• 76
    geçen senenin kötü geçmesinin tek nedeninin servet çetin olduğunu düşünen galatasaray taraftarından bir farkı yoktur. lorik cana'nın iyi bir futbolcu olmadığını herkes gördü zaten geçen sene. yani sayın çakır'ın bu kadar abartmasının anlamı yoktu. 3 maç üst üste kazanabilseydik toparlanma sürecine girebilirdik ama cana'nın hataları buna mani oldu deseydi makul bir açıklama olabilirdi.
  • 77
    yabancı düşmanı olduğunu düşünüyordum, şu açıklamaların ardından (bkz: #729904) bir kez daha sağlamasını yapmış oldum.

    geçen seneki takım malum. barış'lar, sarp'lar, aydın'lar, serkan'lar, leasing'le gelen misimovic'ler, yok pahasına satılan elano'lar ve şu anda kadroda bulunan; belli oranda moral seviyesi çökmüş oyuncular vardı takımda. üstüne üstlük tamamiyle bir kaos ortamı mevcuttu. stat açılışında ki problemler, lig bitmeden göreve getirilen 3. antrenörler ve daha birçok küçük çaplı sorun hakimdi vs. vs.

    yani böyle bir ortamda, ''kim geçen senenin sorumluluğunu tek bir yabancıya yükler acaba?'' diye sorsalar, anında ahmet çakır derdim ki, yanıltmamış sağolsun.

    bir oyuncu belli oranda yetersiz olabilir, bu kabul edilebilir bir durum ama senin takımında sistem ve futbol adına hiç bir zerre ortada yokken, ''efenim geçen sene cana vardı da, onun yüzünden bütün takımın eli ayağına dolaşıyordu'' demek, hangi.. diye devam edersem belalı entry'e girecek olay, o yüzden pas geçiyorum bu seferlik.
  • 78
    hakkında "yabancı düşmanı bir faşisttir" yazdığım entry silindi. sözlükte de çok fazla tepki aldım. zaten bu tepkiden sonra silindi o entry de. fazla tepki alan entry'ler uçuyor nedense. coşkun özarı için aylar önce yazdığım bir entry eskiden nitelikli oluyor da mesela özarı öldükten sonra o entry niteliksizleşiyor. hıncal uluç için de "ölse üzülmem yazmıştım" uluç öldükten sonra o entry de uçar. eminim. ya da bu entry'yi ihbar kabul ederler, bilemem. ölü sevmek gibi adetlerim yok.

    neyse, geçelim:

    bugün geçen sezonun kötü geçmesinin nedeni olarak lorik cana'yı göstermiş. ben başka bir şey demiyorum...

    hümanist ve enternasyonalist spor yazarı. taşralı değil. taşralı kafası yok kendisinde. bilakis gerçek bir avrupalı gibi düşünüyor. yani hayatında okul görmeden almanya'ya inşaat işçiliği yapmaya giden yirmi otuz yaşındaki köylüler bugün ne kadar avrupalıysa o kadar avrupalı, o kadar şehirli, o kadar medeni.
  • 80
    hıncal uluç'un bir değişik modeli.

    bu ikisini türk sporundaki çarpıklıklar, düzen bozuklukları, organizasyonlardaki aksaklıklar, kanalların ve gazetelerin yayın politikalarındaki tutarsızlıklar ve beceriksizlikler, vs... konusunda saatlerce konuştur, otur dinle, öğren ve ufkun açılsın.

    ama ne zaman ki o yeşil sahanın üzerinde olan bitene bulaşıyorlar, önyargıları, dikkat çekme çabaları falan filan, tarafsızlıklarının ve gerçeklerin önüne geçiyor. futbol, olan bitenin çözülmesi ve anlaşılması açısından o kadar da zor bir oyun değil. sürekli izleyen her futbolsever, kim iyi, kim kötü, takımdaki sorunlar neler, iyi yönler neler görür zaten. ama mesela bir futbolcuyu bir şekilde çok severseniz, onun yetersizliklerini görmek istemeyebilirsiniz. bir diğerinden çok nefret ederseniz, onun her hatası gözünüzde gereğinden fazla büyür. faşistseniz, size göre her problemin kaynağı yabancılardır.

    işte böyle futbol. tarafsız bakabilen gözler ancak tam olarak görebilir gerçekleri. ama ahmet çakır tarafsız değildir.
  • 83
    --- alıntı ---

    yaptığım işlerle övünmek gibi bir huyumun olmadığını okurlarım biliyor. hatta yazdığım kitaplar arasında rıza çalımbay'ın beşiktaş'taki 20 yıllık futbol hayatının bulunduğunu unutacak kadar böyle bir duygudan uzağım...

    ancak galatasaray ve türk futbolunun gerçek efsanesi metin oktay'la ilgili bir kitap yazabilmiş olmaktan dolayı son derece mutlu ve gururluyum. biliyorsunuz, bizde buna benzer konularla ilgili olarak sadece konuşulur. iş yazmaya geldiğinde ortalıkta kimseyi bulamazsınız.

    metin oktay, oynadığı futbol ve attığı gollerin yanı sıra centilmenliğiyle de sadece galatasaraylıların değil, bütün ülkenin sevgilisi olmuş bir örnek adam. ancak benzeri birtakım yıldızlar gibi onun hakkında da tek kitap yoktu.

    haksızlık etmeyelim, jübilesinde metin adlı bir kitap hazırlanmış. kendisi de top ve ben adlı bir kitap yazmış ama bunları kütüphanelerde bile bulmak mümkün değil. ayrıca 'kral için bütün yapılabilen bu kadar mı olmalıydı?' sorusu ortalıkta duruyor.

    galatasaray'da genç kuşaklar metin oktay sevgisiyle şu ya da bu şekilde tanışıyorlar ama onun kim olduğunu ve neler yaptığını tam olarak bilmiyorlar. internetteki bilgilerin önemli bölümü bir yerlerden aşırma ve haliyle kaynaktaki yanlışları tekrar ediyor.

    bütün bu saçmalıklardan kurtulabilmek ve kral'a hakkı olan değeri verebilmek için elbette ki yapılması gereken pek çok iş var. galatasaray kulübü bunun farkında ve bunları yapmaya çalışıyor. metin oktay'a transfer ücreti olarak verilen chevrolet aracı bulup müzeye koyma çabası da bunun bir örneği.

    1962-63 sezonundan itibaren rahmetli metin ağabeyi seyretme olanağını buldum. elbette ki bugünkü gibi bilinçli bir izleme sözkonusu değildi ama onun değerini ve önemini anlamak için görmeden bakmak da yeterliydi. bu kitap da benim ona kişisel borcum sayılırdı.

    başta ahmet selim ve ömer madra olmak üzere onun hakkında yazmış olan pek çok metin oktay severin katkılarından yararlandığım kitabın, ona olan borcumuzu ödeme konusunda denizde damla kabilinden bir katkısı olabileceğini düşünüyorum.

    günün birinde herhangi bir nedenle metin oktay'la adımın yan yana yazılabileceğini hayal etmem bile mümkün değildi. böyle bir mutluluğa eriştiğim için bulutların üstündeyim. buna dayanarak köşemi biraz kendim için kullanıyormuş durumuna düşmemi hoşgörürsünüz umarım.

    --- alıntı ---
    kimse yazdı mı bilmiyorum ama metin oktay'la ilgili kitap çıkarmıştır. böyle çalışmalar görmek sevindirici
  • 90
    ahmet çakır'ın zaman gazetesindeki yazısı:

    --- alıntı ---

    sadece sonuç değil her şey sıfırdı

    mardan stadı daha önce gitmediğim bir yer değil.

    kaldığım otelde oraya ne kadar zamanda ulaşabileceğimi sorup da "15-20 dakikada gidersin" yanıtını alınca "allah allah! nasıl oldu da böyle yakına geldi" diye meraklanmıştım.

    vakitlice çıkmış olsam da stada ulaşabildiğimde maçın epeyce bir bölümü oynanmıştı. bu stada kusur bulmaya çalışanlardan değilim. tam tersine soranlara orayı "tablo gibi stat!" diye anlatıyorum. gelgelelim, tarlaların arasında, bazı arkadaşların biraz haksız olarak patika yol diye adlandırdığı yerden gitme zorunluluğu işi işkenceye çeviriyor.

    antalya'nın bu tür talihsizlikleri değil, sürekli hale gelmiş perişanlığı bir türlü aşamayışı da insana acı veriyor. olsun, biz binlerce takımın buraya geldiği yolundaki masallarla avunmaya devam edelim. dünyanın en güzel kentlerinden birinin doğru dürüst stadının olmayışı ayıbını üstlenmeyip hep başkalarını suçlayalım.

    maçla ilgili olarak söylenebilecek fazla birşey olmadığından bu faslı uzunca tuttum. toparlanma döneminde bir arıza yaşamak istemeyen cim bom, engin'le kazım'ın yerine oynayan aydın ve baros'tan gerekli verimi alamayınca tıkanıp kaldı. ikinci yarının başında bolca kazandığı köşe atışlarından da iş çıkaramayınca "bu takım nasıl gol atacak?" sorusu sahipsiz kaldı.

    sarı kırmızılı takım geçen sezonun en utandırıcı maçlarından birini burada oynamış ve yediği 3 gole hiçbir tepki vermeden geri dönmüştü. bu takım ondan ne kadar farklı olduğunu 6 haftada gösterdi ama bununla yetinmek mümkün değil. başkaları çok daha fazlasını yapabiliyorken...

    iki takımın içinde bulunduğumuz acı dolu günlerde sanki birbirlerini üzmek istemez gibi oyunları futbolun gerçekleriyle bağdaşan bir durum değildi. haftalardır kaybeden evsahibinin durumunu anlamak mümkündü ama galatasaray'ın 5 günde bu kadar düşmüş olması şaşırtıcıydı. kenarda baros da olmayınca terim önce riera, sonra sercan ve emre çolak çaresizliklerine mahkum göründü. üçünün de sonuca gitme yolunda en küçük bir katkısı olmadı.

    engin'in olmadığı bir kadroda ilk yer bulması gereken adam gibi görünen yekta'nın yedekten bile giremeyişi şaşırtıcıydı. bundan daha büyük sürpriz, antalyaspor'un ikinci yarıda rakip kaleye tek gidişinin de gole dönüşmesiyle oluşacaktı. ali tandoğan'ın müthiş şutunda muslera 'ben buradayım' dedi.

    geçen hafta sarı kırmızılı takım bursaspor'la birlikte sezonun şu ana kadarki bölümünün belki de en güzel maçına imzasını atmıştı. bunu da sezonun en kötü maçının adayları arasına rahatlıkla yazabiliriz.

    --- alıntı ---
  • 91
    6 kasım 2011 tarihli zaman gazetesindeki yazısı.

    --- alıntı ---

    çifte bayrama elmander engeli

    sabri'nin ortaalanda oynatılmasının yararlı bir uygulama olmadığı defalarca ortaya çıktı. bunu hemen her hoca yaptı ve sonuç hep kötü oldu. üstelik onun burada oynatılmasının iki yönlü bir sıkıntısı var. birincisi, rakip takım sizin çekindiğinizi fark ediyor ve daha rahat oynamaya başlıyor. ikincisi, sabri ile oyun karman-çorman oluyor. bundan da elbette ki sorun doğuyor.

    geçen hafta deplasmandaki kayserispor galibiyeti, bu hafta fenerbahçe'nin yenilgisi gibi etkenler galatasaray taraftarını çifte bayrama hazırlamıştı. zeminin kısa zamanda yenilenmiş olması da umut verici bir başka gelişmeydi. (peki, ali dürüst gibi deneyimli bir yönetici niye bu zeminin yenilenmesinin mümkün olmadığını söylemişti? geçelim.)

    galatasaray haftalar ilerledikçe bazı sorunlarını çözüyor ama riera ve sercan bunun dışında. onlar, gereksiz transferlerin takımı nasıl çökerttiğini kanıtlamaya çalışıyor! riera'nın bitikliği ve sercan'ın yetersizliği insanı hayrete düşürüyor. ispanyol futbolcu, hücumda hiçbirşey yapamayışının yanında penaltıya yol açan bir hatayla herkesi çıldırttı. neyse ki önce sarı kartla bu derdin savuşturulması, sonra da muslera'nın kurtarışı bu derdin faciaya dönmesini önledi.

    en büyük sorun cim bom'un takım halinde hareket edemeyişi ve çabukluktan da yoksun oluşu. hücuma çok yavaş çıkılıyor. oyun haliyle sete dönüştüğünde de hiçbir beceri ortaya konulamıyor. o zaman gol, duran toplara kalıyor. yani gol konusunda takım henüz inşallah maaşallah çizgisinin ötesine geçebilmiş değil.

    bu sorunlu ve sıkıntılı oyuna terim kaçınılmaz iki değişiklikle müdahale etti. kayserispor maçının yıldızı emektar ayhan ve sercan'la hiç değilse taktik anlaşılır hale geldi. yorumcu arkadaşlarımız rakamları dansettirme zorunluluğundan kurtuldu. 4-4-2 oyuncular için de anlaşılabilir bir oynama şekliydi.

    sercan'ın yetersizliği bilinmeyen bir durum değil. ancak ona elmander de fena halde katılınca cim bom tek puana dua edecek hale geldi. isveçli oyuncu ilk yarıda eboue'nin getirdiği topla birlikte ikinci yarıda mutlak gollük iki pozisyonda daha ayhan ve selçuk'un emeklerini ziyan etti, takımını da yaktı.

    mersin idman yurdu baştan sona etkili ve akıllı bir futbol oynadı. arena'dan 3 puanla da çıkabilirlerdi. ilk yarıdaki penaltı ve ikinci yarıda enduka'nın topu boş kale yerine üst direğe yollaması maçın en önemli iki olayıydı. nurullah sağlam son dakikaya kadar galibiyeti kovaladığını kamanan'ı bek olarak oyuna almakla da gösterdi. bu nedenlerle hakem kararıyla onları galip bile ilan edebiliriz.

    sarı kırmızılı takım zirveye çok yaklaşma şansını bir kez daha kullanamazken terim'in daha epeyce uykusuz gece geçireceği de ortaya çıktı. galatasaraylılar bayramı da ezeli rakipleri gibi keyifsiz geçirecekler. zaten bunu sürekli yapıyorlar. o zaman sizlere iyi bayramlar deyip noktalayalıım.

    --- alıntı ---
  • 92
    08.12.2011 tarihli zaman gazetesindeki yazısı.

    --- alıntı ---

    muhteşem cim bom

    elbette ki bu maçın gençlerbirliği karşılaşmasından farklı olacağı biliniyordu ama bu kadarını en fanatik galatasaraylılar bile beklemiyordu. sarı kırmızılı takım ikinci yarının başında 10 dakikalık bölüm dışında uzun yılların en müthiş fenerbahçe maçını oynadı. her bakımdan istediğini de elde edip zirveye ulaştı.

    tribünleri dolduran ve nefis şovlarıyla takımlarını hareketlendiren sarı kırmızılı taraftarlar gerçi ilk yarım saatte kaçırdıkları mutlak gollük pozisyonların çokluğu nedeniyle biraz gerildiler ama öylesine ezici bir üstünlük sözkonusuydu ki istedikleri mutlaka olacaktı. nitekim oldu da...

    böylesine mutlak bir üstünlüğün, akılla bütünleşen hırsın ve engel tanımaz kazanma isteğinin önünde durmak mümkün değildi. sarı kırmızılı takım destansı ilk yarıyı iki golle süsleyip işi bitirdi. fenerbahçe ise ezeli rakibi karşısında neye uğradığını anlamakta zorlanır gibiydi.

    fatih terim'in emre çolak tercihi sanki sihirli bir dokunuşa dönüştü. riera mızmızlığından kurtulan takım müthiş bir patlamayı gerçekleştirdi. kaptığı topların yanında, hiç yabana atılmayacak oynama becerisiyle nihayet bekleneni verdi. onunla birlikte eboue, elmander ve melo da maça damgasını vurmakta kararlı olan adamlardı. oynadıkları futbol ve attıkları gollerle üçü de galatasaraylı oldu.

    eboue'nin akıl ve beceri dolu golü maçın en güzel hareketiydi. bilica'nın neredeyse süreklilik arzeden hataları ve öteki savunma dağınıklıkları ikinciyi de getirdi. fenerbahçe ikinci yarıya stoch hamlesiyle epeyce etkili başladı ama öteki galatasaray maçlarında hep yanlarında buldukları şans etkeni bu kez biraz uzaklardaydı. etkili göründükleri bölümde stoch'un direkten dışarı giden şutu dışında rakipleri için endişe verici birşey yapamadılar.

    buna karşılık sarı kırmızılı takımın ikinci çıkışında bulduğu köşe atışında melo'nun şaka gibi golü artık bu maçın dönülmez noktasını vurguluyordu. gece cim bom'undu. acı çekme sırası rakibindeydi. oyun bittikten sonra gelen golün teselli olacak bir yanı bile yoktu.

    galatasaray hem fizik hem psikolojik olarak bu maça çok iyi hazırlanmıştı. ezeli rakibine soluk bile aldırmadı. geçen sezon çekilen büyük acının ardından övgüye değer derecede kısa sürede ayağa kalkan ve zirveye yükselen sarı kırmızılı takımda bu müthiş sıçrayıştaki payı nedeniyle terim'i de alkışlamalıyız.

    maçın güzel yanlarından biri de saha içinde ve dışında herhangi bir gerginliğin yaşanmayışı oldu. karşılaşma sonrasında başta alex olmak üzere sarı lacivertli oyuncuların rakiplerini kutlamaları özlenen türden bir davranıştı. çok şükür, sadece futbolun konuşulabileceği bir derbi izleyebildik.

    --- alıntı ---
  • 93
    12.12.2011 tarihli zaman gazetesindeki yazısı.

    --- alıntı ---

    yükselme devri

    fenerbahçe'den sonra trabzonspor'u da geçip liderliğini pekiştiren galatasaray'ın yükselme devrinin başladığını söylemek kehanet olmaz.

    yakın geçmişteki öteki başarısızlıkların yanında büyük maç kazanamama konusunda da rekorlar kırmış takımın ligin en zor iki maçını neredeyse güle oynaya geçmiş olması başka türlü nitelenemez ve her türlü övgüyü de hak eder.

    açıkçası bunda trabzonspor'un lille karşısında verdiği mücadeleden doğan yorgunluğunun maç içinde bitikliğe dönüşmesi de büyük bir etkendi. daha maçın başında gelen gol, devre biterken bir daha ve ikinci yarının başında zokora'nın atılışı maçı zahmetsizce erken bitiren kırılma anları oldu. selçuk'un eski takımına attığı serbest atış golü, maçın en güzel hareketiydi.

    özellikle zokora'nın kırmızı kart görmesi evsahibi takımı tamamen çökertti ve belki de iki takım arasındaki rekabetin tarihinde hiç yaşanmamış türden bir son yarım saat oynanmasına yol açtı. öyle sanıyorum ki elinde böyle bir yetki olsa hakem 70. dakikada maçı, 'kimseye daha fazla eziyet etmeyelim' diye bitirirdi! tabii başka bir durumda bu kırmızı nedeniyle müftüoğlu'nun başı ağrıyabilirdi ama bu maç için pek kimsenin birşey söyleyebileceğini sanmıyorum.

    aslında bordo mavili takım 10 kişi kaldıktan sonra bir sıçrama gösterebilirdi çünkü galatasaray'da birkaç oyuncu birden maçı bıraktı. özellikle kazım'ın anormal hareketleri, emre çolak'ın da böyle oynamaya yatkınlığı, melo'nun da benzer işlere meyilli oluşu başka bir rakip tarafından fena halde cezalandırılabilirdi.

    gelgelelim trabzonspor'da serkan balcı'dan başka bir oyuncunun yürüyecek hali yoktu! epeyce geç giren alanzinho da karşısında sarı kırmızılı takımın en ciddi adamlarını bulunca yapılabilecek birşey kalmadı. zaten kendi kalecisinin suratına su atan taraftarın önünde oynama eziyeti de trabzonspor'un bir başka sorununu oluşturuyordu...

    koskoca ikinci yarıda adına futbol denilebilecek hiçbirşey olmadı. sarı kırmızılı takım uyguladığı baskıyla rakibine ayağa kalkma imkanı vermezken bu bölümde melo'nun kaçırdığı fırsat, ona italya'da verilen unvanı hatırlatacak nitelikteydi! 10 kişi kalan rakibi karşısında sarı kırmızılı takım halı saha futbolu oynamayı yeğledi, golü pek düşünmedi. bunu rakibine saygıdan yaptıysa diyecek yok.

    geçmişte milli takım'da yer bulabildiği halde şimdi terim'in galatasaray'da birkaç dakika bile yer vermediği ceyhun'un, tolga'nın da yardımıyla üçüncü golü atması, ikinci yarının belki de tek ilginç gelişmesi oldu. cim bom son iki maçtaki futbolu ve aldığı sonuçlarla 'artık bu ligde hiçbir zirve hesabı bensiz yapılamaz!' dedi.

    --- alıntı ---
  • 94
    04.01.2012 tarihli zaman gazetesindeki yazısı.

    --- alıntı ---

    vay çolak vay!

    maç emre çolak'ın nefis golüyle başlayınca sarı kırmızılı taraftarlar ligin ilk yarısında yaşadıkları keyfin aynen süreceğini sanmışlardı. ancak istanbul bşb hiç de kolay teslim olmayacağını çok çabuk gösterdi.

    gerçi muslera'nın yediği gol onun en iyi dönemlerinde bile böyle hatalar yaptığını gösterecek türdendi ama ilk 45 dakikanın mutlak egemeni olan rakip takım bundan çok daha önemli pozisyonlar buldu. onlardan birini hatta ikisini de atabilirdi.

    ilk yarının sonu yaklaşırken galatasaray'ın bu maçı kazanabileceğini düşünen kişi sayısı epeyce azalmıştı. webo'nun gördüğü kırmızı kartın doğruluğu yanlışlığı bir yana elbette ki onlar için yıkıcı bir durumdu. ancak bunun sonrasında bile istanbul bşb oyundaki etkinliğini sürdürdü ve gole daha yakın taraf olarak göründü.

    bir melo'nun yokluğunun sarı kırmızılı takımı bu kadar düşürmesi şaşırtıcıydı. onun yerine engin'in oynamaya çalıştığı futbol geçersiz, selçuk'un çırpınışı yetersizdi. hakan balta'nın kötü oyunu da buna eklenince sarı kırmızılılar maçı yürekleri ağızlarında seyretmek zorunda kaldılar.

    kazım, baros ve elmander'in devre arası tatilini saha içinde sürdürür göründükleri maçın ilk yarısında sarı kırmızılı takım neredeyse hiç pozisyon bulamadı. üstelik emre çolak belki de sezonun en iyi maçını oynuyordu ama ona katılma isteği duyan yok gibiydi. rakibin bilinçli ve dengeli oyunu galatasaray'ı sıkıntıya soktu.

    doğrusunu isterseniz ikinci yarıda da durum fazla değişmedi. neyse ki emre çolak maça damgasını vurmaya kararlıydı. neredeyse tek başına attığı ikinci golle takımını ayakta tuttu. sonrasında da hem top kullanma becerisiyle hem de olağanüstü çabasıyla rakibin bir dert çıkarmasını önleyen adam oldu. kısacası, maça damgasını vuran bu genç adamdı. emre çolak, birkaç yıldır beklenen patlamayı bu maçta yaptı demek abartı olmaz.

    ona biraz da engin'in katılmasıyla sarı kırmızılı takım istediğini aldı ama taraftarını pek de mutlu edemedi. çünkü ligin ilk yarısının son bölümündeki parlak maçların yanında dün akşamki oyun keçiboynuzu gibi kaldı. yine de kazanmanın önemi açık. hele sizi yenilgi acısıyla lige başlamak zorunda bırakmış bir rakip karşısında bundan fazlasını beklemek de gerçekçi olmazdı.

    en çok göz tırmalayan durum, eksik rakip karşısında topu kanatlara taşıma becerisinin gösterilememiş olmasıydı. tamam iki kanat bu takımın zayıf görünen yanı ama çok basit pasları yapamayıp sürekli top kaybederek oynamaya çalışmak geçen sezonun lorik cana'lı, mustafa sarp'lı azap günlerini hatırlatır gibiydi. neyse ki artık o günler çok geride kaldı denilecek bir ortama gelinmişti...

    --- alıntı ---
  • 97
    08.01.2012 tarihli zaman gazetesindeki yazısı.

    --- alıntı ---

    2 gol avans, 4'te biter!

    başlığımın samsunlu dostlarımı kızdıracağını elbette ki biliyorum ama izin versinler de yazar özgürlüğü gibi evrensel bir kavramla biz de tanışalım.

    haftalardır deplasmanda gol bile yememe fiyakasıyla samsun'a gelen cim bom, pozisyon yokken rakibe armağan ettiği gollerle dağılır gibi oldu ama ikinci yarıda çok da birşey oynamadan attığı gollerle rakibini abondone etti.

    bazıları onu bir türlü sevemese de sabri ile ilgili olumsuz birşey yazmak pek içimden gelmez çünkü onun sahaya çıktığında takımı için elinden gelenin en iyisini yapma çabası içinde olduğunu bilirim. ayrıca bugüne kadar takımına kattıkları da görmezden gelinebilecek gibi değildir.

    gelgelelim henüz hazır olmadan hocasının onu sahaya çıkarması, sarı kırmızılı takımın kalesinde gördüğü iki golde temel etkendi. geçen hafta melo'nun yokluğu sorun olacak gibiydi, bu kez varlığı daha büyük sıkıntı çıkardı. başka maçlarda da görülen ciddiyetsizliği ilk golün temel nedeniydi.

    eboue'nin yokluğu sorun değil yıkım oldu! onun varlığı halinde rakibin topu bile göremeyeceği durumda galatasaray kalesinde golleri gördü ve neredeyse çöktü! geri düşmeye tepki gösteren adam durumundaki engin'in gereksiz işleri oyunu büsbütün karıştırdı. baros ve elmander'in oynuyormuş gibi yapmayı sürdürmeleri de samsunspor'un işini kolaylaştırdı.

    hücumda sıfırlanan, ortaalanda top tutamayan cim bom'da savunmanın da dengesi kolay bozuldu. rakibin öylesine şişirdiği toplar bile hemen gol pozisyonuna dönüştü. özellikle ikinci gol böyle bir şaka gibiydi. samsunspor ilk yarıda cesaretinin ödülünü aldı ama ikinci yarıda dağıldı.

    terim'in ikinci yarıda sabri'yi soyunma odasında bırakması doğaldı ama yerine alınan riera gol atma değil de daha fazla yeme durumuna yol açacak gibiydi. ancak samsunspor'un skoru yeterli görüp kapanacağını düşünmek de kehanet sayılmazdı. nasıl olsa kaybedilecek birşey yoktu.

    aslında takımın oyununda hiçbir değişim olmaksızın gelen kaza golü (semih atmadı, adem kendi kalesine gönderdi) bile fazla birşeyi değiştirmedi. sonrasında değişen şuydu ki cim bom yürüye yürüye gol atıyordu. öyle ki riera ve sercan yıldırım transfer edilmelerinden bu yana en yararlı işlerini yaptılar.

    önce riera, çizgide iki rakibe karşın topu çizgiden çevirip selçuk'un beraberlik golünü atmasını sağladı. sercan da evsahibini çökerten son gole imzasını koydu. arada baros'un golünde emre çolak'ın pası kayıtlara geçmesi gereken bir verimdi. emre sarı kırmızılı takımın en iyisiydi.

    o arada terim'in engin'i çıkarıp servet'i alması sadece hücum çılgınlığıyla değil takım dengesiyle maçın kazanılabileceğine ilişkin deneyim gösterisi gibiydi... imparator başka bir durumda iki farklı geri düşme durumu karşısında çılgına dönerdi ama bu kez şaşılacak kadar sakindi. demek ki takımına inanıyordu.

    böyle bir galibiyet rakiplerinin moralini daha da bozacak bir olay. yani rakibi 4 farklı bile yenseniz takipçileriniz için bu kadar cansıkıcı olmaz. sarı kırmızılı takım terim'in ilk dönemindeki parlak günlerine doğru yürüyor.

    --- alıntı ---
  • 99
    "keşke bir federasyonumuz olsa" demiştir.. ne de güzel ne de doğru demiştir.

    --- alıntı ---

    bu utanca mahkûm muyuz?

    sizi doğrudan ilgilendirmeyen bir durum nedeniyle utancınızdan yerin dibine girdiğinizi hissettiğiniz oldu mu hiç? olmuştur. her insan buna benzer durumlar yaşar.

    önem derecesi ve hissedilme şiddeti mutlaka değişir ama illa ki vardır böyle durumlar her insanın hayatında.

    hayır, milli takım'ın oynadığı ya da oynayamadığı futbol, kazanamadığı maçlar, katılamadığı turnuvalar filan değil utandırıcı olan. hatta seyircilerimizin sahaya girmeleri ve başka tatsız davranışları da üzerinde durmaya değmez; bunlar dünya futboluna bir armağanımız olarak kabul edilebilir.

    ne olacaktı yani! uluslararası kurallara filan pek kulak asmadan kendi ölçülerimiz içinde zar-zor oynamaya çalıştığımız bu güzel oyuna yeni boyutlar mı getirecektik? yeni bir sistem ya da taktik mi icat edecektik? vur-kır-parçala diyerek tribün güzellikleri mi oluşturacaktık? bizim katkımız da bu şekilde oluversin...

    a2 takımımız fransa'nın toulon kentindeki geleneksel turnuvaya katılıyor. ilk maçında japonya'yı 2-0 yenmesi iyi bir sonuç. ikinci maçında mısır karşısında ilk dakikalarda golü buluyor ama sonrasında rakibimiz tek kale oynuyor ve karşılaşma 1-1 bitiyor. sıra geliyor hollanda maçına...

    o karşılaşmanın ilk dakikalarında yediğimiz gole karşılık verebilecek durumda değiliz. oyuncularımızın büyük bir bölümü süper lig takımlarında yer alıyor ve bazıları geleceğin yıldız adayları olarak gösteriliyor. ancak oynamaya çalıştıkları futbol tam bir felaket!

    ne pas verebiliyor, ne çalım atabiliyor, ne şut çekebiliyor ne de savunma yapabiliyorlar! kollektif oyun, yardımlaşma, kademe anlayışı filan gibisinden günümüz futbolunun bellibaşlı özelliklerinden habersiz gibi görünen tuhaf bir oyun oynamaya çalışıyorlar.

    maç tam bir işkence şeklinde sürüyor. neyse ki öteki maçtan gelen haber, bizim hollanda ile birlikte gruptan çıkmamızı sağlayacak türden. fakat o da ne? bu, yeni bir utanca yol açıyor. daha önce gs-sturm graz ş.ligi maçının son dakikalarında yaşanan durum tekrarlanıyor. utancımıza rakibimiz de ortak oluyor; iki taraf karşı alana geçmeden top çevirerek dakikaları yoketmeyi uygun buluyor.

    hayır, bu da değil insanı utancından yerin dibine sokan. iki tarafın da artık oynamaktan vazgeçtiği böyle bir maçta ıvırzıvır denilebilecek bir faulün ardından bir oyuncumuz meksikalı bir hakeme tepki göstermekle kalmıyor, kafa atma girişiminde bulunuyor ve bunu çok sert olmasa da uyguluyor!

    utancımdan ne yapacağımı şaşırıyor, ter içinde kalıyorum bir anda... sonra internete girip oyuncunun kimlik bilgilerine bakıyorum. çok ilginç, hollanda pasaportu da var görünüyor adını anmak istemediğim oyuncunun. akla sığmaz çirkinlikteki davranışını 'gençliğine verelim' denilebilecek gibi de değil, 23 yaşı çoktan geride bırakmış...

    bu oyuncu süper lig'in önemli bir takımında oynuyor. 21 ve 19 yaşaltı takımlarımızda toplam 27 kez yer almış, sıkı durun bütün bu özellikleriyle de kaptanlığa layık görülmüş bir oyuncu bu. ortada hiçbir sorun ya da sıkıntı yokken maçın hakemine kafa atabilen bir mahalle kabadayısı...

    biz futbolun saha içi ve dışı durumlarıyla ilgili olarak görebildiğimizden çok daha kötü durumdayız. şike olayıyla ilgili olarak yaşadığımız perişanlığın yanısıra hemen her maçta olay çıkması, bu çirkinliklerin uluslararası alana da taşınması ne kadar acı bir durumda olduğumuzu gösteriyor.

    insan böyle durumlarda, keşke bir federasyonumuz olsa da hemen meksikalı hakeme bir özür yazısı yazsa, bu oyuncunun bir daha hiçbir milli takımda oynamama cezasıyla birlikte 1 yıl süreyle ligde oynamaktan da menedilmesi gibi kararlar alabilse, diye düşünüyor. bu kararlar, sayıları hiç az olmayan, ay yıldızlı formayı taşımanın ne demek olduğunu bilmeyen öteki mahalle kabadayılarına ders olsa, diye hayallere sığınmak istiyor...

    evet, ah, keşke bir federasyonumuz olsa da bizi bu utançlara mahkum olmaktan kurtarabilse...

    --- alıntı ---

    http://zaman.com.tr/yazar.do?yazarno=1058
App Store'dan indirin Google Play'den alın