• 1
    pek iyi yerlere gitmediği kesin olan. futbol holiganlarının, nefretlerini kusmak için statlarla yetinmeyip salonarı da ele geçirmesiyle ciddi anlamda değer kaybetmiştir gözümde. salonlara kimlerin alınması konusunda ciddi denetlemeler yapılsa, eski keyifli günlerine dönebilir belki.

    anlamış değilim, futbol holiganının basketbol maçında ne işi var? gerçekten taraftar olanlara, kulübünü her anlamda layık olduğu şekilde destekleyenlere asla sözüm yok. hatta böyle taraftarlar salonlara renk katar, maçı izleyenin keyfini artırır, oyunculara ekstra motivasyon sağlar; ancak holigan ruhuyla yaşayan adamlar elini çeksin basketbol salonlarından. olayı ne kadar çirkinleştirdiklerinin farkında bile değiller. küfürsüz, olaysız, centilmenlik kuralları içinde geçen maçları özlüyor insan.

    ukdeyi veren: lamore del calcio (18/6/2009 09:38)
  • 2
    amatör ruha sahip iken tadından yenmeyen basketbol idi. hiçbir zaman iyi bir basketbol seyircisi olamadım ama lisede iken o zamanların en iyileri ülker-efes maçlarına giderdik, ne gürültü çıkardı ne patırtı ( elbette bu iki kulübün taraftarı olmaması faktörü önemli).
    derken yıllar geçti, kulüplerimiz yatırımlar yapmaya başladı basketbol için. yeterli bütçe ayrılmadığı için şirketlerin sponsporlukları yerlerini birleşmelere bıraktı. ama tüm bu yatırımların, basketbolun insanların ilgi odağı haline getirilmesinin eksi sonuçları da geldi fazla zaman geçmeden. insanlar basketbol maçlarına gidip kadın sporculara küfretmeyi marifet saymaya başladılar, taraftarlık sanmaya başladılar, oysa bayan basketbol dünyası oldukça küçüktü, kendi yağı ile kavrulan bir dünya işte, bir oyuncu bugün bizde, yarın diğer takımda idi.

    basketbola yatırım yapıldıkça takdir ettik kulüpleri de, bu yapılan yatırımlar iyi kötü sonuçlarını göstermeye başlayınca, basketbolun seyirci kitlesi de değişiverdi. futbol seyircisine laf etmek değil niyetim, ben de basketbol seyircisi sayılmam, aslında tam manası ile bir futbol seyircisiyim. ancak insan futboldaki kabullenmişliğini basketbolda yaşayamıyor, en azından benim için öyle. ben o minnacık salonlarda olanları görünce içim ürperiyor, nereye gidiyor basketbolumuz diye üzülüyorum.

    artan basketbolsever sayısı filan değil aslında, futbol maçı olmayınca ne yapsak diye düşünüp basket maçlarına gelen, bilet almaya bile tenezzül etmeyip biletli seyircilerin hakkını sömürerek nefretlerini kusmaya gelen taraftar grupları. "basketbol maçına para mı verilir" diye içeri dalıp, sayı olunca gol diye bağıran tipler. kendi kulübünün takımını desteklemekten öte karşı taraftaki armaya küfretmeye gelen tipler, yoksa kimse avrupa maçlarının bile boş salonda oynanmasının mantığını açıklayamaz. kulüpler bu tiplere el atmazsa daha çok canı yanacak basketbolun bu ülkede.

    elbette atılımlar olumlu bir şekilde seyirciyi basketbola da yöneltebiliyor ama ne yazık ki diğer profilin yanında bu kişiler harcanıp gidiyor. bu konuda iş büyük kulüplere ve federasyona düşer, basketbola ilginin çekilmesi, gerçekten bu sporu yapmaktan ve izlemekten keyif alan nesillerin oluşması için birileri bir şeyler yapmalı. ben bir gün bir kızım olduğunda güvenle ona salonda derbi izletmeyi ve yaşı ilerleyince aklım onda kalmadan maça gidişini izlemeyi çok istiyorum. özellikle kızım dedim çünkü futboldaki olumsuzluklardan zaten yeterince çile çekmiş ve en azından basket maçlarına giden bayan taraftar sayısı da türk basketbolunun bu durumundan dolayı azalmakta.
  • 3
    son 7-8 yıllık süreçte türk futbolu ile "türk x spor dalı"* arasında bir yerlere doğru kaymıştır. bunda büyük ölçüde uefa kriterleri olarak bilinen ve şubeler arası para akışını da yasaklayan kuralların etkisi olmuştur. türkiye gibi futboldan arta kalan sporların adam yerine koyulmadığı bir ülkede 80 sene bu düzenle işi götüren takımların bu yeni duruma ayak uydurma sürecinin sancılı olacağı aşikardı. nitekim "üç büyük" arasında bunu en acı şekilde yaşayan galatasaray oldu ne yazık ki. bayan basketbol takımımız, hem de yüzüncü yılımızı kutlarken küme düştü, erkek takımımız deyim yerindeyse son anda yırttı. fenerbahçe ve beşiktaş ise daha ustaca manevra ve yatırımlarla, açık konuşmak gerekirse ekonomik imkanlarla, biraz da ileriyi iyi görerek o sancılı dönemi daha az hasarla atlattı. o bir iki yıllık afallamadan sonra popülist ve şovenist hareketlerle çıkar sağlayıp türk futbolunun içine eden insanlar* bu spora * para yatırmaya başlayınca basketbolun da futbola doğru dönmeye başlaması kadar doğal bir şey olamazdı. tam da o dönemde ultraslan ve genç fenerbahçeliler gibi oluşumların ortaya çıkıp her branştaki maçlara, aslında yine sade ve sadece birbirleriyle yarışmak için, gitmeye başlaması da bu ortamın oluşmasına fazlasıyla yardımcı olmuştur. açık ve bir o kadar da acı konuşmak gerekirse futbolla ilgilenmeyen, takım tutmayan adama "kırık" muamelesi yapılan bir toplumda yaşıyoruz. konu futbol özelinde olmakla beraber taraftarlık olunca bu derece sapıtabilen bireylere sahip olmamızı da pek yadırgamamak lazım aslında.

    bütün bunları alt alta koyunca türk basketbolunun, en azından üç büyükler arasındaki hikayenin pek de katlanılamaz bir boyuta doğru son sürat gitmesi kaçınılmazdı, zaten tam o şekilde gidiyor "üç büyük" ve taraftarları. birbirlerini yiyerek, ileriye fırlayarak değil paçasından çekip indirerek geçmeye çalışarak.

    derbilerde yaşananlar, deplasman yasakları ortada. dün akşam yaşanan olaylar zaten halen taze. hele biz ki eurocup şampiyonluğunu "fener sami yen'e nasıl gelecek" diye çemkirerek karşılayan bir taraftar(!) a sahibiz. bütün sezon 50-60* kişiye oynayan bayan basketbol takımımızın bir fenerbahçe maçında tribünlerde 3500 kişi bulması bu konuda nasıl bir noktada olduğumuzun en açık noktasıdır. taraftar bakımından bakarsak salonlar, içinde rakibe karşı kalanları kusmak için, futbol maçında bitirilemeyen şeyi * bitirmek için yeni bir platform olma yoluna girmiş görünüyor. bütün bu curcunayı ve cinnet halinde geçirilen maçları bir kenara bırakırsak az da olsa sevinerek söyleyebilirim ki halen kurtarılmış alanlar ve rakip sporcuya küfretmeden maç izleyebilen "basketbolsever"ler bulunuyor ülkede. insanların maça girebilmek için birbirini kestiği, bir bilet için fiyatının 10 katı bir bedeli tereddütsüz ödediği; polisler, coplar, kalkanlar, küfürler, panzerler eşliğinde tıklım tıkış izlenen futbol maçlarından sonra salonda gayet rahat, bir taraflarını yayarak oturan insanlar, erkekler, çocuklar, genç kızlar fazlasıyla garip gelebilir. stadyumdaki tribünlerde 30 metre havadan giden topa yetişemedi diye futbolcuya küfür eden insanlardan sonra orta sahada topla yürüşünden pozisyonun nasıl sonuçlanacağını anlayacak kadar olaya hakim olan seyirci kitlesi ilk başlarda ufak bir şok yaşatsa da aslında son derece keyiflidir. içlerine karışıp birkaç maç izlemek basketbolu sevmek için fazlasıyla yeterlidir aslında.

    aslında camia olarak ele alındığında futboldan çok farklı ve çok daha keyiflidir türk basketbolu. futbola kıyasla hele sayıca çok azdır. herkes birbirini tanır, abi/abla diye hitap eder. biraz da basketbol izleyicisi hafızasının yardımıyla kim nerde oynamış, nerden gelmiş, nereye gidiyor; herkes gayet iyi bilmektedir. sorun ne yazık ki stadlardan taşmaya başlayan bizlerde ve yöneticilerimizde, daha doğrusu salonlara da peşimizde getirmeye çalştığımız alışkanlıklarımızdadır. onun dışında yaşanan sorunlar ülkede futbol dışındaki herhangi bir spor branşından farksızdır. futbolla ilgili her türlü bilgiye istemeseniz bile ulaşabildiğiniz halde maç skorlarından öte bir bilgiye sahip olabilmenin en iyi yolu ne yazık ki gazeteciymiş gibi araştırmak, hatta direk muhabir filan olmaktır.
  • 4
    ilk önce yetişemediğimiz tek kanallı dönemdeki beyaz gölge adlı bir dizi yön verdi türk basketboluna. evet bir dizi tüm çocukları basketbol oynatmaya yetmiş o zamanlar. daha sonra 2001 yılında kendi evimizde oynadığımız şampiyona ve "12 dev adam"markası damgasını vurdu. bir anda her yerde basketbol okulları açıldı, basketbol dergileri piyasaya teker teker çıkmaya başladı. ve 2010'da yine ülkemizdeki bir şampiyona, yine ikincilik ve yine her yerde basketbol konuşulmaya başlanıyor.

    bundan sonra yazacaklarım, tanjevic devrimcidir, semih erden yeni gasol, turgay demirel en başarılı spor adamı diyenlerin hoşuna gitmeyecektir.

    2001 yılında bir ortaokul bebesiydim. şampiyonanın da etkisiyle her hafta fanatik basket, her ay da overtime, pivot gibi basketbol dergileri alıyordum. keza arkadaşlarım da. müthiş bir sinerji vardı resmen. şimdi büyük spor adamı denilen turgay demirel o harika fırsatı değerlendiremedi. maç yayınları trt3'ten ötesini göremedi. milli takımın reklamını yaptığı kadar, ligin marka değerini yükseltemedi. milli maçta 10bin kişi varken, lig maçında 100 kişi olamıyordu. basketbolu satamadı turgay demirel. zaten küçük olan basketbol camiası kendi içinde birbirini yedi. turgay demirel koltuğunu sağlamlaştırmak için başka işlerle uğraştı. koltuğunu sağlamlaştırdı ancak 2001 treni çoktan kaçmıştı.

    her şeye rağmen elimizde milli takım gibi bir marka vardı. çok iyi de bir jenerasyon yakalamıştık. takımın başına son yıllarda biraz sallansa da kariyeri parlak tanjevic gelmişti. o zaman herkes 2001 jenerasyonuyla alttan gelen diğer yetenekli jenerasyonun birleşmesiyle müthiş bir takım yaratılmasını ve 2010'da final oynanmasını bekliyordu. 2010'da müthiş bir final oynadık ama 5 turnuvayı heba edeceğimiz kimsenin aklına gelmemişti. ben ispanya gibi olacağız, her turnuvada başa oynayacağız diye beklerken hepsinden ayrı skandallarla erken döndük. oysa elimizde ispanya ile kıyaslanan hidayet'li jenerasyon, sırbistan ile kıyaslanan ersan'lı jenerasyon mevcuttu. bana kızacaklar olacaktır ancak ben tanjevic'e bu nedenle hala kızgınım. 2010'daki final bize 5 turnuvaya mal olmamalıydı.

    2010 dünya şampiyonasında basketbolcular egolarını, tanjevic tutarsızlıklarını bir kenara bıraktı ve final geldi. keşke sabrın zaferi olsaydı ama nihayetinde istenilen sonuç alındı. bu arada nasıl tanjevic'in bundan önce harcadığı turnuvaları unutmuyorsam, kanser tedavisini yarıda bırakıp, takımı yarı yolda bırakmamasını da unutmayacağım elbet. ve muhtemelen yaptırdığı savunma bundan sonraki temel sistemimiz olacak.

    turgay demirel'den ne kadar hazetmesem de bu başarıdaki rolü yadsınamaz. bana göre çoktan yollamamız gereken tanjevic'i ısrarla takımda tuttu. öyle ya da böyle ısrarının karşılığını tarihimizin en büyük milli takımlar düzeyindeki başarısıyla aldı. işin kötü tarafı hala tanjevic'in o zaman yollanması gerektiğine inanıyorum. yine de zaman hakkı olana hakkını verme zamanıdır.

    en büyük korkum 2010'nun da 2001 gibi harcanması. maalesef oyuncu yetiştire yetiştire gelemedik buralara. örneğin yarı finalde elediğimiz sırplar muhtemelen bir 10 sene daha büyük dert açacaklar başa. bizim takımın iskeletini oluşturan oyuncuların bazılarının muhtemelen son turnuvaları. gerçekçi olalım; ömer aşık, semih erden gibi oyuncular kesinlikle seviye atlamalılar. hala dünya 2. olmuş bir takımı sürükleyecek adamlar değiller. enes kanterler'in, doğuş balbaylar'ın bu takıma kazandırılmaları gerekiyor. kendi evimizde oynadığımız turnuvadan turnuvaya başarılı olan takım çizgisinden uzaklaşmamız gerekiyor.

    yine büyük bir basketbol potansiyeli oluştu. küçük çocuklar kerem tunçeri diye diye sokaklarda dolaşmaya başladılar. umarım bu sefer 2001'den gerekli dersi almışızdır. yine umarım ki basketbol sadece milli takımla anılmaz artık. yoksa kendi evimizde oynanacak diğer turnuvayı bekleyecek mecalim yok.
  • 5
    'altın çağını yaşıyor' desek yanlış söylemiş olmayız herhâlde. önce 12 dev adam gururlandırdı bizleri, şimdi de potanın perileri... atılan sağlam adımlar, yapılan yatırımlar nihayet meyvelerini vermeye başladı. 'ekol' olma yolunda da emin adımlarla ilerliyoruz. kim bilir belki de 2 sene sonra, sırbistan, litvanya, yunanistan ve ispanya gibi ekol olan ülkelerin yanına türkiye de eklenecek. bıktırıcı savunmasıyla türk ekolu... vallahi kulağa da hoş geliyor, neden olmasın. peki gerçekten olur mu, bakalım;

    * perilerimizle gelen son başarıdan sonra muhtemelen en başarılı 10 basketbol ülkesinden biri olacağız (fiba world rankings). hatta eurobasket 2011'de gelebilecek muhtemel bir finalde, ilk 5 içinde olmamız da kuvvetle muhtemel.
    * bugün en büyük basketbol organizasyonu denilen nba'de, fransa'dan sonra en çok oyunucusu bulunan ülkeyiz (fransa 11, türkiye 6). zaza'yı da sayarsak 7. :) ilerleyen yıllarda bu sayının artmasını bekliyorum; ama istemiyorum o ayrı.
    * beko basketbol türkiye ligi, avrupa'daki birçok otoriteye göre ispanya ligi'nden (acb) sonra en iyi basketbol ligi.
    * kulüpler bazında nba'den sonra en büyük organizasyon olan eurolig'e, çok yakın zamanda türkiye'nin bir diğer devi galatasaray da katılacak. aslında buraya ayrı bir paragraf açmak gerekiyor;

    - yunanistan'ı ve bazı avrupa ülkelerini sarsan, bizi de teğet geçen ekonomik kriz, nba'deki lockout, neredeyse son 10 yılı domine eden pbc cska kalesinin düşmesi ve büyük yıldızların artık son dönemlerine girmesi euroleague'deki bütün dengeleri değiştirecektir. sadece diamantidis ve obradovic'in eline bakan pao kalesi de yakın zamanda yıkılacaktır diye düşünüyorum; ki hiç istemem bunu, pao taraftarıyım. eğer takımlarımız doğru bir organizasyon oluşturabilirlerse, önümüzdeki yıllarda f4, hatta final oynamaları mümkün.

    * enes kanter (19), ersan ilyasova (23), ömer aşık (24), semih erden (24), oğuz savaş (23), emir preldzic (23)... gibi genç ve çok önemli yıldızlara sahibiz. arkadan da furkan aldemir, şafak edge, göksenin köksal, metacan birsen (avrupa'da kendi yaş grubunun 1 numarası) gibi müthiş yetenekler geliyor.
    * sinan erdem, abdi ipekçi arena, ülker arena ve anadolu'da üst düzey spor salonlarına sahibiz.
    * büyük sponsorlar türk basketboluna çok ciddi destek oluyor, önemli yıldızlar da ülkemize geliyor. maddeler daha da çoğaltılabilir; ama bu kadarı bile basketbol ülkesi olmak için yeterli gibi duruyor.

    peki olacak mıyız? - hayır.

    çünkü sevmiyoruz basketbolu. daha doğrusu futbol dışında hiçbir sporu sevmiyoruz. -hayır, bilmeyen de futbolda çok başarılı olduğumuzu sanır. orda da senelerdir nal topluyoruz. sadece türkiye kupası ve lig şampiyonluğu için milyon eurolar dökülüyor. hiddink'e, bizi avrupa şampiyonası'na götürsün diye milyon euro'lar ödeniyor.- türkiye'de basın bile basketbola yeteri kadar ilgi göstermiyor; ama şuraya 'heinze galatasaray'a gelecek, kaynak g.tüm' yazsam ertesi gün haberi çıkar. çok değerli türk basını, sözde spor yazarları kadın milli takımımızla polanya'ya gitmeye bile tenezzül etmedi. yahu, ismail şenol maçları istanbul'dan anlattı. böyle bir şey olabilir mi? dünkü yarı final maçından sonra tek tek bütün kanalları gezdim, birkaç kanal dışında son dakika giren kanal göremedim. ceyhun yıldızoğlu ne hissediyor göremedim. birsel ne diyecek, ışıl nasıl sevinecek görmek isterdim açıkçası. duygularını bizlere anlatmalarını isterdim. nevriye çıksın 'maddi manevi' desin isterdim.

    geçenlerde bir yerde ligimizin seyirci ortamalarını (normal sezon) gördüm; fb ülker'in 3.500, bizim 3.000, karşıyaka'nın 2.500... tam rakamları hatırlamıyorum ama bu civarlardaydı. hayır o değil, bu sene bir de önemli derecede arttı. geçen yıllar daha da düşüktü. şaka gibi gerçekten. fenerbahçe yıllarca euroleague'de 1000 seyircinin altına oynadı. yılların efes pilsen'inin her maç salonu dolduracak kadar kemikleşmiş taraftarı yok.

    tamam, tarlada mola verirken iki çiftçinin basketbol konuşmasını beklemiyorum. -o da komik olurdu aslında, düşünsenize bi; 'mahmut abi bence bu 3 saniye kuralının gözden geçirilmesi lâzım, domatesi versene abi'- ancak bu kadar ilgisizlik de normal değil. türk basketbolu çok daha fazla ilgiyi ve saygıyı hak ediyor. imkân verilirse türk basketbolu avrupa'nın zirvesine oynar; ancak ne verirsen ver, türk futbolu hiçbir zaman avrupa'nın zirvesine oynayamaz! ben de futbolu seviyorum, sıklıkla olmasa da takip ediyorum; ama dediğim gibi futbol dışında diğer sporları yok saymayı da anlamsız buluyorum.

    şu an türk basketbolu bence dönüm noktasında. ya el birliğiyle bir adım daha yukarıya, zirveye taşırız; ya da bugünlerin mirasını yiyip, sürekli geriye gideriz. umarım bir gün zirvede de görürüz, ne diyim. bu arada galatasaray sözlük'ün basketbola artan ilgisinden dolayı da çok mutluyum. euroleague maceramızla tavan yapacaktır.

    son olarak, türk basketbolunun bu günlere gelmesinde katkısı olan; galatasaray, fenerbahçe, ülkerspor ve efes pilsen kulüplerine, çok ciddi paralar yatırıp destek olan sponsorlara, tanjevic'e, ceyhun hoca'ya, oktay hoca'ya, kerem tunçeri'ye, hidayet'e, birsel'e, ışıl'a... kısacası emeği geçen herkese şahsım adına teşekkür ederim. biz basketbol severleri gerçekten çok mutlu ediyorlar, gururlandırıyorlar.
  • 6
    elbette ki basketbolun bu noktaya gelmesinde yapılan yatırımların ve tecrübeli, donanımlı koçların büyük katkısı var.. ama benim dikkatimi çeken en önemli nokta seyirci ve basın ilgisinin olmaması.. basketbol hakkında bilgim iki yıl kadar ev arkadaşım olmus hakemlik yapan arkadaşımin söylediklerinden öteye geçmez.. ülkemizde taraftar ve basın baskı yapıyor ve yönetimler bazında da bu baskı hata yapılarak cevaplandırılıyor.. biraz bu baskıdan uzak kalınması genç basketcilerin futbolcular kadar şımartılmaması bu noktada türk basketboluna yaramış gibi duruyor bence..
  • 7
    galatasaray - fenerbahçe rekabetinin büyüteceği şeydir türk basketbolbu. başka bir ihtimal yok. araya beşiktaş da girebilse çok daha farklı yerlere gelir bu spor kısa süre içinde. galatasaray, efes pilsen, fenerbahçe, beşiktaş'ın olduğu bir yarı finale hangi basın ilgisiz kalabilir? ama ne yazık ki beşiktaş bu sezon play off'ları bile zor görecek.

    basketbol severlerin hepsi dua etsin finalde yeni bir galatasaray - fenerbahçe eşleşmesi için. ve tabii bu iki takımın euroleague performansı da önemli. ortaya iyi bir ürün koyulduğu zaman basketbola her zaman ilgi oluyor.
  • 8
    saçma sapan yerlere doğru gitmektedir.

    nba'deki lokavt kararından sonra takımlarımızın günü kurtarmak adına yaptığı, yapmaya çalıştığı transferler artmaya başladı.

    beşiktaş; sen git deron williams'la anlaş, kobe ile de anlaşmaya çabala. yahu sen değil misin kaynak sıkıntısından basketbol şubesini kapatmayı gündeme getiren? bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?

    efes; ersan'ı bitirdi. şimdi de hidayet gündemde.

    yahu olacak iş mi? ya lokavt erken biterse? bütün sistemi üzerine kurduğun, bir ton para bayıldığın, medet umduğun adamlar arkalarına bakmadan çekip gidecekler.

    hadi lokavt bir sezon sürdü. senin takımın adamın umrunda mı? seneye tekrar nba'de zaten. gelecek, yatacak burada, parasını cebine koyup gidecek.

    işin ilginç yanı; ergin ataman, ufuk sarıca gibi işi bilen adamların bu transferlere onay veriyor olması. hayrolsun basketbolumuzun sonu.
  • 10
    günden güne gelişmektedir. ama benim korkum içerisine büyük paraların girmesi. şu sıralar 3,5-4 milyon euro maaş ile oyuncu getirilmesini isteyen doyumsuz taraftarın tavırlarından bu yüzden korkuyorum.

    basketbol aile sporudur. kuzenlerini, 3-5 arkadaşını alıp parklarda tek pota maç yaparsın, evinin bahçesinde kendine pota yapar futbol topuyla bile basketbol oynarsın. çocukların elinde şuan böyle imkanlar var. küçüklüğümde bu imkanlar futbol için de vardı. iki taş alıp kaldırımları taç çizgisi olarak belirleyip mahalle maçları yapabiliyorduk. gazozuna, kolasına maçlar yapıp kazandığımızda şampiyonlar ligi kupasını alan takımlardan daha büyük sevinçler yaşadığımız bile olmuştu. (u: hele bi de o galibiyet plastik topla yapılan penaltı atışlarıyla ve "abanmak yok oğlum" haykırışları altında gerçekleşmişse başka bir keyfe bürünüyor insan.)* henüz yaşlanmış sayılmam, çocukluğumdan bahsettiğime bakmayın ama 20 yaşındaki birisi olarak bile şuan sokakta maç yapamayan, okul bahçelerinden top oynarlarken kovulan çocukları gördükçe onların büyüdüğünde bazı şeyleri hep eksik yaşayacaklarını düşünüyorum.

    o yaşlardayken bakkaldan annemizden babamızdan ağlaya zırlaya koparttığımız paralarla aldığımız plastik topları patlamasın diye 5 katlı seçmeye özen gösterirdik. hele hele mahallede babası gerçek bi top almış çocuk o mahallenin kralıydı ki o topla da her zaman oynayamazdık. ben şuan aynı şeyleri basketbol için görüyorum sokaklarda. mahallede 10-11 yaşlarındaki çocukların ellerinde marketten 5 liraya aldıkları kötü ama pek de bi eksiği olmayan basketbol toplarını sektire sektire parka gittiklerini görüyorum.

    evet dejavu'nun kralını yaşıyorum sokağa çıktığımda ama bu sefer sokaklar benim hayalimdekinden daha dar, boş sandığım araziler 7-8 katlı binalarla doldurulmuş ve o plastik toplar eksik. artık o parklarda futbol oynayan çocukların yerini basketbol oynayanlar almış. 2-3 sene önce çift pota maç yapabildiğimiz sahada şuan tek potaya ortak olan 3 takım var.

    çok değil bu ilgi arttıktan 4-5 sene sonra* o küçük çocukların bile topu potaya yetiştirmek için çırpındıkları parklardaki sahaların etrafı teller ile çevrilip başlarına da bir bekçi ile paralı hale getirildikleri zaman benim için basketbol da bitecek. çünkü gözümü futbol için şuan yaşadığım o hırs bürüyecek. ben galatasaray'lı bir basketbolcunun atamadığı bir şut için ona küfür edicem, rakibe sövücem, ailemi alıp "hadi basketbol maçına gidelim, eğlence olur" diyemiyicem çünkü o maçta başımıza neler geleceğini tahmin bile edemez bir halde olucam.

    o yüzden lütfen şu sporu izlerken hırslarınızı bi kenara bırakın. o tel örgülerin arkasında edeceğiniz küfürleri edin, hırsınızı çıkartın öyle gelin salonlara. öyle gelin ki ben de kız arkadaşımı alıp "hadi bugün basketbol maçına gidelim" diyebileyim.
  • 13
    türk futbolunun yerlerde süründüğü, 4 büyüklerin de taraftarlarının takımları ve milli takım yüzünden dertli olduğu bugünlerde, tutunulacak bir dal haline gelmiştir. bu, basketbol sporu için iyi bir şey değil tabi ki, neticede ülkenin 1 numaralı, belki tek, spor dalı futbol. ama bu ilgiye, bu yatırımlara rağmen koca bir sıfır olunca elde, bana artık ülke basketbolunun biraz popülerlik kazanmasının zamanı geldi gibi geliyor. futbol taraftarlarının basketbol salonlarına akın etmesinin neler doğurduğunu biliyoruz. *.

    basketbol ligimizin kalitesi baya artmış durumda, şampiyonluk mücadelesi verecek çok sayıda takım var, yani iyi bir rekabet ortamı. futbolun aksine ciddi ciddi büyük yıldızlar gelip genelde de iyi katkılar veriyorlar. avrupa kupalarında iyi kötü bir saygınlıkları var takımlarımızın, en azından belli standartların altına düşülmüyor, keza milli takım da büyük işler yapıyor turnuvalarda. salonların durumu gayet nezih, gelen taraftarlar gayet nezih, futbol maçları gibi bilet fiyatları saçma düzeyde hiç değil. kesinlikle doğduğundan beri futbolla yatıp kalkan beni, basketbola kayma seviyesine getirtti işler. dediğim gibi keşke bu saydıklarım adam gibi bir stratejiyle değerlendirilse de basketbol ülkede ciddi oranlarda takip edilir yapılsa, yani zorunluluktan, sırf ezeli rakiplerle yapılan maçlar yüzünden izlenmese basketbol.
  • 14
    kisa donemde hic de umit vermeyen bir 1-2-3 kisa rotasyonu bizi bekliyor. pota altindaki zenginligin yarisi bile yok. alt yapilarda 14 yasinda 1.80 boyundaki cocuklari yetenege bakmaksizin kovmak cok da mantikli degilmis sanirim. uzun rotasyonumuzda bolluktan sikinti yasarken, kisa rotasyonunda heyecan verici bir tane bile oyuncu olmamasi dusundurucu ve uzucu. altyapilari cok takip etmiyorum umarim yeni nesil kisalarda da kuvvetli geliyordur.
  • 15
    30-31 ocak 2013 tarihlerinde avrupa maçlarında türk oyuncuların aldığı süreler::

    tutku açık - 4:18
    serhat çetin - 32:40
    cemal nalga - 13:07
    cevher özer - 5:41
    barış ermiş - 13:20
    kaya peker - 14:38
    oğuz savaş - 8:49
    ilkan karaman - 7:51
    engin atsür- 5:13
    cenk akyol - 19:44
    furkan aldemir - 8:08
    ender arslan - 15:56

    serhat - cenk ikilisi dışındakiler yabancıları dinlendiriyor.
  • 20
    geleceği inanılmaz parlak gözüken branşımızdır. senelerdir tüm alt yaş kategorilerinde avrupa ve dünya şampiyonalarında ya birinci oluyoruz ya madalya alıyoruz. inanılmaz potansiyelli basketbolcular bunları başaranlar, ve o kadar doğru bir zamanlama ki ergin hocanın milli takımın başında olması (mevcut tbf yönetimi ve başkanı ile denk gelmesi olayı haricinde) sırp ekolü, rus ekolü, ispanya ekolü artık geride kalacakmış gibi duruyor. öyle gözüküyor çünkü.
  • 21
    yetenekli jenerasyonlara sahip basketbol kültürü ancak ekol olabilmek bundan fazlasını gerektiriyor. ekol olduğunuz takdirde hidayet gibi bir isim sırf kendisinden daha popüler bir ismi takımda istemiyor diye takımın ihtiyacı olan oyuncuları takımdan kovduramaması demek oluyor. ne yazık ki türkiye gibi doğruyu düzeltmeye çalışanın, yanlışı yüze vuranın vatan haini ilan edildiği bir kültürde de bunun olması bir hayli zor.

    bir çok büyük turnuvaya katılacağız, bazılarında başarılı da olacağız, ev sahibi olduklarımızla kupayı dahi zorlayacağız ancak hidayet veya farklı bir ismin litvanya gibi ekol olmuş bir takımın savunması üzerine vurduğu smaçla gurur duymaktan fazlası için jenerasyon hatta jenerasyonlar yakalamaktan fazlasına ihtiyacımız var. çocukların saçma sapan okul yarışı içinde kaybolup gitmemesine spora da zaman ayırabilmelerine ihtiyaç var, ekol olmak için önce kalıcı bir kültür olmaya insanların sonunu görebilmelerine ihtiyaç var.
  • 22
    erkek temsilcilerinin bu hafta avrupa arenasında 3 galibiyet alabildiği fantastik basketbol ortamı.

    euroleague'de anadolu efes evinde, fenerbahçe doğuş deplasmanda mağlup oldu. eurocup'ta biz içerde kaybettik, tofaş dışarda kaybetti. fiba şampiyonlar ligi'nde beşiktaş sompo japan evde, banvit ise yolda mağlup oldu. fiba avrupa kupası henüz başlamadı, yalnızca eleme turları oynandı.

    eurocup'ta darüşşafaka deplasmanda kazandı. fiba şampiyonlar ligi'nde gaziantep basketbol evde, pınar karşıyaka yolda* galip geldi.

    3/9
  • 23
    kulüpler bazında ciddi seviye atladı. kadınlar basketbolunda galatasaray 1. ve 2. kupayı aldı. ydü 2. kupayı aldı ve 2017-2018 sezonunda da 1. kupayı almaya en yakın takım. fenerbahçe zira 1. kupada çok final 4 yaptı. erkeklerde de efes, beşiktaş, galatasaray ve fenerbahçe kupa alan takımlar oldu. fenerbahçe son senelerde 1. kupada final 4'un müdavimi oldu. 2017-2018 sezonunda eurocup ve şampiyonlar liginde de kazanmaya çok yakın takımlarımız var. ligimizde de kalite arttı.

    türk oyuncularımız ise beklenen patlamayı yapamadı. furkan ve cedi nba'e gitti ama altyapılarda milli takımlarımız çok iyi dereceler alırken buradaki oyuncular a takım seviyesinde bekleneni veremiyor. ülke olarak guard çıkaramıyoruz. en fazla pivot çıkıyor ülkeden ama onlarda sırtı dönük oyunda etkili olamıyorlar. hücumda çok iyi oyuncular olamıyorlar. bir enes vardı böyle bir de çok kişi beğenmese de oğuz savaş. tabi bu bahsettiğim mehmet okur, hüseyin beşok zamanları değil 85 yılından sonra doğan oyuncuları kapsıyor. 4 numara konusunda uzun süredir sıkıntı yaşıyoruz. altyapıda 4 numara oynayan oyuncuların boyu uzayınca 5 numara yapıyoruz, hızlı olursa da 3 numara. 2 ve 3 numara oynayan oyuncularımız içeriye etkili yüklenemiyor.

    bunların sebebi tabi ki altyapı eğitimi. altyapılarda genelde alan savunması yaptırılırdı. ne pivotun sırtı dönük oynayabilirdi, ne pick and roll yapabilirdin, ne de hızlı oyuncun içeri drive edebilirdi. ya hızlı hücumdan sayı bulurdun yada rakip hata yaparsa sayı atabilirdin. onun harici top çevir şut at oyunu vardı. şimdi altyapılarda belli kurallar getirilmiş. daha doğrusu 14 yaş altına getirilmiş. bunu da bir televizyon programında şans eseri öğrendim ve gördüğüm manzaralar korkunç.

    --- alıntı ---

    a. tam saha baskı yapmak yasaktır. ancak, müsabakanın son iki dakikası ve bir takım 15 sayı veya üstiinde bir sayı farkıyla mağlup ise, o takımın tam saha baskı uygulamasına izin verilecektir. son iki dakikanın dışında ve yukanda bahsedilen şanın oluşmadığı durumlarda baskı uygulayan takımın antrenöriiıe teknik faul çalınır. teknik faulün uygulanması ve sonrasında uluslararası oyun kurallarının hükümleri uygulanır.

    b. takımlar mutlak surette adam adama savunma yapacaklardır. adam adama harici alan savunması ve benzeri savunma yapan takımın antrenörü teknik faul ile cezalandırılır. bu kural aşağıda belirtilen savunma 3 saniyesi çerçevesinde uygulanır.

    c. pick & roll (toplu basketbolcuya perdeleme) yapılmasına izin verilmez. yapıldığı takdirde ihlal kabul edilip hücum sırası rakip takıma geçer.

    d. bir hücum oyuncusunu yalnızca 1 kişi savunabilir...

    --- alıntı ---

    yukarıda kurallar veriliyor. alan savunmasının yasaklanmasını destekliyorum. oyuncuların yeteneklerini ön plana çıkaracak oyunlar oynanması taraftarıyım. bire bir üzerinden oynamak hem savunma yapan çocuğun savunmasını hem de hücum yapan oyuncunun gelişimini arttırır. sahada hareketli bir oyun oynanır ve çocuklara küçük yaşlarda taktik bilgisi de verilir. ben alan savunmasına karşı hücum etmekten nefret ederdim. guard oynuyordum ve görevim sadece yana pas vermekti. pivot da sadece ribaund almaya çıkardı. 2.03 pivotumuz vardı ama adam ile oynayamazdık. savunmada da tembelliğe itiyor alan savunması. arka 3'lü hiçbir şey yapmıyor neredeyse.

    ama hem alan savunmasını yasaklayıp hem de ikili sıkıştırmayı ve pick and roll oyununu yasaklayınca ortaya çirkin görüntüler çıkıyor;

    https://www.youtube.com/watch?v=3XbfW1m-hj0

    https://www.youtube.com/watch?v=XQH0GDmH6GY

    https://www.youtube.com/watch?v=7NJyu1j1Vno

    bu görüntüler skandaldır. izlerken çıldırdım. evet bir dönem herkes alan savunmasının olmaması için çok uğraştı ama bu mudur yani? oyunculara pick and roll öğretmezsen, ikili sıkıştırma karşısında top saklama becerisini vermezsen yada yetenekli oyuncuyu sadece bir kişi ile tek pota maç yapmasını sağlarsan bu çocuklardan ne çıkmasını beklersin? kim yetenekli ise ver topu o oynasın mıdır basketbol? yada dandik bir altyapı maçını kazanmak bu kadar mı önemli? basketbolcu yetiştirmek mi amaç yoksa maç kazanmak mı? yada diğer 4 oyuncu bu sporu nasıl sevecek? çocuk gitmek istemez maça. oynamıyor ki istesin zaten.

    bu kurallar seneye kalmaz umarım. alan savunmasının olmamasına dediğim gibi sıcak bakıyorum ama diğer kurallar resmen skandal. bu sporu sevecek çocuk kalmaz bu kurallarla.

    edit:imla
  • 24
    pivot yok, 34'üne merdiven dayamış semih erden haricinde 80 milyonluk ülkede üst seviye basketbolda fark yaratabilecek pivot yok.

    ciddi bir kıtlık var ülke basketbolunda pivot konusunda. türkiye a milli basketbol takımı 5'ine adını gözümüz kapalı yazabileceğimiz tek adam semih şu an. sertaç şanlı da fena durumda değil, özellikle son 3-4 ay iyi aşama kaydetti fakat bir yere kadar. ömer aşık'ın hastalığı bizi büyük sarstı ne yazık ki, oysa varlığı bizi birçok açıdan rahatlatacaktı hatta milli takıma seviye atlatacaktı ama işte...

    bir zamanlar şu isimlerden oluşan bir pivot havuzuna sahiptik, alfabetik sırayla; asım pars, ermal kuqo, furkan aldemir (dev hayal kırıklığı), hüseyin beşok, kaya peker, mehmet okur, ömer, semih... daha eskiden tamer oyguç vb. hadi hepsini geçiyorum, ülke basketbolunda bir fatih solak gerçeği vardı, adamla sürekli dalga malga geçilirdi. iddia ediyorum koyalım şu anki milli takıma, milli takım pota altı caydırıcılığı noktasında seviye atlar. işte tam olarak böyle yoksun bir yerdeyiz pivot konusunda.

    7-8 yıl kadar önce şutör guard ve kısa forvet açlığı çekiyorduk. ibrahim kutluay'ın ve serkan erdoğan'ın basketbolu bırakması sonrası elde skorer ve şutör guard kalmamıştı. hidayet türkoğlu'nun yokluğuysa bizi çok güçlü olduğumuz bir pozisyonda o biçim bitirmişti. şimdi buralarda iyiyiz, hatta son derece kaliteli bir rotasyona sahibiz fakat gelin görün ki problem 5 numarada artık, türk basketbolu olarak yıllardır en övündüğümüz oyuncu pozisyonu belki de.

    hep böyle gitmeyecek elbette, gün gelecek milli takımın yine üst düzey bir pivot rotasyonu olacak ama bakalım ne zaman, soru bu. bizim zaten ülke basketbolu olarak sıkıntımız hep bu oldu; bir yerimiz çok güçlüyse diğer yanımız kısırdı, diğer yanımız dopdoluysa bir yerimiz batıktı. bir türlü ortayı bulduramadık. buldurur gibi olduğumuz dönemlerde ise başarılı olduk.

    (bkz: eurobasket 2001)
    (bkz: 2006 fiba dünya basketbol şampiyonası)
    (bkz: 2010 dünya basketbol şampiyonası)

    ileriki yıllar için ragıp berke atar ismi cepte. umarım en elitler tablosuna dahil olur çok çalışıp ve yine umarım sonu ege arar'a benzemez.

    ekleme: sonradan aklıma geldi, ömer yurtseven'den beklentimiz var fakat onun da milli hizmet gibi bir gayesi yok gibi, çağrılmasına rağmen katılmıyor milli kamplara. enes kanter ahmağına değinmiyorum bile.
App Store'dan indirin Google Play'den alın