gücünü müesses nizamdan aldığına artık zerre şüphem kalmayan mevcut başkan.
daha önce de belirtmiştim, çok güvenmiştim kendisine. saha içerisinde kendisine en büyük kolaylığı sağlayacak figüre sahip olarak görev başına geldi, bir önceki kepaze yönetimin ardından herkese umut oldu. bu umudun tezahürü o dönemki gs store kampanyalarına olan muazzam ilgide görülebilir. uefa cezası ihtimalinden alnının akıyla çıkıp sezonu
* da şampiyon tamamlayınca sezon sonunda sözünü verdiği seçime en büyük aday olarak girdi. dursun aydık özbek isimli şahsın aldığı 1500 küsür oya karşılık büyük bir farkla da kazandı.
dursun aydın özbek isimli bir garip şahsiyetin aldığı oy kendisi için en büyük tehlikeydi. dönemi sportif, yönetsel ve finansal manada kepazeliklerle geçen adamın bu kadar oy alması liseci zihniyetle savaşacağının en büyük göstergesiydi. buna rağmen bu savaşı rahatlıkla verebileceği şartlar mevcuttu: çok büyük bir taraftar desteği ve yukarıda belirttiğim gibi sahada kendisine ihtiyaç duyurmayacak çok çok büyük bir teknik direktör.
kendisinin bu aşamada yaptığı ilk büyük hata, ocak ayında toplama kadroyla girdiği seçimden sonraki 5 aylık süreçte güçlü bir yönetim kurulu oluşturamamasıydı. kendisi çok ortalıkta görünmese de perde arkasında yusuf günay’ın adnan polat dönemindeki adnan sezgin etkisine sahip olduğunu düşünüyorum. yusuf günay, kulüp içindeki kadrolu çalışanlara dahi biraz sivrildiği takdirde kafayı takabilen bir karakter. mustafa cengiz’in biraz sözüne kulak astığı elemanı soruşturup araştırabilecek, kendisine rakip olarak konumlandırabilecek garip bir şahıs ve bu şahıs asla ve asla galatasaray’da 2. adam olabilecek seviyede değil. adnan polat dönemindeki ışın çelebi gibi devlet içerisinde faydalı işler yapabilecek kullanışlı bir yönetici olabilecekken 2. adam rolü üzerinde hep çiğ durdu. öte yandan abdürrahim albayrak gibi bir karakterin basın sözcülüğü, transfer sorumlusu gibi görevleri üstlenmesi de büyük yanlışlardan birisiydi. abdürrahim albayrak da saha içinde kalmalı ve siyasi kanatla olan ilişkilere rabıta olmalıydı. bunlardan yola çıkarak yönetim kurulunda ne denli hatalar yaptığını görebiliriz. tüm bunlara rağmen rüzgarı arkasına almıştı ve taraftarın çok büyük çoğunluğu arkasındaydı.
ilerleyen süreçte transfer sezonları geldikçe taraftarla arası açılmaya başladı. gomis satıldıktan sonra yapılan hesap hatası(!) nedeniyle sezona
* forvetsiz girmek büyük skandaldı. yine de sahada işleri bir şekilde kotarabilecek teknik ekibe sahip olmak kendisine avantaj sağlıyordu. burada bir parantez açmak istiyorum; fatih terim’i eleştirirken, “forvetsiz falan diyorsunuz da o sezon eren ve sinan gibi iki forvetimiz vardı.” diye deli saçması yorumlar yapan arkadaşları görüyorum, lütfen yapmayın. porto deplasmanına sinan gümüş tek forvetiyle çıktık. belki sezonun en iyi topunu oynadığımız maçta forvet yoksunluğundan dolayı tek gol atamadık. o sezon şampiyonlar ligi’nde kırılma maçımız o maçtı.
konumuza dönelim, mustafa cengiz’in asıl sınavı, asıl mücadelesinin ne olacağı o sezon ayyuka çıktı. önce 2 kasım 2019 galatasaray fenerbahçe maçının ardından verilen kararlar, akabinde yayınlanan bildiri ile tff ve kulüpler birliği alenen galatasaray’a, 25 mart 2019 ibra kepazeliği ile de liseciler apaçık kendisine savaş ilan etti. bu iki süreçte de taraftar kendisine -eksik ya da fazla- destek oldu. kendisinden ve yönetim kurulundan beklenti, bu iki aleni düşmanla mücadele etmesiydi.
kendi topuğuna sıkması da bu süreçlerde gerçekleşti. ünal aysal’ın düştüğü hataya o da düştü. gelen 2 şampiyonlukta, 2. sezon kazanılan 3 kupada aslan payını almak istedi. elindeki fatih terim kozunu kullanamadı ve onunla çatışmaya başladı. olay siyah-beyaz değildir, tabi ki iki tarafın da hataları vardır ama o hatalara hiç düşmemeliydi. bir başkanın saha içi başarıdan rol çalmaya çalışmasına hiç gerek yoktur, zaten otomatikman kendisinin rolü sabittir ve şampiyon başkan olarak tarihe geçer, bunun daha fazlasını istemek o başkana zarar verir, nitekim verdi de. gücünü böldü. florya’yla üstü kapalı mücadele etmeye başladı, sonrasında o da ayyuka çıktı. belki çok tekrarladım ama kendisinin yapması gereken saha içinde takımın ve kurmayların kafasını rahat ettirip saha dışına odaklanıp galatasaray adına mücadele etmek iken cepheyi genişletmeyi tercih etti. bana göre asıl kırılma da bunlardan sonra gerçekleşti.
1) tff ve “dış mihraklar” ile mücadelemizde inanılmaz etkisiz kaldı. sezon boyu doğrandığımız, bildiri rezaletinin yaşandığı ve sonunda müesses nizam takımına karşı vura vura kazandığımız şampiyonluk
* bugün laçka ve leş ağızlara sakız olabiliyor örneğin. o sezon içerideki fener, konya, rize maçları, dışarıdaki beşiktaş, trabzon maçları ve özellikle kadıköy rezaletinin konuşulması gerekirken bugün bileğimizin hakkıyla aldığımız rize deplasmanı konuşuluyorsa ve bu maç bütün sezona mal edilmeye çalışılıyorsa en büyük sorun yönetimin acziyetidir. zaten o günden bugüne gelinen süreçte müthiş bir acziyet karakterimize işledi. tff kurullarında geçtim galatasaraylıyı, hakkaniyetle karar verecek tek adam dahi kalmadı ve bu süreç göstere göstere geldi. siyasetle bu kadar yakın görünüp hiçbir derdimize derman olamamak gerçekten müthiş bir meziyet.
2) lisecilerle mücadelede taraftar desteğini neredeyse sıfırladı. transfer sezonlarında yaşanan ve taraftarla arasının soğumasının başlama sebebi olan olaylardan sonra öyle ya da böyle, bir şekilde fatih terim’le ters düşmesi, taraftarın nezdinde kendisiyle kıyas dahi kabul edilmeyecek derecede kredisi olan bir efsaneyle basın önünde didişmesi taraftarı kendisinden soğuttu. sürtüşmenin başlama sebebi nedir, ne değildir bilemesek de ne olursa olsun kendisine en büyük paratoner olan karakteri karşısına almamalıydı. bunu, fatih terim sevgisinden ya da hoca-başkan çekişmesinde tarafgir olmaktan bağımsız, mantık çerçevesinde değerlendiriyorum, pragmatist bir tavır takınmalıydı ve fatih terim’i doğru kullanmalıydı. burada kullanmaktan kasıt ortak çıkar ve hedefler içerisinde tutmalıydı. başaramadı ve taraftar ilişkisinde transfer vakalarından sonra asıl büyük darbeyi burada yedi. hani bazı arkadaşlar fatih terim’i dümdüz hoca çizgisinde değerlendirmeye çalışıp “başkan ne derse o olur, hoca onun astıdır, elemanıdır.” diyorlar ya, o iş tabanda kabul görmez güzel kardeşim. o dediğiniz skibbe’ye olur, mancini’ye olur, tudor’a olur, hamza hamzaoğlu’na olur, mustafa denizli’ye olur. kağıt üzerinde doğrudur, başkan kurumun 1 numarasıdır, makamın otoritesi tüm personelin üzerindedir fakat fatih terim gibi bir galatasaraylıyı karşınıza aldığınızda işler sarpa sarar. bunu faruk süren de yaşamıştır, ünal aysal da. tabi ki hoca’nın önünde başkanlar el pençe divan durmalı diye söylemiyorum bunu ama o ilişkiyi ince çizgide yürüttüğünüzde hem sizin, hem hoca’nın işleri yolunda yürür, taraftarın da yüzü güler. tabi tüm bunların yanında tff’nin şarlatanlıklarına karşı süt dökmüş kedi gibi takılmak, hoca’ya, yardımcısına ve oyuncularına ceza üstüne ceza yağarken ve bütün bunlar galatasaray’a onulmaz zararlar verirken sırra kadem basmak taraftar nezdinde itibarını iyice zayıflattı. sen kulüp içinde kemikleşmiş, kök salmış, kulübün yapı taşlarından birisi olmuş bir yapıyla mücadele ederken arkandaki en büyük desteği kaybedersen kazanma ihtimalin de yok seviyesine yakın olur. durum budur. açıkçası benim için fatih terim-mustafa cengiz ikilisinin başarısı ve o köhne yapının dışından gelen bir başkanın sürdürülebilir bir sistem kurması, o yapının kırılması adına çok önemliydi ama maalesef bunu başaramadı. ve o fosil zihniyete, “alın bunu da gördük.” diyebilecekleri bir miras bıraktı dursun aydın özbek adlı skandallar prensinden sonra.
mustafa cengiz’in son bir yılda yaptığı tüm hamleler ise kendini aşağıya çekti. şu an maalesef öyle bir noktaya geldik ki geçen sene bu sıralar seçim yapsa yine kazanacak olan adam, ülkedeki sonsuz erkin kendisine koltuk değneği olmasıyla uzatmaları oynamaya çalışıyor. şu an yönetim kurulu oluşturabilecek sayıda insanı dahi bir araya toplayabileceğini düşünmüyorum. abdürrahim albayrak da dahil olmak üzere yusuf günay hariç mevcut yönetimden kimsenin listesine ismini gözü kapalı yazdıracağını sanmıyorum. yusuf günay da başka adayların yönetiminde kendine yer bulabilecek durumda olsa bir dakika bile düşünmez, o da gider. tabi bu şahsi kanaatim.
yönettiği bilmem kaçıncı transfer sezonu olmasına rağmen kaynak bulamayıp sezona orta sahasız girmeye sebep olmak -ki şu an ulaştığı değerin çok altındayken istenen, ilgilenilen scout transferlerinin olduğu herkesin malumu-, sezon boyunca galatasaray’ın hakkı deniz, yemeyen keriz dercesine kalın kalın doğrayan tff’ye karşı tamamen tepkisiz kalmak, sezonun yarısını, belki de şampiyonluğa sebep olacak şekilde fiyasko bir hale gelen zeminde oynatmak ve buna çare bulamamak, sezonun son bir kaç haftasına ve en kritik virajına girerken her ne olursa olsun sezonda 30 maç banko oynayan topçunun sözleşmesini akılsızca feshetmek
*, açıklamalarda hala tff’ye istenen tepkiyi vermemek, oyunculara şeref, haysiyetten dem vuran laflar söylemek
*, galatasaray tv’de topçu sansürletmek, kulübün tüm kitle iletişim araçlarını kendi sosyal medya hesabı gibi kullanmak ve tüm bunların üzerine kofti bir bahaneyle seçimli genel kurulu ertelemek... freni patlamış kamyon bu kadar hızlı düşmez rampada.
iyi kötü 4 adet aday çıkmış ortaya, sen daha aday mısın değil misin belli değil, nefret ettiğin hoca’yı gönderecek yüreğin yok çünkü tüm bu saçmalıklara karşın taraftarın sitem de etse, kızsa da tek ümit ışığı o ve asla ondan daha çok sevilmiyorsun, ondan daha çok kredin yok ve en önemlisi yönetimindeki adamların sağda solda arkandan konuşuyor, bir bir istifa ediyor ve sen birilerine dayanarak ayakta kalmaya çalışıyorsun. bir hafta erteledin, iki hafta erteledin, haydi bilemeden 3-5 ay erteledin, eninde sonunda genel kurul ile yüzleşeceksin. bari biraz iyi hatırlayalım; adını duyunca aklımıza son 1 sene değil fetih sûresi gelsin, inceden inceye özlü sözlerle verdiğin ayarlar gelsin, dursun aydın özbek illetinden 2 kez bizi kurtardığın günler gelsin ama ısrarla bunları unutturmak için çabalıyorsun.
insan zamanı gelince, “gidiyorum elveda” şarkısını söylemesini bilmeli.