1845
atatürk, ölümünden iki yıl önce şöyle demişti:
"türkiye cumhuriyeti’nin temeli kültürdür."
kendisinin yolumuza ışık saçan sınırsız sözü vardır. ancak bu sözü devrimlerini özetleyen yalın bir özlü söz.
kemalist devrim, her şeyden önce bir "kültür devrimi"dir. çünkü geri kalmış ülke devrimleri, her şeyden önce bir kültür devrimi olmak zorundadır.
örneğin 1789 fransız ihtilalinde, toplumun temel dinamikleri devrim başladığında çoktan değişmişti. yalnızca tarıma dayalı ortaçağ ekonomi anlayışını terk ediyorlardı. feodalite hızla güç yitirirken, sanayi ve ticaretin güç kazandırdıkları öne çıkmıştı. kırlar boşalıyor, kentler gelişiyordu… devrimden önce fransa'da yeni bir düzen kurulmuştu. bu yeni koşulların yarattığı, bir “yeni insan” söz konusu idi.
işte fransız devrimi, yalnızca, "eskimiş kurum"ları yenilemekten ve bu "yeni insan"a uygun hale getirmekten öte bir şey yapmamıştır. yani, o değişen yapıya ayak bağı olmaktan başka bir anlamı kalmamış olan kurumları…
oysa atatürk'ün anadolu devriminde, ne değişen bir altyapı vardı ne de yeni altyapının ürünü olan “yeni insan”… fransa'da devrimi “yeni insan” gerçekleştirmişti. türkiye'de ise, devrim yani dolayısıyla atatürk "yeni insanı" yarattı. yeni insanda "yeni toplumsal dinamikleri" oluşturdu.
gelişmiş ülkelerin devrimcileri, değişimin arkasından yürürler. geri kalmış ülkelerin devrimcileri ise, değişimin önünden yürürler.
atatürk'ün hedeflediği "yeni insan" nasıl bir insandı?
"üreten, hakça paylaşan, özgürce düşünen, kendi kendini yönetebilen" bir insan… kulluktan, yurttaşlığa geçmiş olan bir insan.
atatürk’ün, devrimin temelini oluşturduğunu söylediği "kültür", nasıl bir kültürdü? laik, demokratik ve ulusal bir kültür.
laiklik, sorunlara aklın ve bilimin ışığında çözüm arayabilme yolunu açıyordu… demokratiklik, -kadın erkek eşitliği dahil- eşitliği ve özgürlüğü içeriyordu…
milliyetçiliğin ise iki yönü vardı.
bir yandan, kendi tarihsel köklerine ve özkültürüne kadar gitmek… öte yandan, o "milli unsurları" atatürk’ün uygarlık olarak nitelendirdiği evrensel kültür değerleri ile entegre etmek.
atatürk’ün “kültür devrimi” -bazılarının öne sürdükleri gibi- anadolu insanını köklerinden koparmadı… tam tersine, osmanlı döneminde unutulmuş ya da unutturulmuş olan "geçmiş" ile buluşturdu. küçümsenmiş, horlanmış olan "halk kültürü" ile tanıştırdı.
atatürk, şu sorunun yanıtını araştırıyordu:
"türklerin anadolu’da bir aşiretten bir devlet kurmaları olanaksız olduğuna göre bu olayın gerçek yönü nasıl açıklanmalıdır?" bir yandan anadolu’nun tarihi ve geçmiş kültürleri -binlerce yıl öncesine giderek- bir bütün olarak ele alındı ve benimsendi… bir yandan, türklerin tarihi orta asya’ya kadar uzanarak araştırıldı…
bir yandan da, arap ve fars kültürünün etkisi altında yozlaşmış osmanlı aydının kültürü değil, özgüllüğünü koruyan halk kültürü öne çıkarıldı.
tarih devrimi, dil devrimi, harf devrimi, okuma seferberliği, halkevleri, köy enstitüleri, folklor araştırmaları, hatta müzik devrimi.. hep bu ulusallıktan evrenselliğe yönelen "kendine dönüş"ün köşe taşlarıdır.
atatürk için batılılaşma bir “amaç” değildi. sadece bir “araç”tı. taklidin her türüne karşıydı. çünkü, “çağdaşlaşabilmek” için “yaratıcı olmak “gerektiğine inanıyordu…
atatürk’ün kültür devrimini “batılılaşma“ sananlar,
atatürkçülüğü hiç mi hiç anlamamışlardır!
batı’nın büyük devletleri kemalizmin kendileri için yarattığı tehlikenin farkındaydılar. bugün ortadoğu’nun çağdışı krallıklarını, şeyhliklerini kendi çıkarlarına uygun görenler o günlerde de vahdettin’i destekliyorlardı.
cumhurbaşkanı olunca atatürk hiçbir yurtdışı geziye çıkmadığı halde; zamanın ünlü devlet adamları, krallar, şahlar, başbakanlar ankara’yı ziyaret kuyruğundaydılar.
batı, atatürk’ten sonra devrimin yaşayabileceğine inanmıyordu. “tek engel’ ortadan kalkınca devrim çökecek ve batı ‘lozan’da verdiklerini birer birer geri alacak’ beklentisi yaygındı. batı’nın en büyük umudu da, türkiye’deki "gerici" güçlerdi.
yani atatürk’ü -ölümünden sonra- bizzat kendi ulusunun reddetmesiydi!
batı atatürk’ü istemedi, çünkü çıkarlarına aykırı idi. ama bükemediği eli öpmek zorunda kaldı… zamanın ingiltere başbakanı, kendi parlamentosunun önünde
çaresiz bir itirafta bulunacaktı:
“böyle bir dâhi ancak yüz yılda bir çıkar. o da bizim rakibimize rastladı…”
atatürk... batı’nın desteğini alarak batılılaşma yolunda adımlar atmadı; tersine, kemalizm bir anlamda batı’ya karşın batılılaşma anlamı taşıdı. ama bu noktada. atatürk’ün “batılılaşmadan ne anladığını iyi görmek gerekir. daha 1923‘te şöyle diyordu;
“biz batı uygarlığını, bir taklitçilik yapalım diye almıyoruz. onda iyi olarak gördüklerimizi kendi bünyemize uygun bulduğumuz için, dünya uygarlığı seviyesi içinde benimsiyoruz.. ülkeler çeşitlidir, fakat uygarlık birdir ve ulusun ilerlemesi için de bu tek uygarlığa katılması zorunludur. osmanlı imparatorluğu'nun duraklaması batı'ya karşı elde ettiği zaferlerden çok gururlanarak,
kendisini avrupa uluslarına bağlayan bağları kestiği gün başlamıştır. bu bir hata idi, bunu tekrar etmeyeceğiz… “türkler bütün uygar ulusların dostlarıdır… ”
peki türk devrimi, acaba fransız devriminin bir taklidi midir?
atatürk bunu da şöyle yanıtlıyor:
‘fransa devrimi bütün dünyada özgürlük düşüncesini estirmişti. ama o tarihten beri insanlık ilerlemiştir. türk demokrasisi fransa devriminin açtığı yolu izlemiş, ama kendine özgü seçkin özelliği ile gelişmiştir. çünkü her ulus devrimini toplumsal olan hal ve durumuna, düzenin değiştirilmesi ve devrimin oluş zamanına göre yapar…
her ne kadar ulusların ve demokrasilerin işbirliği etmeleri gerekli ve olası ise de, işbirliği ancak bir tek amaçla, yani barışa yönelik gerçekleşir ve yararlı olur.”
aslında atatürk’ün kafasında olan, ‘batılılaşma’ değil “uygarlaşma”dır. üstelik de, kendi ulusal özelliklerimizi koruyarak uygarlaşmadır.
türk tarihinin gün ışığına çıkarılması çalışmalarını atatürk başlatmıştır. bir yandan orta asya’ya, öte yandan hititlere. anadolu’nun tarihsel derinliklerine kadar gidilmesinin öncüsü atatürk’tür. taklitçi saray kültüründen anadolu’nun bin yıllık kültür sentezine dönüş atatürk’ün eseridir.
atatürk ne yabancı sermayeye karşı olmuştur ne de başka uluslarla işbirliğine… ama -her konuda olduğu gibi- bu konularda da vazgeçilmez bir önkoşulu vardır: toplumun ortak yararı ve eşitlik!
yabancı sermayeye evet; ulusal çıkarların ve bağımsızlığın zedelenmemesi koşuluyla!
bir kez daha yinelemekte yarar var kemalizm
batı’nın desteği ile değil, batı’ya karşın bir uygarlaşma hareketidir.