• 112
    sıradan bir şampiyonluğun son hafta el değiştirmesinden çok çok çok daha faklı olan gün. tam 15 yıl geçmiş üstünden.

    emre aşık'ın yumruğunu sıkarak saha içine girmesi, orhan ak'ın sahada ilk uyanan olması, cihan'ın içeriye çıkardığı topta kopan uğultu sonrası eli ayağı boşalan necati'nin topu kontrol edemeyişi, hasan şaş'ın deli tavuk gibi sağa sola koşturması ve mondi'nin bir yandan ağlarken bir yandan da kaleye gelmesi muhtemel topu bekleyişi...

    çok güzel bir filmin final sahnesi gibiydi yaşananlar ama bir o kadar da gerçekti işte...

    galatasaray'ın sürekli sözlükte de bahsettiğim 1992-2002 arası bir dönemi vardı 7 şampiyonluk kazandığı. 1987'de 14 senelik hasretin bitmesi, "şampiyon kulüpler kupası"nda yarı final derken üstüne koya koya gidilen, uefa kupasıyla taçlanan ve şampiyonlar liginde çeyrek finalin sıradanlaştığı bir 15 yıllık yükselme dönemi vardı.

    arada lucescu'nun gelişinin hatta kadronun değişmesinin bile durduramadığı bu yükselmenin 2002 yazında başlayan ikinci fatih terim dönemi ile tekrardan hız kazanması bekleniyordu ama olmadı. şampiyonlar ligi'nde 3 sezon sonra gruptan çıkılamadı. ligde ise aslında 77 gibi gayet yüksek bir puan toplanmasına rağmen beşiktaş'ın arkasından ikinci olundu. iyi başlanan sezonda 6 kasım 2002 fenerbahçe galatasaray maçı ve sonrasında yaşanan bir aylık bocalamadaki puan kayıpları, ali sami yen'deki adanaspor ile gençlerbirliği maçlarında hakem marifetiyle çalınan 4 puan ve beşiktaş'a iki maçta da mağlup olunması şampiyonluğun kaybedilmesine sebep oldu.

    2003-2004 sezonu ise her anlamıyla bir felaketti. 1998'lerden süregelen stad yenilenmesi konusunda yönetim son çare olarak stadı yıkıp en azından inşaatı başlatırsak devamı gelir diyerek bir adım attı. 2 yıldır atıl durumda duran, o dönemki şehrin dışında kalan, bir kayanın patlatılmasıyla oluşan düzlüğe dökülen yarım yamalak bir asfalt dışında yolu olmayan olimpiyat stadı'na sürüldü galatasaray. ligde kötü sonuçlara rağmen potaya tutunmaya çalışırken şampiyonlar ligi'nde en azından grupta 3. olup kendini uefa kupasına atmayı başarmıştı galatasaray. ancak ligde git gide zirveden hatta avrupa kupalarından uzaklaşılması ve villareal'e karşı iç sahada güç bela 2-2 bitirilen maç sonrası ispanya'da 3-0'lık net bir skorla kaybedilen maç bir dönemin daha kapanmasına sebep oldu. yaklaşan kongre öncesi "yeni bir başkan, yeni bir yönetim, belki yeni bir hoca" diyerek fatih terim görevi bırakma kararı aldı. toplanan 54 puan modern galatasaray tarihinin en kötü performansıydı, birincilik de ali sami yen'den türk telekom arena'ya geçilen sezonda toplanan 46 puanın oldu...

    2004-2005 sezonu ise galatasaray'ın 100. yılıydı. fatih terim sonrası göreve karpatların maradonası, gönlümüzün hırsızı gheorghe hagi gelmişti. üzerine bir de olimpiyat çilesi bitmiş ve ali sami yen stadyumu'na dönülmüştü. tüm bu ahval ve şerait içinde bir önceki sezonun zıttı bir performans çizdi galatasaray. 76 gibi son derece yüksek bir puanla ligi tamamladı. ancak 80 puan toplayan fenerbahçe ve 77 puan toplayan trabzonspor'un arkasından üçüncü olabildi.

    69 puanla şampiyonluk gören nesil için akıl almaz olaylar tabi bunlar...

    1992-2002 arasına 7, 1996-2002 arasında 5 şampiyonluk sığdıran galatasaray şampiyonluktan uzak 3 sezon geçirmişti. 1989-2001 arasında sadece 1996'da bir şampiyonluk alabilen fenerbahçe ise 2001-2004-2005 ile kendi tarihinde de az olan bir frekans yakalamıştı. 2000 yazında 14-13 galatasaray lehine olan şampiyonluk sayıları 16-15 fenerbahçe lehine dönmüştü.

    ek olarak bilet geliri, yayın geliri ve avrupa kupası gelirleri dışında adam akıllı gelir kalemlerinin yaratılamadığı dönemlerdi türk futbolunda. şimdiki gibi gol başına puan başına para veren sistem yoktu. pizzacıyla falanla filanla anlaşılıp sponsorluk alınan, şortun ucuna para karşılığı reklam verilebilen bir yapı yoktu.

    fenerbahçe stadı'nı yenilemeyi başarmıştı aziz yıldırım'ın sponsorluğunda. türkiye'nin koşu pisti, veledromu bilmemnesi olmayan ilk stadıydı. bu yönüyle türk takımları için gerçekten zorlayıcı oldu, yenilenmiş haliyle ilk 5 lig mağlubiyetini 6 yılda aldı fenerbahçe orada. bunun yanında eski açık'sız 18-19 bin olan ali sami yen'in 3, eski inönü stadı'nın ise 2 katı kadar seyirci geliri sağlayabiliyordu. üzerine 2 sezondur şampiyonlar ligine direkt katılıyordu fenerbahçe, galatasaray ise 2004-2005 sezonunda avrupa kupalarına katılamamıştı, avrupa'da sezonda 15-16 maç oynanan yıllardan sonra bu alanda da maddi kayıp çok büyüktü. beşiktaş ise dumur şekilde kaybettikleri 2003-2004 sezonunun üzerine bir de demirören ailesine kulübün neredeyse ipotek edilmesi gibi sorunlarla boğuşuyordu.

    böyle bir ortamda başlamıştı 2005-2006 sezonu. galatasaray'ın çok yüksekten düşüşünün yarattığı travmaya ek olarak aziz başkan'ın deyimiyle "benhurlar"dan* "anelkalar"a* geçmiş bir fenerbahçe vardı. "acılarla yüreğimizi kararttın" özhan canaydın'ın 4. başkanlık yılına girilmişti. her maç öncesi protesto edildiği bir dönem vardı sezon başında. üç dakika sessizlik, beş dakika sessizlik, beyaz mendil sallama gibi pek çok protestolar yapılıyordu. erik gerets'in hücuma yönelik oyunuyla azıtan takım da inadına bu sessizliklerin içinde bir gol sıkıştırarak piç etmeyi başarıyordu. zaten ilk iki maçta da maçın başında gol atılınca vazgeçilmişti bu sessiz bekleme protestosundan.

    ilk 9 haftada galatasaray 1, fenerbahçe ise 2 beraberlik almıştı. ancak 21 ağustos 2005 çaykur rizespor fenerbahçe maçı'nda marcio nobre'nin, 1 ekim 2005 konyaspor fenerbahçe maçında ise nicolas anelka'nın elle attığı goller vardı. bu maçların ikisi de fenerbahçe galibiyetiyle sonuçlandı, özellikle tek farkla kazandıkları rizespor maçında elle atılan gol doğrudan 2 puan kazandırdı. konyaspor maçında ise anelka'nın beraberliği getirmesi sonrası yaşanan kargaşada 2 gol daha atıp galibiyeti buldular. özellikle konya deplasmanı sonrası galatasaray, beşiktaş ve trabzonspor el değmemiş temiz bir lig istiyoruz pankartıyla maçlara çıkmıştı, hatta galatasaray ve trabzonspor birbiriyle oynadığı halde ayrı ayrı pankartlarla çıkmışlardı.

    medyada konuşulan konu ise fenerbahçe'nin avrupa'da yoluna devam ettiği için yaşanan konsantrasyon kayıplarıydı. el değmemiş temiz bir lig istiyoruz pankartını ise o hafta içi yaşanan tromso faciası sonrası gündem değiştirme çabası olarak yorumlayanlar vardı.

    10. haftada hasan şaş'ın attığı golü yeni doğan oğlu yusuf deniz şaş'ı temsilen eliyle beşik sallama hareketiyle golü kutladığı iç sahadaki denizlispor beraberliği ve ertesi hafta bülent korkmaz'ın gençlerbirliği yedek kulübesinde galatasaray tribününe hareket çektiği maçta alınan mağlubiyet fenerbahçe'nin o sezon ilk defa öne geçmesine sebep oldu.

    bu sefer de "erik gerets'in takımları 10. haftadan sonra düşüşe geçiyor" manşetleri süsledi her tarafı. kim ölçtü, neyle ölçtü bilinmez ama o dönem saha dışında da diğer rakiplerine kıyasla çok güçlüydü fenerbahçe. 14. hafta iç sahada fenerbahçe maçı vardı. hafta içi oynanan milan maçının etkisiyle tribüne andriy shevchenko maskeleri dağıtılan maçta nobre'nin tek golüyle fenerbahçe kazanınca puan farkı 6 olmuştu. ertesi hafta kadıköy'de trabzonspor'un iki kere öne geçtiği maç berabere bitince bu sefer 4 puana indi fark. uzunca bir dönem de 4-3 bandında gidip geldi.

    bu dönemde bir başka rezillik de 21. haftadaki 11 şubat 2006 samsunspor fenerbahçe maçında yaşandı. maçın 20. dakikasında marcio nobre zaten yere yatmış olan kerem inan'ın yanından topu atmak yerine kendini yere atmayı tercih etti. serdar tatlı da bu pası geri çevirmeyip penaltı ve kırmızı kart kararı verdi. o penaltı gol olmadıysa da fenerbahçe zaten düşme hattında olan ve sezon sonu küme düşecek olan rakibi bir de 10 kişi kalınca yürüye yürüye 5 gol atarak güle oynaya döndü o deplasmandan...

    o haftanın bir diğer özelliği ise galatasaray futbol takımı'nın birikmiş alacakları sebebiyle antremanlara çıkmama kararı almasıydı. öyle bir ortamda bir de samsun'da yaşanan rezillik eklenince 12 şubat 2006 galatasaray gaziantepspor maçı öncesi yine gerginlik hat safhaya çıkmıştı taraftarda. ancak karlar altında ve "aslanlar çekler ödenir hakkınız ödenmez" pankartı önünde oynanan maçta atılan yarım düzine gol vardı. ertesi hafta fenerbahçe ankaraspor* maçını kaybetti. eksi bilmemkaç derecede oynanan sivas deplasmanında galatasaray gol atamayınca puan farkını 3'e indirebilmişti.

    o deplasmandan geriye kalan ise rakibin tabanıyla basıp kestiği bileğinden akan kanların bürüdüğü ayakkabısı ile kenara alınan ümit karan kaldı...

    ertesi hafta galatasaray song'un 30 metreden çaktığı gol ve aslan sevinciyle de hatırlanan maçta manisaspor'u 4-2 mağlup etti. ertesi gün kadıköy'de 26 şubat 2006 fenerbahçe beşiktaş maçı vardı. fenerbahçe öne geçse de ali rıza sergen yalçın 5 dakikada attığı 2 golle işleri tersine çevirdi. nobre'nin beraberlik sayısından sonra iki takım da gol atamayınca maç berabere tamamlandı.

    puan farkı 1 olmuştu...

    24. haftada galatasaray yine ali sami yen'de bu sefer samsunspor'u 3-2 mağlup etti. haftalardır olduğu gibi fenerbahçe yine galatasaray'dan sonra oynuyordu. bu sefer mikrofonlarımız kayseri atatürk stadyumu'ndaydı. bir önceki sezon karlı bir nisan gününde attığı 2 golle galatasaray camiasını şoka sokan gökhan ünal bu sefer yine son dakikada fenerbahçe'ye attığı golle bu sefer galatasaraylıları ayağa kaldırıyordu. haftalar sonra galatasaray puan tablosunda yeniden öne geçmişti. ancak o liderlik de bir hafta sürdü. fenerbahçe konyaspor'u 5-0'la geçip galatasaray trabzon'da 2 puanı bırakınca yeniden puan puana gelindi.

    26. haftada ise başka bir rezaletteydi sıra. fenerbahçe ankara deplasmanından 4-1 ile rahat dönmüştü. sahne sırası galatasaray'daydı. 19 mart 2006 galatasaray kayseri erciyesspor maçına taraftarın da desteğiyle coşkulu başlayıp yirmili ve kırklı dakikalarda gollerle 2-0'ı bulduk. ancak o dönemin bir diğer golcüsü cenk işler'in golleriyle son yarım saate beraberlikle girildi. hem skorun 2-0'dan beraberliğe gelmesi, hem de golde tomas'a çarpan topun mondi'yi yanılmatsının şokunu atlatır atlatmaz galatasaray galibiyet golü için saldırmaya başladı.

    83. dakikada galatasaray numaralı ile yeni açık'ın birleştiği köşeden bir köşe vuruşu kullandı. yapılan vuruşun ardından kaleye giden topu erciyesspor'lu devran ayhan tam da kale çizgisinde çift yumrukla uzaklaştırdı. konya'da anelka'nın elle oynamasını "süzemeyen" zafer önder ipek bu sefer de devran'ın ellerini göremedi. yaşanan yoğun itiraz ve tribündeki dalgalanmanın ardından oyun tekrar başladı, top döndü dolaştı ve yeni bir atak oldu ve topla birlikte galatasaraylı dört futbolcu da çizgiyi geçti. golden ziyade bir isyandı artık ortaya çıkan şey...

    takip eden 3 haftayı iki takım da "kazasız" atlattı. 30. hafta ise ligdeki bir diğer kırılmanın yaşandığı haftaydı. 15 nisan 2006 vestel manisaspor fenerbahçe maçı başlarken ekran başındakilerin hiç biri öyle bir maça şahit olacaklarının farkında değildi muhtemelen. anelka'nın 13. dakikadaki golü maçın fenerbahçe adına rahat geçeceği beklentilerini doruğa çıkardıysa da maç bitiminde tabelada 5-3'lük manisaspor galibiyeti yazıyordu. ertesi gün ali sami yen'de bir bayram havası vardı adeta. alınacak bir üç puan ve ertesi hafta kadıköy'e 3 puan farkla lider gidilmesine sebep olacaktı. nitekim galatasaray çok da zorlanmadan işini gördü, kapalı tribündeki irili ufaklı onlarca "size inanıyoruz" pankartı ve "şampiyon" tezahüratları eşliğinde takımı kadıköy'e uğurlandı...

    kadıköy serisi 7. yılındaydı o sezon. ancak en umutlu olunan senelerden biri de oydu. maçtan önceki gece valiliğin tarihte ilk defa "münferit gidilecek" açıklaması, kadıköy sokaklarında galatasaraylılara polis nezaretinde çektirilen eziyet, gerets'in ferhat-uğur ikilisiyle çıkması, yenilen 4 gol, verilen ikili averaj, maç sonu amigo yücel ve hindi...

    bitime üç maç kala hem puanlar eşitlenmiş hem de ikili averaj kaybedilmişti. kalan üç maçı kazanmak da yetmeyecekti galatasaray'a. ertesi hafta galatasaray ankaraspor'u ağırlarken fenerbahçe trabzon deplasmanındaydı. ilk yarılar biterken galatasaray ve trabzonspor'un üstünlüğü vardı. ancak fenerbahçe 10'ar dakika arayla attığı gollerle skoru çevirdi, 3-1'in hemen arkasından gelen 2. gol ümitlendirse de olmadı.

    bu sefer galatasaray inönü deplasmanındaydı, fenerbahçe ise seyircisiz maçta erciyesspor'u konuk ediyordu. ilk yarıda hakan şükür'ün bir önceki sezoni gibi aynı direğe takılan penaltısı vardı necati'nin. bu sefer fenerbahçe devre arasına önde girmişti, galatasaray ise berabereydi. 51. dakikada tümer metin'in golüyle beşiktaş öne geçip fenerbahçe de bir anda 4-1'i bulunca "maçlar bu skorla biterse" fenerbahçe'nin şampiyon olacağı duruma gelindi. golden birkaç dakika sonra erik gerets hasan kabze'yi yanına çağırdı. oyuna girdikten birkaç dakika sonra topla ilk buluşması ceza sahası yayı içinde bir karamboldü. önüne düşen topu yerden düzgün bir şutla köşeden ağlarla buluşturdu. golden sonra kimsenin sevinmeye vakti yoktu, topu kapıp santraya koştu takım, daha 25 dakika olmasına rağmen.

    son 25 dakika artık yürek söker kıvamdaydı. bir türlü o fırsatı bulamıyordu galatasaray. beşiktaş da rakibi uyandırmamak için beraberliğe razı bir görüntü çiziyordu. ancak 88 mi 89 mu ne bir atakta ibrahim üzülmez topla birlikte ceza sahasına kadar girdi, mermi gibi çıkan şutu bir an dünyayı durdursa da mondragon bir şekilde topu kornere çıkarmayı başardı. bu ataktan sonra kalkan tabela 3 dakika uzatmayı gösteriyordu. maçlar bu şekilde biterse fenerbahçe son haftaya 2 puan ve ikili averaj üstünlüğüyle girecekti.

    hafta içi fenerbahçe'nin kupa hasretini 23 seneye çıkarmanın üzerine bir de galatasaray'ı şampiyonluktan etmenin sevinci vardı beşiktaş taraftarında. zalad gelsin sizi kurtarsın sesleri eşliğinde cordoba'nın yaptığı son degaj orta saha çizgisinin en sağ kenarında bekleyen sabri'yi buldu. topu biraz düzeltip ortasını yaptı. hakan şükür'ün rakibi sırtına alıp da kafasıyla indirdiği yerde hasan salih kabze vardı. ilk goldeki vuruşu yaptığı yerden belki bir metre yan tarafta bu sefer öbür köşeye bir şut çıkardı. deniz tarafından gelen gök gürültüsünü bastıran birkaç saniye sonra gelen bu maçı satanın anasını sikeyim tezahüratı yankılanana kadar kimse ne olduğuna inanamadı...

    bu iş burda bitmezdi tabii ki bitmeyecekti...

    sabri ugan'ın yıllar önce söylediği bir cümleydi bu aslında. kazın ayağı yine de öyle değildi. seksenlerin sonundan 2002'ye kadar yükselen ve türk futbol tarihinin zirvesine çıkmış bir galatasaray. şampiyonluktan uzak, bir dolu kahır ve hayal kırıklığıyla geçen bir 3 yıl. ama oralardan gelindiği için etkisi üçe beşe çarpımış bir 3 yıl. bunun karşısında tarihinde ilk defa 3 sene üst üste şampiyonluğa giden bir fenerbahçe. stadları büyük, parası var, lobisi güçlü, yönetimi güçlü, yıldız topçuları var. galatasaray'ın stadı ufak, parası yok, lobisi zayıf, yönetimi yok, helikopterle florya'ya inen jardel'den bu yana adam akıllı transfer heyecanı yaşamamış...

    üzerine bir de böyle bir sezon yaşanmış. rakibin elle gol atıp 4 puan almış, senin sahanda çizgiden elle çıkan topa devam denmiş. üzerine bir de 22 nisan 2006 fenerbahçe galatasaray maçı sonrası pompalananlar...

    14 mayıs 2006 böyle bir gündü aslında. hayal kırıklıkları, kalp kırgınlıkları arasında garip bir mağrurluk vardı. galatasaray futbol takımı elinden gelenin fazlasını yapmıştı. parasız, yönetimsiz çırpınmıştı adeta. karşısındaki çok güçlü bir kadroya, çok güçlü bir lobiye, hakemlere ve medyaya inat son haftaya kadar getirebilmişti bu işi.

    öss senemdi ve sabah bir deneme sınavı vardı. oradan sonra eve dönüp televizyonlar ilk bağlantıları yapmaya başladığında göze çarpan aşırı bir kalabalıktı. pırıl pırıl güneş ve ali sami yen'in etrafındaki mahşeri kalabalık bile insana garip bir his veriyordu...

    internet yeni yeni hayatlarımızı esir alıyordu o dönem. galatasaraylıların konuştuğu tüm mecralarda bu takıma mücadelesine layık bir teşekkür edilimesi konusunda hem fikir olunmuştu. bu fikriyat günün sonunda ultraslan forumda bir kampanya olarak vücut buldu. forum üyelerinin gönderdiği paralarla kırmızı güller alınıp kapalı üst'e dağıltılması ve maçtan önce tribüne çağırılacak olan takıma atılması kararı alındı. takım ilk ısınmaya çıktığında buna ek olarak kapalı üst'te boydan boya kaplayan sarıyla kırmızıyla alnımızın akıyla pankartı açıldı. rahmetli şükrü dinç ve yunus'un "2000 ruhu" ve "isimlerinizi kalbimize yazdık" pankartları yine içerdikleri mesajla öne çıkan pankartlardı. o günün ruhunu yansıtan bir diğer pankart da yeni açığın ön tarafının yarısını kaplayan "eşim gibi aşım gibi tomurcuk kokulu evladım gibi, sana olan sevgim öylesine yüce ki" pankartıydı...

    gerek bu güne dair, gerek iki maça dair çok şeyler yazıldı çizildi. tek tek anlatmaya gerek yok. ancak ben o gün, evdeki yayın bir tek 77. kanal olduğu için, 14 mayıs 2006 denizlispor fenerbahçe maçını izleyenlerdendim. kendi insiyatifim olsa muhtemelen bizim maçı izler, taraftarın maç boyu yapacağı tezahüratlara en azından mırıldanarak katılmayı seçerdim.

    herkesin aklının bir köşesinde, dilinin bir ucunda bir şampiyonluk hikayesi vardı elbette. zaten o sezonun takımı bu hissi en çok uyandıran takımlardan biriydi. tüm o enerji biraz da o gün yaşananlara şekil verdi belki de... ama sezon içinde o kadar rezilliğe şahit olduktan sonra, üzerine bir de kadıköy'e şampiyonluk diye gidip 4 yiyerek dönmenin yorgunluğuyla kimsenin bunu hayal edecek cesareti yoktu.

    ancak dakikalar geçmeye başlamıştı. galatasaray ilk çeyrek saatte golü bulup "mikrofonlarımız denizli'de" pozisyonuna geçmişti. fenerbahçe'de ise garip bir durgunluk vardı. üzerine bir de denizlispor'un özellikle selahattin'le kaçırdığı net pozisyonlar vardı. öyle böyle ilk yarıya gelindiğinde "maçlar bu skorla biterse" galatasaray şampiyondu. sezon boyu istenen, beklenen, hayal edilen ama hep uzaklarda bir yerde olan mucizeyle aramızda sadece 45 dakika vardı. ama hala kartlarını açmamış gibi görünen bir fenerbahçe vardı sahada. ikinci yarının başında o günün ruhuna yakışır şekilde sabri'nin attığı golle iyiden rahatlamıştık biz maçı seyretmeyenler. şimdi aa uu yapılıyor ama o dönemin türkiye'sinde normaldi maçı geciktirmek için konfeti şovların yapılması. hatırlanmıyor ama fenerbahçe ve galatasaray'ın da öyle çok macerası vardır. denizlispor'un durumu biraz da gaziantep-malatya maçına bağlı olduğundan ikinci yarının öyle geçmesi beklenen bir şeydi.

    öyle böyle ilk yarının ortalarını da geçtik. artık iyiden iyiye telafisi olmayan dakikalara gelinmişti. dakika dakika hatırlamak zor tabi ama dakikalar geçtikçe insanı ikilemde bırakan bir durum vardı. fenerbahçe top oynamıyordu resmen, görüyor ve algılıyordun. ama bir yandan da "bütün sezon neler yaptılar, burada bırakırlar mı bu işi" diyordun. bir yanda o heyecan, diğer tarafta o çaresizlik hissi. hiçbir maçta 2 golü olmayan sabri'nin 2. golü haberi bile çok bir anlam ifade etmedi o dakikalarda. çünkü maçın en az bir 10 dakika uzayacağını tahmin etmek güç değildi maçı izleyenler için. tabi ali sami yen'dekiler için durum neydi tam olarak kestirmek güç...

    maç boyu fenerbahçe orta sahasını zorlayan yusuf şimşek kronometreye göre 89. dakikada topla bir kez daha atağa kalktığında ali sami yen'de top kapalının önündeki marek heinz'a gelmişti. marek heinz topu kontrol edip rakibinden kurtulup ters tarafa çıkarana kadarki sürede yusuf orta sahayı geçmiş, soldan bindiren mustafa keçeli'yi topla birlikte ceza sahasına sokmuştu bile. mustafa keçeli formasını çıkarıp sallaya sallaya* yedek kulübesine koşarken ali sami yen'de top sağ dipteki cihan'a doğru havadan süzülüyordu. top inerken bir iki yerden çıkan tiz bir ses, dalga dalga yükseldi ve stadın tarihindeki en gürültülü gol sevinçlerinden birine döndü.

    daha sonradan orada olanların anlattıklarından anlaşıldığı kadarıyla önce numaralı tribün'de televziyonlardan diğer maçı izleyenler, en garanti bilginin orada olduğunu farkedip orayı izleyen uyanıklar, maçı trt radyo'dan dinleyenler, özel radyolardan dinleyenler şeklinde yaşanmış haber alma sırası. biz ekran başındakiler ise çoktan aklımızı kaybetmiştik. normal sürenin bitmesine bir dakika mı ne kalmış ve fenerbahçe'den 3 puan öndeyiz.

    hani bir ihtimalden bahsedilirken "olmaz ama olursa var ya" denir. aynen o olmuştu işte, bunu tahayyül etmek imkansız. henüz böyle lafların da işi bu kadar boşaltılmamış, hakikaten akıl almaz bir şeydi. bizim salondan bahçe duvarı 30 metre falan, oraya nasıl koştum nasıl bağırmaya başladım hatırlamıyorum...

    kulübeden sahaya doğru en önce fırlayan emre aşık'tı. orhan ak sahada ilk uyanan oldu. hasan şaş neredeyse bir dakika çocuk gibi sağa sola koşturdu. necati zaten o sesin uğultuya döndüğü yerde dizinin bağları çözülünce ayağına gelen topu tutamamıştı kale dibinde...

    ali sami yen ilk şoku atlatır atlatmaz ibne kanarya olamazsın şampiyon tezahüratı başlamıştı. işin komik tarafı aynı anlarda izmir'de oynanan 14 mayıs 2006 trabzonspor beşiktaş maçında da aynı tezahüratın yankılanmasıydı. o dönemler milletçe birlik ve beraberliğe bu kadar hasret değildik işte...

    16 dakika uzatma her ne kadar tartışılsa da başından beri maçı izleyenler için çok süpriz değildi. ancak ali sami yen'dekilerde haklı olarak öylesine bir duygu boşalmasından sonra gelen 16 dakika haberine anlam vermek, hele de sezon boyu bu rezilliği yaşadıktan sonra imkansızdı muhtemelen. hoş ben de sadece denizli'deki maçı izlediğim için bir yandan "lan herhalde ben abartıyorum" diyordum o anlarda.

    ekran başındaki bizleri endişelendiren konu fenerbahçe'nin saldırmaya başlamasından öte denizlispor'un kaybetse bile ligde kaldığının kesinleşmesi oldu. son 10 dakikaya nasıl atıldığını atanın bile hatırlamadığı bir golle 1-1'lik eşitlikle giriliyordu ve denizlispor için maç sadece formaliteye dönmüştü. işte o anlarda hakikaten müthiş bir çaresizlik vardı. o mucizeyi önce yaşamış sonra kaybetme korkusuyla baş başa kalmıştık.

    numaralı'nın önündeki çatıya oturup ellerini iki yana açıp ağlayarak dua eden arjantin eşofmanlı abi, karısının dizinin dibine çöküp hüngür hüngür ağlayan başka bir abi, kızlarını alıp sahanın içinde bir kenara çöken hakan şükür, ufacık oğlunu kucaklayıp dizlerinin üzerine çöken hasan şaş, numaralı tribünde televizyona boş gözerlerle bakarken yanağını dayadığı camın kenarındaki plastiği tırnağıyla kaşıyan erik gerets...

    o anlarda bir kenarda kendinle baş başa kalıp haber beklemek mi en kötüsüydü yoksa fenerbahçe'nin nasıl gol atacağını bekleyerek ekrana bakmak mı bilemiyorum. ama bir şekilde o dakikalar da bitti. souleymanou hamidou'yu aşan top sanki üst direğe değil de göğsümüze vurdu, appiah'ın boş kaleye vuramadığı topta ise hayat durdu sanki.

    selçuk dereli'nin elini havaya kaldıran görüntüsü ekrana geldiğinde yaşanan şeyinse tarifi izahı mümkün değildi...

    meşhur filmde kafası gözü dağılmış rocky ve kaburgası kırık apollo son raundun sonunda birbirine sarılır, zil çalında ringe girip ayırırlar da rocky kolunu kaldırıp adrian diye bağırır ya; o gece olan aynen öyle bir şeydi...

    sıradan bir şampiyonluk değildi, sıradan bir son hafta şampiyonluğu kaybetme de değildi. galatasaray bir sıkımlık son canıyla fenerbahçe'yi durdurmayı başarmıştı.

    o gece eğer fenerbahçe şampiyon olsaydı, bu sezondan geriye kalan sadece bir şerefli ikincilik hikayesi olmayacaktı. fenerbahçe 4-5 hatta belki 6 yıllık bir seriye gidecekti. galatasaray bu şampiyonluğun güveniyle 2007-2008'de yine bu tarz bir şampiyonluk daha kazanıp bu krizden çıkamayacaktı. üçüncü fatih terim dönemi belki daha erken gelecekti ama ikincisinden çok farklı olamayacaktı...

    fenerbahçe çok travmalar atlattı o günden bugüne. ama o gece tek bir gol atıp şampiyon olsalardı, o travmaların herhangi birinin yaşanmasına imkan verecek durumların hiçbiri oluşmayacaktı. şampiyonluk sayılarının 22-19-15 olduğu bugün belki de fenerbahçe lehine 25-17-14 gibi bir durumdan bahsediyor olacaktık.

    o gün sadece bir şampiyonluk kazanmadık...

    emeği geçen herkesin eline koluna ayağına yüreğine sağlık bir kez daha...
  • 77
    o gün, sabah uyandığımda içim buruktu biraz.
    galatasaray'ım büyük ihtimal ile şampiyonluğu kaptırmıştı diye düşünüyordum.
    daha ergenim tabi. hormonlar delirmiş, sağım solum belli olmuyor.

    neyse, maç saati yaklaşmaya başladığında babam maçı izlemeye gitmiş ben ise evde oturmaya karar vermiştim. o zamanlar lig tv yok evde, açtım spor sitelerinden canlı anlatımları öyle ekrana bakıyorum, oluşan pozisyonları okuyorum.

    galatasaray'ımız 3-0 öne geçmiş ama denizli maçı hala 0-0'dı.
    dakikalar geçtikce içimde bulunan umut çoğaldı ve heyecanlanmaya başlamıştım artık.
    ama aklıma durmadan fenerbahçe balı geliyordu ve korkuyordum. dualar okuya okuya artık son dakikalara girmiştik bir de ne göreyim? denizlispor: 1-0 :fenerbahçe.
    artık nasıl bir ses çıkardıysam, evde kim var kim yok doluşmuşlardı odaya. bana bir şey olduğunu sanmışlar.

    koşa koşa oturma odasına, tv'nin başına geçtim. trt1'de stadyum programı vardı. erdoğan arıkan sunuyordu o zamanlar. "ve galatasaray maçı bitiyor" dediğinde donmuştum. gözlerim ekranın sağ üst köşesinde yazan 1-0 kısmında takılı kalmıştı. "hakem denizli'de 16 dakika uzatma verdi" dediğnde ise yığılıp kalmıştım tv'nin karşısında. dakikalar geçmiyordu ve ben her saniye daha fazla titremeye başlıyordum. bembeyaz olmuştu suratım. annem su getiriyordu, ama nafile. kitlenmişti artık vücudum. tepki vermiyordu hiç bir şeye. fenerbahçe durumu 1-1'e getirmiş ve maç artık tek kale olarak oynanıyordu. "appiah ve direk" dedi erdoğan arıkan ve o an kalbimin durduğunu hissettim. evet hissettim. bildiğim tüm duaları okumuştum ve artık çaresiz bir şekilde maçın bitmesi için yalvarıyordum cenab-ı hak'a. ve o yazıyı görmüştüm sonunda, "şampiyon galatasaray" yazıyordu büyük ve sarı kırmızı şekilde. hiç utanmadan, sıkılmadan ağlamaya başlamıştım. babam geldi sonra, ona sarılıp ağladım, o ağladı ben ağladım, hakan şükür ağladı, ben ağladım. hasan şaş ağladı ben ağladım.

    kısacası hepimiz ağlamadık mı zaten o gün?
  • 18
    hayatımda yaşadığım en önemli şampiyonluğun günüdür. 1987 yılındaki 14 yıl aradan sonra gelen şampiyonluk gününde de stadtaydım o günde ağlamıştım sevinçten ama ama, bu daha bir başkaydı sanki.
    o güne ait herkesin bir hikayesi var elbet, benim kinide buraya yazmam lazım geliyor.
    her zaman olduğu gibi bir sene boyunca tüm maçlara gidip görevimi yapmıştım. ama saha dışında işler yapan, elle kolla gol atan şerefsizlerin olduğu bir ligde mücadele ettiğimiz için son maçı kazansak bile şampiyon olamıyorduk. önemli değildi, bir sezon boyunca her türlü zorluğa parasızlığa, hakem hatalarına rağmen alınlarının akıyla mücadele etmiş olan aslanlarımızı alkışlama zamanıydı. maç sabahı gittiğim alışveriş merkezinde üzerinde sarı-laci formlarını giymiş şampiyonluğu erkenden kutlamaya başlamış bir çok kişi görerek sıkıcı bir şekilde başlayan günün muhteşem bir şekilde biteceğini bilemezdim elbet.
    umudumda yoktu, fenerin denizlide puan kaybedeceğine hiç ihtimal vermiyordum.
    neyse akşam üstüne doğru giydim parçalı formamı, birlikte maça gittiğimiz arkadaşın evinin önüne geldim. arabaya binerken ; hakkımızı almaya gidiyoruz; dedi. normalde çok karamsardır ama nedendir bilinmez o gün ilk söylediği laf ;hakkımızı almaya gidiyoruz; oldu. samiyene geldik. arabanın arkasında 15 adet meşela vardı. 3 hafta önce kadıköydeki maçtan sonra yakmak için almıştım kaybedince arabanın arkasında kaldı. arabayı park ettikten sonra bir tanesini yaktım, uğursuzluğunu bozmak için. hava aydınlıkken meşale yakan şahsıma garip garip bakanlar vardı, nerden bilsinler benim o sırada uğursuzluğu yaktığımı.
    stada girdik, kapalıda her zamanki yerimiz aldık. en üst sıradadır yerim. maç başladı,fenerin maçıyla hiç ilgilemeyeceğimi telkin ettim kendimie, zaten umudumda yoktu. en üst sırada koltuğun sırt dayama yerinin üzerine basıp sırtımı duvara dayadım. ilk yarı 1 tane attık. kendi kendimie söz verdiğim gibi fener maçıyla hiç ilgilenmiyorum. fenerin maçının ilik yarısı da 0-0 bitti. herkeste ve bende ikinci yarı kesin atarlar düşüncesi hakim. ikinci yarı başladı. 3-4 kişi yan tarafımda maçı radyodan dinleyen genç bir arkadaş var, arada hareket yapıyor ;he attı işte ibneler; diyor herkes. meğer denizli gol kaçırıyormuş. ben ısrarla ilgilenmemeye çalışıyorum ama ne mümkün. bu arada maç başladığından beri aynı pozisyonda duruyorum ve ayağım uyuşmaya, ağrımaya başladı. değiştirmek yemiyor, ya ben değiştirdikten sonra fener gol atarsa, kendimi hiç affetmem o zaman. 75. dakikadan sonra bende karın ağrısı başladı. hem mecazi anlamda hem gerçek anlamda bir karın ağrısı. ulan diyorum bu saatten sonra atarlarsa çok kötü olur, buraya kadar geldi n'olur atmasınlar, dayan ulan denizli dayan.
    bizim maçın son dakikalarında sağ taraftan bir uğultu yükseldi, 3-4 sıra yanımdaki radyo dinleyen genç arkadaşa baktım, havaya zıpladı. sonbra 3-4 sıra çaprazımda maçın başından beri hiç tepki vermeden kulağına radyoyu dayamış maç dinleyen 50li yalarda bir abiye baktım. (evet bildiğiniz cep radyosu, eskiden herkes öyle dinlerdi maçları, cep telefonundan değil) o tepkisiz abi havaya sıçradı, radyoyu fırlattı yada ben öyle sandım. ordanda teyidi alınca bende film koptu. ama ne kopmak. bilenler bilir, kapalıda en son sıra ilie duvar arasında yarım metrelik bir boşluk vardır. kolonların arası 2-3 metredir. duvarın olduğu yerde eskiden casmlar varmış o camların yerinde şu an metalle kapanmıştır uzaktan bakınca duvar gibidir. genelde gol kaçırınca oraya yumruk atarım. o bahsettiğim boşluğa atladım delirmiş bir şekilde duvara yumruklar atmaya başladım. "bizim hakkımızdı lan zaten, bizim hakkımızdı lan, aldık ulan hakkımızı" diye ağlaya ağlaya vurmaya başladım. ben hayatımda bu kadar kendimi kaybettiğimi hatırlamıyorum. biraz sakinleşince yere diz çöktüm deli gibi ağlamaya devam ettim. arkadaşlarla sarmaş dolaş yerlerde koltukların üzerinde yuvarlandık. bizim maç bitti, birazdan fenerin maçı biter diyie üdşünürken bir anda 16 dakika lafları dönmeye başladı. radyo dinleyenlerden birine sordum; "noldu" diye.
    "abi 16 dakika uzatma verdi" ,
    "lan ne 16 dakika uzatmamı olur, sikerim 16 dakikasını" diye sanki onun suçuymuş gibi radyo dinleyene yüklendim.
    bir az evvel sevinçten deliye dönenler bizler olduğumuz yere oturduk kaldık. kalktım o daracık yerde volta atmaya başladım. benim gibi biri daha aynı yerde volta atıyor. 1-1 oldu haberi gelince titremeye bşaladım. radyo dinleyenlerin yüzündeki mimiklerden bir şeyler çıkartmaya çalışıyor herkes. ogün rahatsız olduğu için maça gelemeyen arkadaşımı aradım. bana denizli fener maçını anlatmaya başladı."çok geri yaslandı denizli çok, fener yükleniyor, yok yok kesin yiyecekler, doğru oynayın ulan, ahhhhhh............" sessizlik.
    "ulan konuşsana ibne, noldu lan konuşlannnnnnnnnn"
    appiahın kaçırdığı pozisyonda nefesi kesilmiş. en son "bitti amına koyayım bitti" dediğini hatırlıyorum. sonra yine ağlama krizine girdim.

    çok fazla kalmadım stadta. adnan polatın "saat kaç" muhabbetini görmedim. arabayı köprünün girişinde durdurdum, yaktık meşalleri bağıra çağıra. bir tanesini ayırdım, sitenin bahçesinde yaktım "yürüyoruz biz bu yolda göğüs gerdik zorluklara inat olsun yavşaklara and içitik şampiyonluğa" diye bağırdım peşinden bir rerere rarara çektim. girdim eve.
  • 22
    o günümü anlatmaya çalışacağım.
    güzel bir pazar sabahı her zamanki gibi kalktım. bilgisayar falan oynadım, kahvaltı yaptım. daha sonra biraz yürümek istedim. dışarı çıktım. her yer sarı lacivertti. balkonlar, sokaklar, insanlar. herkes bu akşam 20.45 i bekliyordu. galatasaraylılarda umut yoktu. en yakın arkadaşımı aradım. umudu olup olmadığını sordum. bitik haldeydi. artık seneye bakacaz diyordu. bende öyleydim. ama bu sene bana gösterdikleri bir şey vardı. yıllar önceki galatasarayı izledim bu sene. o çok özlenen galatasarayı. kendi kendime bu sezon neler olduğunu düşündüm.

    sezonun ilk galatasaray dergisinde kapak eric gerets di. beyaz bir sayfa yazıyordu. hakkaten öyleydi. gerets geldi, takımda beyaz bir sayfa açıldı. ilk maçlar olan malatyaspor, ankaragücü vs. maçları güzel kazanılmıştı. hatta ilk iki hafta fenerbahçe berabere kalmıştı. daha sonra futbolculara alışmıştım. o gol yağdıran bulut forveti gözlerimde canlandırdım. hakan şükür, ümit karan, necati ateş. yağdırdıkça yağdırıyorlardı. altın yedek hasan kabzeyi düşündüm. ama hasan kabze derken içimde bir şampiyonluk ışığı yandı. o golü boşuna atmış olamazdı. umudumuzu son haftaya boşuna taşımamıştı. mondragon düşündüm. uçtukça uçuyordu. her topu kurtarıyor ama bazen elinden gelen bir şey olmuyordu. şampiyonluk kutlamak onun hakkıydı. rüştü nün değil. song ve tomas. song vestele attığı o müthiş golden sonra nasılda aslan yürüyüşü yapmıştı. ikisi ne güzel uyum sağlıyordu. galatasaray defansı hiç böyle kale gibi olmamıştı. fenerbahçe maçlarını düşündüm. 34. haftaya kadar 3 mağlubiyet 5 beraberlik almıştı cimbomum. 3 mağlubiyetin 2 si fenerbahçeye karşı... insanın içini burkan bir durum.

    derken öğlen geçmişti. basketbol antremanına gitmem lazımdı. mutsuz bir şekilde gittim. antremanda koç bu akşamki maçı soruyordu. kim şampiyon olur muhabbeti yapıyordu milletle. antreman yapıldı bitti. bir arkadaşımla evin yolunu tuttum. yolda cd satan bir dükkana uğradım. çok merak ettiğim ve izlemek için can attığım transporter 2 filmini aldım. eve geldim taktım cdyi. başladım izlemeye. bir saat kadar sonra içerden televizyona baktım. galatasaray öndeydi. fener maçından ses yoktu. içimden gelen seslerden birisi acaba diyordu diğeri yok canım atarlar diyordu. biraz daha izledikten sonra filmi bende bir heyecan başladı. maçların son 10 dakikaları falan oynanıyordu. kapattım o aylardır izlemek istediğim filmi. radyoyu açtım. spiker fenerbahçe maçını anlatıyordu. sesi heyecanlıydı. kısa bir süre sonra denizlisporun golü geldi. gole sevinmedim. dakika 90 demesine sevindim. o an kendimden geçmiştim. en fazla 5 dakika uzasa maç fener 5 dakikada 2 gol hayatta atamaz diyordum. o anda 16 denen uğursuz sayıyı duydum. o 16 dakika geçmek bilmeyen 16 sene oldu. fenerbahçe bastırdıkça bastırıyordu. savunmadan dönüyor, direkten dönüyor, kaleci kurtarıyor, dışarı gidiyor derken beklenen gol geldi ve beraberliği yakaladı fenerbahçe. artık son dakikalara giriliyordu. saat 9 olmuştu. bir anda spiker appiah diye bağırdı. bağırması önemsizdi. öncesinde kaleciyle karşı karşıya demesi bana şok olmuştu. spiker aut diyince ve maçtaki son düdük gelince öyle bir bağırdımki ev inledi. sokaktan anında bağırışmalar gelmeye başladı, silahlar patladı, korna sesleri, cimbom sesleri yükselmeye başladı. arada sırada küfürler duyuluyordu. açtım trt 1 i. o gece maç özetlerini, ali sami yendeki 16 dakikayı, şehir meydanlarındaki coşkuyu, bağdat caddesindeki hüzünü, adnan polatın tribünlere sorduğu saat kaç sorusunu ve aldığı 20.45 cevabını, denizlideki futbolcuların yüzlerini kapatmasını, ağlamasını ve şampiyonluk gösterimizi izledim.

    pazartesi sabahı okulda büyük bir coşku vardı. herkes inanılmaz bir şekilde seviniyordu. fenerlilerle dalga geçiyordu. sınıfta fenerbahçeli erkek olmadığı için dalga geçecek kimse de yoktu. derken ilk ders kimyaydı. cuma günü bizle dalga geçen fenerli kimyacıdan intikam alma zamanı gelmişti. bizi oyalamak için test dağıttı. bir süre sessizce bize çözdürdükten sonra ilk sorunun cevabı ne diye sordu. işte o anda sınıftaki galatasaraylı erkekler hep bir ağızdan denizli diye bağırdı. ikiye geçti. denizliiiiiii. üç? denizliiiiiii....

    17 mayıstan sonra unutamayacağım ikinci gece.
  • 122
    hatırladığım kadarıyla sevinçten ağladığım ilk gündür. fenerbahçe'nin mali, medya ve psikolojik olarak çok üstün olduğu bir zamanda, çok mütevazı imkanlarla muhteşem bir şampiyonluk kazandık. kazansalardı her şey başka olabilirdi. buna engel olduk. anelka'nın eli, beşiktaşlıların hasan kabze'nin golünden önce ve sonrasındaki tepkileri, medyadaki göndermeler, fenerlilerin gıcıkça şımarıkça tavırları... irili ufaklı böyle onlarca şeyin ardından içimizde birikip dolan taşan her şey gözyaşlarımızla akıp gitti. alnımızın akıyla şampiyon olduk. tromsö faciasına rağmen bu yüzden gerets'i çok severim. o şampiyonluğun yeri ayrı bende.
  • 123
    o maç öncesinde liderlik değişimi yaşanmıştı ve ertesi hafta da fenerbahçe deplasmanında dağıldığımızda liderliği fener'e geri vermiştik. fenerli bir arkadaşım olayı şöyle özetlemişti:

    "galatasaray bizim çocuğumuz gibi... kandırdık onları. şekeri ellerine verdik sonra geri aldık."

    bu arkadaşımı 17 sene önce bugün 20.45'ten sonra aradığımda telefonuma çıkmamıştı. 1 hafta boyunca üni'ye de gelmemişti. bu da öyle bir anımdır.
  • 121
    17 yıl önceydi. yıllardır süregelen haksızlıklar, kayrılan tek bir zümre, geriden gelen ekip, çok daha zengin ve güçlü rakip… inandık, zafer inananların oldu. kin kustuk, nefret kustuk, stres attık, çok uzun süre sonra dişlerimizi sıkmadan uyuduk. öyle bir gündü 14 mayıs… 14 mayıs 2006 galatasaray kayserispor maçını ilk yarıdan bitirip zaferimizi beklemiştik. allah o 16 dakikayı bir daha yaşatsın, sonu aynı olacaksa…
  • 125
    şikeye giden yolun ilk kilometretaşı.

    bu tarihte denizli'ye karşı bacakları titreyen ve şampiyonluğu doğal olarak kaybeden takım daha sonrasında 2010'da yine son maçta şampiyonluğu bursa'ya kaptırınca ertesi sezon daha fazla madara olmamak için her şeyi yaparak, sövdükleri ve en son kovarak gönderdikleri hocalarının 17'de 16 yaptığını(!) düşünerek malum olaylara karışmıştır.

    gerçi o takımın 2000-2001 şampiyonluğunda da ankaragücüne gönderdikleri teşvik ve kendi başkanlarının futbolculara söylediği “nasıl şampiyon olduğunuzu bilmiyorsunuz“ sözü de itiraflar arasında vardır.
  • 1
    denizli'de geçen* 16 dakikayla hatırladığımız tarih. hayatımın sonuna kadar unutamayacağım o 16 dakikayı...

    galatasarayın maçını izliyorduk o akşam galatasaraylı arkadaşlarımla. galatasaray maçını izlerken ekranın sağ üst köşesinde iki sonuç yer alıyordu. birisini bizzat izleyerek şahit oluyorduk: galatasaray 3 kayserispor 0... ikincisine ise galatasaray kayserispor maçını seyrederken boş dakikalarda göz ucuyla bakıyorduk. galatasaray'ın 3-0 önde olduğu 89. dakikada oturduğumuz dairenin yıkılmak üzere olduğunu hissettik. alt kat dairelerin birinde sanki binlerce kişi aynı anda zıplayıp küçük bir deprem yaratmıştı. aynı anda ekranın sağ üst köşesindeki 0-0 skoru yok oldu... ''eyvah eyvah, fener attı galiba'' dedim. çünkü apartmanda bizden başka galatasaraylı tek bir aile vardı ama onlar da deprem yaratacak kadar kalabalık değildiler... ben o dramatik tahminimi yaparken ekranın sağ üst köşesindeki skor değişti... değişen skoru okuduğumuz anda hepimiz ayağa fırlayıp birbirimize sarıldık: denizlispor:1 fenerbahçe:0... dakika 89... ''bitti bu iş'' dedim... ''gözümüz aydın. şampiyonluğumuz kutlu olsun. maç ne kadar uzarsa uzasın denizlispor bu maçtan yenik ayrılamaz.'' hemen fenerbahçe maçının verildiği kanala geçtik. fenerbahçe maçının 16 dakika uzadığını öğrenince başımızdan aşağı kaynar sular döküldü. biz henüz olayın şokundayken tuncay ''şanslı''nın kafasına çarpan topun denizlispor kalesine gidip gol oluşuna tanıklık ettik... aslında bu beklenmedik bir şey değildi. yine de derinden bir ''off'' çekmeden edemedim.

    transa geçmiş gibi maçı izliyorduk. adeta bir ölüm sessizliği hakimdi hepimizde. tek kelime konuşmuyorduk. denizlispor stoperi, topu altı pasa bir metre mesafede appiah'ın önüne atınca ''yazıklar olsun. eğer o top oraya kasten atılmadıysa ne için atıldı?'' diye bağırdım. gözlerimi de kapamıştım... appiah'ın, ilahi adalati bozmamak için dışarı attığını az sonraki tekrarda gördüm. ve birkaç dakika sonra da selçuk dereli'nin havaya kalkan eli ile maçın bitiş düdüğünü üfleyişini... bu düdük, bir mucizenin aslına hiç de mucize olmayıp gerçek oluşunun habercisiydi. bir zaferin... bitirilmeyen umudun... kazanmaktan vazgeçememenin erdemini haber veren bir düdüktü...
  • 124
    radyodan takip etmiştim hayatımdaki bu güzel günü. rahmetli dedem ile birlikte. her şeyiyle çok güzeldi, suyun karşı tarafının bugünkü psikolojisini anlamayanların geriye doğru şöyle bir göz gezdirmesi yeterli aslında. yıllar bize kazanma hırsı, pes etmemek, arma için gerçek manada savaşmak gibi şeyleri kazandırırken öbür taraftan çok şeyler götürdü.

    saat kaç?

    (bkz: 14 mayıs 2006 denizlispor fenerbahçe maçı)
    (bkz: 14 mayıs 2006 galatasaray kayserispor maçı)
  • 131
    sosyal medyada devamlı dolanan "saldır gs" görselinin dört elemente nüfuz edip dünyamıza zuhur ettiği yegane akşam.

    o sezonla ilgili fetö, himmet, şike vs. lafları ortaya atmak; fenerbahçe'nin o sezon gerek saha içi gerek saha dışındaki performansına haksızlık etmek olur.

    o sezonki fenerbahçe'yi durdurabilecek herhangi bir şike organizasyonu türkiye sınırlarında kurulamazdı. kurulsa bile, aziz yıldırım onu da satın almanın bir yolunu bulurdu...

    peki madem bu kadar yenilmezdi bu adamlar, bu iş nasıl oldu diye sorar insan haklı olarak.

    her şakanın bir gerçeklik payı vardır çünkü..

    https://i.ytimg.com/...W0/maxresdefault.jpg
  • 94
    askeri lisedeyiz, 3. yılımız ve 2 yıl fenerbahçe şampiyon olmuş, son şampiyonluğumuzdan da 4 yıl geçmiş. ilk yıl babalara gelmiş takım, ikinci yıl 3. olmuşuz 76 puanla.
    o yıl da belki de 20 hafta kaybetmemiş bir fenerbahçe var. alex ceza yayı çevresinde tökezlese bile faul çalınıyor, frikikler gol oluyor, elle kolla goller atılıyor.
    bizde de parasızlık almış yürümüş, futbolcular idmana çıkmadı haberleri.
    işte 30. haftaya doğru manisa deplasmanında 5 yiyor fener, o ara bir liderliği alıyoruz ama kadıköy'de ilk dakikalarda kaçırdığımız gollerin hemen ardından yediğimiz gol, 4-0'lık hezimeti getiriyor.

    nitekim son hafta, uğursuz ağzımı açıp nazar da değdirmek istemiyorum. 220 kişi dönemden belki de 180 kişi kadarı gazinoya toplanmış, fenerbahçe maçı izleniyor. ilk yarı ayıla bayıla izliyorum. bir arkadaş geliyor, o sezonun siyah formasını giymiş, "oğlum niye forma giydin lan" diyorum korkudan, "korkma şampiyonuz" diyor. benim elim ayağım buz kesmişken rahatlığına imreniyorum. ilk yarı bitiyor, ben de kendimi kısımlara atıyorum. maçla ilgili hiçbir şey düşünmeyip volta atmaya başlıyorum, zaman geçmek bilmiyor. belki de yarım saat aynı şekilde dolanıyorum ve gazinodan büyük bir gürültü geliyor, yıkılıyorum resmen. kısımda etrafa küfürler etmeye başlıyorum.

    kapıdan çıkıyorum, gazinodan koridora küfrede küfrede çıkan birini görüyorum. "hangi takımlıydı bu" diyorum, fanatik fenerli olduğu geç aklıma geliyor, aklım durmuş. normalde hangi takımlı olduğunu iyi bilirim.
    dizlerimin bağı çözülüyor, gazinoya koşuyorum. son dakikalara girilmiş, ilk gördüğüm adamı sarsıyorum yakalarından, "kaç dakika uzadı ulan" diyorum, "6-7 galiba" diyor. kimisi bitti bitecek diyor, kimisi 17 diyor, derken gol oluyor kendimi kaybetmek üzereyken dışarı atıyorum kendimi.

    çarşıdan geldiğim için resmi kıyafet var üzerimde, ceket, şapka vs. başlıyorum yine dolaşmaya, kah yere çöküyor kah duvarlara baka baka yürüyorum. dakikalar geçmek bilmiyor, hiç ses de çıkmıyor.
    ve en sonunda müthiş bir gürültü kopuyor, millet dışarı çıkmaya başlıyor. çıkıyorlar da hangi takımlılar çıkıyor? herkes tek tip devre eşofmanı giymiş. en alt katta hazırlıklar, üstünde 1'ler var, sonra bizimkiler. yani tanımadığım insanlar çıkıyor ve alt sınıflar forma vs giyemediği için kimin şampiyon olduğunu da bilmiyorum. çok korkuyorum, sevinmeye çıkan fenerlilerin arasında kalmış olabilmekten.

    bir hazırlığı tutup örselediğimi hatırlıyorum, hangi takımlısın ulan konuş diyorm ağzı diline dolanıyor. "kim şampiyon ulan söylesene" diyorum, "galatasaray ağbi" diyor.
    sonrasını zaten anlatamam, hepiniz aynı duyguları yaşadınız. ama o şampiyonluğun sevincini bir daha yaşayabileceğimi sanmıyorum. 26 yaşındayım, bir 26 yıl daha yaşasam o ana eşdeğer bir sevinç yaşayacağıma inanmam.
  • 110
    sonunda iyilerin kazandığı gün. galatasaray tarihinde çok zaferler, çok imkansız başarılar vardır. hatta levent özçelik'in serin bir kopenhag akşamında sarfettiği tanrı bizim almamızı istiyor diye bir repliği de vardır, uefa finalinde arsenallilerin penaltıları birer birer direkleri bulurken...

    işte o repliği ete kemiğe büründüğü asıl gün 14 mayıs 2006'dır.

    2005-2006 sezonu boyunca yayıncı kuruluşta her golden sonra oyak bank'ın "sonunda iyiler mutlaka kazanır" temalı reklamının çıkması ile parası, gücü, hakemi, federasyonu, kibiri üstünde olan fenerbahçe'nin sadece 4 hafta önce 4 gol attığı denizlispor'a takılması arasında bile benzer bir bağlantı vardır...

    --- alıntı ---

    gün geldi, günler bir gün bile gülmedi
    hoş geldi ama bazen eli boş geldi
    yaz geldi, yağmurlar azdı hiç dinmedi
    az geldi, hepsi üst üste, şok geldi

    dur şimdi isteyince herşey yapılır
    sen inan bak herkes nasıl da inanır
    imkansız diyenler her zaman yanılır
    sonunda iyiler mutlaka kazanır

    --- alıntı ---
  • 79
    kardeşlerim o günle ilgili anılarına değinmişler, müsadenizle ben de bir anımı paylaşmak istiyorum o günle alakalı.

    o zamanlar dershaneye gidiyordum malum üniversite sınavlarına hazırlık için. güneşli bir pazar günüydü. ders bitti ve dolmuşa bindim. doğduğum ve yaşadığım yerin küçük olması itibari ile * çoğu dolmuş şöförünü tanıyordum. şöförün hemen yanına oturdum ve şampiyonun kim olacağını konuşmaya başladık. bu muhabbet devam ederken akabinde yolun kenarına park edilmiş modifiye bir araç gördüm. tabir-i caizse gelin gibi süslenmişti. sarı-lacivert renklere bezemişlerdi aracı; bayraklar flamalar vs. muhabbet ettiğim şöför süslenmiş aracı gördükten sonra bana dönüp; "bu akşam şampiyon olamazlarsa o kadar emek boşa gidecek, baksana ne kadar güzel süslemiş arabayı" dedi. ben de tebessüm edip kısık bir sesle "keşke.." demekle yetindim.

    ne yalan söyleyeyim fenerbahçe'nin son maçta şampiyonluğu vereceğine inanmıyorduk, inanamıyorduk. son maç lan bu. son maçta şampiyonluk mu kaybedilir. bütün bir sezonun emeği sonuçta. kahırdan öldürür adamı. herneyse evde lig tv olmadığından dolayı maçı herhangi bir dizi açık olacak şekilde ekranın sağ üstünden takip ediyorduk babamla. galatasaray 1 derken 2, 3 olmuştu ama diğer maçtan hala ses seda yoktu. babam sürekli " yok yahu bizimkiler kazandı ama fener atar bi' tane şimdi diye söyleniyordu" kendi kendine; elleri heyecandan titriyorken. bense babam gibi düşünüyordum ve soğuk soğuk terliyordum sadece sağ üst köşeye kitlenmiş şekilde. biz bunun muhasebesini yaparken denizli'den gol haberi geldi ve baba-oğul havalara zıplamaya başladık. ta ki 16 dakika uzatma verilene kadar. babam arka balkona ben de ön balkona gidip oturdum karanlığa; dakikalar geçsin diye. ama ne hacet; saniyeler bile geçmek bilmiyor aslında.

    zaman durmuş gibiydi. koridorda gidip geliyordum için için dua ederken. babamsa avuçlarını göğe açmış dua ediyordu. televizyonun olduğu odaya girmek istemiyorduk ikimiz de.

    1-1 olduğu haberi geldi sonra oturma odasından. babam ve ben soğuk soğuk bakıyorduk birbirimize; "olmayacak bu iş, birazdan atarlar " gibisinden. konuşmadan tekrar balkonlara çekildik. dua ediyorduk sürekli. saniyeler dakikalara, dakikalar saatlere dönüşmüştü sanki. aklım, zihnim kapalı bir şekilde " aç baba artık şu spor kanallarını da ne olmuş öğrenelim " dedim sesimi yükselttiğimin farkına varmadan. babam elleri titreye titreye açtı televizyonu;

    "şampiyon galatasaray"
  • 106
    o gün uşak öğretmen evinde denizlideki maçı izledim ben. üst katta bizim maç vardı ama ben o maçı izlemek istedim ve arkadaşlar bizim maçı izlemeye giderken ben denizli maçının olduğu yere girdim. fenerliler inanılmaz tedirgindi, ben ise hayal edilemez bir inançtaydım. çünkü beşiktaş maçında "şampiyon olamayacaksak atamayalım gol" dedikten sonra yazmıştı hasan kabze füzesini. "zalat gelsin sizi kurtarsın" diye inletirlerken stadı, "bu maçı satanın" diye başlayan inlemelere dönmüştü o tribünler. bilmez belki genç kardeşlerimiz, 3 sene boyunca şampiyon olamamış, stadı yapılacak diye olimpiyatlara sürülmüş bir galatasaray vardı. stadında hiç bir değişiklik olmayınca, üstüne bakımsızlıktan tribünlerde ot bitmeye başlayınca geri dönmüştük biz ali sami yen'e. maddi durum o kadar kötüydü ki; tek transfer döneminde bir takıma 350 transfer yazan fotomaç gazetesi bile devre arasında giuly transfer dedikodusunu "günün şakası" diye manşetten vermişti. maç başladı, denizli kümede kalmak, fener şampiyon olmak için oynuyordu. yani biri ekmek, diğeri pasta derdindeydi. ilk yarıda denizli'nin selahattin ile kale sahasından atamadığı bir pozisyon vardı ama maç bir şekilde dengede gidiyordu, taraftarlar fener ne zaman hızlansa kasa fişleri, tuvalet kağıtları ile oyunu durduruyorlardı. lig tv o kadar yanlı yayın yapıyordu ki, malatya'nın küme düştüğü ve denizli'nin ligde kaldığı hemen ekrana verilmiş ve spikerler utanmasalar gol yemiyor diye küfredecek hale gelmişti denizli'ye. 88'de mustafa keçeli yazdı golü, ben ve benim gibi araya sızmış galatasaraylılar çıldırdık, fenerliler kahroldu. sonra uzatmalar başladı, bitmeyen uzatmalar... uzatmalar gösterilmiyordu ama ekrana şöyle bir yazı geldi "verilen uzatma: 16 dk geçen uzatma: 6 dk kalan süre: 10 dk" yazıdan hemen sonra da fener'in golü. işte o 10 dakika, hani herkes appiah'ın ve tuncay'ın kafa topları der de, appiah'ın 2 metreden dışarı attığı topu unutur ya o pozisyonda ben kalbimin durduğunu gözlerimin karardığını hissettim. top dışarı çıktı, kalbim yeniden atmaya başladı ve ben hayata döndüm sanki. selçuk dereli'nin elini havada gördüğüm o an, o asırlar kadar uzun dakikalardan sonraki sevincim inanın hayatımda yaşadığım mutluluklar arasında hep apayrı kalacak. o gün öyle bir kutlama yapıldı ki ufacık uşak şehrinde, uşaklı arkadaşlar "uşak'ın nüfusu bu kadar değil" diyorlardı kalabalığı görünce. bir abi sokağa iki tane şampanya şişesi ile atmış kendini, al patlat diye verdi birini bana. hayal mi gerçek mi anlayamayanlar oluyordu, arkadaşlar sık sık rüya mı gerçek mi anlamak için birbirlerini tokatlıyorlardı. gerçekti, gündüz kılıç'ın deyimiyle his takımı olmanın, armaya bağlılığın gerçeği... mayısların bizim olmasının en önemli pay sahiplerinden biriydi o gün.
  • 29
    allah biliyor ya hiç umudum yoktu o sabah uyandığımda. hatta uyanmak istememiştim. akşam olacaktı ve fenerbahçe denizli'den istediği sonuçla ayrılıp şampiyon olacaktı. ben de bütün gece boyunca son ses müzik açıp sokakta eğlenen fenerbahçelilerin seslerinden, arabalarının o sevimsiz korna sesinden yalıtmaya çalışacaktım kendimi. televizyon açmam da söz konusu değildi çünkü bütün kanallar sarı-lacivert olacaktı. işte bu psikolojiyle uyandım o sabah. annem yüzümün neden asık olduğunu sordu. ben de bir ay sonra 2. kez gireceğim ve son şansım olarak gördüğüm öss'nin yarattığı stresi bahane ederek yalan söyledim. ancak bütün bu psikolojinin içinde aklımda bir soru işareti vardı. neden? diyordum. hasan kabze o golü attıysa nedensellik ilkesine göre bir sebebi olmalıydı. içimi rahatlatan tek düşünce de buydu o sabah. neyse kahvaltı falan yaptık ailecek. annem akşama anneannemlere gideceklerini, teyzemlerin falan bütün aile orada olunacağını söyledi ve akşama dışarı çıkıp çıkmayacağımı sordu. hemen gelirim sizinle diye yanıt verdim. çünkü o gün zaten dışarı çıkasım yoktu. çoğu arkadaşım* da zaten akşamki maçları izlemeye gidecekti. o psikolojiyi evde tek başıma yaşamak istemiyordum ve annemin yaptığı teklif benim için bir velinimetti. orada hiç değilse muhabbetle falan vakit geçerdi. neyse akşam oldu gittik anneannemlere. yemek falan yedik bu arada maçlar da başlamıştı. yemekten sonra oturma odasına gittim ben. hiç istemesem de maçlarla ilgilenmeden duramıyordum. babam mutfakta radyodan takip ediyordu maçı. aile üyelerinin geri kalanı salonda muhabbet ediyorlardı. daha sonra koridorda babamın ayak seslerini işittim. benim oturduğum odaya doğru geliyordu. maçları takip ettiğini bildiğimden maçlarla ilgili bir haber vereceğini tahmin etmiştim. acaba iyi haber mi verecekti kötü haber mi? o kısacık koridoru babam yaklaşık o ayak seslerini duyduğumdan 2 saniye sonra geçip odaya ulaştı. o 2 saniye 2 yıldı benim için ama gecenin ilerleyen saatlerinde olacak olanlarla kıyaslayınca bu zaman geçmemesi durumu daha başlangıç sayılırdı. babam benden daha hasta galatasaraylıdır. odaya geldiğinde hemen yüzüne baktım bir duygu alabilmek için. ifadesizdi. zaten onun da hiç umudu yoktu ve sabahtan beri belki de hayal kırıklığına uğramamak ve olası kötü sonuca kendimizi hazırlamak için içimizde umut beslememiştik. hemen "attı mı fener?" diye sordum. "yok biz attık" dedi. "iliç mi?" dedim. güldü "nereden bildin" dedi. "sami yen'de o atıyor genelde diye karşılık verdim.** ardından "fener maçı nasıl gidiyor" diye sordum. "valla çok yavan bir maç, pozisyon falan pek yok ama fener sıkıştırır herhalde bir tane" diye cevap verdi. babam radyodan bile maçın gidişatını anlayacak kadar bilir futbolu. umutlu konuşmamıştı ama ben o cümlelerden alacağımı almıştım. yavan bir maç demişti babam sonra da yine kendini umutlandırmamak için fener sıkıştırır bir tane demişti. o kendini umutlandırmak istememişti ama benim içime o dakikada umut girmişti. daha sonra odada televizyon izlemeye devam ettim ve ilk yarılar sona erdi. 45 dakika öncesinde karalar bağlıyordum ama işte tam o anda içimde umut parıltıları hissediyordum. devre arası dahil 60 dakika kalmıştı. ne olacaktı acaba 60 dakika sonra. devre arası bitti ikinci yarı başladı. ben ise artık iyice heyecanlamaya başlamıştım ve kendimi kontrol edemiyordum. bu heyecanla tek başıma başa çıkamayacağımı anlayıp salondaki muhabbete katılmaya karar verdim. koridorda salona doğru yürüyordum. bir kaç adım sonra sağ tarafıma, mutfağın açık kapısından içeri baktım. babam radyodan maçları takip ederken sigara üstüne sigara içmiş ve mutfağı bir sis perdesi bürümüştü. bu ortamda annem de çay demlemeye çalışıyordu. bir an babamla göz göze geldik. "nasıl gidiyor?" diye sordum. "aynı" diyerek cevap verdi. bunun iyi bir haber olduğunu varsaydım ve koridorda salona doğru yürümeye devam ettim. salonda anneannem, teyzem, fenerbahçeli ablam, onun o gün 2 yaşında olan oğlu* ve beşiktaşlı eniştem* oturmaktaydı. hepsi koltuğa oturmuştu ama enişten rakısı ve peynirini almış masada oturmuştu. ben de onun yanına masaya oturdum. muhabbet etmeye başlladık. enişten spor, sanat, siyaset ve benzeri birçok konuda muhabbet edilebilecek bir insandır. anlatıyordu bana bir şeyler ama ben duymuyordum. çünkü aklım hep maçtaydı. maçlarda dakikalar 60 olmuştu. alakasız bir muhabbettin içinde "yaa atacaklarsa şimdi atsınlar sonra maçın sonuna denk getirip de yıkmasınlar beni" dedim. güldü eniştem "korkma bir şey olmaz" dedi. dakikalar ilerledi artık kendimi kontrol edemez bir hale gelmiştim. salondaki herkes dehşetle bakıyordu bana. benimse hiçbirsey umurumda değildi. babam da dayanamamış radyoyu kapatmış ve oturma odasında trt 1'deki stadyum programını izlemeye başlamıştı. dakikalar 88 olmuştu. bütün sokağı inletecek bir gooooool sesi yankılandı mahallede. o an işte ömrümden ömür gitti benim. bu kadar yüksek ses çıktığına göre kesin fenerbahçe atmıştı golü. çünkü galatasaraylılar kendi maçlarını izliyorlardı, öbür maçtan haberleri olamazdı ve eğer biz atsak bu kadar ses çıkmazdı çünkü şampiyonluk bizim elimizde değildi. fenerbahçeli ablam benim o halimi görüp "ayy inşallah denizli atmıştır da üzülmez kardeşim" deyip odadan hızla çıkarak oturma odasına doğru koşmaya başladı. oturma odasından da babam bağırıyordu " denizli attı denizli attı". ablam koridorun yarısından geri döndü ve o da "denizli atmış" diye bağırdı. o an... bilmiyorum inanılmaz bir duyguydu. oturduğum yerden ok gibi fırladım koridorda "şaaaaampiyon" diye bağırmaya başladım. oturma odasına koştum. babamın yanına oturdum ve stadyum'u izlemeye başladım. dakika 88'di. evet şampiyonduk. fener 3 dakika hadi uzatmasıyla 5 dakikada atsa atsa 1 gol atabilirdi ve bize beraberlik de yetiyordu. ömer üründül maçın 7 dakika falan uzayacağını ama şu saatten sonra artık çok da bir şeyin değişmeyeceğine inandığını söyledi. bu da iyiydi 7 dakika da 2 gol çıkarmak için az bir süreydi. bu duygularla ekran başında maçların bitmesini beklerken erdoğan arıkan kalbime bir bıçak sapladı. "ve denizli'de maç 16 dakika uzuyor"... işte bu sözler kalbime ok gibi saplandı. 16 dakika 2 gol atılabilecek bir süreydi. kalktım ve moralim bozuk bir şekilde salona döndüm tekrar. salondakilere durumu anlattım 16 dakika daha bekleyeceğiz dedim. bu arada evde de bir kaos olmuştu o dakikalarda. başımı öne eğerek ve tırnaklarımı yiyerek salonu turlamaya başladım. bir yandan da içimden saniyeleri sayıyordum. 1,2,3,4,...,62,63,64,...,105,106,107,.... neden sonra enişten beni yanına çağırdı. maçın bitimine 10 dakika vardı. eniştem aynı zamanda adanalıydı. bir sezon önce malatyaspor'un adanaspor'un düşmesinden illegal bir biçimde rol aldığını düşündüğünden malatyaspor'un düşmesini, dolayısıyla denizlispor'un galibiyetini istiyordu o da. ayrıca içten içe de bir beşiktaşlı olarak galatasaray'ın şampiyonluğunu fenerbahçe'nin şampiyonluğuna tercih ediyordu o sezon çünkü fenerbahçe o sezon çok çirkinleşmişti. "oğlum bak maçın bitimine neredeyse 10 dakika var. fenerbahçe 10 dakikada 2 gol atamaz. sakin ol biraz." dedi bana. gerçekten de düşününce normal bir maçta 80. dakikaya 1-0 yenik giren takımın maçı 2-1'e çevirmesi çok zordu. tam bu esnada büyük bir bağırış geldi. hemen içeri otuma odasına koştım. babam, yüzü kıpkırmızı bir şekilde attı fener dedi. o an kan beynime sıçramıştı. daha 10 dakika vardı ve bir gol daha atabilirlerdi. hemen salona geri döndüm. bu sefer yüzümde çok büyük bir mutsuzluk, hareketlerimde de panik vardı. salonda oturan aile fertleri ciddi bir şekilde endişeleniyorlardı durumuma. annem "çay koyayım mı sana?" dedi. sonra! diye diye karşılık verdim. bu sefer enişten çağırdı yanına. rakısını uzatarak "al iç şundan biraz rahatlarsın" dedi. bir iki yudum aldım. hiç bir şey hissetmiyordum. halbuki eniştem rakıyı seke yakın sertlikte içerdi ve ben de alkola toleranslı biri değildim ama o an o rakıyı hissetmiyordum işte. dakikalar geçmiyordu bir türlü bense yine başım öne eğik bir şekilde tırnaklarımı yemeye ve salonun ortasında volta atıp durmaya devam ediyordum. salondaki kaos ortamı devam ediyor ve kimse muhabbet edemiyordu. bir kısmı çaylarını içmeye çalışırken 75 yaşındaki anneannemle 2 yaşındaki yeğenim olanları anlamaya çalışıyordu. maçın sonlarına yaklaşmıştık artık. eniştem hala boşuna panik yaptığımı ve fenerbahçe'nin gol atamayacağını iddia ediyordu. ayrıca malatyaspor'un düşeceği kesinleşmiş ve onun keyfi biraz yerine gelmişti. eniştem bu sözü söylediği sırada sokaktan yine bir gürültü koptu. çok korkmuştum hatta kan yine beynime sıçramıştı ama bu ses sanki gol sesi değil gibiydi ya da ben kendimi kandırmaya çalışıyordum. bunun öğrenmenin tek bir yolu vardı. hemen oturma odasına babamın yanına koştum. babam iyice çökmüştü o dakikalarda. "korkma appiah kaçırdı ama bastırıyor fenerbahçe." dedi. gerçi babamın bastırıyor fenerbahçe lafı biraz rahatsız etmişti ama sonra bunun doğal bir şey olduğunu ve fenerbahçe'nin tabi ki de bastıracağını fark etmiştim. o esnada televizyona baktım. appiah'ın kafa vuruşunun direkten döndüğünü anlatıyordu erdoğan arıkan. sonra da salona gitmedim artık zaten 3-4 dakika kalmıştı ne olursa olacaktı artık. ben de babamla stadyumu izlemeye başladım. son dakikalara doğru erdoğan arıkan "appiah, gol pozisyonu..." cümlesini kurdu ve o dakikada yine kalbime doğru ilginç bir akıntı hissettim. babam da yumruklarını sıkmıştı o an. neyse ki erdoğan arıkan çok fazla bekletmedi ve "ve top yandan dışarı çıkıyooor." dedi. yine rahatlamıştık. diken üstünde birkaç dakika daha geçirdik ve sonunda bütün gün beklediğimiz haber yine erdoğan arıkan'dan gelmişti " ve selçuk dereli son düdüğü çalıyor... şampiyon galatasaray". o an mahalleden büyük gürültü koptu. balkona çıktım. mahellenin galatasaraylı gençleri caddeyi kapatmış bayraklarla formalarla şampiyonluk kutluyordu. o an idrak ettim durumu. şampiyon galatasaray'dı. bütün sezon boyunca çekilen sıkıntılar, geciken maaşlar, idmanlarda yapılan boykotlar, sürekli fenerbahçe lehine bizim alehimize yapılan hakem hataları, kısıtlı kadroyla fenerbahçe'nin tarihinin en kuvvetli kadrosuna karşı yapılan onur mücadelesi... hepsi ama hepsi son bulmuştu. galatasaray tarihinin en temiz, en beyaz ve en onurlu şampiyonluğunu kazanmıştı. çok istiyordum bu seneyi. hatta bu sene şampiyon olalım gerekirse 3 sene olmayalım diye dua ediyordum allah'a. sonunda olmuştu. sonu da bu önemli bütün sezon gibi efsane olmuştu bu senenin.

    işte doğadaki her türlü duyguyu tattığım 14 mayıs 2006 günü böyle geçmişti benim için. bu kadar zor bir gündü ama şimdi sorsalar o günü bir daha yaşamak ister misin diye. hiç düşünmeden evet yanıtını veririm.
  • 128
    şafak 97 derken, erat binasının arkasında küçüçük bir radyonun başında geçmeyen 16 dakika…
    bitiş düdüğüyle birlikte bölüğü şampiyon diye inletme ve nöbetçi subaydan yalvar yakar alınan gece 12’ye kadar televizyon izleme izni.
    14 mayıs 2006 benim için böyle geçmişti.
    ertesi gün çarşıya göreve çıkacak arkadaştan bütün spor gazetelerini istemiştim.
    öğlene kadar hepsinin keyifle okumuştum.
App Store'dan indirin Google Play'den alın