• 301
    hangi pişmanlık ne kadar içten olabilir?
    içtenliğinin seviyesinin bir önemi var mıdır?
    hani bir sene sonra herşey kaldığı yerden devam edecekti?
    bir hayat bir senede nasıl bu kadar mahvolabilir ki?
    göğsüm sıkışarak uyanıyorum geceleri. .
    koşarak geçmişe gitmek istiyorum, yerimden bile kalkamıyorum...
    sessiz sessiz çığlıklar atıyorum. .
    sesli atsam da farketmiyor, kimsecikler duymuyor...
    bitiyorum be her seferinde. .
    bir şeylerin daha tükenişini hissediyorum. .
    aslında bazen şaşırıyorum da ne kadar çokmuş diye...
    anlayamıyorsunuz
    anlayamadınız
    ve anlayamayacaksınız...
    zaten anlayabilseydiniz bunlar belki de yaşanmazdı....
    elde kalan her şeyimi versem size, kaybettiklerimin zırnığını bile veremezsiniz bana...
    en fazla bilmiş bilmiş yorum yaparsınız...
    zaten yorum yapmaktan başka. ...
    neyse....

    daniel 17.12.15/05:05

    (bkz: yağdı yağmur çaktı şimşek)
    (bkz: sen de mi şair oldun be ...)
  • 302
    acı çekmek özgürlükse
    özgürdük ikimiz de
    o yuvasız çalıkuşu
    bense kafeste kanarya
    o dolaşmış daldan dala
    savurmuş yüreğini
    ben bölmüşüm yüreğimi
    başkaldıran dizelere

    kavuşmak özgürlükse
    özgürdük ikimizde
    elleri çığlık çığlık
    yan yana iki dünya
    ikimiz iki dağdan
    iki hırçın su gibi
    akıp gelmiştik
    buluşmuştuk bir kavşakta
    unutmuştuk ayrılığı
    yok saymıştık özlemeyi
    şarkımıza dalmıştık
    mutluluk mavi çocuk
    oynardı bahçemizde

    aramakmış oysa sevmek
    özlemekmiş oysa sevmek
    bulup bulup yitirmekmiş
    düşsel bir oyuncağı
    yalanmış hepsi yalan
    sevmek diye bir şey vardı
    sevmek diye birmşey yokmuş
    acılardan artakalan
    işte bu bakışlarmış
    kuğu diye gözlerimde
    gün batımı bulutlarmış
    yalanmış hepsi yalan
    savrulup gitmek varmış
    ayrı yörüngelerde

    acı çektim günlerce
    acı çektim susarak
    şu kısacık konuklukta
    deprem kargaşasında
    yaşadım birkaç bin yıl
    acılara tutunarak
    acı çekmek özgürlükse
    özgürdük ikimizde

    hasan hüseyin korkmazgil
  • 306
    dünya adaletsiz çocuk

    çıkar boynundan at o ipi çocuk!
    salıncaklar mı yok sana? 
    kalk hadi o soğuk betondan, 
    yatacak başka yer mi yok sana? 

    annemi verdim, babamı verdim, en sevdiklerimi verdim ölüme de,
    ben bu yaşımda gitmenin böylesini görmedim.
    kırılan bir boyun gibi, orta yerinden kırıldığında ömrüm,
    görmedim ademoğlunun, dalından koparılır gibi koparıldığını...

    ve böylelikle, umut etme kabiliyetimizi aldılar elimizden.

    ne diyeyim, dilerim ihtiyacı olan birine gidiyordur bizden çaldıkları "umut"... 
    dünya adaletsiz çocuk! 
    dünya zorba...

    elbet eşitleneceğiz o gün kıyamda.
    bu kekeme, toz ve duman sözlerimi iyi belle!
    bahara kalmaz, gelirim yanına...

    (bkz: nazım hikmet)

    selam olsun!
    nazım hikmet 114 yaşında (15 ocak 1902)

    http://galeri.uludagsozluk.com/...hikmet-ran_13148.jpg

    http://galeri.uludagsozluk.com/...ikmet-ran_120314.jpg
  • 309
    ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
    kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü,
    işık ışık, dalga dalga bayrağım!
    senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.

    sana benim gözümle bakmayanın
    mezarını kazacağım.
    seni selâmlamadan uçan kuşun
    yuvasını bozacağım.

    dalgalandığın yerde ne korku, ne keder...
    gölgende bana da, bana da yer ver.
    sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar:
    yurda ay yıldızının ışığı yeter.

    savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün
    kızıllığında ısındık;
    dağlardan çöllere düştüğümüz gün
    gölgene sığındık.

    ey şimdi süzgün, rüzgârlarda dalgalı;
    barışın güvercini, savaşın kartalı
    yüksek yerlerde açan çiçeğim.
    senin altında doğdum.
    senin altında öleceğim.

    tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim:
    yer yüzünde yer beğen!
    nereye dikilmek istersen,
    söyle, seni oraya dikeyim!

    arif nihat asya
  • 311
    http://galeri8.uludagsozluk.com/...z%C3%BC_600138_m.jpg

    http://media.etha.com.tr/...in-elvan--00_ext.jpg

    bugün (11 mart 2014) ölüm yıldönümü olan berkin elvan kardeşimiz için gelsin.

    en güzel deniz:
    henüz gidilmemiş olanıdır.
    en güzel çocuk:
    henüz büyümedi.
    en güzel günlerimiz:
    henüz yaşamadıklarımız.
    ve sana söylemek istediğim en güzel söz:
    henüz söylememiş olduğum sözdür...

    nazım hikmet
  • 312
    dün geceden beri dinliyorum. çok naif ve sürükleyici bir şiir...
    bu güzelliği paylaşayım dedim. vakti olan dinlesin bence.

    bu linki; https://www.youtube.com/watch?v=GsERr2f4EI4

    bu da sözleri;

    yağmur / nurullah genç

    vareden'in adıyla insanlığa inen nur
    bir gece yansıyınca kente sibir dağından
    toprağı kirlerinden arındırır bir yağmur
    kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından
    rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat
    en müstesna doğuşa hamiledir kainat

    yıllardır bozu bulanık suları yudumladım
    bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları
    yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım

    hasretin alev alev içime bir an düştü
    değişti hayel köşküm, gözümde viran düştü
    sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde
    yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü

    ihtiyar cübbesinden kan süzülür nebi'nin
    gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla
    mehtabını düşlerken o mühür sahibinin
    sarsılır ebu kubeys kovulmuş feryatlarla
    evlerin arasına dikilir yesil bayrak
    yeryüzü avaredir, yapayalnız ve kurak

    zaman, ayaklarımda tükendi adım adım
    heyûla, bir ağ gibi ördü rüyalarımı
    çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydim

    yağmur, gülsenimize sensiz, baldiran düştü
    düşmanlik içimizde; dostluklar yaban düştü
    yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe
    her sayfaya talihsiz binlerce kurban düştü

    bir güzide mektuptur, çağlarin ötesinden
    ulaşır intizarın yaldızlı sabahına
    yayılır o en büyük mustu, pazartesinden
    beyazlik dokunmuştur gecenin siyahina
    susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin
    sükutu yar, sevinci dualar kadar derin

    çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım
    bir cezir yaşadım ki, yaşanmamiş, mazide
    dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydim

    sensiz, kaldırımlara nice güzel can düştü
    yarılan göğsümüzden umutlar bican düştü
    yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin
    en son, avucumuzdan inci ve mercan düştü

    melekler sağnak sağnak gülümser maveradan
    gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar
    mutluluk nağmeleri işitirler hiradan
    bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar
    bir bebeğin secdeye uzanırken elleri
    paramparça, ateşler sahinin hayalleri

    keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım
    o mücella çehreni izleseydim ebedi
    sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım

    sarardı yeşil yaprak; dal koptu; fidan düştü
    baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü
    katil sinekler deldi hicabın perdesini
    istiklal boşluğunda arılar nadan düştü
    dolaşan ben olsaydım save'nin damarında
    tablosunu yapardim yıkılan her kulenin
    ebedi aşka giden esrarlı yollarında
    senden bir kıvılcımın, süreyya bir şulenin
    tarasaydım bengisu fışkıran kakülünü
    on asırlık ocağın savururdum külünü

    bazen kendine aşık deli bir fırtınaydım
    fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak
    uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım

    sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü
    mazluma sürgün evi; zalime cihan düştü
    sana meftun ve hayran, sana ram olanlara
    bir bela tünelinde ağır imtihan düştü

    badiye yaylasında koklasaydım izini
    kefenimi biçseydi ebva'da esen rüzgar
    seninle yıkasaydım acılar dehlizini
    ne kaderi suçlamak kalırdı ne intihar
    üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya
    bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya

    suskunluğa dönüştü sokaklarda feryadım
    tereddüt oymak oymak kemirdi gururumu
    bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım

    haritanın en beyaz noktasına kan düştü
    kırıldı adaletin kılıcı; kalkan düştü
    mahkumlar yargılıyor; hakimler mahkum şimdi
    hakların temeline sanki bir volkan düştü

    firakınla kavrulur çölde kum taneleri
    ahuların içinde sevdan akkor gibidir
    erdemin, bereketin doldurur haneleri
    sensiz hayat toprağın sırtında ur gibidir
    şemsiyesi altında yürürsün bulutların
    sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların

    devlerin esrarını aynalara sorsaydım
    çözülürdü zihnimde buzlanmış düşünceler
    okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım

    sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü
    ilkin karardı yollar, sonra heyelan düştü
    güvenilen dağlara kar yağdi birer birer
    sensizlik diyarından püsküllü yalan düştü

    yağmur, duysam içimin göklerinden sesini
    yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir
    yıldırımlar parçalar çirkefin gövdesini
    sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir
    yağmur, bir gün kurtulup çağın kundaklarından
    alsam, ölümsüzlüğü billur dudaklarından

    madeni arzuların ardında seyre daldım
    küflü bir manzaranın çürüyen güllerini
    senin için görülen bir düş de ben olsaydim

    şehirler kabus dolu; köylere duman düştü
    tersine döndü her şey sanki; asuman düştü
    kırık bir kayık kaldı elimizde, hayali
    hazindir ki; dertleri asmaya umman düştü

    ayrılığın bağrımda büyüyen bir yaradır
    seni hissetmeyen kalp, kapısız zindan olur
    sensiz doğrular eğri; beyaz bile karadır
    sesini duymayanlar girdabında boğulur
    ana rahminde ölür sensizlikten bir cenin
    şaşkınlığa açılır gözleri, görmeyenin

    saatlerin ardında hep kendimi aradim
    bir melal zincirine takıldı parmaklarım
    yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım

    sensiz, ufuklarıma yalancı bir tan düştü
    sensiz kıtalar boyu uzayan vatan düştü
    bir kölelik ruhuna mahkum olunca gönül
    yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü

    ay gibisin; güneşler parlıyor gözlerinde
    senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay
    her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde
    sümeyra'yı arıyor her damlada bir saray
    tohumlar ve iklimler senindir; mevsim senin
    mekanın fırçasında solmayan resim senin

    yağmur, birgün elimi ellerinde bulsaydım
    güzellik şahikası gülümserdi yüzüme
    senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım

    tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryan düştü
    toplumun gündemine koyu bir isyan düştü
    iniltiler geliyor doğudan ve batıdan
    sensizlikten bozulan dengeye ziyan düştü

    islaklığı sanadır ahımın, efgahımın
    içimde hicranınla tutuşuyor nağmeler
    sendendir eskimeyen cevheri efkarımın
    nazarın ok misali karanlıkları deler
    bu değirmen seninle dönüyor; ahenk senin
    renkleri birbirinden ayıran mihenk senin

    bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım
    kapanıyor yüzüme aralanan kapılar
    sana hicret eden bir kureyş de ben olsaydım

    yağmur, sayrılığıma seninle derman düştü
    beynimin merkezine ölümsüz ferman düştü
    silindi hayalimden bütün efsunu ömrün
    bir dönüm noktasında aklıma rahman düştü

    nefsinle yeniden çizilecek desenler
    çehreler yepyeni bir degişim geçirecek
    aydınlığa nurunla kavuşacak mahzenler
    anneler çocuklara hep seni içirecek
    yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin
    sana mü'mindir sema; sana muhtaçtır zemin

    damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
    batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
    kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım

    kardeşler arasında heyhat, su-i zan düştü
    zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü
    şarrkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın
    insanlık bahçemize sensizlik hazan düştü

    yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
    çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
    dokunduğun küçük bir nakiş da ben olsaydım
    sana sırılsıklam bir bakiş da ben olsaydım
    uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
    bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
    okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
    senin için görülen bir düş de ben olsaydım
    yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
    senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım
    sana hicret eden bir kureyş de ben olsaydım
    damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
    batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
    kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım
  • 313
    paramız yoksa da haysiyetimiz var

    dünya dediğiniz abiler
    aha benim şu yüreğim kadar
    abiler hayat dediğiniz
    ne kadar gülebiliyorsak o kadar
    boş verin ötesini
    sallayın gitsin dünyayı
    paramız yoksa da haysiyetimiz var

    ey gözünü seveyim zeytinin, taze ekmeğin, çayın
    bakmayın, benim de canım elbet çeker
    şöyle tereyağlı bir buçuk iskender
    yine de olsun
    kesmedikten sonra selamı bakkal ender
    bir de bizim takıma gol olmadıktan sonra
    ve de en kıyağından bir şarkı patlatınca müslüm baba
    ne gam, ne tasa, ne fırtına, ne kar
    boş verin abiler
    paramız yoksa da haysiyetimiz var

    şimdi beni iyi dinleyin
    canımdan öte ve de
    en kıymetli sevdiğim muhterem arkadaşlar
    durumum ortadadır
    hayat bana da sağlamına harbi bir çelme takmıştır
    nevrim dönmüş, midem bulanmış gözlerim kararmıştır
    cümlenize olan bil cümle borç edavatım
    üç vakte kadar askıya alınmıştır
    ha biraz idare edebilirseniz eğer
    bi de kahveci nuri'den rica edebilirseniz
    kesmezse tavşan kanı günde üç bardak çayı
    elbet bu feleğin paslı çarkı
    bi gün benim için de döner ve düşeş gelmese de
    gelirse eğer zarımız mesela bir dubara ve hele dört cahar
    işi kolayladık sayın
    ve de inanın ki abiler
    paramız yoksa da haysiyetimiz var

    dalgalan bakalım kız kulesi önündeki dalgalar gibi kalbim
    hayıflan bakalım hiç kimselere belli etmeden geceleri yorganın altında
    yazıklan bakalım bu da reva mıdır hayatının baharında bi delikanlıya
    hep kısa çöpü ben mi çekeceğim
    hep bana mı denk düşecek çarkı feleğin iflası
    hep ben bileceğim başkaları mı kapacak beşyüz milyarı
    hep ben sevip eller mi alacak aslıyı, leylayı
    batsın bu dünya, sende mi leyla, itirazım var yalana dolana
    ve ben böyle dolana dolana
    ellerim cebimde dudağımda ıslığım başımda eski alemlerin sarhoşluğu
    orhan veli tadında basıp voleyi yürüyeceğim hayatın sonuna kadar
    hiç tasalanmayın abiler
    paramız yoksa da haysiyetimiz var

    son bi kere öpmek isterim gözlerinizden
    son bi kere sarılıp ağlamak geçer içimden
    ama vicdan yapıyorum sanırsınız diye korkuyorum
    vallahi içimden öpmek geliyor en kral arkadaşlarımı
    ayhan ışığı, sadri alışığı, erol taşı
    adamın gönlü şarkılar söyleyip unutmak istiyor garibanlığı
    adamın canı hesapsız dostlarını çekiyor
    dalgasız dümensiz yoldaşlığı
    mahalle arasında gazozuna maç yapıp yenilmek çekiyor
    komşunun kızına mektup yazıp
    çarşamba pazarında el altından vermek geçiyor
    minibüsün kapısını açıp topkapıda
    arkayı dörtleyelim abiler, demek çekiyor
    yaylaları, başı duman dağları, uzun tozlu yolları
    bazen sıcak ekmek
    bazen seyyardan sabah puaçası çekiyor
    adamın canı bağıra bağıra ağlamak çekiyor gece mehtabına karşı
    langadan hıyar, beyoğlu'ndan adam çekiyor
    ne yalan söyleyim biraz kırgınlık da var
    yine de boşverin abiler
    paramız yoksa da haysiyetimiz var

    dünya dediğiniz abiler
    aha benim şu yüreğim kadar
    abiler hayat dediğiniz
    ne kadar gülebiliyorsak o kadar
    boş verin ötesini
    sallayın gitsin dünyayı
    paramız yoksa da haysiyetimiz var

    ibrahim sadri
  • 314
    sıçmaz yediği kaba
    etmez bizleri heba
    ne de güzel adamsın
    başbakan ol drogba !

    sahip uzun kollara
    dayanır hep mallara
    didier olmaz ise
    başbakan ol muslera !

    bu saydıklarım eski
    yenilik lazım belki
    bence en az bir dönem
    başbakan ol podolski !

    bu kadar zulüm yeter
    kutsasın seni peder
    ver formayı oğluna
    başbakan ol şınayder !

    insanlıkta bir tekel
    gözleri ömre bedel
    gel de kurtar vatanı
    başbakan ol taffarel !

    ülke doldu gerici
    bize gerek çivici
    doğuştan imparator
    başbakan ol be hagi !

    sen de geride durma
    sevenlerini kırma
    çok güzel kıvırırsın
    başbakan ol bruma !

    taklavatı on kilo
    tek kişilik bir filo
    alayına gidersin
    başbakan ol la melo !

    saygılı her karara
    solda sanki bharara
    tekmeye kafa atar
    başbakan ol riera !

    dört yanımız hep keder
    ülke hepten derbeder
    kuzeyden çıkıp ta gel
    başbakan ol elmander!

    (ekşi hesabımdan alıntıdır.)
    (elmander dörtlüğü için ismi ile müsemma "oha elmander" kardeşime teşekkürler. )
  • 315
    açılmış sarmaşık gülleri kokularıyla baygın
    en görkemli saatinde yıldız alacasının
    gizli bir yılan gibi yuvarlanmış içimde kader
    uzak bir telefonda ağlayan yağmurlu genç kadın
    rüzgar uzak karanlıklara sürmüş yıldızları
    mor kıvılcımlar geçiyor dağınık yalnızlığımdan
    onu çok arıyorum onu çok arıyorum
    heryerimde vücudumun ağır yanık sızıları
    bir yerlere yıldırım düşüyorum
    ayrılığımızı hisettiğim an demirler eriyor hırsımdan
    ay ışığına batmış karabiber ağaçları gümüş tozu
    gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar yaseminler unutulmuş
    tedirgin gülümser
    çünkü ayrılık da sevdaya dahil çünkü ayrılanlar hala sevgili
    hiç bir anı tek başına yaşayamazlar
    her an ötekisiyle birlikte herşey onunla ilgili
    telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar
    gittikçe genişliyen yakılmış ot kokusu
    yıldızlar inanılmıyacak bir irilikte
    yansımalar tutmuş bütün sahili
    çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var
    öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil
    çünkü ayrılıklar da sevdaya dahil
    çünkü ayrılanlar hala sevgili
    yanlızlık hızla alçalan bulutlar karanlık bir ağırlık
    hava ağır toprak ağır yaprak ağır
    su tozları yağıyor üstümüze
    özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır
    eflatuna çalar puslu lacivert bir sis kuşattı ormanı
    karanlık çöktü denize
    yanlızlık çakmak taşı gibi sert elmas gibi keskin
    ne yanına dönsen bir yerin kesilir fena kan kaybedersin
    kapını bir çalan olmadı mı hele elini bir tutan
    bilekleri bembeyaz kuğu boynu parmakları uzun ve ince
    sımsıcak bakışları suç ortağı kaçamak gülüşleri gizlice
    yalnızların en büyük sorunu tek başına özgürlük ne işe yarayacak
    bir türlü çözemedikleri bu ölü bir gezegenin soğuk tenhalığına
    benzemesin diye özgürlük mutlaka paylaşılacak suç ortağı bir sevgiliyle
    sanmıştık ki ikimiz yeryüzünde ancak birbirimiz için varız
    ikimiz sanmıştık ki tek kişilik bir yalnızlığa bile rahatça sığarız
    hiç yanılmamışız her an düşüp düşüp kristal bir bardak gibi
    tuz parça kırılsak da hala içimizde o yanardağ ağzı
    hala kıpkızıl gülümseyen sanki ateşten bir tebessüm zehir zemberek aşkımız

    attila ilhan
  • 316
    (bkz: 3 fidan)
    (bkz: deniz gezmiş)
    (bkz: hüseyin inan)
    (bkz: yusuf aslan)

    6 mayıs 1972 yılında, körermiş bir zihniyetin uygulamasıyla öldürülen, deniz gezmiş'in anısına binaen.

    deniz gezmiş'e ait eşyalar, infazdan sonra, siyah bir torba içinde babasına teslim edilmiş. torbada 31 kalem malzeme varmış: yeni açılmış birinci sigarası... iki tükenmez kalem.. askılı atlet, fanila ve yün başlık… kahverengi ceket ve pantolon… haki renk bir yün gömlek… füme terilen pantolon… kendi yeşil, yakası beyaz, fermuarlı kazak… bir küçük, bir büyük ingilizce lügat… türkçe-almanca sözlük… brecht, ahmet arif, memet fuat’ın kitapları, babasından gelen mektuplar… bir cep aynası, bir cep defteri…ve cep defterinin kapak arkasına kendi el yazısıyla karaladığı, kimi satırlarını çizdiği bir şiir.

    işte o şiir.

    “yenilmişsem
    elim kolum bağlı
    boynumda yağlı ip
    gelip dayanmışsam
    darağacına
    dudaklarımda yarın
    gözlerim yarınlarda
    unutmak mı gerek seni?
    kapılar kapalı
    tutulmuşsa gece
    kapkara yollar
    sıcacık bir sevgi
    sunmayacak mıyım
    insanlara?
    bakmayacak mıyım yarınlara
    seslenmeyecek miyim insanlara?”

    deniz gezmiş, hüseyin inan ve yusuf aslan'ı tekrardan saygıyla anıyorum!

    http://ordukentgazetesi.com/images/news/22080.jpg

    http://www.hurriyet.com.tr/_np/8865/23448865.jpg

    http://i.milliyet.com.tr/.../fft16_mf635549.Jpeg
  • 317
    1

    dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen
    ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu
    şu samanyolu hani avuçlarından dökülen
    kum taneleri var ya onlardan birindeyim
    yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor
    bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte

    çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum

    dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun
    sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı
    kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman
    birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum
    kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahçup
    ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için
    bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar
    ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa
    bir daha doğmamak için doğmak diyorsun
    ölümlülerin işi bir de mutlu olanların
    onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar
    bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa
    çocuksun sen her ayrılıkta imlası bozulan
    susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit
    ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse
    kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman
    bir kaza olsa adı aşk oluyor artık
    aşksa dünyanın çoktan unuttuğu bir tansık
    seni bekliyorum orda, o kirlenen ütopyada
    kirpiklerime düşüyorsun bir çiy damlası olarak
    yumuyorum gözlerimi gözkapaklarımın içindesin
    sonsuz bir uykuya dalıyorum sonra ve sen

    hiç büyümüyorsun artık iyi ki büyümüyorsun
    adınla başlıyorum her şiire ve her mısrada
    esirgeyensin bağışlayansın, biad ediyorum.
    çocuksun sen ve bu dünya sana göre değil

    2

    çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüm
    bir çiçeğe tutundum düşerken, ordayım hâlâ
    sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı
    nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle
    zaman benim işte, nesneleşiyor tüm anlar
    dursam ölürüm paramparça olur dünya

    çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüğüm

    uçurum diyordun bir aşk uçurum özlemidir
    bırakıyorum öyleyse kendimi sesinin boşluğuna
    tutunabileceğim tüm umutları görmiyeyim için
    gözlerimi bağlıyorum geceyi mendil yaparak
    (gözlerim bir yerlerde daha bağlanmıştı, bunu
    unutmuyorum unutmuyorum unutmuyorum hiç)
    bir rüzgâr esse ellerin fesleğen kokuyor
    kırlangıçlar konuyor alnına akşamüstleri
    bu yüzden bir kanat sesiyim yamaçlarda
    üzgün bir erguvan ağacıyla konuşuyorum
    ayrılığın zorlaştığı yerdeyim ve dalgınlığım
    bir mülteci hüznüne dönüyor artık bu kentte

    çocuksun sen alnına kırlangıçlar konan

    bir bulutun peşine takılıp gittiğimiz yer
    okyanus diyelim istersen ya da sen söyle
    batık bir gemiyim orda, seni bekliyorum
    upuzun bir sessizliğim fırtınalar patlarken
    gövdem köle tacirlerinin barut yanıkları içinde
    ve gittikçe acıtıyor yaralarımı tuzlu su

    çocuksun sen, büyümek yakışmazdı hiç
    gülüşünün kokusuyla yeşerdi bu elma ağacı
    (soluğunun elma kokması bundandı belki)
    bir elma kokusuna tutundum düşerken
    sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı
    nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle

    çocuksun sen, çocuğumsun

    ahmet telli
  • 319
    güzel insanlara hasret, doğan güne selam olsun..

    ask risalesi

    dirilmek yeniden
    yerin uyanması gibi kımıldaması gibi toprağın
    bulutları yarması gibi gün ışığının
    yağmurun ansızın boşanması
    binlerce kuşun bir anda parlaması havalanması
    erimesi gibi karların ve buzulların
    patlaması gibi dal uçlarında tomurcukların

    dirilmek yeniden
    yüzyıl süren bir berzahtan geçmişiz gibi
    kandan kinden öfkeden
    üstümüze bir sağnak boşanmış gibi
    sürekli lekelendiğimiz çözülmeye terkedildiğimiz
    bir bataktan çıkar gibi.

    yürürken otururken yatarken
    hep çürümek durumunda kalmış
    duyduklarımızdan dolayı kulaklarımız
    gördüklerimizden ötürü gözlerimiz
    dokunduklarımız için ellerimiz.

    belli bir bozgun yaşamışız
    her şeye ölüm dadanmış sanki
    kadınlar ki anne olmamak için direniyorlar
    erkekler ki savaşmayı tümden unutmuşlar
    çocuklar zaten hiç çocuk olmuyorlar
    çocukluk kalkmış dünyadan gibi
    her çocuk antik çağ filozoflarından bir kalıntı sanki.

    aşkın son saltanatını yaşamak içinmi ey kalbim
    ruhun serüvenine bir kale olmak için mi?
    bu başkaldırma kanatlanma.

    durmadan geçiyordu o zamanlar
    üstümüzden tanklar toplar binler tonluk arabalar
    boğuk bir ses madeni bir böğürme
    bir metropol devinin içimiz titreten iniltisi
    ta uzaklarda şehirlerin üstünde kımıldayan
    bir korkunun yüreğimizde biriken tedirginliği
    bir sam yeli gibi bedenimizi yüzümüzü saçlarımızı
    yalayarak
    çekiyordu bizi ve herkesi.

    ama sen uzaklardaydın ey kalbim
    uzaklardaydın, sevdiğim uzaklardaydı
    ayın ve yıldızların çağlayarak
    berrak şelaleler yaparak
    coşku içinde aktığı
    bir yerlerdeydi.

    hani bir gün bir çobana rastlamıştık
    kavalıyla bir sümbülü emziriyordu
    adı ferhat mıydı neydi
    koyunların kurtların böceklerin ve çiçeklerin
    sadakatten mest oldukları
    her birinin gözlerinde
    kaybolur gibi kayar gibi
    dalıp gittiğimiz o saadet evreni
    kayaların yüzlerinden okuduğumuz o ebedi bilinç
    bizi çekip almıştı kılcal damarlarımızdan.

    yaslan göğsüme sevdiğim
    benim gönlüm gök gibidir açık deniz gibidir
    pas tutmaz benim içim yeryüzü gibidir toprak gibidir
    sen ki bulut gibisin
    ay gibisin güneş gibisin bazan.

    usul usul inen
    yağmur tıpırtılarını
    dinler gibi
    dalıp gitmiştik
    sen konuşuyordun
    ipil ipil yağan bir yağmur gibi konuşuyordun
    onlar ki konuklarımızdı
    adları keremdi yusuftu kaystı
    hepsi de ezelden tanıdıktı dosttu.

    ( ara çağrı )
    sen bir taze haber gibi gelmiştin unutmadım
    her gelişin bir taze haberdi unutmadım

    aşktı alıp verilen altın bir vakitti yaşadığımız
    bir muştuyu algılamanın sürekli gerilimiydi sanki
    unutmadım

    can oynanırdı evlerde yollarda meydanlarda
    can alınıp can verilirdi hiç unutmadım

    sen uyurdun uykun bir tepeden seyredilen uçsuz bir vadi
    kıyısından seyredilen bir denizdi sanki unutmadım

    ah sevgili ! hayat görünürdü kapından, bir çırpınış
    yüreklerimizde
    sen evinden çıktığında güneşler doğardı içimizde
    unutmadım

    toprağa düşen tohum onda gizlenen renk şekil koku
    senin için biçimlenirdi renklenirdi kokardı senin için
    unutmadım

    ebedi masum çocuklar zamanın solmayan çiçekleri
    istemişlerdi de ezan okumuştu bilal bir sabah
    unutmadım

    o dirildi o dirildi diye birden çalkalanan sokaklar
    ölüm ki sonsuza açılan bir kapıydı hiç unutmadım
    ey aşk ey dirilik soluğu ey evrenin hareket kaynağı
    nasıl unuturum nasıl unuturum hiç unutmadım.

    haydi gel sevgilim
    uzanalım toprağın altına
    çiçekler mayalansın göğsümüzde
    bu akıp giden bu kör gidip yol giden
    kalabalıkları bu insanları
    ezen çiçekleri, bir kere bile farkına varmayan
    dökülen bu yıldızları yağmur birikintilerine
    çiğneyerek geçen bu adamları ve kadınları
    uyarmak için bir an durdurmak için
    bu bizi terkeden, bacaları öksüz ve boynu bükük
    içimizde sonsuzluk kavislerinden izlerini taşıdığımız
    ama şimdi kendimizi zorlasak da
    anımsayamadığımız tasarlayamadığımız o kırlangıçları
    ah tekrar dönülebilir mi? yaşayabilirmiyiz ?
    uzansak yerin altına ve toprak olsak.

    haydi gel sevgilim
    bir daha deneyelim
    bir kere daha kesmek için yolunu kalabalıkların
    yüreğimizden gönlümüzün derinliğinden
    vermek hep vermek için
    çünkü dağıttıkça çoğalır bizim zenginliğimiz
    aşkın bir adı da berekettir
    en iyi anlatandır o
    hirada bir mağarada
    gözden döküleni
    gönülden geçeni.

    ah hep o kelimeyi bulmak için bütün bu
    çabalarım
    seni çağıracak olan.

    nasıl da unuttuk
    oysa daha anar anmaz adını
    ansızın patlayan bahara bir pencere açmışız gibi
    kış ortasında çıkıveren güneş gibi
    birden sıyrılıverip bulutlardan
    üryan görülen can gibi
    doldururdun içimizi
    ve eviçlerimizi.

    ah oruçlu bir ağustos vaktinde
    bir kayanın dibinden kaynayan
    soğuk ve berrak sulara
    uzanıp kana kana
    avuç avuç alıp
    yüzümüzde içimizde
    duyduğumuz
    gibi
    aşk.

    ah bir yalnızlık vaktinde
    herkesle birlikte olduğumuz
    gene de yalnız olduğumuz
    bir parkta
    ta uzaklardan gelir gibi
    bir tamburdan bir ezginin
    bizi bizden ve herşeyden
    alıp götürdüğü gibi
    aşk.

    haydi gel sevgilim gene arayalım
    makam-ı ibrahimde rastlanan ayak izlerini
    dedesinin elinden tutup kubays dağına götürdüğü
    yüzüsuyu hürmetine yağmur istediği
    yeryüzünün bereketlenip çiçeklerle bezendiği
    develerin coşarak çöllerde
    ayak sesleriyle şiirler bestelediği
    o vakitleri.

    haydi gel bir daha bir daha
    arayalım
    herkesin ve herşeyin uykuya vardığı
    bir vakitte
    gürül gürül
    bardaktan boşanır gibi
    yeryüzünü ve gökyüzünü
    dünyanın bu yüzünü ve öbür yüzünü
    geceyi ve gündüzü
    dolduran
    yüreğimizi kuşatan
    o kitaptan
    okunanı.

    yaşamak, avını gözleyen
    sessiz gergin
    soluk soluğa
    bir atmaca
    sağ elimin
    parmakları ucunda.

    ve ölüm
    bir güvercin
    beyaz
    süzülen masmavi gökten
    berrak sulara.

    bir yıldız kayıyor kayıyor kayıyor
    bir dal uzuyor uzuyor
    bir gül kanıyor bir seher vaktinde
    yanıyor bir ateş için için
    içimde içimin de içinde
    bir ezgi dönüyor dönüyor dönüyor
    bir ney eriyor dudaklarımda

    aşkın bir adı da yorulmamaktır.
  • 320
    tüm ümitler yitip gittiğinde
    herhangi bir takvim yaprağında
    bir ölümdür seni yaşatan

    bir sevdanın akıntısında, yol bilmez olup
    tek başına çırpınıyorsan, gam-u figan
    uçurumdur, boğuntunun kollarından seni alan

    ey feleğin sinsi yanı, nedir paylaşamadığın?
    nefes alabilmekse dirilikten eşsiz kanıtın
    bu can neye yarar?

    o kadar acıklı olmazdı bir ayrılık
    her insanoğlu, insan kalabilseydi eğer
    bir göz böylesine ağlar mıydı yok yere?
    şeref denen kıymet, çokça olsaydı eğer

    zifiriyi uyandıran tatlı öpücükler
    bir kıyamettir ihlali, tek kalbe aitliğin
    belki
    zerresi olmadan yaşayan, yaşlanan keder

    seni kaderime yazmak kolay olsaydı
    aşk, olur muydu böyle ihtişamlı?
    laf-ı zarar olduktan sonra sözlerin
    bir ömür birliktelik, yan yanalık neye yarar?

    bir kara buluttur oysa tepemizdeki kargaşa
    bizdeki karamsarlıkla var olur umutsuzluk, tasa
    ahuluğu yedi cihanda, nam- ı sonsuz
    şimdi gitsen, sonsuz olur muyum?
  • 321
    "mavi gözlü dev" nazım hikmet'in, 53. ölüm yıldönümüne (3 haziran 1963) binaen.

    ---

    dostluk

    biz haber etmeden haberimizi alırsın, 
    yedi yıllık yoldan kuş kanadıyla gelirsin. 

    gözümüzün dilinden anlar, 
    elimizin sırrını bilirsin. 

    namuslu bir kitap gibi güler, 
    alnımızın terini silersin. 

    o gider, bu gider, şu gider, 
    dostluk, sen yanı başımızda kalırsın.

    ---

    nazım hikmet'i büyük bir saygıyla anıyorum...

    http://1kcdn.com/...im_Hikmet_Ran852.jpg
  • 324
    “biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya
    sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya
    anamız çay demliyor ya güzel günlere
    sevgilimiz ise çiçekler koyuyor ya bardağa
    sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız

    bu, böyle gidecek demek değil bu işler
    biz şimdi yan yana geliyor ve çoğalıyoruz
    ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını
    işte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz.”

    cemal süreya
App Store'dan indirin Google Play'den alın