• 3053
    türkiye'nin gelmiş geçmiş en başarılı kulübü. kendimi bildim bileli bu nadide kulübün taraftarıyım. şu ömrümde bana yaşattığı onca duygu için çatısı altında forma giymiş, yöneticilik yapmış veya başka bir görev yapmış herkese teşekkürlerimi sunarım.

    ve umuyorum ve gönülden inanıyorum ki sezon sonu 4. yıldızı takmaya hak kazanacak kulüp olur.
  • 3054
    bir ülkenin bir coğrafyanın bir umutsuzluğun kaderini yenmiş takımdır.futbol sadece futbol değildir ya.bir çocuğa da anca öyle anlatırsın bir ülkenin kaderi nedir,neden avrupa hep örnektir,bizim insanımız niye biraz ezikler kendini dışarıyı görünce.babam da öyle anlatmış işte seni.iyi ki anlatmış.ben de umarım bir gün anlatabilirim çocuğuma bir topun üç direğin arasından geçmesi neden bu kadar önemli.
  • 3055
    tabii ilk galatasaray kelimesi babadan geçti kulağa. aşinalık dayıdan amcadan değil, direkt babadan. o yüzden güçlü bir bağ oldu...o dönem sokakta top oynardık, cine5 vardı, ardından tele10 eksik olmadı hiçbiri evimizden. babam futbol sevdalısı olduğu için, seninde kahramanın sarı kırmızı formayla sahada oynayan adamlar oldu.
    büyüdükçe, daha başka geldi renkler. koyulaştı. iki taşın arasına top sokmaya çalıştığım oyun, büyüdükçe başka bir hal aldı. efsane kadro ayhan mustafa sarp barışlı ortasahalı sezonda bıraktım ben bir kenara futbol izlemeyi. tabii okulda başladı, gurbette okuyorduk. altyazılardan takip ediyorduk sadece.
    tek vazgeçemediğim alışkanlığım bilgisayar oyunlarında yükler yüklemez ilk maçımı galatasarayı alarak yaptım...taa ilk fifa 99dan beri..konu dağılmasın, toplayalım...
    selçuk inan diye bir adamı izledim stadda, manisada. hayran kaldım ona. o sezon da trabzonspora gitti zaten. keşke galatasaraya gelse dediğim zamanlardı...geldi..ben takıma ısındım. büyüdükçe, ayırdığım zamanın değerli olduğunu farkettikçe, kör dövüşü futbolu izlemek izlemekten vazgeçmiştim. selçuk geldi o sezon galatasaraya.
    heh dedim tamam, hem sevdiğim forma, hem sevdiğim adam...
    belki siz yadırgayacaksınız, ne biçim galatasaraylısın la, topçuya mı bağlı diye. değil elbet, ama ben o formanın o kalitesizlikte sahada olmasına tahammül edemiyorum. romantik olamıyorum bu konuda... selçuk, kendime benzettiğim bir adam. belki ondan böyle baktım. fatih terim faktörü de üstüne lezzet kattı elbet. dünyadaki tek teknik direktör zannettiğim adamdı fatih terim.
    dedim heralde bu sene, tam bu sene. girdim futbola tekrar. tekrar futbol çekti beni. istanbula döndüm, her maçı izlemeye başladım. sözlüklerde yorumlar yapmaya başladım. artık ilgiliydim. oldu, oldu bu güne geldik...
    galatasaray... mavi star logolu şampiyonlar ligi maçlarıdır benim için. hagi sevdirdi, şimdi diğer kaliteli ayaklar sürdürüyor... çok uzattım. aslolan galatasaraydır.
  • 3058
    yaş ilerliyor, dünyaya bakış açımız farklılaşıyor, bazı konularda uzmanlaşıyoruz belki; kimimiz ekmek parası peşinde, kimimiz ünvan peşinde, kimimiz zaten şanslı doğmuş para derdi yok, kimimiz ise hırsla daha çok servetin peşinde. stadyumda yerlerimiz farklılaşıyor belki, kimisi locada, kimisi kale arkasında aynı heyecanı paylaşıyor ya; rasyoneliteye boğulmuş bu nafile hayatlar belki de duygularıyla sayende anlam buluyor. yenil üzülelim, gerçekten de yenil üzülelim. canın acıması da hayatta olmaya aittir. hissetmektir. kazandığında donduralım bi'çare hayatlarımızı, sevginle mutlu olalım. ne sen bizi bırak, ne biz seni. bu fani hayatta hep 'aşk'ta kaybolalım.
  • 3062
    küçükken iki sene yazın galatasaray'ın adadaki yüzme kampına gitmiştim. hayal meyal hatırlasam da aklımda kalan güzel ayrıntılar var. bu ayrıntılardan biri de her akşam söylediğimiz galatasaray marşı. gün içinde bir çok aktivite yaptıktan sonra her gün kampı galatasaray marşıyla bitirirdik. o meşhur rerere rarara'yla. o zamanlar karıştırırdım sözleri, tam anlamazdım ne anlattığını marşın. galatasaray ruhumuz tek burcumuz diye söylerdim ama ne anlatıyor ne diyor düşünmeden söylerdim. küçüğüm tabi anlamıyordum. kültür simgesi galatasaray bölümünü de türk'ün simgesi diye söyledim uzun süre. şimdi anlıyorum ne kadar da güzel sözlermiş. orda galatasaray'ın bir spor kulübü değil bir kültür olduğunu öğrenmişim ben. orda içime işlemiş galatasaray. orda hayatım, yaşam tarzım olmuş.
    uzun yıllar basketbol oynadım, onlarca madalya, onlarca ödül kazandım ama 8-9 yaşlarında galatasaray adasında kamp sonunda verdikleri o madalyayı hep en baş köşede saklarım. artık boynumdan geçmiyor, küçük geliyor ama üstündeki o arma her zaman bir beden büyük gelecek gelmeyecek bu dünyaya.
  • 3063
    gelisen sosyal medya duzeniyle beraber taraftarlarin cok daha yakindan takip etme sansina sahip oldugu kulup. iyi mi kotu mu bilinmez ama beni fazlasiyla rahatsiz ediyor bu durum. hani klise bi deyis vardir, her gun manti yersen mantidan sikilirsin diye. galatasaraydan sikilmak mumkun degil tabi ki ama insanlarin bu kadar hayatlarina sokulmasi, en azindan bu durumun kolaylastirilmasi sari-kirmizi yi hayatin anlami degil de sadece iki renkten ibaretmis gibi gosteriyor. keske biraz ulasilmaz olsa da tek askimizin kiymetini bilsek.
  • 3065
    ünal aysal ile birlikte yaşanan ekonomik şahlanma sayesinde her branşta büyük başarılar elde edeceğimize inancım tam. 2001-2010 arasında yaşadığımız parasal sorun döneminde bile camia olarak kenetlenip daha pahalı oyunculardan kurulu rakiplerin elinden kupalar aldık. aynı başarıyı basketbol ve voleybol şubelerimizde gösteremedik belki ama türkiye'de önce futbol konuşulduğunu da unutmamak gerekir. o sıkıntılı dönemde bile başarılı olduysak gelecek çok parlak görünüyor.

    (bkz: cimbom başı dik yürür)
  • 3066
    çocukluk hastalığıdır.
    irsidir; babadan oğula geçen.
    kara sevdadır; 14 sene bekleten.
    amaçtır; türk olmayan takımları yenen.
    vefadır; onu sevenleri üzmeyen.
    sabırdır; 16 dakika bitmek bilmeyen.
    cesarettir; 7 kişiyle 7 atan.
    ateştir; şeytana cehennemi gösteren.
    ümittir; ilk yarı 2-0'ken hiç bitmeyen.
    inançtır; ilk maçta 3 yediğini 5'leyen.
    zaferdir; alman, italyan, ispanyol, ingiliz hiç fark etmeyen.
    şahlanıştır; herkes bitti derken asla yerde kalmayan.
    haktır; sarıyla kırmızıyla alnının akıyla alınan.
    sahiplenmektir "popescu! haydi olum! haydi olum! haydi olum!" derken.
    ve ışıktır galatasaray; karanlıklar içinde birden, güneş gibi doğan...
  • 3068
    aşk değildir. aşk gibidir galatasaray. adını koyamadığım duygu topluluğu, bir kavramdır aslında. belirli bi tanımı yoktur bence, aşk gibi. akla düştüğünde tebessüm ettirir, özlettirir, kalp atışlarını hızlandırır, heycanlandırır. kıskanırsın deli gibi. bazen yaktığın bir sigaranın, bazen ise uykusuz gecelerin sebebidir. ne olursa olsun vazgeçemediğindir, kopamadığındır.
  • 3069
    küçükken ağabeyim ile aynı odayı paylaşırdık. bir ranzamız vardı. ben alt katta ağabeyim ise üstte yatardı. ne zaman kafamı kaldırsam boş sunta görmekten sıkılmış olacağım ki , bir müddet sonra en sevdiğim şey olan galatasaray ile doldurmaya başladım altını. ilk önce sarı ve kırmızı kalemler alıp logo denemeleri yaptım. ilk yaptıklarım çok başarılı sayılmazdı ama daha sonra deneme yanılma yolu ile suntanın tam ortasına gelecek şekilde oldukça büyük bir logo yaptım. her gün yeni bir şeyler ekledim , şimdi gazeteler veriyor mu bilemiyorum ama eskiden futbolcuların ufak posterlerini verirdi. suntanın bir çok yerine prekazi, cüneyt ve efsane futbolcuların resimlerini astım. gece uyumadan önce onlara bakar kendimi, onlar ile futbol oynarken hayal ederdim. küçükken belki bir çok çocuk uyumadan önce zorluk çıkarırdı ama ben koşa koşa yatağa gider hayallere dalardım.
  • 3070
    bir spor kulübü, bir futbol takımı, bir camia ya da bir tarih değil; bir karakterin ismi.
    öyleki, ne yaşanırsa yaşansın, kimler o ismi kirletmeye kalkarsa kalksın yinede o karakter silinmiyor.
    mağrur bir aslan, parçalı bir forma, kırık dökük bir metin oktay resmi, hep beyefendi yöneticileri, sahanın kenarında öfkeli bir fatih terim, sesi hiç tükenmeyecek bir metin kurt, uzaktan olan biten herşeye gülümseyen bir baba gündüz ve ilk tanıştığım anda aha oda bizden dediğim taraftarıyla...

    ve en çok teselli eden şeyde o karaktere zarar veren kimseyi çok da fazla bünyesinde barındırmamış olması...
  • 3071
    bir buçuk ay kadar önce bir cuma günü memlekete gidiyorum.manitayla görüşmeyeli haftalar olmuş.uçaktan iniyorum beni karşılamaya gelcek.deli gibi özlemişim özlemesine,kucaklaşıp sarılıyoruz.napalım oturalım mı bi yerlere diyor.galatasaray'ın maçı var,benim aklımda bi yandan o.nasıl hem manitayı mutlu edip,hem de galatasaray özlemimi dindircem onun hesabını yapıyorum. türlü şakalar şirinlikler,ikna ediyorum gidiyoruz üniversitenin sosyal tesisine maç izlemeye.ilk yarı takımda herkes dökülüyor, takımda cenabetlik kol geziyor. sahada futbol dışında bi akıllı tv videosu kıvamında olaylar. futboldan anlamayan manita eğleniyor yine de,komik geliyor ona ekrandaki naptığını bilmeyen adamlar. ama ikinci yarı başlıyor, çekilir dert değil. ne idüğü belirsiz bi şey sahneleniyor sahada. her lig maçının tamamını,özetlerini sonradan defalarca izleyen ben bile bitse de gitsek diye bekliyorum. manita iyice sıkılıyor, keyfi kaçıyor. haftalardır görüşmediğim çocuk bu maça getirdi beni diyor,tripler kavgalar.bi haftalık küslük.

    dün durdum düşündüm hangi maçtı o diye.unutmuşum. her maçını, her adamını, her golünü, her sevincini üzüntüsünü,gelenini gidenini, hocasını yardımcısını,kare kare her fotoğrafını, haberini çocuğumuz gibi, anamız babamız elimiz kolumuz gibi sevdiğimiz hissettiğimiz ezberlediğimiz bir takım vardı son iki senede.kocaman insanlar çirkin hesaplarıyla bizi öksüz bırakıp elimizden aldılar.şimdi yabancı,soğuk,ne oyuncunun ne taraftarın sahiplenebildiği,bi ay önceki maçını hatırlayamadığım bir takım ve burukluk kaldı.o yetmez gibi bir de manitayı küstürdünüz .eyvallah.
  • 3072
    günlerden 3 kasım 1999. o zamanlar daha okula bile gitmeyen, 6 yaşında, dünyadan bir haber bir çocuğum. o gün gideceğim maçın öneminden bir haberim ama bazı anılar vardır kaç yıl geçerse geçsin aklından hiç bir zaman çıkmaz, hatta hatırladıkça daha da tazelenir ve onlar bizi birbirimize bağlar. işte onlardan biriydi bu maç.

    maça babamın patronlarından haluk abi gidemeyeceği için kombineyi babama vermiş, ben, babam yine babamın patronları yavuz ve selim abi maça gidiyoruz. hava biraz soğuk. babam bütün atkıları bereleri geçirmiş üstüme, maça gidiyorum. stada girdiğimdeki heycan, o yemyeşil çimler üzerindeki futbolcuları ilk defa görmek vazgeçilmez, tarifsiz bir duygu.

    doğruyu söylemek gerekirse maçı tam hatırlamıyorum ama ümit davala'nın o penaltısını hiç unutmaycağım. numaralıdayız, tabi ki bütün maçı oturarak izledik ama o an bütün herkes ya ayakta dua ediyor ya da babam gibi penaltıya bakamıyor sadece titriyor. ümit davala o penaltıyı gole çevirdiğinde ise bir o yana bir bu yana savrularak sevindiğimi hatırlıyorum hepsi bu. dediğim gibi çok kısa ama o unutulmaz maç kafamda yer ediyor ve galatasaray sevgim başlamış oluyor.

    bundan bir kaç ay sonra 17 mayıs 2000. o muhteşem gün. aile dostumuz sinan amcalarda izleyeceğiz maçı. hala çok küçük olduğumdan uefa kupası nedir, kudreti nedir farkında değilim ama final maçına çıktığımızı çok net hatırlıyorum. babam bütün gün boyunca sigara içiyor ve " deniz bu maçı almalıyız." diyor ve bir sağa bir sola yürüyor. maç saatine yakın ablam önce benim sonra kendi yüzünü sarı kırmızıya boyuyor. maç içinde hatırladığım tek şey sinan amca ile babamın hop oturup hop kalktığı ve o efsane penaltılar. bütün herkes pür dikkat ekrana bakıyor ben ise babama. bir elinde sigara diğer eli ise tir tir titreyen ayağını durdurmaya çalışıyor ama nafile. gheorghe popescu penaltıyı gole çeviriyor ve tarifi mümkün olmayan bir sevinç. bir o yana bir bu yana koşuyorum. babam ise sadece koltuğa gömülmüş sadece ağlıyor. başka hiç bir şey yapamıyor, sadece ağlıyor. işte o zaman anlıyorum ki kazandığımız bir maçtan çok daha fazlası.

    işte böyle bir şey galatasaray sevgisi. çocukluk anılarının neredeyse tamamını oluşturan, ailenle arandaki bağları kuvvetlendiren, kendi babasının ölümünde bile ağlamaya direnen bir adamın galatasarayın zaferinde mutluluk göz yaşlarını tutmasına engel olan bir sevgi.
  • 3073
    beşiktaşlı olan babam tarafından çocukluğumda 3-5 yaş araları gibi hatırlıyorum önüme beşiktaş logosunu getiripte bu hangi takım diye en buyuk kim diye sorduğu zaman galatasaray dermişim. hani doğuştan galatasaraylı derlerya öyle birşey gibi hiçbir çaba hiçbirşey beni vazgeçirmedi. fenerbahçeli olan amcamda çok uğraştı o zamanlar fenerbahçe deodorantı falan vardı üzerime bile sıktırmıyordum amcam sıkmaya çalıştıkça kaçıyordum.iyiki galatasaraylıyım diyorum ne mucadeleler verdim sevdamın ugruna sözlük
  • 3074
    çocukluğumdan beri renklerini onurla, gururla, mutluluğuyla, hüznüyle kısacası her şeyiyle üzerimde taşıdığım takımdır. herkesin bir galatasaraylı olma hikayesi vardır. ya bir ön ayak olan vardır aile fertlerinden ya da kendi seçimindir benimkisi gibi. ama elbet bir hikayesi olanlarıda vardır. ailem fenerbahçeliydi, öyle fanatik değillerdi laf olsun diye sorana fenerbahçeliyiz derlerdi. avrupa maçlarında türk takımlarını destekleyen tipler vardır ya işte onlardan. sene 2000, günlerden 17 mayıs. 3 yaşındayım. anlamıyorum pek bir şey tabii ki. yeni yeni cümle kurmaya başlıyorum daha. evde bir curcuna, bağırışma vesaire. meraklı ve ilgili gözlerle bakıyormuşum etrafıma. popescu topun başındaymış, vurmuş gol olmuş. ilk kez bağırmışım o zaman gooooooooooool diye. o gün galatasaraylı olmuşum ben. şimdi açıp o anları izlediğimde tüylerim diken diken oluyor. gözlerim doluyor, ağlıyorum. kendi kendime 'ulan iyi ki galatasaraylıyım be' diyorum. ailem muhafazakardır, izin vermezlerdi öyle maçları gidip izlememe. kaçardım evden, koşardım yine peşinde. okulda sürekli kavga ederdim dil uzatanlara, hoş pek bir şey değişmedi. televizyonun başına koyarlarmış beni, tek oyuncağım galatasaraymış. maçı kaybedersek ağlar, kazanırsak yıkarmışım evde ortalığı. "ulan, iyi ki galatasaralıyım be!'
App Store'dan indirin Google Play'den alın