• 494
    sözlük, orhan velilerin nazım hikmetlerin şiirlerinin altına bu şiirleri koymam hakkında ne düşünülür bilmiyorum. ama şu hasta yatağında beni yazarken eğlendirdikleri için farklı bir değerleri var benim adıma. hastalığın adı: anal apse

    böylece anal apseyi şiire sokmuş olduk, sonuçta ayak nasırı da şiire girdiğinde önce bi tuhaf bulunmuştu.

    şiirler:

    mabad kasidesi

    şarab ile batsın güneş, mey ile yükselsin mah
    kadehlere değsin leb, tutuşsun al ile hercâi
    bu cihan'da kalmaz humârı bu sofraların
    ey rab, bir dokun da iyileşsin şu mabadum gayri

    bin tabibe sordum, ey tabib nedür ilâcım
    dedüler ilâcı yok bu derdin, yaradandan acın
    yaradan virmiş bir bela çekeni menem
    ey yüceler yücesi bu da senin utancın

    yattum tabib kucağına açtum mabad-ı felaketi
    ey sevgili gel de gör bu kanlu ibadeti
    eller bi-çare, ayaklarda derman yok
    içtum şerbetini amma tadamadum şehadeti

    ***

    kıskanır sıhhatini servinin
    ezelden hastaysa âdem
    gülistan olsa cihân
    diken batar ona her dem
    sağ lobun hem-derdi yoktur
    sol lobdan başka cihânda
    yetiş artık ey doktur
    derman kalmadı bu canda
  • 162
    şiirden önce lütfen şu videoyu izleyin sonra şiire geçin.

    http://www.youtube.com/watch?v=_X_0126tBls

    adını yazdığım her kalemde
    mürekkep olarak kullanıyorum gözyaşlarımı,
    tutamıyorum ellerinden, bakamıyorum gözlerine
    sonsuzluğa kadar.

    acı veriyor sensiz geçen her saniye,
    aciz bedenime.
    ruhum yenik düştü kadere,
    son ana kadar direndi yeniden seninle olurum diye.

    istemsiz gülüşün yerleşmiş gözlerime,
    her gözlerimi kapattığımda,
    bir kez daha yazıyorum yüzünü,
    hiç çıkmamacasına benliğime.

    uzaklara dalar gider bazen gözlerim,
    belki sen gelirsin yeniden diye,
    her çalışında telefonun koşup,
    sen olmayınca telefonda kanarken ruhum.

    en acı veren yeniden tutamamak ellerini,
    hissedememek sıcaklığını, duyamamak kokunu
    bazen acısa da yüreğim,
    öpememek.

    tek yaptığım sevmekti seni,
    sınırsızca, umarsıca ama saf ve temiz,
    sadece sana ait olmak tek isteğimdi,
    şimdi sen yoksun, yüreğim boş ve kimsesiz.
    (u: asla benim olmayacağını bildiğim ama hala içimde umudunu taşıdığım birine ithafen yazılmıştır.)

    yapma hayrettin / 20.07.2014 ( galatasaray sözlük şiir kulübü )
  • 6
    dörtnala gelip uzak asya'dan
    akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
    bu memleket, bizim.

    bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
    ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
    bu cehennem, bu cennet bizim.

    kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
    yok edin insanın insana kulluğunu,
    bu davet bizim....

    yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
    ve bir orman gibi kardeşçesine,
    bu hasret bizim...

    dün de nazım hikmet ran'ın doğum günüydü. bu güzel kulüp vesilesi ile onu da anmış olalım.
  • 205
    istiklâl marşı

    korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
    sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
    o benim milletimin yıldızıdır parlayacak!
    o benimdir, o benim milletimindir ancak!

    çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
    kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet, bu celâl?
    sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal.
    hakkıdır, hakk'a tapan milletimin istiklal.

    ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;
    hangi çılgın bana zincir vuracakmış? şaşarım!
    kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
    yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

    garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar.
    benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
    ulusun, korkma! nasıl böyle bir imânı boğar,
    'medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?

    arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın;
    siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
    doğacaktır sana va'dettiği günler hakk'ın,
    kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

    bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı!
    düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
    sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.
    verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı.

    kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
    şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
    cânı, cânânı, bütün varımı alsın da hudâ,
    etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.

    rûhumun senden ilahî, şudur ancak emeli:
    değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!
    bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli-
    ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.

    o zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım.
    her cerîhamdan, ilâhî, boşanıp kanlı yaşım;
    fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım;
    o zaman yükselerek arşa değer belki başım!

    dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
    olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
    ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl;
    hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet,
    hakkıdır, hakk'a tapan milletimin istiklâl!

    mehmet akif ersoy

    edit: allah bu millete bir daha istiklal marşı yazdırtmasın.
  • 58
    istiklal marşı

    korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak
    sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
    o benim milletimin yıldızıdır parlayacak!
    o benimdir, o benim milletimindir ancak!

    çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal!
    kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet, bu celâl?
    sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal.
    hakkıdır, hakk'a tapan milletimin istiklal.

    ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım;
    hangi çılgın bana zincir vuracakmış? şaşarım!
    kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
    yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

    garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar.
    benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
    ulusun, korkma! nasıl böyle bir imânı boğar,
    'medeniyyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?

    arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın;
    siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
    doğacaktır sana va'dettiği günler hakk'ın,
    kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.

    bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı!
    düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
    sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.
    verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı.

    kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
    şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
    cânı, cânânı, bütün varımı alsın da hudâ,
    etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.

    rûhumun senden ilahî, şudur ancak emeli:
    değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli!
    bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli-
    ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.

    o zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım.
    her cerîhamdan, ilâhî, boşanıp kanlı yaşım;
    fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım;
    o zaman yükselerek arşa değer belki başım!

    dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
    olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
    ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl;
    hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet,
    hakkıdır, hakk'a tapan milletimin istiklâl!

    mehmet akif ersoy

    12 mart 1921'de tbmm'de kabul edilen ve tüm zamanların yazılmış en güzel şiiridir.
  • 3
    şu hayatta en içime dokunan şiiri burada paylaşarak saflarına katılmak istediğim kulüp. cemal süreya'dan geliyor efenim.

    sizin hiç babanız öldü mü?
    benim bir kere öldü kör oldum
    yıkadılar aldılar götürdüler
    babamdan ummazdım bunu kör oldum
    siz hiç hamama gittiniz mi?
    ben gittim lambanın biri söndü
    gözümün biri söndü kör oldum
    tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak
    şöylelemesine maviydi kör oldum
    taşlara gelince hamam taşlarına
    taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi
    taşlarda yüzümün yarısını gördüm
    bir şey gibiydi bir şey gibi kötü
    yüzümden ummazdım bunu kör oldum
    siz hiç sabunluyken ağladınız mı?

    bu acının en güzel anlatılmış halidir bu. bırakın bunun üstüne çıkmayı, bunun binde biri kadar güzel anlatılamazdı herhalde.
  • 504
    http://gss.gs/2896913

    göt kasidesinin devamıdır:

    gazel ile kadeh kalksın, âb-ı hayat aksın lebinden
    istifrâ olsun gazel, yeller essin aklın yerinden
    umut kalmadı bu götten, bari yıkansın şarab ile
    belki unutur bu bende, birkaç beyit gazel ile

    cihân bir ejderyayımış, üç başında üç ateş
    biri akıl, biri yürek, biri mabâd-ı keşmekeş
    aklın sesini kestik şarab ile biçare dil ona eş
    mabadın kanı yerde kaldı, atamadık bir düşeş

    beddua mı cadû mu bilmem ben bu ne belâ
    aylar boyu ağda ittüm, oldu mermer-i mücellâ
    akacak kan zapt olunmaz imiş aksın bize bu revâ
    ey ûdi çal bu akşam bitmez oldu bu selâ

    cânana idemedüm kalpten bir iltifât
    can perişân olunca cânan oldu teferruât
    tabib tuttu nabzımı dedi bu bir cenazedir
    bu mabâdın istikâmet artık mübarek kıbledir

    götünde kanlû bülbül öter nitratdarjanın
    yaradan yara virmiş dermânı yok sormayın
    fitil fitil girdi göte günâhı bu yılların
    sıçamadu ömrünce rahat, bu garibi yormayın
  • 530
    sevgili dostlar, ikinci şiir kitabımı sınırlı sayıda ve numaralı olarak kendim bastırdım. edinmek isteyenler, shopier'den ulaşabilir: shopier.com/4601121 - tabii, bana mesaj da atabilirsiniz.

    devingen gömüt, karanlık bir kitap oldu... ilk kısmı özellikle. kitaptaki şiirlere kardeşimin birkaç çizimi de eşlik ediyor. ilk defa sanrı fanzinde yayınladığım ve kitapta da yer alan bir şiiri de burada paylaşayım istedim. buyurun:

    ölü blues
    - onur bayrakçeken

    robert johnson’a,

    i

    ta ki ölüm. sevgilim,
    tamamlanmamış bir gök yüzün-
    de (ki) uçmak coğrafyasız bir gamdır:
    o mavi trende yaşar sevgi,

    (yoktur terk edilmemiş dünya)

    ii

    kalbini beyaz avuçlarına saç-
    larına tak, boynuma dolayayım

    ve ölüm. sevgilim,
    beni yeni yaşamın heyecanı kamçılıyor:
    metruk bir evin penceresini açtığım an.

    iii

    you is the key of my endless blues: devil
    on the crossroad. and then not murder

    but ölüm. sevgilim,
    yeterince güzel tınlamışsa yaşam
    bitimsiz bir melodidir sessizlik.

    iv

    ç ü r ü y e n ç a ğ :
    dans eden insanlar görüntüsü,
    bıçkın bir gitarist görüntüsü,
    neşe ve hüzün görüntüsü,
    suskun bir konser görüntüsü

    gelecek;

    öyleyse ölüm. sevgilim,
    çiçekleri solsunlar diye suluyorum
    daha gerçek görünüyor dünya.
  • 452
    "mutsuzlukdan söz etmek istiyorum
    dikey ve yatay mutsuzluktan
    mükemmel mutsuzluğundan insansoyunun
    sevgim acıyor

    biz giz dolu bir şey yaşadık
    onlar da orada yaşadılar
    bir dağın çarpıklığını
    bir sevinç sanarak

    en başta mutsuzluk elbet
    kasaba meyhanesi gibi
    kahkahası gün ışığına vurup da
    öteden beri yansımayan
    yani birinin solgun bir gülden kaptığı frengi
    öbürünün bir kadından aldığı verem
    bütün işhanlarının tarihçesi
    sevgim acıyor

    yazık sevgime diyor birisi
    güzel gözlü bir çocuğun bile
    o kadar korunmuş bir yazı yoktu
    ne denmelidir bilemiyorum
    sevgim acıyor
    gemiler gene gelip gidiyor
    dağlar kararıp aydınlanacaklar
    ve o kadar

    tavrım bir çok şeyi bulup coşmaktır
    sonbahar geldi hüzün
    ilkbahar geldi kara hüzün
    ey en akıllı kişisi dünyanın
    bazen yaz ortasında gündüzün
    sevgim acıyor
    kimi sevsem
    kim beni sevse

    eylül toparlandı gitti işte
    ekim filanda gider bu gidişle
    tarihe gömülen koca koca atlar
    tarihe gömülür o kadar"

    turgut uyar
  • 28
    geçmiyor günler

    burda çiçekler açmıyor
    kuşlar süzülüp uçmuyor
    yıldızlar ışık saçmıyor
    geçmiyor günler geçmiyor.

    avluda volta vururum
    kah düşünür otururum
    türlü hayaller görürüm
    geçmiyor günler geçmiyor.

    dışarıda mevsim baharmış
    gezip dolaşanlar varmış
    günler su gibi akarmış
    geçmiyor günler geçmiyor.

    gönülde eski sevdalar
    gözümde dereler bağlar
    aynadan hayalin ağlar
    geçmiyor günler geçmiyor.

    yanımda yatan yabancı
    her söz zehir gibi acı
    bütün dertlerin en gücü
    geçmiyor günler geçmiyor

    sabahattin ali
  • 433
    dertliyim

    nedir hey erenler benim yandığım
    halden bilmez yar elinden dertliyim
    bu aşkın ateşi yaktı sinemi
    pervaneyim nar elinden dertliyim

    bin bir niyaz edip eyledi beni
    bir kadim ikrara bağladı beni
    gül iken dikene dağladı beni
    kokulatmaz har elinden dertliyim

    virani'yim çeker yarin kahrını
    doldur ver içeyim aşkın zehrini
    muhabbete saldık gönül bahrini
    geçti zaman zar elinden dertliyim

    nesimi çimen
  • 327
    biz kısık sesleriz, ali sami yen'i
    sen, seyircisiz bırakma allah'ım
    ya çağır şurda emeği geçenleri
    ya emektarsız bırakma allah'ım
    anlamsızdır stadlar, tribünü de
    taraftarsız bırakma allah'ım
    şampiyonlukla yoğrulan kulübü
    sen kupasız bırakma allah'ım
    bize güç ver, avrupa meydanını
    aslansız bırakma allah'ım
    sarı kırmızı diye bağıran yığınlarını
    galatasaray'sız bırakma allah'ım
    bilelim hasma karşı koymasını
    bizi cansız bırakma allah'ım
    yarının yollarında yılları da
    yıldızsız bırakma allah'ım
    ya dağıt kimsesiz kalan sürünü
    ya bizi onsuz bırakma allah'ım
    bizi sen sevgisiz, susuz, havasız
    ve galatasaray'sız bırakma allah'ım
    şampiyonluklarla yoğrulan kulübü
    kupasız bırakma allah'ım

    (bkz: monacoprensi) *
  • 292
    ah ulan rıza

    öğlen kahvede söylediler, rıza öldü, dediler
    ne kolay söylediler!
    sanki dev bir taş ocağını
    kökünden dinamitleyip üstüme devirdiler!

    ah dostum... o kocaman gövdene
    `o beyaz kefeni nasıl kıyıp giydirdiler?`
    o zalim tabutun tahtalarını
    `senin üstüne nasıl böyle çivilediler?`

    yani sen şimdi gittin, yani yoksun,
    `yani bir daha olmayacak mısın?`
    yani bir daha borç vermeyecek,
    `bir daha bira ısmarlamayacak mısın?`

    peki, beni kim kızdıracak,
    `kim zar tutacak, kim ağzını şapırdatacak?`
    peki, beni bu köhne dünyada
    `senin anladığın kadar kim anlayacak?`

    ah ulan rıza... ben şimdi,
    `bu koca deryada tek başıma ne halt ederim?`
    senden ayrılacağımı sanma,
    bir kaç güne kalmaz, ben de gelirim!..

    yusuf hayaloğlu
  • 419
    hürriyete doğru

    gün doğmadan,
    deniz daha bembeyazken çıkacaksın yola.
    kürekleri tutmanın şehveti avuçlarında,
    içinde bir iş görmenin saadeti,
    gideceksin;
    gideceksin ırıpların çalkantısında.
    balıklar çıkacak yoluna, karşıcı;
    sevineceksin.
    ağları silkeledikçe
    deniz gelecek eline pul pul;
    ruhları sustuğu vakit martıların,
    kayalıklardaki mezarlarında,
    birden,
    bir kıyamettir kopacak ufuklarda.
    denizkızları mı dersin, kuşlar mı dersin;
    bayramlar seyranlar mı dersin, şenlikler cümbüşler mi?
    gelin alayları, teller, duvaklar, donanmalar mı?
    heeeey!
    ne duruyorsun be, at kendini denize;
    geride bekleyenin varmış, aldırma;
    görmüyor musun, her yanda hürriyet;
    yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;
    git gidebildiğin yere.
  • 453
    west indies, kızıl elma, itaki, maçin!
    uzun yola çıkmaya hüküm giydim.
    beyazların yöresinde nasibim kalmadı
    yerlilerin topraklarına karşı suç işledim
    zorbaların arasında tehlikeli bir nifak
    uyrukların içinde uygunsuz biriyim
    vahşetim
    beni baygın meyvaların lezzetinden kopardı
    kendime dünyada bir
    acı kök tadı seçtim
    yakın yerde soluklanacak gölge bana yok
    uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

    uzak nedir?
    kendinin bile ücrasında yasayan benim için
    gidecek yer ne kadar uzak olabilir?
    başım açık, saçlarımı ikiye
    ortadan ayırdım
    kimin ülkesinden geçsem
    şakaklarımda dövmeler beni ele verecek
    cesur ve onurlu diyecekler
    halbukı suskun ve kederliyim
    korsanlardan kaptığım gürlek nara
    işime yaramıyor
    rençberlerin o rahat
    ve oturmus lehçesinden tiksinirim
    boynumda
    bana yargi yükleyenlerin
    utançlarından yapılma mücevherler
    sırtımda sağır kantarı gizli bilgilerin
    mataramdaki suya tuz ekledim, azığım yok
    uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

    bir hayatı, ısmarlama bir hayatı bırakıyorum
    görenler üstünde iyi duruyor derdi her bakışta
    askerken kantinden satın aldığım cep aynası
    bazı geceler çıkarken
    uçarı bir gülümseyişle takındığım musta
    gibi lükslerim de burda kalacak
    siparisi yargicilar tarafindan verilmis
    bu hayattan ne koku, ne yankı, ne de boya
    taşımamı yasaklayan belgeyi imzaladım
    burada bitti artık işim, ocağım yok
    uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

    ismet özel
  • 7
    nazım hikmet'i bir de ben anayım.

    gözlerim gözünde aşkı seçmiyor
    onlardan kalbime sevda geçmiyor
    ben yordum ruhumu biraz da sen yor
    çünkü bence şimdi herkes gibisin

    yolunu beklerken daha dün gece
    kaçıyorum bugün senden gizlice
    kalbime baktım da işte iyice
    anladım ki sen de herkes gibisin

    büsbütün unuttum seni eminim
    maziye karıştı şimdi yeminim
    kalbimde senin için yok bile kinim
    bence artık sen de şimdi herkes gibisin

    gönlümle baş başa düşündüm demin;
    artık bir sihirsiz nefes gibisin.
    şimdi tâ içinde bomboş kalbimin
    akisleri sönen bir ses gibisin.

    mâziye karışıp sevda yeminim,
    bir anda unuttum seni, eminim
    kalbimde kalbine yok bile kinim
    bence artık sen de herkes gibisin.

    bestesi yapılmış cem karaca tarafından. her rakı içtiğimde mırıldanırım içimden.

    http://www.youtube.com/watch?v=J4vaKDPf3WY
  • 431
    yavaş yavaş aydınlanan
    bir denizaltı âlemi,
    yosunlu bir boşluktan
    çekiyor kendine beni.

    bir yıldız uzaklığında
    uyanıyor birer birer
    ürkek bulanıklığında
    zamanı bölen şekiller.

    ey sükûtun bir nefeste
    yaktığı billûr âvize!
    bu esrarlı müselleste
    gökler yakınlaştı bize..

    aydınlığın hendesesi
    sonsuzluk bahçendir senin;
    dinleyin geliyor sesi
    arılarla böceklerin!

    bilirim kimse içemez
    üstüste aynı pınardan,
    bir veda gibi her nefes
    alışılmış kıyılardan.

    hangi güvercin kanadı
    köpükten çırpınışında,
    bu sarayı tamamladı
    her tesadüfün dışında;

    ve hangi el boş geceden
    uzattı bu altın tası,
    sızdıkça bir düşünceden
    günlerin kızıl meyvası?

    ey eşiğinde bir ânın
    durmadan değişen şeyler!
    başucunda her rüyânın
    bu aydınlık oyun bekler...

    ahmet hamdi tanpınar
  • 470
    yıkıldı kırk yıllık bendi, kadının
    aktı seli, gözlerinin
    sular altında kaldı teni, gülrengi
    durdu adam,
    selin karşısında, ha yıkıldı
    ha yıkılacak
    bu mudur sona erdirecek,
    vuslat şarkısındaki ahengi...
    ağlayayazdı adam,
    değildi bu kadın, dedi, kendi içine,
    böyle ağlayacak...

    düştü payitahtı kadının,
    telaşla surlar öreyim, dedi
    yeniden,
    kızıla boyandı öfkeden,
    ben böyle korunurum, diye söylenerek,
    ekledi;
    taa ezelden...

    tomurcuklandı bir gül, içinde adamın
    ki pembeydi rengi
    sözler doldu içi, duru ve yakıcı
    sustu, duymadı kadın sustuğunu
    bilmedi
    dikme mezarıma, dedi siyah sengi
    bilmedi, adamın içine kustuğunu..
    (bkz: c prekazi)
  • 524
    kuvayı milliye destanı 8. bap
    26 ağustos gecesinde saatlar
    iki otuzdan beş otuza kadar
    ve
    izmir rıhtımından akdeniz’e
    bakan nefer

    saat 2.30.
    kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır,
    ne ağaç, ne kuş sesi,
    ne toprak kokusu vardır.
    gündüz güneşin,
    gece yıldızların altında kayalardır.
    ve şimdi gece olduğu için
    ve dünya karanlıkta daha bizim,
    daha yakın,
    daha küçük kaldığı için
    ve bu vakitlerde topraktan ve yürekten
    evimize, aşkımıza ve kendimize dair
    sesler geldiği için
    kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi
    okşayarak gülümseyen bıyığını
    seyrediyordu kocatepe’den
    dünyanın en yıldızlı karanlığını.
    düşman üç saatlik yerdedir
    ve hıdırlık-tepesi olmasa
    afyonkarahisar şehrinin ışıkları gözükecek.
    küzeydoğuda güzelim-dağları
    ve dağlarda tek
    tek
    ateşler yanıyor.
    ovada akarçay bir pırıltı halinde
    ve şayak kalpaklı nöbetçinin hayalinde
    şimdi yalnız suların yaptığı bir yolculuk var :
    akarçay belki bir akar su,
    belki bir ırmak,
    belki küçücük bir nehirdir.
    akarçay dereboğazı’nda değirmenleri çevirip
    ve kılçıksız yılan balıklarıyla
    yedişehitler kayasının gölgesine girip
    çıkar.
    ve kocaman çiçekleri eflatun
    kırmızı
    beyaz
    ve sapları bir, bir buçuk adam boyundaki
    haşhaşların arasından akar.
    ve afyon önünde
    altıgözler köprüsü’nün altından
    gündoğuya dönerek
    ve konya tren hattına rastlayıp yolda
    büyükçobanlar köyü’nü solda
    ve kızılkilise’yi sağda bırakıp
    gider.

    düşündü birdenbire kayalardaki adam
    kaynakları ve yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri.
    kim bilir onlar ne kadar büyük,
    ne kadar uzundular?
    birçoğunun adını bilmiyordu,
    yalnız, yunan’dan önce ve seferberlik’ten evvel
    selimşahlar çiftliği’nde ırgatlık ederken manisa’da
    geçerdi gediz’in sularını başı dönerek.

    dağlarda tek
    tek
    ateşler yanıyordu.
    ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
    şayak kalpaklı adam
    nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
    güzel, rahat günlere inanıyordu
    ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
    birdenbire beş adım sağında onu gördü.
    paşalar onun arkasındaydılar.
    o, saatı sordu.
    paşalar : ‘üç,’ dediler.
    sarışın bir kurda benziyordu.
    ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
    yürüdü uçurumun başına kadar,
    eğildi, durdu.
    bıraksalar
    ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
    ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
    kocatepe’den afyon ovası’na atlıyacaktı.

    nazım hikmet
App Store'dan indirin Google Play'den alın