• 524
    kuvayı milliye destanı 8. bap
    26 ağustos gecesinde saatlar
    iki otuzdan beş otuza kadar
    ve
    izmir rıhtımından akdeniz’e
    bakan nefer

    saat 2.30.
    kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır,
    ne ağaç, ne kuş sesi,
    ne toprak kokusu vardır.
    gündüz güneşin,
    gece yıldızların altında kayalardır.
    ve şimdi gece olduğu için
    ve dünya karanlıkta daha bizim,
    daha yakın,
    daha küçük kaldığı için
    ve bu vakitlerde topraktan ve yürekten
    evimize, aşkımıza ve kendimize dair
    sesler geldiği için
    kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi
    okşayarak gülümseyen bıyığını
    seyrediyordu kocatepe’den
    dünyanın en yıldızlı karanlığını.
    düşman üç saatlik yerdedir
    ve hıdırlık-tepesi olmasa
    afyonkarahisar şehrinin ışıkları gözükecek.
    küzeydoğuda güzelim-dağları
    ve dağlarda tek
    tek
    ateşler yanıyor.
    ovada akarçay bir pırıltı halinde
    ve şayak kalpaklı nöbetçinin hayalinde
    şimdi yalnız suların yaptığı bir yolculuk var :
    akarçay belki bir akar su,
    belki bir ırmak,
    belki küçücük bir nehirdir.
    akarçay dereboğazı’nda değirmenleri çevirip
    ve kılçıksız yılan balıklarıyla
    yedişehitler kayasının gölgesine girip
    çıkar.
    ve kocaman çiçekleri eflatun
    kırmızı
    beyaz
    ve sapları bir, bir buçuk adam boyundaki
    haşhaşların arasından akar.
    ve afyon önünde
    altıgözler köprüsü’nün altından
    gündoğuya dönerek
    ve konya tren hattına rastlayıp yolda
    büyükçobanlar köyü’nü solda
    ve kızılkilise’yi sağda bırakıp
    gider.

    düşündü birdenbire kayalardaki adam
    kaynakları ve yolları düşman elinde kalan bütün nehirleri.
    kim bilir onlar ne kadar büyük,
    ne kadar uzundular?
    birçoğunun adını bilmiyordu,
    yalnız, yunan’dan önce ve seferberlik’ten evvel
    selimşahlar çiftliği’nde ırgatlık ederken manisa’da
    geçerdi gediz’in sularını başı dönerek.

    dağlarda tek
    tek
    ateşler yanıyordu.
    ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
    şayak kalpaklı adam
    nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
    güzel, rahat günlere inanıyordu
    ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
    birdenbire beş adım sağında onu gördü.
    paşalar onun arkasındaydılar.
    o, saatı sordu.
    paşalar : ‘üç,’ dediler.
    sarışın bir kurda benziyordu.
    ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
    yürüdü uçurumun başına kadar,
    eğildi, durdu.
    bıraksalar
    ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
    ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
    kocatepe’den afyon ovası’na atlıyacaktı.

    nazım hikmet
App Store'dan indirin Google Play'den alın