu açıkça ve iyice anlatabilirsek, onu adamakıllı tanıyıp, inşallah senelerce dost geçinirsiniz. galatasaray bir his takımıdır. renklerine aşık birbirlerine seven futbolcuların takımıdır. galatasaray feragat ve fedakârlıklarla çalışacak futbolcuların takımıdır. galatasaray şımarıkları, kendini beğenmişleri, yalnız kendini düşünenleri sevmez. kısacası galatasaray, bir halatı hep birlikte çekenlerin, hep birlikte üzülüp, hep beraber sevinmesini bilenlerin takımıdır.”

    --- alıntı ---
    fcnblog'dan
  • 3
    tabi ki bu kadar objektif yazan, turk spor basinin bir elin parmaklarini gecmemeycek kadar nadide bir kose yazarini asmayalim ama bahsettigi pozisyonun onun yorumu ile alakasi yok ve maalesef ben kotu niyet seziyorum bu yorumda.

    http://www.ligtv.com.tr/...ht=2780&cstwit=1

    pozisyonu dikkatlice izlersek olay soyle gelistigini gorebiliriz. sneijder selcuk'un enfes pasiyla golu atiyor ve donup tribune kosacakken bir anda terse donuyor. herhalde asayin meleke'nin seytanin avukatligini yapip ortaya surdugu onerme sneijder'in selcuk'u gorur gormez donmesi. ama bana kalirsa sneijder'in terse donup golu kutlamasinin nedeni farkli. zira donup kosmaya basladigi tribun kayserisporlu taraftaralarin oldugu tribun ve bunu farkeder farketmez donuyor ve ters istikametteki ve burak'a sariliyor. burak'a sarildiktan sonra da donup muhtemelen selcuk'a gel isareti yapiyor ve galatasaray taraftarlarinin yogun oldugu tribune kosuyor. herseyi gectim selcuk'a tribi olan adam gidip burak'a sarilir mi? bu gibi seyleri tartismak bile yersiz ama madem meleke gibi bir adam buna dikkat cekti, bizim de gercekleri gostermemiz elzem oldu. takdir edersiniz ki bunu herhangi bir baska basin mensubu yazsaydi, arkasindan kufur kiyamet gitmistik. surekli gercekleri yazan, objektifligine inandigimiz meleke'ye bu kadar saygimiz da olsun.
  • 6
    http://www.meleke.com/?p=5401

    --- alıntı ---

    dünkü maçta sneijder golü attıktan sonra doğal bir biçimde yüzünü selçuk’a dönmüş olmasına rağmen ona gitmemiş, ters tarafa dönüp gitmiştir. selçuk onun arkasından koşup sevince katılmıştır. bunu fark ettiğim için doğal olarak yazdım. şimdiye kadar ne gördüysem yazdım.

    --- alıntı ---

    gercekten bu kadar sofistike, objektif yorumlar yapan bir adamin, bu kadar erman toroğlu, serhat ulueren, sergen yalçın, vs. kokan bir açıklamayı yapmasını akıl erdiremiyorum. zorunlu aciklamasini okurken, herhalde dedim, boyle birseyi yazmak icin adamakilli bir nedeni vardir ama tam anlamiyla özrü kabahatinden buyuk olmus melekenin.
  • 7
    milli maç arasını güzel bir yazıyla noktalamış.

    --- alıntı ---

    artık yeni bir şey söylemek lazım!

    yine bir ulusal maç haftası içindeyiz, yine hüsran ve yine aynı klişelerle günler geçiyor: milli takımın hocası, estonya’yla yaptığımız grup beşinciliği mücadelesinden bahsetmiyor, “önce turnuva istikrarsızlığımıza çare bulmamız lazım” diyor. her mağlubiyetten sonra her hocanın sığındığı klasik liman, “turnuva istikrarsızlığı”…

    “esas mesele türk futbolunun ulusal takımlar düzeyindeki bütüncül başarısızlığı imiş, çağ dışı macarlar’a 5 puan yitirdiğimize değil, tff ile yaptıkları çalışmalara odaklanmalıymışız”… bildiğimiz kadarıyla tff ile yaptıkları çalışma da, yabancı sayısını kısıtlamak. kendi liginde yabancı oyuncularla rekabet edemiyorsan, dışarıda o yabancılarla nasıl rekabet edeceksin acaba! yanıtını kimse bilmiyor…

    turnuva istikrarı
    aslında bu konuya geçmişte de defalarca değindim, ama yeri geldiği için bir kez daha yinelemek zorundayım: biz turnuva istikrarsızı filan değiliz! bizim sınıfımızdaki ikinci halka milli takımlar doğası gereği her büyük turnuvaya gidemezler zaten. meselenin basit bir matematiği var: bu kıtadaki 53 ülke için, dünya kupası’nda 13, avrupa şampiyonası’nda da (henüz) 14 veya 15 bilet var. avrupa’nın 7 devi (isp, alm, ita, fra, hol, ing ve por) zaten hemen her turnuvaya gidiyorlar. dolayısıyla geriye ortalama 7 bilet kalıyor. yani uefa üyesi kalan 46 ülke her turnuvada bu kalan 7 bilet için çarpışıyor. bizim de içinde bulunduğumuz 18-20 civarındaki ikinci halka ülke (hır, dan, isv, çek, yun, isvi, rus, pol, tür, rom, sır, bul, bel, svn, ukr, nor, avu, isk, irl) bu 7 biletin favorileri. ama hiçbirisinin her turnuvaya gitme şansı yok, çünkü ispanya gibi almanya gibi formalarını ortaya koyduklarında şampiyona bileti alamıyorlar. genelde üst üste iki turnuva bileti için iyi bir nesil yakalamaları gerek.

    daha somut ifade etmek gerekirse… bizim avrupa futbol haritasına dahil olduğumuz 1996 yılından beri 9 büyük turnuva yaşandı. bu 9 turnuvaya isp, alm, ita, fra firesiz 9’ar kez; hol, ing ve por ise tek fireyle 8 kez katıldılar. onların dışında 9’da 9 veya 9’da 8 bilet alan ülke yok; mesela norveç’in ve ukrayna’nın 2, belçika’nın 3, türkiye, polonya ve romanya’nın 4, isviçre ve rusya’nın 5, isveç’in 6 katılımı var. yani eğer biz turnuva istikrarsızıysak, kıtanın 7 devi hariç hemen herkesi turnuva istikrarsızı ilan etmek mümkün!

    ya da meseleye şu açıdan da bakabiliriz: son 9 şampiyona incelendiğinde turnuva katılımı açısından avrupa 15’incisiyiz. ki zaten uefa kulüpler sıralamasında da yerimiz genelde 10 ile 15’incilik arasında seyreder, fifa milli takımlar listesinde de ortalamamız o bölgelerdir. yani turnuva katılımı sayımızla, uefa avrupa kupaları veya fifa milli takımlar sıralamamız arasında bir dengesizlik yok, hatta bariz bir korelasyon var. (turnuva katılımı tam listesi için meleke.com’a bir göz atabilirsiniz)

    nesil yakalama
    “tamam, turnuva istikrarsızı değiliz, o zaman sorunumuz ne” diyorsanız, bu yanıt için başka bir veriden faydalanmak durumundayız: 2002 dünya üçüncülüğümüzden beri tek bir turnuvaya gittik. yani son 5 şampiyonanın 1’inde varız, hatta 2014 de hayal olduğu için istatistiğimiz 6’da 1… yani mevcut tecrübeli neslimiz (emre, hamit, gökhan zan, volkan, umut, egemen, bekir vs.) kaybetmeye ciddi biçimde alıştılar. ikinci halka ülkeleri başarıya götüren metotlardan en önemlisi şu: bir nesil, maç kaybetmeye alıştıysa, bahane üretmeye, boynu bükük dolaşmaya alıştıysa onları vakit kaybetmeden yeni jenerasyonla değiştirmek. o milli takıma daha yüksek enerjiyle gelecek gençlere sorumluluğu bütünüyle vermek. gerekirse bir turnuvayı gözden çıkarmak, sonraki 3 turnuvaya göz dikmek. işte bizim bu elemelerde eksik yaptığımız, veya “mış gibi” yaptığımız şey de bu.

    2002 dünya üçüncüsü takım, 1993 akdeniz oyunları’nda toplanmışlardı. euro 2008 yarı finalisti grupsa ilk kez 2004 avrupa ümitler şampiyonası’nda bir araya gelen ekipti. şimdi de elimizde henüz kaybetmeye alışmamış bir 85-95 nesli var: selçuk, gökhan, burak (1985), topal (1986), arda (1987), onur, nuri, caner, pektemek (1988), ismail, hasan (1989), semih, alper (1991) ana arterler. arkalarında sercan, soner, olcay, olcan, sinan, cenk, serdar aziz, aykut, a.ilhan, sefa, necip, oğuzhan, salih gibileri de hazır. yani samimi bir nesil değişikliği yapacak imkân da var aslında. ama milli takım kurmayları selçuk’la sorun yaşıyor, gökhan zan’dan medet umuyor, hamit girerken takımın en iyisi alper çıkıyor, 2016’da 36 yaşında olacak emre’ye sorumluluğu veriyorsa bu değişikliği yapma konusunda da samimi olamıyor demektir. koskoca hollanda, italya maçına 1990 doğumlu strootman’ın kaptanlığında çıktı. türkiye karşısında elemelerin ilk maçında ilk 11’de 94’lü willems, 92’li martins indi, 91’li van rhijn ve clasie’lerle oynadı. yeni nesile sorumluluk vermenin karşılığını da 6’da 6 ile aldılar zaten.

    peki ne yapmalı?
    1)bence dibe vurmak, daha yükseğe sıçramak için önemli bir fırsattır; bu fırsatı iyi değerlendirmeli. artık planlar 2016 için yapılmalı. 2016 takımı o gün zaten tecrübeli olacak selçuk, gökhan, arda, onur, burak’ların etrafına kurulmalı. ulusal takıma büyük hizmetler yapmış ama 2016’da olmaları çok güç olan emre, hamit, umut, gökhan zan, volkan, bekir gibi isimlere layıkıyla teşekkür edilip sorumluluk sıradaki nesile geçirilmeli.

    2)avcı devam etmek istiyorsa etmeli, ama ulusal takımlar yönetimi yeniden planlanmalı. avcı’nın yanına yarışma tecrübesi olan bir yardımcı hoca daha eklenebilir. ayrıca almanya altyapı organizasyonunun başına hocalık kariyerinde bundesliga şampiyonluğu ve uefa kupası finali olan sammer’i getirebiliyorsa biz de mustafa denizli’yi, şenol güneş’i oraya koyabilmeliyiz.

    3)yabancı sayısını düşürüp kendimizi dünyaya kapamak yerine çok defa dillendirilmiş kriterleme çalışması yapılmalı. fifa sıralamasının ilk 10 ülkesi belki ayrı değerlendirilebilir, 23 yaş üstü için belirli bir sayıda a milli olma şartı aranabilir.

    4)esami listelerindeki göstermelik 1 altyapı oyuncusu şartı samimi hale getirilmeli: ilk 18’de 4, ilk 11’de 2 altyapı oyuncusu mecbur edilmeli. altyapı oyuncusu tanımı biraz geniş tutulabilir: türkiye’de herhangi bir kulüpte 2 yıl altyapı eğitimi görmüş 21 yaş altı oyuncular denebilir mesela…

    söyleyecek daha sayfalarca şey var, ama bana ayrılan yeri çoktan aştım… artık “turnuva istikrarsızıyız”, “futbol ekolümüz yok”, “taçtan gol yiyoruz” gibi klişeleri ve yalanları bir kenara bırakıp yeni birşeyler söylemek lazım özetle. önümüzdeki milli müsabakasız 6 ayı iyi değerlendirip yeni birşeyler konuşmak ve duymak umuduyla. mutlu haftalar…

    --- alıntı ---

    http://www.meleke.com/?p=5413
  • 12
    http://skorer.milliyet.com.tr/.../1690382/default.htm

    6 nisan 2013 galatasaray mersin idman yurdu maç yazisi artik kendisinin de dislinin bir carki oldugunun gostergesidir. sneijder-selcuk zirvaliginda sonra hatanin en buyugunu yapip elma ile armutu karistirmisti. diyor ki meleke:

    "doğal olarak maçın önüne geçen, aslında hiç dinlemek ve konuşmak istemediğim detaylara gelince... fatih terim, daha maç öncesi basın toplantısında “her hafta bizden birisi cezalı” diye o meşhur “biz tek, siz hepiniz” mağdur edebiyatını yapmıştı zaten. bu mağdur edebiyatını hepimiz yakından tanıyoruz, çünkü aziz yıldırım da, ünal aysal da, yıldırım demirören de, sadri şener de görev dönemleri boyunca hep kendi takımlarının mağdur olduğunu, diğer herkesin onlara karşı olduğunu iddia ettiler. aslında bu ülkede hiç kimse gerçek adalet istemiyor; herkes, özellikle de 4 büyük takımın kerameti kendilerinden menkul yöneticileri ve bazı antrenörleri “kendilerine menfaat, kalanlara adalet” istiyor."

    sayin meleke eger fatih terim gibi turk futboluna 40 senedir hizmet eden, avrupalinin kafasina turkun adini kazimis, turk futbolunun gelmis, gecmis ve gelecek en buyuk ismini aziz yıldırım, yıldırım demirören gibi zarar ziyan tiplerle ayni cumlede kullanirsan, benim icin bitmissindir. icin curumus ugur bey! ilk basta dedigim gibi objektif olacagim diye sacmalayamaya, haddin olmayan laflar etmeye baslamissin.

    sen kimsinki ile azizi, yalı çocuklarını bir tutarsin, ayni cumlenin oznesi yaparsin!

    seni bir daha okursam, adini buraya tasirsam, beni de eşşekler kovalasin!

    yaziklar olsun uğur bey, cok büyük yaziklar olsun!

    ekleme: kendisine olan tepkimizi, saygi kurallari cercevesinde ve asla ve asla hakaret etmeden http://www.meleke.com adresinden yazalim arkadaslar. bu oyunun bir parcasi uğur meleke bile olabiliyorsa vay halimize.
  • 13
    tarih: 17 kasım 2012
    maç: eskişehirspor - fenerbahçe.

    olay: fenerbahçe'de oynayan caner hakem fırat aydınus tarafından kırmızı kart ile cezalandırılmış ve bunun üstüne aykut kocaman sahaya girerek fırat aydınus ile bir diyalog yaşamıştır.

    bakalım bu konu hakkında uğur meleke ne yazmış? acaba aykut kocaman'ı eleştirmiş mi?

    http://www.meleke.com/?p=5246
  • 16
    fenerbahçe'nin basarisiyla turkiye'yi avrupa'da 10. basamaga cikardigini iddia eden yazar. saglamasini yapmak hiç zor degil aslinda. bakalim gerçekler ugur bey'in soyledigi gibi mi?

    uefa kulupler siralamasinin sayfasi surasi; http://www.uefa.com/...ings/club/index.html

    acip baktigimizda 2012-2013 sezonu bakimindan galatasaray'in da fenerbahçe'nin de 24040 puan topladigini goruyoruz ve bu sezon itibariyle bu iki takim 10. sirayi paylasiyorlar. uefa siralamasi bildiginiz gibi 5 sezon uzerinden hesaplaniyor. bu hesaba gore galatasaray'in 54400 fenerbahçe'nin ise 46400 puani var ve galatasaray 41. sirada yer alirken fenerbahce 47. sirada.

    ugur meleke'nin soylediginde teorik olarak bir yanlislik var mi? yok aslinda. evet fenerbahce'nin kazandigi puanlar elbette ki turkiye'ye yaramistir. ama en çok puan toplayan kimdir sorusunun cevabi verilmezse, bu bilgi parçacigi pek bir ise yaramaz. en çok puan toplayan galatasaray'dir.
  • 18
    şimdi size bir omurgasızlık örneği göstereceğim arkadaşlar;

    http://www.meleke.com/?p=5503

    --- alıntı ---
    biz kaybettik…

    nihayet uefa son sözü söyledi; takke düştü, kel göründü. bizim iki yıldır birbirimize itiraf edemediğimiz gerçeği, kralın çıplak olduğunu sonunda birileri suratımıza haykırdı.

    süreç yaklaşık 2 yıl sürdü ve bu 2 sene anlaşmadan çok anlaşamama; anlamaktan ziyade anlayamama, akıl sır erdirememe, inanamama minvalinde geçti çoğumuz için…

    eski tff’nin aylarca “yeterince delil yok” diye niye konuyu sündürdüğünü… ortada yeterince delil yoksa neden fenerbahçe’yi avrupa’ya göndermediğini… fenerbahçe kulübü’nün aylarca masum olduğunu iddia ettikten sonra neden cas’taki davasını geri çektiğini… önce neden 58’inci madde değişsin, sonra neden değişmesin dediklerini… yeni tff’nin “şike sahaya yansımamış” açıklamasından sadece bir hafta sonra pfdk’nın ibrahim akın ve ahmet çelebi’ye “müsabaka sonucuna etki etmekten” neden ceza verdiğini… eğer akın ve çelebi müsabaka sonucuna etki etmekten ceza aldıysa, şikenin sahaya nasıl yansımadığını… eğer şike sahaya yansımadıysa, akın ve çelebi’nin müsabaka sonucuna nasıl etki ettiğini… eskişehirli ümit karan’ın canlı yayında açıkça, galatasaray’ın şampiyonluğunu istediği için bile bile bir golü atmadığını itiraf ettiği halde, neden ülkede büyük gürültünün kopmadığını… anlayamadım… çoğumuz anlayamadık…

    anlayamadıklarımız bunlarla da kalmadı… başbakan’ın neden “8 takım düşerse futbol ekonomisi batar” diye topa girdiğini… velev ki futbol ekonomisi batsın, bunun futbol ahlakımızın batmasından, hiç kimsenin kimseye güveninin kalmamasından neden daha kötü bir şey olduğunu… bakan kılıç’ın neden o günlerde “hepimiz aynı gemideyiz” açıklaması yaptığını… namusluların, sırf futbol ekonomisi batmasın diye şikeye tenezzül edenlerle neden aynı gemide olması gerektiğini… o günlerde “ben o gemide değilim” yazdığımda, “başbakan yanılıyor, futbol ekonomisi batarsa batsın, ahlakımız batmasın” dediğimde neden hemen hemen hiçbirinin benimle aynı fikirde olmadığını… o günkü kulüpler birliği sözcüsü cavcav’ın neden “bütün kulüpler bir aradayız, omuz omuzayız” diye açıklama yaptığını… eğer bir, iki veya sekiz kulüp şikeye karıştıysa, diğerlerinin neden onlarla kayıtsız şartsız birlikte olduğunu… anlayamadım… hiçbirimiz anlayamadık…

    benim küçük aklımla tüm bu anlayamadıklarım içinde, belki de anlayabildiğim tek şey, mayıs 2012’de anlayabildiklerimle aynı: burası, hırsızların dünyasıymış. ve maalesef hırsızların dünyasında tek gerçek günah, yakalanmakmış. sokakta karşılaştığım insanlar, ülkedeki futbola, futbolcuya, yöneticiye, antrenöre, televizyoncuya, gazeteciye, sana-bana, hiçbirimize inancının kalmadığını söylüyorlar. ne yalan söyleyeyim, çok da haklılar. çünkü onların yerinde ben olsam, herhalde ben de bana güvenmezdim… yazık… çok yazık…

    ***
    ve meselenin uefa boyutu…

    bugün, 27 haziran 2013… meşhur 3 temmuz gözaltılarının üstünden tam 724 gün geçti. son 724 gün içinde amerika, rusya, fransa, çin ve hindistan yeni devlet başkanlarını seçtiler. neil armstrong öldü, zuckerberg evlendi. suriye karıştı, türkiye’de gezi parkı olayları yaşandı. alex gitti. apple beşinci nesil iphone’u, samsung galaxy note 2’yi üretti; felix baumgartner uzaydan dünyaya atladı. justin bieber’la selena gomez ayrıldı. son 724 gün içinde katie holmes bile tom cruise’la david beckham arasında ne döndüğünü anladı; bir tek uefa, süper lig’de 2010-2011 sezonunda ne döndüğünü anlayamadı, şike davasını bir türlü karara bağlayamadı…

    koskoca uefa, 724 gün düşündükten sonra kulüplerle ilgili kararları nihayet aldı, şahıslarla ilgili neticeye varamadı! isviçre’de 4 ana dil konuşulur, herhalde bu adamlara ne romanşça, ne almanca, ne fransızca ne de italyanca “geciken adalet, adalet değildir” dediğinizde hiç birşey ifade etmiyor. yahu olay 2010-2011’de yaşanmış; ortada ne o günün fenerbahçeli/beşiktaşlı futbolcuları, ne antrenörleri, ne de yöneticileri kalmış! havutçu’nun giriştiği haltın bedelini neden şimdi oğuzhan özyakup ödüyor ki! veya yıldırım’ın denemelerinin faturası neden dirk kuyt’a, hasan ali kaldırım’a çıkıyor? bu kadar gecikmiş adalet, adalet olur mu? alper potuk şampiyonlar ligi’ne, gökhan töre avrupa ligi’ne gidememek için ne günah işlediler allah aşkına? bu 724 günde beşiktaş’ın 27 kişilik kadrosunun 19’u, fenerbahçe’nin 30’da 18’i değişmiş. antrenörler değişmiş. yönetimler değişmiş. ortada ne ibrahim akın kalmış, ne mosturoğlu, ne adalı kalmış, ne turan!

    kusura bakmayın uefa yetkilileri, siz de sınıfta kaldınız… ya zamanında, yani 2011-12 sezonunun başında (veya en azından içinde) güçlü kanaatlerinizi gerekçe göstererek cezaları verecektiniz; kulüpleri/ülkeyi, kimi gerekiyorsa uluslararası müsabakalardan men edecektiniz. ya da şimdi günahsızları değil, esas günah sahiplerini cezalandıracaktınız. günah sahipleri ellerini kollarını sallaya sallaya hâlâ sokakta dolaşıyorlar; günahsız biliç, günahsız egemen, günahsız sow, günahsız pektemek avrupa’ya gidemiyorlar. pes… vallahi pes…

    --- alıntı ---

    canlı yayınlarda bu şike hakkında en dik duran yazar iken, hatta öyle ki bakanlara bile laf söylerken lig tv'ye geçtikten sonraki bu dönüş ibretliktir.
  • 19
    şu 2 paragraf ile yaşanan 2 yılı çok güzel özetledikten sonra kendisiyle çelişmesini ben de anlayamadım:

    --- alıntı ---

    eski tff’nin aylarca “yeterince delil yok” diye niye konuyu sündürdüğünü… ortada yeterince delil yoksa neden fenerbahçe’yi avrupa’ya göndermediğini… fenerbahçe kulübü’nün aylarca masum olduğunu iddia ettikten sonra neden cas’taki davasını geri çektiğini… önce neden 58’inci madde değişsin, sonra neden değişmesin dediklerini… yeni tff’nin “şike sahaya yansımamış” açıklamasından sadece bir hafta sonra pfdk’nın ibrahim akın ve ahmet çelebi’ye “müsabaka sonucuna etki etmekten” neden ceza verdiğini… eğer akın ve çelebi müsabaka sonucuna etki etmekten ceza aldıysa, şikenin sahaya nasıl yansımadığını… eğer şike sahaya yansımadıysa, akın ve çelebi’nin müsabaka sonucuna nasıl etki ettiğini… eskişehirli ümit karan’ın canlı yayında açıkça, fenerbahçe’nin şampiyonluğunu istemediği için bile bile bir golü atmadığını itiraf ettiği halde, neden ülkede büyük gürültünün kopmadığını… anlayamadım… çoğumuz anlayamadık…

    anlayamadıklarımız bunlarla da kalmadı… başbakan’ın neden “8 takım düşerse futbol ekonomisi batar” diye topa girdiğini… velev ki futbol ekonomisi batsın, bunun futbol ahlakımızın batmasından, hiç kimsenin kimseye güveninin kalmamasından neden daha kötü bir şey olduğunu… bakan kılıç’ın neden o günlerde “hepimiz aynı gemideyiz” açıklaması yaptığını… namusluların, sırf futbol ekonomisi batmasın diye şikeye tenezzül edenlerle neden aynı gemide olması gerektiğini… o günlerde “ben o gemide değilim” yazdığımda, “başbakan yanılıyor, futbol ekonomisi batarsa batsın, ahlakımız batmasın” dediğimde neden hemen hemen hiçbirinin benimle aynı fikirde olmadığını… o günkü kulüpler birliği sözcüsü cavcav’ın neden “bütün kulüpler bir aradayız, omuz omuzayız” diye açıklama yaptığını… eğer bir, iki veya sekiz kulüp şikeye karıştıysa, diğerlerinin neden onlarla kayıtsız şartsız birlikte olduğunu… anlayamadım… hiçbirimiz anlayamadık…

    --- alıntı ---

    yazısının ikinci bölümünde ise geciken adaletten dolayı uefa'ya taş atıyor.

    kusura bakmasın ama azıcık düşünme ve anlama kabiliyeti olan bir insan uefa'nın 724 gün sonra aldığı bu kararın asıl nedeninin 'anlayamadığımız durumlar' olduğu sonucuna varırdı. uefa, kararları bugün alabildi çünkü onlar da tff'nin aldığı veya almadığı kararları bekledi, olayları izledi, yaşananları senin benim gibi 'anlamaya' çalıştı. şu an egemen korkmaz'ın, kuyt'ın, oğuzhan özyakup'un mağdur olması gibi bir durum da göremiyorum ben ortada. onlar fenerbahçe'ye veya beşiktaş'a gelirken her şey ayan beyan ortadaydı ve takımlarının ceza alma ihtimalleri olduğunu bile bile attılar o imzaları. kaldı ki şike olayları sürecinde tanık olduğumuz en mantıksız, en saçma savunma da kişiler ve kurumlar ayrılmalıdır sözü. kendisinin sahip olduğunu düşündüğüm azıcık futbol bilgisi bile bu savunma argümanındaki mantıksızlığı kavrayabilirdi fakat belli ki yazısının son bölümü ile patronlarının gönlünü hoş tutmaya çalışmış. bu sayede de kendisinin ne "8 takım düşerse futbolumuz batar" diyen başbakan ile, ne "hepimiz aynı gemideyiz" diyen bakan kılıç ile, ne de "bütün takımlar bir aradayız, omuz omuzayız" diyen cavcav ile bir farkı kalmıyor. kendisi bunun farkında mıdır, emin değilim.

    http://www.meleke.com/?p=5503
  • 20
    http://www.meleke.com/?p=5503

    bir yazıyı okuyup içindeki cümleleri tek tek çekip yorum yapmaktan haz almıyorum ama e insaf demek lazım artık. anladığım kadarıyla günahsız oğuzhan özyakup, sow, biliç, kuyt gibileri * savunurken; hakları gaspedilmiş, emekleri çalınmış burak yılmaz, selçuk inan, tolga, onur kıvrak gibi trabzonsporlu futbolculardan hiç bahsetmemiştir. niye ki, onların günahı ne acaba?
  • 21
    yine son şike olayları ile ilgili mükemmel yazmış ellerine sağlık.

    o gemi battı!

    uefa’dan sonra cas da son sözü söyledi; takke düştü, kel göründü. bizim iki yıldır birbirimize itiraf edemediğimiz gerçeği, kralın çıplak olduğunu birileri son kez suratımıza haykırdı.
    süreç yaklaşık 2 yıl sürdü ve bu 2 sene anlaşmadan çok anlaşamama; anlamaktan ziyade anlayamama, akıl sır erdirememe, inanamama minvalinde geçti çoğumuz için.

    eski tff’nin aylarca “yeterince delil yok” diye niye konuyu sündürdüğünü… ortada yeterince delil yoksa neden fenerbahçe’yi avrupa’ya göndermediğini… fenerbahçe kulübü’nün aylarca masum olduğunu iddia ettikten sonra neden cas’taki davasını geri çektiğini… önce neden 58’inci madde değişsin, sonra neden değişmesin dediklerini… yeni tff’nin “şike sahaya yansımamış” açıklamasından sadece bir hafta sonra pfdk’nın ibrahim akın ve ahmet çelebi’ye “müsabaka sonucuna etki etmekten” neden ceza verdiğini… eğer akın ve çelebi müsabaka sonucuna etki etmekten ceza aldıysa, şikenin sahaya nasıl yansımadığını… eğer şike sahaya yansımadıysa, akın ve çelebi’nin müsabaka sonucuna nasıl etki ettiğini… eskişehirli ümit karan’ın canlı yayında açıkça, fenerbahçe’nin şampiyonluğunu istemediği için bile bile sezer’e gol pası vermediğini itiraf ettiği halde, neden ülkede büyük gürültünün kopmadığını… anlayamadım… çoğumuz anlayamadık.

    anlayamadıklarımız bunlarla da kalmadı… başbakan’ın neden “8 takım düşerse futbol ekonomisi batar” diye topa girdiğini… velev ki futbol ekonomisi batsın, bunun futbol ahlakımızın batmasından, hiç kimsenin kimseye güveninin kalmamasından neden daha kötü bir şey olduğunu… bakan kılıç’ın neden o günlerde “hepimiz aynı gemideyiz” açıklaması yaptığını… namusluların, sırf futbol ekonomisi batmasın diye şikeye tenezzül edenlerle neden aynı gemide olması gerektiğini… o günlerde “ben o gemide değilim” yazdığımda, “başbakan yanılıyor, futbol ekonomisi batarsa batsın, ahlakımız batmasın” dediğimde neden hemen hemen hiçbirinin benimle aynı fikirde olmadığını… o günkü kulüpler birliği sözcüsü cavcav’ın neden “bütün kulüpler bir aradayız, omuz omuzayız” diye açıklama yaptığını… eğer bir, iki veya sekiz kulüp şikeye karıştıysa, diğerlerinin neden onlarla kayıtsız şartsız birlikte olduğunu… anlayamadım… hiçbirimiz anlayamadık.

    ***

    yukarıdaki anlayamadıklarımızı zaten 27 haziran’da bu sütunda okumuştunuz; şimdi anlayamadıklarımız listesine yenileri eklendi: uefa disiplin kurulu’nun 3 temmuz 2011’de başlayan sürecin kararını neden ancak 724 günde verebildiğini… eğer bu konuda sağlıklı karar vermek için 724 gün gerekiyorsa, cas’ın davayı nasıl 65 günde görebildiğini… eğer 65 gün bu davayı yorumlamak için yeterliyse, uefa’nın kararı neden 724 gün sündürdüğünü… anlayamadık.

    hadi iki yıl beklediniz, ortada ne ibrahim akın kaldı, ne mosturoğlu. ne adalı kaldı, ne turan… fenerbahçe ve beşiktaş kadrolarındaki 57 oyuncudan 37’si değişmiş… bari uefa disiplin kurulu kararını 15 mayıs’ta verse, cas’ın hızlandırılmış yargılaması da 1 temmuz’da bitse… en azından bugünkü teknik kaos, daha az kargaşayla atlatılmaz mıydı? şimdi fenerbahçe’ye (ve hâlâ kararı açıklanmamış beşiktaş’a) ön elemeleri oynattınız; direkt olarak 5-6, dolaylı olarak 15-16 takımın hakkına neden tecavüz ettiniz ki?

    eğer bu yargılama 1 temmuz’da neticelense, fenerbahçe’nin cezasının bu yılı da kapsadığı o tarihte açıklansa, (beşiktaş’ın dava neticesine göre) arsenal’le karşılaşan belki beşiktaş, belki de bursaspor olacaktı! eğer bugün beşiktaş, tromsö’ye elenir ve cas cezayı kaldırırsa, siyah-beyazlılar haksızlığa uğramış olmayacaklar mı? eğer haziran’da beşiktaş türkiye’yi devler ligi ön elemesinde temsil edeceğini bilse, muhtemelen kadro planlamasını da ona göre yapacaklardı. ya da beşiktaş’ın cezası da onanırsa, aynı şekilde bursaspor’un yaz planlarını şampiyonlar ligi için yapma şansını neden ellerinden aldınız ki?

    ayrıca uefa, haziran sonunda bursaspor’la yazışmış ama yeşil-beyazlıların şampiyonlar ligi umuduyla ilgili net bir yanıt vermemişti. şimdi beşiktaş’ın da cas davası kaybedilirse, uefa bursaspor’u devler ligi’ne alabilecek mi? arsenal’i dışarı çıkaramayacaklarına göre, devler ligi’ni 33 takımla mı oynatacaklar sahi? hiç zannetmiyorum…

    ********************************************************

    ülke puanı haksızlığı

    yalnız bu noktada yaşama ihtimalimiz olan bir başka haksızlık daha var: 2011-2012’de uefa, fenerbahçe’yi avrupa kupalarından ihraç etmiş, bizi kupalarda 4 takımla mücadele ettirmiş ama ülke puanımızı 5’e bölerek tarihi bir fiyaskoya imza atmıştı. üstelik ülke puanımızı beşe bölerken, trabzonspor’un bilbao ve benfica’dan aldığı birer puanı da hanemize yazmamıştı…

    bendeniz iki yıl boyunca bu iki puanın mücadelesini yalnız başıma verdim, pek bir netice alamadım. yalnız korkarım ki şimdi benzer bir haksızlıkla karşılaşabiliriz: uefa, bugün bizi avrupa’da eksik takımla bırakırsa, yine ülke puanımızı beşe bölerek mi hesaplayacak? eğer fenerbahçe’nin bir şampiyonlar ligi kontenjanını kullandığını kabul ederse, salzburg’dan kazanılan puanları hanemize yazacak mı?

    veya cas, beşiktaş’ı da cezalandırırsa ve (siyah-beyazlıların tromsö’yü geçmeleri halinde) bize o avrupa ligi pozisyonunu vermezse, ülke puanımızı kaça bölerek hesaplayacak? siyah-beyazlıların kazanacağı muhtemel puanlar kulüp ya da ülke hanesine yazılacak mı?

    bilmiyorum… hiçbirimiz bilmiyoruz… şu anda tek yapabileceğimiz olanlardan dolayı utanmak ve bu defteri yeni haksızlıklara uğramadan kapatmayı dilemek…

    http://www.meleke.com/?p=5571

    yazıdaki '' muhtemel senaryolar '' kısmını almadım önemli kısımlar bunlar .isteyen linkten okuyabilir.
  • 22
    --- alıntı ---

    olimpiyat çift şeritli bir yol: bir spor kültürü inşa edip olimpiyata aday olabildiğiniz gibi, aday olarak bir spor kültürü geliştirme şansınız da var. o yüzden bence olimpiyat organizasyonunda kaybeden yok: evet, ioc’nin seçtiği kent, organizasyonu gururla düzenliyor ama seçmedikleri de olimpiyat düzenleyecek tesislere, spor politikasına ve olimpizm duygusuna sahip olmayı öğreniyor, gelişiyor, mesafe kat ediyor.
    biz de 20 yıllık olimpiyat serüvenimizde çok mesafe kat ettik, ioc üyelerinin en az 49’u da bu mesafeyi bize çeşitli turlarda verdikleri oylarla onayladılar. bize bu yarışta ikincilik gururunu yaşatan yetkili ve gönüllülere teşekkürü bir borç biliriz.

    kaybetmeyi bilmek
    zaten günün sonunda bizi üzen yarışta ikinci olmak değil, ikinciliği kabullenme konusunda gösteremediğimiz olgunluk. kaybettiğimiz japonlar’ın dünyanın en güzel kaybedeni olması da mevzuyu daha da ironikleştiriyor! bir japon geleneği olan sumo güreşi müsabakası izlediğinizde, eğer kuralları bilmiyorsanız maçın sonunda kimin kazandığını kimin kaybettiğini anlayamazsınız. kazanırken öyle saygılı, kaybederken öyle olgundur bu japon dostlarımız. bizse maalesef bakan düzeyinde “kına yakın” veya “biz alamadık, siz aldınız mı” olgunluğunda karşıladık mağlubiyeti... yazık...

    sportif başarı
    üstelik bu yarışta ikinciliğin gurur verici olduğunu gösteren o kadar çok faktör var ki! şu ana kadar yaz olimpiyatlarını düzenleme hakkı kazanan yalnızca 19 ülke var, bunların (çeşitli siyasi travmalardan geçen çin ve kore dışında) 17’sinin olimpiyat katılım sayısı yani olimpik tarihi bizden fazla. yine aynı 19 ülke içinde (meksika dışında) 18’inin madalya sayısı da bizim üstümüzde. yani belli ki olimpiyat komitesi tarih boyunca organizasyon reyini yalnızca kent güzelliğine göre vermemiş, birinci önceliği olimpiyat tecrübesi ve sportif başarı olmuş (türk kamuoyunun bir türlü beğenemediği japonya’nın olimpiyat madalyası sayısı 398, türkiye’ninse 88...)
    zaten üç aday şehrin tanıtım filmleri incelendiğinde japonya’nın nerdeyse bütünüyle, ispanya’nın da yarı yarıya spor tarihini ve sporcularını gösterdiğini, bizimse kent tanıtımıyla insanları etkilemeye çalıştığımızı gözlemliyoruz. gerçi itiraf etmek gerekirse bu filme koyacak ne sporumuz kaldı ne sporcumuz: bir kısmı ırkçı, bir kısmı dopingci çıkmış milli gururlarımızı(!) göstermekten çok gizlemeye çalışmamız doğal herhalde!

    kent tanıtımı
    spor ya da sporcu olmayınca ağırlığı kent tanıtımına vermişiz ama istanbul tarifinde de yıllardır “iki kıtayı bağlama” esprisine takılıp kalmışız! filmimizin başrolünde börekler-çörekler, güzel kızlar-çocuklar ve deniz dışında yine iki kıta bağlama tabelası başrolde, iki eski ve basit tabela... madem bütün tanıtım filmlerimizin başrolünde bu iki tabela oynayacak, bari onları yenileyip elektronik filan yapsaydık ya! bir de şunu merak etmeden duramıyorum: eğer bir gün bir organizasyon yarışında karşımıza iki kıtayı bağlayan bir kazak, bir rus veya bir mısır şehri çıkarsa başka hangi argümanı geliştireceğiz allah aşkına? istanbul’un tek özelliği iki kıtayı bağlamak mı sahiden?
    tabii ecnebilerden gizlemeye çalıştığımız gerçeği bu kentte yaşayanlar açıkça biliyorlar: kamera o tabelalardan 30 derece içeri kayarsa köprünün üstünde çilekeş bir trafik var. her gün 3,5 milyon aracın yola çıktığı, her güneş doğuşunda da bine yakın yeni aracın trafiğe katıldığı bir kentte yaşıyoruz biz. tanıtım filmindeki o trafik yok tabii, deniz var bolca. ama o denizde de ulaşım imkânı yok denecek kadar az. mesela beşiktaş’tan vapura binip bakırköy’e gidemezsiniz bu kentte. kadıköy’den deniz otobüsüyle pendik’e ulaşamazsınız. denizi sadece kıta değiştirecekseniz kullanabilirsiniz, ya da şanslıysanız, sabahın köründe tek bir seferi yakalayabilirseniz kabataş’tan istinye’ye filan gitmek mümkün. aksi takdirde trafiğe mahkumsunuz. ama bu kentte yaşayan 13 milyon insanın çektiği çile değil derdimiz tabii, dünyanın kalanını istanbul’un harika bir şehir olduğuna inandırmak sadece...

    savaşa da hazırız, olimpiyata da...
    istanbul tanıtım filmimizle bu kentin harika bir yer olduğunu da dünyaya inandıracaktık belki ama maalesef savaş denen soğuk, ruhsuz ve kahpe gerçekle yüzleştik. sayın başbakan olimpiyata hazır olduğumuzu dünyaya haykırmadan 24 saat önce savaşa da hazır olduğumuzu iletmişti yeryüzüne. bir kentin hem savaşa hem olimpiyata hazır olması nasıl bir çelişkidir allah aşkına? üstelik başbakan, savaşa hazırız derken neyi kastetti ki sahi? referandum yapılıp halka savaşa hazır olup olmadığı soruldu da ben mi duymadım acaba? veya kimyasal silah kullanan muhataplarımıza karşı her eve gaz maskesi dağıtıldı da benim eve mi ulaşmadı sahi? ben 70 milyonda bir sade vatandaş olarak savaşa hazır değilim sayın başbakan. galiba hiçbir zaman da hazır olmayacağım. arz ederim...

    --- alıntı ---

    http://skorer.milliyet.com.tr/.../1762287/default.htm
  • 23
    19.09.2013 tarihli yazısında dikkatimi çeken bir paragrafa sahip olan yazar.

    --- alıntı ---

    esas darbe içinse 2013-14’ü beklememiz gerekiyormuş. uefa’nın iki takımımızın ağustos sonunda men edileceğini bile bile onları ön elemelere sokması, türk futbolunu ciddi bir açmaza doğru sürüklüyor şu anda.

    --- alıntı ---

    http://skorer.milliyet.com.tr/.../1765513/default.htm

    e be adam o zaman sormazlar mı o zaman sana, madem uefa'ya bunu sorabiliyorsun sorsana aziz başkanınla fedacı fikret'e "siz men edileceğinizi bile bile neden katılma konusunda ısrar ettiniz?" diye. fbjk'nin hesabının ne olduğunu cümle alem biliyor ama nedense tatlı su kurbağası tarzıyla harekete eden spor adamlarımız pek bir sessiz.
  • 24
    (bkz: 23 ekim 2013 galatasaray fc kobenhavn maçı)
    --- alıntı ---
    ilk yarının bitiş düdüğü çaldığında tt arena tribünlerindeki 52 bin kişi burak’ı ayakta alkışlıyorlardı. burak ilk yarıda gol atmamıştı, asist yapmamıştı, hatta nerdeyse pozisyona bile girmemişti. ama belli ki tribünlerin burak’tan beklentisi farklıydı: gol kaçar, top ayaktan kaçar, rakip arkana kaçar. bunlar futbolda var. ama bir futbolcu oyundan kaçmaz, mücadeleden kaçmaz, rakipten kaçmaz. galiba arena’daki sporseverlerin de kaçırmadığı nokta bu.
    muhtemelen mancini de kaçırmayacak bu detayı... burak’ın akhisar maçındaki berbat sol açık performansına rağmen kopenhag önünde de ısrar etti bu tercihinde. aynen bundan 1 yıl önce, ekim-kasım döneminde balotelli’yi ısrarla sol açıkta denediği gibi... mancini bu işleri seviyor. city’de agüero, silva ve nasri’yle yetinmemiş, balotelli’yi de çizgiye zorlamıştı italyan hoca. galatasaray’da da sağ açık riera-sabri, sağ iç ceyhun’dan sonra, sol açık burak’ı tartışacağız muhtemelen bol bol. uzun vadede bu tercihler kazanç hanesinde mi yoksa kayıp hanesinde mi yazacak, tabii ki zaman gösterecek bunu.
    italyan’ın çok sevdiği başka bir şey de formasyon denemeleri... city’deki ilk yılında napoli ve bayern’e karşı 4-4-2, ikinci sezonunda real madrid ve liverpool’a karşı 3-5-2 denemişti. galatasaray’da da 4 günde iki maça bambaşka iki diziliş kurdu mancini. tabii ki maçları rakamlar oynamıyor, sistemler kazanmıyor. ama belli ki bu sene galatasaray’da bolca formasyon denemesi izleyeceğiz, tartışacağız.
    tabii ki bu haklı ve farklı galibiyeti sistem kazanmadı, öyleyse son olarak galibiyetin mimarlarına da saygı duruşunda bulunmak gerek: eboue, dün akşamki gibi ayakta kaldığında ne kadar klas bir bek olduğunu hatırlıyor, hatırlatıyor. bir başka ayakta kalan adam da burak’tı dün. eğer dünkü mücadelesini sürekli hale getirirse şu günlerde yaşadığı özgüven kaybını da aşacak, gollerini de tekrar sıralamaya başlayacaktır burak...
    burak durduğu sırada gollere devam eden sneijder’ın da kıpırdanması, hareketlenmeye ve isyana dönüşüyor yavaş yavaş... futbol hayatı boyunca santrfor arkası oynamayı hayal eden, futboldan sonra on numaralığın master tezini yazan mancini, belli ki akademik çalışmalarını sneijder üstünde pratiğe döküyor! çok da iyi ediyor. burak’la sneijder, mancini’nin futbolculuğunu youtube’dan biraz izlerlerse her ikisinin de ondan öğrenecek çok şeyleri olduğunu fark edecekler eminim.

    --- uğur meleke ---

    http://skorer.milliyet.com.tr/.../1781559/default.htm
  • 25
    ilk yarı değerlendirmesine cümle cümle katıldığım yazar. özellikle tehlike çanı: konyaspor başlığı attığı bölüme yüzde yüz katılıyorum. takım pres karşısında kafası kesilmiş tavuk gibi oluyor, real madrid maçlarının belirli bölümlerinde de oldu bu sıkıntı gerçi iki maçta da golleri yedikten sonra dağılıp gitti ekip bu maçları örnek vermek doğru olmayabilir. fakat konyaspormaçındaki, fenerbahçe deplasmanındaki zaman zaman olan prese çözüm bulmak önemli. nasıl çıkış yapılacak defans hattından ? alex telles transferi bu konuda pozitif görünüyor ama adam 3-4, 10 maç boyunca çıkardı bizi ileriye, albert riera ortega ve felipe melo da bölüm bölüm oynadıkları maçlarda bu işi yapıyorlar fakat bu oyunculara baskı kurulduğunda hep beraber bakakalıyoruz, "ee ne olacak şimdi?" diye, bir çözüm bulunamıyor. bir de üzerlerine selçuk inan'ı kovalayan rakip elemanlar olunca, yine yazısının bir bölümünde değindiği gibi fernando nestor muslera- didier drogbapaslaşmasına geçiyoruz. tüm takım "orada bir fil var uzakta, ona şişirelim gerisi gelir" mantığına bürünüyor.

    halbuki defanstan topu selçuk ya da wesley sneijdere çıkartırken* kanatlardan destek sağlansa ya da boşa kaçılsa bu takım çok iyi bir şekilde ileri çıkıyor. wesley sneijder bu işi didier drogba ile süper yapıyor, selçuk da zamanında burak yılmaz'ı görüp ara paslarla hızlı atağa çıkartıyordu. ama şu anki durumumuz sistem değişikliği ile kontrollü atağa çıkmak olduğu için bu çıkış stili arada sırada oluyor. roberto mancini'nin bence gerek galatasarayolarak gerek türk futbol mantığında şunu geliştirmesi gerekiyor. oyuncunun pası beklememesi, sürekli aktif bir şekilde sahada gezinmesi, pas verecekse arkadaşının üç metre önüne atılması gerekir ki topun gelmesini bekleyen potansiyel takılan elemanın yerine sürekli aktif olması, atak çıkışını çok fazla etkilemekte, pası veren elemanın yerinde sabit kalmaması gerekir vs. yani bu işlerin öğretilmesi gerekiyor.

    sadece türk futbol mantığında değil tabi takımdaki yabancılar da yerinde sayıyor. aslında önümüzde drogba'nın ilk maçında akhisar karşısında sneijder ile yaptığı ver kaçlarla nasıl gole uzandığımızın, bu senenin ilk maçında gaziantepspor karşısında tek paslarla organize çıkıp nasıl gol attığımızın örnekleri bulunuyor. bu örneklemelerle çıkışları düzenlememiz gerek. neyse lafı fazla uzattım, uğur meleke'nin yazısını okumanızı tavsiye ederim. bireysel oyuncu performansları olarak da çoğu galatasaraylı taraftarla birebir tespitleri bulunuyor.

    http://www.meleke.com/...ik.html#.Uswyj_QW11Y
App Store'dan indirin Google Play'den alın