• 155
    garip bir hezeyan içerisinde olan camia. üzerlerine oynanan oyunların ne zaman başladığı veya oyunu oynayanların kimler olduğu konusunda bile bir fikir birliği yok aralarında. kimisi nedense 2005-2006 sezonundan beri üzerlerine oyunlar oynandığını söylerken kimisi bunun 3 temmuz süreciyle başladığını iddia etmekte kimisi de ali koç' mualif kimliğini nedeniyle ki ben asla kendisinin mualif bir kimliği olduğunu düşünmüyorum, fenerbahçe'nin cezalandırıldığını ifade etmekte. şimdi sevgili arkadaşlar şunu bir açıklığa kavuşturalım; türkiye'nin belirli alanlarında tekelseniz, siyasi iktidarın karşısında yer alamazsınız. söylem açısından öyle görünseniz bile iş ilişkileri dolayısıyla iktidarı size sağladığı alan dışına çok fazla çıkamazsınız. kulüpler için de geçerlidir bu durum. yoksa ligimizde neden dört büyük var? daha sonrasında buna beşinci büyük eklenmeye çalışıldı? neden şampiyon bursaspor bugün küme düştü de trabzonspor bunun yakınından bile geçmedi en kötü sezonunda bile? ya da neden büyük kulüpler ben kendimi bildim bileli borç batağında ama batmıyorlar? bu temelde siyasi erke yakın olmanın bir sonucu. bu nedenle fenerbahçe'nin daha doğrusu ali koç'un yapmaya çalıştığı şey, siyasi erk ile ilişkisi yakın olan bir kulüp başkanı olarak hatta kendi ailesinin siyasi erk ile dirsek teması bulunması nedeniyle, size bana ve bu ilişkileri az buçuk sezen herkese çok komik geliyor. çünkü net bir biçimde samimi değil. ali koç'un kendisinin de türk futbolunu kurtarmak adına bir gayesi yok. eğer öyle olsaydı buyrun tff başkanı seçimi var işte. aday olun, seçilin türk futbolunu düzlüğe çıkarın. aday olacak mı peki? tabi ki hayır. ali koç'un istediği tek birşey var; o da başarısız gözükmemek. kişisel tatmin elde etmek ya da tatminsizlik duygusunu ortadan kaldırmak. sadece bazı fenerbahçelilerin yarım ağızla söylediği büyük başkan sıfatını hak etmek. çok para harcadığı oyuncağının ise yaradığını, faydasız biri olmadığını göstermek. psikolojik olarak bunlar gayet anlaşılabilir şeyler. ama benim anlayamadığım husus bu uğurda hiç yapmaması gereken birşeyi yapmış olmasıydı; galatasaray'ı durduk yere kendisine düşman olarak ilan etti. o zaman da aklıselimin aklına şu soru düşüyor; sen türk futbolunu mu değiştirmek istiyorsun yoksa rekabeti yok edip tekel olmak mı? altı yılın sonunda geldiğimiz nokta ve bu sorunun cevabı çok açık. ama yine seçtiği yöntem ve bunu uygulama biçimi yok çiğ ve ne yazık ki samimi değil. rekabeti kendi takımını oynatmayarak, rekabete dahil olmayarak yani yokluğunla karşı tarafı "yola getirmeye" çalışarak bitiremeyeceğini düşünemeyecek kadar gerçeklerden kopuk bir görüntüsü var kendisinin. yarattığı bu çift başlı düşman- bir başı tff diğer başı galatasaray- çoğu insan tarafından içten bir şekilde kabul görmüyor çünkü. zaten galatasaray taraftarı asla böyle birşeyi kabul etmeyecek olsa da bir kısım fenerbahçe taraftarı da olan bitenden memnun değil. çünkü rekabetten çekilen taraf olmak hiçbir zaman iyi birşey değildir. bu nedenle stada 30 bin kişi de toplamış olsa ne kendisi ne de oradakiler asla ligden çekilelim oylaması yapamayacaklardı. yapsalar bile çekilme yönünde karar çıkmayacaktı. bunun bir çözüm değil bir yok oluş olduğunu ve anlamsızca bir yok olacağını içten içe biliyorlardı. bu da kendilerini alternatif çözümler üretmeye ve yine yan yollara sapmaya itti. işte süper kupa rezilliği ve türkiye kupasına katılmama kararı da bunun bir sonucu. siyasi erkin çizdiği sınırların içerisinde kalarak mevcut sınırlarını genişletmeye çalışmak. bunu yaparken futbolun asli unsuru olan futbol oynamayı insanların elinden alarak en büyük kötülüğü kendisine ve taraftarına yaptığının bilincinde olmayarak hem de. eh ne diyelim fenerbahçe camiası denilen oluşum umarım bir ortak akıl ortaya koyar ve bu diktatörel yönetimden kendisini kurtarabilir. gerçi yüz yıldır tekel yönetmekten başka aksiyon almayı bilmeyen bir gelenekten gelen birine bunu yapmak çok zor olsa da umarım bunu başarabilirler. biz de özlemini çektiğimiz sakin rekabete yeniden kavuşuruz. hiç umudum olmasa da....
App Store'dan indirin Google Play'den alın