ah minel aşk -
ince bir sitemdir28 mart 2010 galatasaray fenerbahçe maçı'nı kazanamayarak üzmüşlerdir bizi. sadece üzseler iyi, kırmışlardır hatta. son 2 sezonudur mütemadiyen üzmektedirler zira. eksik olan nedir, onu da anlayamadım ya bu son 2 sezondur, neyse. hep ne zaman "bu sefer tamam", "tamam bu sefer olacak" desek kursağımızda kaldı. hamburg maçı'nda düğümlenen boğazlarımıza inat 3-4 gün sonra oynanan eskişehir maçı'nda delicesine yağan yağmura inat patlattık boğazlarımızı, ıslandık, ağladık. üzdünüz. geçti dedik, gitti sezon, yeni sezon yeni umut. madrid maçı'nda üzdünüz, en derin acılarımızı baltaladık, düne ait ne varsa geride bıraktık, biz değişmeye çalıştık, siz aynı kaldınız. fenerbahçe yense bizi iyi, öyle de değil işin özü. maçta yenen fenerbahçe değildi, kaybeden galatasaray'dı. o 90 dakika içinde yenilgiye isyan etmeyen, yenilgiyi kabul eden takımımızdı. yani, fenerbahçe inandığı için bizi yenmedi, biz ne yazık ki inanamadığımız için kaybettik. işte insan da en çok buna üzülüyor, bu koyuyor insana en çok. artık sezonun geride kalan en önemli maçında takımda o inancı görememek üzdü taraftarı, üzse sadece keşke, kırdı...
şimdi kimse kusura bakmasın, öyle ya da böyle, destek konusunda ülkede taraftarının inancını arkasına en çok bulan takım galatasaray futbol takımı. yenildiği bir maçtan hemen sonra çoğunluk olarak takımını ıslıklamıyor, destekliyor. takımında kötü performans gösteren oyuncularını yuhalayıp ağlatmıyor, destek gösteriyor. yıldız oyuncularına sahip çıkıp bağrına basıyor. 1-2 kötü sonuçtan sonra, avrupa'da önemli yıkımlardan sonra, ilk maçta her zaman desteğini gösteriyor ve artık önlerine bakmaları noktasında destek gösteriyor.
bu taraftar yeri geldi, victoria'lara, fleurquin'lere inanmayı öğretti, yeri geldi orhan ak'lardan, cihan haspolatlılar'dan inanmayı öğrendi. şimdi sanki inanmalar gitmiş de, en iyi ihtimalle geçmişte inanmıştık, yine inanabiliriz'ler almış yerini. ne sanki tam taraftar inanabiliyor, ne de futbolcu. bir şeyler eksik. iki senedir eksik olan fakat bir türlü bulamadığımız, isimlendiremediğimiz 'bir şeyler'.
hiçbir zaman -istisnai durumlar hariç- taraftarın bütününden aynı reaksiyonu göstermesini bekleyemezsiniz. haliyle hala rijkaard'a ve futbol takımına güvenenler de var, doğal olarak güvenmeyenler de. bir de her ne olursa olsun, armaya ve formaya güvenenler var her durumda. şimdi acaba ben kendimi hangi sınıfın içine koyuyorum?
halihazırda fenerbahçe maçı da bir lig maçıdır ve kaybedilmiştir. futbolda kaybetmek de en az kazanmak kadar çok doğal bir sonuçtur. hoş, ali sami yen'de kaybetmek her zaman kazanmaktan daha zor olmuştur ama olmuştur işte bu maçta. şimdi önemli olan sezonun geri kalanı için bu futbol takımının neyi başarabileceğidir. belki bu noktada, kritik maçlarda alınan sonuçlar taraftarımızı ümitsizliğe sürüklese de, bu, "ümitli olsan da, ümitsiz olsan da" karşılaşacağın bir son olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir. yeis insanın içini karartır, insanın içini yer, ışıkları söndürür ve görülecek-görülebilecek olanları görmeyi engeller. en azından ümitli olmak ise, bir şeyleri başarabilmekte en önemli etkendir. ümitli olmanın tek yan etkisi, karşılaştığın son eğer arzuladığın son değilse, yıkım yeisle beklenen bir sondan çok daha ağır olur. hoş, bunlara da alışmadık mı zaten? high hopes or great expectations, ne derseniz deyin, son iki sezondaki büyük umutların ve mükemmel beklentilerin sonu hep hüsran oldu. büyük beklentilerin üzerine gelen yıkımlar da çok ağır oldu. örneğin ben, sadece son iki sezonda, 6 yaşımdan beri gittiğim ali sami yen'den hiç olmadığım kadar boynum bükük ayrıldım. daha öncelerde, hep önemli maçlarda zaferleri görmüş biri olarak o statta, haliyle beklentilerle gittiğim önemli maçları kaybettiğimizde de daha da üzüldüm. yine de her şeyden bir şeyler öğrenilebilir düsturuyla acıları baltalamayı öğrendim. hatta çoğunluğun da öğrenmeye çalıştığına inanıyorum bunu. öğrenmişlerdir de.
her neyse, sezon başında beri söylediğim gibi rijkaard ve ekibine koşulsuz bir güven içerisindeyim. her kötü sonuçtan sonra, şu gitsin bu gitsin, sistem değişsin, toplu temizlik olsun'culardan da değilim. ki zaten en az 2 senede bir tekrarlanan bir şey bu ve bunun sezonluk başarılar dışında bir başarı getirdiğini de görmedik. işte, uzun vadeli, istikrarlı bir başarı için rijkaard ve ekibine güvenmek durumundayız. ki bu çaresiz bir güveniş değil. zira rijkaard galatasaray'ın hayalini kuruduğu uzun vadeli başarılara ulaşabilecek altyapıya ve vizyona fazlasıyla sahip. zaten bunun aksini iddia edenlerin, rijkaard yerine alternatif olarak sunacakları hocalar, ya günümüz futbolunda modası artık yavaş yavaş geçmekte olan yaşlı hocalardır ya da sistem-taktik olaylarını ikinci plana atan gaz hocalardır. yaşlı kurtların günümüz futbolundan artık yavaş yavaş silindiğini söylemiştik, gazla takım yürüten hocalarında sezonluk başarılara imza attıklarını da tecrübeyle sabit ettik. yani kısacası, halihazırda frank rijkaard hala galatasaray için çok büyük bir nimet ve fırsat. şimdi bu fırsatı hemen ilk sezonda gelen bir başarısızlıktan sonra kenara atmak kusura bakılmasın galatasaray'a ihanet etmek gibi bir şey olur. zira öyle ya da böyle, sezon başı bir karar alındı ve derin ve yeni yapılanmaya gidildi. bugün rijkaard gitsin'cilerin istedikleri olursa eğer, gelecek sezon yine her şeye sıfırdan başlamak durumda kalacağız. yeni hoca, yeni sistem, yeni oyuncular, yine sabır, yine zaman olacak ihtiyaç olan. oysa şu an biz yeni ve derin bir yapılanmanın sabır ve zaman sürecini geçiriyoruz bu sene itibariyle. işbu sebeple koşulsuz desteği düstur belledik. bellediysek de sadece ve sadece galatasaray'ın menfaatleri için. rijkaard gitsin'ciler ise herhangi bir başarısızlıktan hemen sonra kelle isteyenlerdir. yoksa şimdiyi çok iyi analiz edip geleceği çok iyi görebildikleri için değil. ve rijkaard gitsin ve şu gitsin, bu gitsin, bu tarz oyuncu alınsın dışında çok fazla da derin malumatları yoktur.
neyse, şimdiye dönersek eğer, yani fenerbahçe maçından sonraki o üzüntüye ve kırgınlığa, bunun da taraftarlar üzerinde olmasını çok ama çok doğal karşılıyorum. bu elbette olacak, "n'olcak yenildik sadece" demek garip olurdu zaten.
ve yine şimdiden hareketle, dediğim gibi galatasaray futbolcusu -yine de- taraftarının kalbini kırmıştır. ve ben şimdi, gece yarısı bu kırıp kalple, yine de, -ki özünde karamsar bir kişiliğe sahip olmama rağmen- galatasaray adının olduğu yerde ümitsizliğe kapılmamak istiyorum.
ve şimdi ben, galatasaray futbolcusuna "
kalbimizi kırdınız, bare gönlümüzü alın!" diye seslenmek istiyorum. çünkü başta da söylediğim gibi, yeis içinde sonucu beklemektense, beklentiye girmeyi her zaman tercih ediyorum galatasaray adının olduğu her yerde. beklentilerden sonra gelen yıkım her zaman ağır olsa da, galatasaray'ın getireceği bir başarının o günü hayatımın en güzel gününe çevireceğini de biliyorum, bize her sevdadan kalanın galatasaray olduğunu da, n'olursa olsun galatasaray'ın benim canım, benim kanım olduğunu da ve de en önemlisi hiçbir şeyin, hiçbir başarısızlılığın bu sevdanın, bu aşkın üzerine çıkamayacağını da...
yine de, sadece kalbimizi kırdınız be, bare gönlümüzü alınız. inanın, başarırız deyin, biz yalan da olsa inanırız, biliyorsunuz.
düşerken son bir kez yalana benimsin benim! yalansan, yalanı severim,
elimde değil...