2277
televizyon izlemeyi sevdiğim söylenemez, yazılı basın da ilgimi pek çekmiyor, internet haberciliğine de zaten ilk günden beri şüpheyle bakıyorum. kısaca basın denen kavramı pek hayatıma sokmamaya çalışıyorum, kendi fikirlerimi kendim yaratabiliyor sayılırım. ancak bu, arda turan'ın caner erkin'e aduket çektiği, dudağını patlattığı haberini duymamı engellemiyor elbette. bir arkadaşım yetiştiriyor, bir kafede otururken radyodan duyuyorum, otobüsle okula giderken iki velet kendi arasında konuşurken kulak misafiri oluyorum... böyle gidiyor bu, herhangi bir şekilde bu haber benim gibi medyadan kaçan birinin kulağına geliyor. kafamda bir düşünce oluşuyor, olayı kendi hayat görüşüme göre inceleyip bırakıyorum. ne olayı deşmeye, ne saatlerce tartışmaya gerek var. nedenleri belli, sonuçları belli, takıma nasıl etki edeceği belli, ahlaki yönden işaret ettikleri belli.
siz, büyük galatasaray taraftarı, konuşuyorsunuz. çok konuşuyorsunuz. caner haketmiştir arda haklı diyorsunuz, arda çok bozuldu ya diyorsunuz, caner de arda'ya vursaymış bir tane diyorsunuz, kaptanlığı alınsın diyorsunuz. farketmiyor, yorum yapmak zorundasınız değil mi, zeka seviyenizi ve sığ görüşlerinizi geniş bir topluluğa duyurmazsanız ölebilirsiniz. "ben bu işi biliyorum, yorumumda haklıyım, bunun aksine düşünenler olamaz" anlamına gelen itici cümlelerle "fikir" ifade etmek bir tercih değil, ata sporumuz sonuçta artık. özellikle de uç noktalardan bakmalısınız olaya, bir provokatör gibi. ya arda'nın kaptanlığı alınmalı ve sezon sonu gitmeli, ya da tribünler arda'ya ihanet etti arda ölene kadar bu takımda kalmalı. olayın görülen yüzeysel nedenlerini, görülemeyen nedenlerini, olası sonuçlarını, "oldurulacak" sonuçlarını düşünmeye gerek yok. böyle olayların sonucu ya biri kovulmalıdır, ya da o kişiye tapınılmalıdır. bir gelenek bu türk insanı için, ayin bile sayılabilir.
ve tek açıdan bakmalısınız elbette herşeye, arada bir "karşımdakini düşünüyorum" ayağına mental mastürbasyon da yapabilirsiniz. halen moda olan bir beyinsizlik göstergesidir, çekinmenize gerek yok. bütün bunları yaptıktan sonra gazı kaçmış hayatlarınıza geri dönebilirsiniz. elbette ki bir saksı bitkisinin hayatından bile daha boş geçen ömrünüze heyecan katacak bir sürtüşme daha görebilmek, mümkünse bu sürtüşmede bir taraf olabilmek dileğiyle. arda turan'ın sizin kadar beyin yoksunu olma ve kariyerini bu yaşta bitirme olasılığı tahrik ediyor sizi, tahmin edebiliyorum. arda bizim evladımız, aslanımız, kaplanımız, formsuzluk, isteksizlik ve göbek adındaki kavramlar arda'nın yanından geçmeyeceği için her maça ilk 11 çıkmalı diyenler de, arda'nın kaptanlığı alınmalı, neill'a verilmeli, kewell'a verilmeli, arda gitsin artık diyenler de, arda'nın emre belözoğlu olması için, hayatını kaydırması için bilinçaltından adaklar adıyor. böyle bir çöküşe şahit olmak için yanıyor. bu olağanüstü korkutucu histeri durumunun türk insanının dna'sına işlenmesi ne zaman gerçekleşti bilemiyorum. bir fıkra anlatayım size;
bir kuzu uçurumun kenarında sessiz sakin otluyor. oralardan geçen biri de "ya düşerse" diye sesli bir endişe tepkisi veriyor. o kadar sıradan, o kadar çürümüş ve bir yandan o kadar kaos ve adrenalin bağımlısı ki bu adam, içinden de "ya düşerse" diye ellerini ovuşturuyor. kendi içinde yaşadığı çatışmanın sonucu olarak kuzuya doğru bir hamle yapıyor, yarı "kurtarmak", yarı aşağı itmek için. kuzu bunu farkediyor, salak değil. "derisi kösele, beyni saman olmuş, bin koldan yönetilen ama özgür olduğunu zanneden etoburların dünyasında otlamaktansa, atarım kendimi şu uçurumdan aşağı. düşerken de bir an endişe edersem hayatımdan, tanrı beni azap içinde bıraksın" diyor, ve kendisini aşağı bırakıyor. adam üzüntüsünü dile getiriyor, ama kuzunun korkmasının ve atlamasının saçma olduğunu, onun suçlu olduğunu belirtmekten de geri kalmıyor. sonra başka "oralardan geçebileceği" bir yer aramaya başlıyor. başka kuzular arıyor feri kaçmış gözleri. adamın hayatının "oralardan geçmek" üzerine kurulu olduğu anlaşılıyor.
bu güzel fıkradan sonra konumuza geri dönebiliriz, açılmışsınızdır.
türk halkı, türk insanı, türkiye sınırları içerisinde yaşayanlar. nasıl isimlendirirseniz isimlendirin. bu varlıkların çok büyük bir kısmı ruh hastası, sorunlu, rahatsız. bunların akıl sağlığı yerinde değil, ve bu psikopatlar milyonları bulduğu için, hatta yine psikopatlar tarafından yönetildiğimiz için, ruh ve sinir hastalıkları hastaneleri yeterince fazla değil. bu insanların aklında sorular var, en normal olanlarının bile sorduğu sorular ne kadar boş insanlar yetiştirdiğimizi ortaya koyuyor. asıl soru "türk futbolcusu neden büyük futbolcu olamıyor" değil, "türk futbolcusu engelleniyor mu" değil, "2000 ve 2002'de dünyayı sarsan türk oyuncuları, neden şimdi ortada yok" değil, "neden avrupa'da türk oyuncu sayısı az" değil, "türk hakemleri ne olacak abi ya" değil. asıl soru şu;
"türkiye içerisinde yetişen, bu ülkenin insanları tarafından ezilerek sevilen, %90 orta halli bir aileden geldiği için anne babasının bir yaştan sonra nasıl yetiştireceğini şaşırdığı, yeteneklerine değil etrafındakilere konsantre olmaktan sıyırmış, parayı da bulunca şaftı kaymış bir oyuncunun, büyük oyuncu olması mantık sınırları içinde mi? ve a takımı lehine verdiği bir kararda 10 milyon kişinin annesine, b takımı lehine verdiği bir kararda kalan 10 milyon kişinin kardeşine küfür ettiği, kulüp başkanlarının büyük kısmının oyuncak gibi oynadığı, üzerlerinde isterük, istemezük muhabbetlerinin döndüğü, ülkenin tek problemi olan hakemler, türk hakemleri, cidden nasıl olacak da düzgün maç yönetecek?"
sorularla kandırılan, sorularla yönlendirilen, sorularla beyinleri yıkanan yüce türk insanı, büyük türk taraftarı, asil topluluk, bugün sorularla birbirini öldürmeye, etkisiz hale getirmeye çalışıyor. yargılamak kolay, cevabının bir halta yaramadığı ama zeki görünen sorular sormak daha kolay. aynısını ben de yaptım az önce. "hakemlerin üzerinde bu kadar baskı varken nasıl iyi yönetecekler" dedim. hakemlerin baskı altında kalmasının son derece normal olduğunu söylemedim, hakemlerin baskı altında soğukkanlı kalabilecek kişilerden seçilmesi gerektiğini söylemedim, birkaç bin kişinin uğultusundan etki altında kalacak kadar yönetilebilir ve sözlük anlamıyla manyak (1. maniye yakalanmış (hasta). 2. mec. gülünç, garip, şaşırtıcı davranışları olan kimse) insanların bilinçli olarak hakem yapıldığını, türk futbolunun bir kısmının bunlar üzerine döndüğünü söylemedim.
"türk futbolcusu bu şartlarda nasıl gelişecek ki" dedim. bir klasik olarak türk futbolcusunda suç olmadığını söyledim, "futbolcuların etrafındakiler kötü" palavrasını sıktım. ama bir futbolcunun kendisini geliştirmek zorunda olduğunu söylemedim, ne kadar saf ve eğitimsiz olursa olsun bir insan evladının kendisini yaptığı işte ilerletmesinin bir içgüdü olduğunu, ama türk futbolcusunun bu içgüdüyü para ile, şöhret ile bastırdığını söylemedim. veya bu oyuncuları yetiştirenlerin, daha kendisini yetiştirememiş adamlar olduğunu söylemedim.
sağdan soldan duyduğunuz şeylerle, beyninizin içine bırakılmış mayınlarla, her duyduğunuza atlamanız sonucu oluşan önyargılar ile, doğru ile yanlışı ayıramamanız, hatta bu ikisinin anlamını bile bilmemeniz sonucu oluşan çatışmalar ile, bunların etkisi altında yaptığınız yargılamalar, sizin tabirinizle "yorumlar", sadece bu dünyayı içinde yaşanılması daha zor bir yer yapıyor. futbol açısından bakarsak, bu spor sizin yüzünüzden bu durumda. zira futbolu yönetenler, kulüpleri yönetenler, futbolcular, antrenörler, bu sporun içinde kim varsa sizin seviyesizliğinize güvenerek yapıyor bu pislikleri. sesinizin çıkacağını, ama ertesi gün kendi lafınızı yiyeceğinizi bildikleri için bu kadar rahatlar. arda, caner'in dudağını ertesi hafta hat-trick yaparsa kimsenin kendisini eleştiremeyeceğini bildiği için patlatabiliyor. ama aynı zamanda ertesi hafta kötü oynarsa atacağı yumruğun bir hafta fazladan konuşulacağını bildiği için kendisini durduramıyor. kafasında doksan dokuz şey dolanan arda, yüzüncü tetik de çekildiğinde o yumruğu kendisine atıyor, aklını kullanamayan topluluğa atıyor. o topluluk acı duymayı unuttuğu için, arda'nın attığı yumruğu "arda caner'e vurmuş, ne kadar büyük terbiyesizlik" olarak değerlendiriyor.
evet arda isteksiz, arda göbek büyüttü, arda eski arda değil, arda aldığı terbiyeye uygun davranmıyor, evet arda'nın 20 yaşındaki hali bundan çok daha iyiydi, evet arda üzerine koymak yerine yaptıklarını yıkıyor, evet arda'nın karakteri değişti, arda zidane oldu, arda puşkaş oldu, arda emre belözoğlu oldu, arda sergen yalçın oldu. arda, arda olamadı. hoşunuza gitti değil mi, bir çöküşün özeti. ama ayna benim aynam, size de tutarsam sorun olmaz sanırım.
sen, siz, taraftar, ultraslan yalakaları, kahvede oturan adam, kahvede oturmayan adam, çok zeki olanlar, her şeyi bilenler, bir halt bilmeyenler, "kimse galatasaray'dan büyük değildir"ciler, "kimse benden büyük değildir"ciler, "x=y ise y=0"cılar. siz arda turan'ı, kaptanınızı, galatasaray'dan büyük olmayan, ama galatasaray'dan büyük yapmaya çalıştığınız adamı, çıkarabileceğiniz en yüksek noktaya çıkarıp oradan aşağıya atmadınız mı, kaptanınızı her fırsatta satmadınız mı? kız arkadaşına dil uzattınız, sinema kapatmasını ona karşı kullandınız, ruhumuz dediğiniz adamı ruhsuzlukla suçladınız, her fırsatta sinir katsayısını arttırdınız, kaptanlığının alınmasını istediniz. bir kısmınız bunu kendi kendine yaptı, bir kısmınız birilerinin isteğiyle, birilerinden emir alarak, kendisini satarak. büyük galatasaray taraftarı...
arda aynı kalmak istedi, mlada boleslav maçında hissettiklerini her maç hissetmek istedi, parayı bulunca değişmemek istedi, bu takımın önemli bir parçası olmak istedi, galatasaray'a kaptan olmak istedi, taraftar olduğu için taraftar tarafından sevilmek istedi, galatasaray'da şampiyonluk yaşamak istedi, şampiyonluğu kazandırmak istedi, arif erdem olmak istedi, belki çok iyi bir teklif gelirse avrupa'ya gitmek istedi, arda birini sevdi, sevilmek istedi. bunların biri hariç tamamını 2-3 sene içinde elde etti. ve bunların içinde boğuldu. çünkü iyi yetiştirilmemişti dedikten sonra sizin birbirinize girmenizi izlemek isterdim, ancak arda iyi yetiştirildi, takımın önemli bir parçası olduktan sonra bile yüzü hep gülüyordu, her maçı istiyordu, çoğu maçı alıyordu, gol atınca gülüyordu, asist yapınca gülüyordu, pas atınca gülüyordu, faul yapınca gülüyordu, ofsaytta kalınca gülüyordu. yüzü güldüğü için sevildi, hırsını olumlu bir şekilde kullandığı için, çirkinleşmediği için sevildi.
türkiye'de hiçbir başarı cezasız kalmaz diye bir söz var, yalandır. türkiye'de bazı başarılar cezasız kalır, bazı başarılar bilinçsiz olarak ödüllendirilmek istenirken cezalandırılır, bazı başarıları kimse istemez, onlar başlı başına cezadır. arda, yönetimin kendi hastalıklı ve panik halindeki durumunun sonucu olarak bir ödül aldı. lincoln'den çok çeken, bir "evladını" fenerbahçe'ye kaptıran, kaptanlığı kime teslim edeceğini şaşıran yönetim, ümit karan gibi, bu yazı silinmesin diye nasıl biri olduğunu söylemeye bile çekindiğim bir adama verdiği kaptanlık pazubandını, bu sene başında törenlerle, davul zurnayla, çayda çıra ekibiyle, mehter takımı eşliğinde arda turan'a verdi. arda'yı çok büyük bir sorumluluk altına soktuklarını da söylemeyi ihmal etmedi tabii ki adnan polat ve haldun üstünel. arda'nın görevi kaptanlık değildi, emre belözoğlu ve cassio lincoln'ün açtığı yaraları onarmaktı. her fırsatta ortaya attıkları metin oktay ruhunu da işin içine sıkıştırdılar. yetmedi sırtına 10 yazdırdılar, arda bunu istemediğini daha önce söylemiş olsa bile.
ortaya çıkan durum şuydu; sırtında kendi numarası yerine bir başkasının numarası yazan, bir başkası olması istenen, takımın kurtarıcısı, takımın ruhu, takımın taraftarı, takımın forveti, takımın orta sahası, takımın savunmacısı, takımın kalecisi olması beklenen, türk futbolunun kaderini değiştirmesi beklenen, bir kahraman olması beklenen, hatta bir süper kahraman olması beklenen, tanrılaştırılmaya çalışılan bir arda turan. ama bir yandan da bu beklentilerin altında ezilmiyorum demek isterken gülmeyi unutan, sahada oyundan düşmeye başlayan, zaman içerisinde oyuna tutunduğu anlar 5 dakikayı geçmeyen, saha dışındaki hayatı saha içinde yaptıklarının önüne geçen, futbol hayatında profesyonellikten giderek uzaklaşan, sinirli, taraftarla arası "açılan", hasta bir arda turan.
aynı durum anlam veremediğim kadar salakça bir tutkuyla sevilen, bu memleketin kız olsa komple vereceği harry kewell için de geçerli. türkiye ligi için çok kaliteli bir futbolcu olan, ancak aylardır sakat olan, her yıl bir ciddi sakatlık geçiren, form tuttuğunda durdurulması güç olan, ancak kolay kolay form tutamayan, formunun zirvesine çıktığında sakatlıklar geçiren harry kewell, bizim ruh hastası taraftarımız için bir put, tapınılması gereken bir obje.
yerin dibine sokulması gerekmiyor elbette, hatta övülmesi gerekli ve doğru bile denilebilir zaman zaman. ama harry kewell'a koşulsuz gösterilen sevginin sadece yarısının arda turan'a gösterilmesi, bu sevginin de kredisinin yarım sezon olması sanırım size beyinsizliğiniz hakkında bir fikir veriyordur. bunu yalanlayacakların da temel iddiası sanırım "arda'nın yeri ayrı, arda benim yüreğim be" olacaktır. çok afedersiniz nah çekiyorum size şu anda. allahın sapıkları, mecazen veya gerçekten aylardır ortada olmayan, dünya kupası için bilenen ama galatasaray'a bir faydası olmayan kewell'ın altına yatmak istiyorsunuz, kewell süper, kewell şahane, kewell güldü mü dünyayı unutuyorsunuz, iş kaptanınıza geldiğinde "arda'nın yeri ayrı ama kendine dikkat etmeli". önce siz kendi ruh sağlığınıza dikkat edin. kendinize dikkat edin.
"bu taraftar sattı kaptanını
sattı altın bir tepside
kaptanının kanlı kesik başını
bu taraftarın ayaklarında dolaşıyor korku
gölgesi gibi
karanlık bir su gibi yaşıyor
bu taraftar
güneş batınca her akşam
kaldırımlarda takımının atkısını sürüyerek
parmaklarının ucuna basıp yürüyerek
size doğru yaklaşan odur
siz tanıyın onu
kalbinin boynunda sallanarak seslenen
mel'un çıngırağından
ve bilin ki onun
döküyor parça parça cüzzam illeti
ruhunun etini..."