---
alıntı ---
galatasaray'da saha dışı nasılsa saha içi de öyle. başkanın korkmadan titreyerek silkelenmesi ve yola çıkış söylemleriyle devam etmesi gerekiyor.
aslında hikaye şöyle başlıyor; "ünal aysal'ı başkan yapalım, parayı o versin, biz kulübü yönetelim." sonrasında şuna dönüyor; "ben işi öğrendim, siz olmadan da yaparım. koltuğu da çok sevdim. o koltuk için de her tavizi veririm." özeti budur bütün yaşananların.
nasıl oldu? neden oldu? ne zaman? ne olacak? sorular çok. ama ortada tek bir gerçek var. galatasaray avrupa'ya veda etti, şampiyonluk yarışına havlu attı. elinde tek hedef türkiye kupası kaldı. en önemlisi galatasaray'ın; eğer tamamı değişmeyecekse; elindeki kadro mundar edildi! yanlış stratejiler, yanlış tercihler, kendini galatasaray'dan üstün görenler, yediği ekmeğe ihanet edenler sarı-kırmızılı kulübü bu noktaya getirdiler. isimler süreçlerle birlikte değişiyor ama sonuç sonunda hep aynı oluyor. tam "galatasaray şimdi farkı açar" denilen noktada "yok baba! biz böyle mutluyuz" diyenler hep kazanıyor.
faruk süren döneminde böyle olmadı mı? 2006-2008 şampiyonlukları sonrası aynı süreç yaşanmadı mı? onun için ali, veli, mustafa önemli değil. mantalite sakat galatasaray'da. fatih terim'in defolarını bilmiyor muydu kimse? o defoların ne zaman ortaya çıkacağını kestiremiyor muydunuz? niye kimse galatasaray'ın 2013 ocak ayından beri sahada 'iyi bir takım duruşu' (bir-iki maç hariç) sergilemediğini çıkıp cesurca söylemiyor? yazın yapılan transferlerin, kışın harcanan paraların sorumlusu kim? cevaplanması gereken o kadar çok soru var ki! inanın hepsinin bir yanıtı var bu soruların.
herkes diline dolamış bir "kurumsallık!" galatasaray 1481'den bu yana yaşayan bir kurum. operasyonun adını yanlış koyarsan milletin de diline böyle malzeme verirsin. galatasaray dönüşmek istedi ama başkanın yüreği buna yetmedi. olay budur. yola "profesyonelleşeceğim" diye çıkan başkan aysal, terim "ben ceo'nun altında çalışmam" diye bayrak açınca devirdi vazoyu, kırdı. sonra da yapıştıramadı doğal olarak.
"terim" demişken; hocanın ayrılma sürecinde herkes birşeyler söyledi. birilerini kullandı. "başkan rok'a mesajları verdi" dediler. belki de o vermiştir. fatih terim, hayri kozak'a telefonundaki mesajları okutmadı mı? kozak bunları televizyon televizyon dolaşıp anlatmadı mı? ya da twitter'da yazmadı mı?
hadi siz söyleyemiyorsunuz, ben yazayım: terim istemeseydi hiç bir güç onu galatasaray'dan gönderemezdi! terim o kadar güçlüydü! ama o da geleceği gördü. 2000'de faruk süren'in geleceğini görmüştü, bu sene de ünal aysal'ın geleceğini gördü. kendini sağlam bir limana attı. dost meclislerinde "elbet galatasaray benim evim" dese de, artık o ev onu kabul eder mi bilemiyorum? taraftar yıldırım demirören ile gülüşen fotoğrafları, o anda galatasaray ile dalga geçilmesini, "o tablet ayağıma gelecek" reklamlarını ve başkanın ismi ne olursa olsun galatasaray başkanına twitter'dan hakaret edenleri milli takım çatısı altında kanatlarının altına almasını unutur mu, bilemiyorum? mutlaka günün birinde "galatasaray terim'siz yapamaz" algısı oluşturulacaktır. belki de hoca geri dönecektir. ama eskisi gibi sağlam bağlar kurmak? o biraz daha zor gibi geliyor bana...
ali dürüst'e gelirsek... bugünlerde çok tartışılıyor, adı çok geçiyor. "o olsaydı bugünler olmazdı" diyenler var. kendisini de çok severim. sevmenin ötesinde saygı duyarım. fakat şimdi size bir olay anlatayım. 8 ocak 2013. gstv'de başkan ünal aysal ile bir programa katıldım. programda başkanın terim'e "profesyonel" demesini eleştirdim. hatta terim'in bir profesyonel olmadığı, galatasaray'da efsaneler arasında yer aldığını söyledim. program sonrası ali dürüst, refik arkan, ünal aysal ayak üzeri sohbet ederken başkan "gökmen'e bunları terim mi söyletiyor?" diye hayıflanıyor. beni bu olaydan bir saat sonra fatih terim arıyor, olayı anlatıyor. ve bana diyor ki "başkan nasıl böyle düşünür! istersen sen bir başkanla konuş." haklı. ali dürüst hem beni, hem hocayı, hem de başkanı tanıyan biri olarak "başkan ne hoca böyle bir şey rica eder, ne de rica etse bile gökmen bunu söyler!" diyebilirdi. doğrusu da buydu. kendisi beni yıllardır tanıyor, bana ne söyletebilmiş, ne yazdırabilmiş? fakat o bunu hocaya taşıyarak ipleri sürekli geren olaylar zincirine bir halka daha ekliyordu.
ali dürüst ve başkan arasındaki ipler de böyle bir çok nedenden dolayı koptu. dürüst sağlıklı bir galatasaraylı'dır. yaşanan süreçte sağlıklı bir insan olarak "kavga" etmesi gerekiyordu. ama o kavga etmek yerine kavga ettirmeyi tercih etti. doğal olarak başkanla hocanın arasından çekildi. bugün "ali abi olsaydı sorunlar yaşanmazdı" diyor. bence yaşanırdı. çünkü ali dürüst kavgayı kendisi vermezdi. kendim net biliyorum. şu basit örneği bile çözmek yerine hocaya, oradan da bana iletmeyi tercih etti. çünkü dürüst kavga etmeyi sevmiyor. fakat galatasaray'da günün şartları kavga ettirmeyi gerektiriyor.
bugüne dönersek.. başkan kendisi bana "boşver o omurgasızı" dediği insanla (ismi bende kalsın) çalışıyor yönetimde. o yönetimi kendisi, tek başına girdiği bir seçim için kurdu. çoğunu tanımıyordu. bugün mehmet cibara ve şükrü ergün'ü florya'dan sorumlu yöneticiler olarak atadı. mehmet cibara geçen hafta londra'da yaşananları başta bana sonra da diğer gazetecilere anlatan yöneticiydi. hatta yazdıklarımın eksiği var. adnan nas'ın bir diğer yönetici ebru köksal'a herkesin içinde "dedikoducu. herşey senin başınan altından çıkıyor" dedidiğini de anlattı. bana anlatılanları ertesi gün başka gazetelerde de okudum. cibara'yı çok eskiden beri tanıyorum. böyle bir insan değildi. ama o da süreci kendisine yontmaya çalışıyor. futbol ona da cazip geliyor. şükrü ergün ise florya'da sorun çözmek yerine sorun yaratan olur. ergün, bülen tulun'un yeniden florya'ya giriş biletidir. galatasaray taraftarına çok uzak bir profildir, doğal olarak da futbola...
başkana gelirsek... başta da yazdığım gibi "parayı o versin, biz kulübü yönetelim" diye getirdiler aysal'ı. o çabuk öğrendi. insanları çözdü. modeli değiştirmeye çalıştı. ama koltuğu çok sevince o da tekledi. çünkü galatasaray'ın kimseden korkmadan, camiadan çekinmeden, koltuğu çok sevmeden iş yapacak bir başkana ihtiyacı var. zemin kaygan. o koltuğu çok seversen o kaygıyla yaşarsın. kaybetmemek için sistemin adamı olursun. sistemin içine girince de galatasaray'dan maddi-manevi beslenen 200 kişilik ekibin oyuncağına dönersin. ki başkan da bu yola girdi. aysal çok akıllı bir insan.
herkesin ne olduğunu rahat çözen, insanları buna göre kullanan bir iş adamı. keşke ilk seçildiğinde söylediklerini yapabilecek gücü olsa bugün. çünkü galatasaray'ın sistemin devamı olan bir başkana değil, sisteme başkaldıran, rantçıların umutlarını kesen bir başkana ihtiyacı var. başkanın korkmadan, titreyerek silkinmesi, yola nasıl çıktıysa aynı söylem ve eylemlerle devam etmesidir galatasaray'ın ilacı.
rantçılar mi? o da bir başka yazı konusu olsun. isim isim onları da yazalım. madem kutuyu açtık. hiçbir şey gizli kalmasın.
roberto mancini mi? inanın bu sürecin en günahsız adamı. sorun bakalım devre arısında kaç transfer istemiş, kaçı alınmış? 3 transfer istedi. 9 kişi alındı. sadece bir tanesi, o da alex telles mancini'nin ısrarla istediği futbolcuydu. evet, doğru söylüyor. takımı aldığında galatasaray şampiyonluğun bir numaralı adayı değildi. puan olarak şansı vardı ama gücü, kuvveti, inancı eksikti galatasaray'ın. juventus maçı istisnaydı. o gün herşey yardım etti galatasaray'a. eğlencesi de goygoyu da bol oldu o maçın. çoğu hatayı kapattı o karlı gün. yaptığı değişiklikler, oyuncu seçimleri eleştiriliyor. insanlar haklı. tabi eleştirecekler. ben de şaşırıyorum ceyhun-drogba değişikliklerine! size soruyorum; bu sezon hangi galatasaraylı futbolcunun diğerinden farkı var. sorun çözmesi gereken oyunçular senin bir numaralı sorun yaratıcıların olunca ne yapabilirsin ki! ama inanın problem sahada değil galatasaray'da.
galatasaray bu futbolu oynamak için çok pahalı bir takım. saha camiada yaşananların yansıması. dışarısı nasılsa içerisi de öyle..
---
alıntı ---