(bkz:
#3288218)
devamındayız. farkındayım çok oldu önceki yazıdan bu yana ama, anca.
en son united'da işleri toparlamıştık, 2 maç eksik ile 4. sıradaydık. görevi devralmamın ardından premier lig'de 8'de 8 yapmışız, bırakmak olmazdı elbette. sonraki 4 maçı da kazanarak seriyi 12'de 12'ye getirince camiada tüm sesler kesildi. tribünler adıma şarkılar bestelemeye, beckham dahil tüm takım efsaneleri övgü dolu sözler söylemeye, sir alex güvenini göstermeye başladı.
ancak tottenham maçı ile biten seri, yeni bir galibiyet serisinin başlangıcıydı elbette. bir 7 maçlık galibiyet serisi daha yakaladım tottenham maçından sonra, bu sayede ligin son ayına lider olarak giriyordum. son ay için glazer'lar belgesel çekmeyi düşündü. "red devils: resurrection" adı verilecek belgesel için özel bir ekiple anlaşılmış, çekimler başlamıştı. odak noktasıydım ama odak noktası olmak istemiyordum, takım olmalıydı bu çünkü bu benden çok onların başarısıydı.
ancak heyecan had safhadaydı. her maç yerime geçerken şaşırıyor, kulübede duramıyor, sürekli kendime ayrılan alanı adımlıyordum. bir aşağı bir yukarı, bir aşağı bir yukarı. united'ın yıllar süren hasreti bitecek miydi, yoksa yine kötü bir dönem mi başlayacaktı? bournemouth'daki acı tecrübem korkutuyordu beni.
önümüzde liverpool - arsenal maçları vardı. ki hemen peşimdeler. tottenham da var arada. bir de şampiyonlar liginde yarı finaldeyiz, şehrin diğer yakası ile oynayacağız orada da. pep yıllardır city ile kovaladığı şampiyonlar ligi şampiyonluğuna bu kadar yaklaşmışken bırakmak istemiyor.
2 city maçı leicester maçı arasına geliyor, 7 maçlık galibiyet serisinin sonlandığı beraberlik maçı. ilk city maçında old trafford'da ne var ne yok elde avuçta hepsini ince eleyip sık dokuyarak 1-0 galibiyeti aldım, leicester maçı beraberliği geçti, etihad'da da maç sonucunda skor tabelasında yine benim lehime olacak şekilde 1-0 yazıyordu. maç sonunda şehirde zaman zaman karşılaştığım, birlikte muhabbet bile ettiğimiz pep'in elini sıkarak "look at the tabela" dedim, anlamadı. ispanyol adam tabela falan bilmiyor tabi.
*ve geldik kritik dönemece. ilk maç liverpool. hem de anfield'da. daha önce buraya hiç çıkmamıştım, maç öncesi bile bir heyecan vardı. sonuçta liverpool - united maçları ingiltere tarihinin en önemli parçasıydı. old trafford'da 2-1 yenmiştim liverpool'u ama anfield başka bir şeydi.
takımlar seramoniye çıktı, ben de klopp'tan sonra çıktım özellikle. ev sahibi olarak beni karşıladı, sarıldık. bu maçın şampiyonluk serisinin başlangıcı olacağını söyledi, gülüştük. o arada ben cevap veremeden liverpool tribünleri başladı "walk on, walk on" diyerek. kendi konuştuğumu duyamıyorum, en sonunda saldım ve klopp'a tekrardan sarılıp poz vermeye dönerken "and you never walk alone" kısmını birlikte söyledik. güzel adam klopp ya, ama pep her zaman daha yakın bir arkadaş oldu benim için. 2-0 yenildik.
hay başlayayım böyle işe dedim. başladım da. dümdüz gittim içimden. lan olmayacak iş.
hayır dedim. "bu maçı kaybetmem beni şampiyonluktan etmeyecek. halen liderim. değil arsenal, dünya karması gelse son maç ben o maçı alacağım ve şampiyonluğumu ilan edeceğim!"
fark ettiniz mi, yine bir gaz ve yine ben. aklıma bournemouth'da gaza geldiğimde ne olduğu geldi...
tecrübe yediğiniz kazıkların toplamıdır denir ya, kimseyi dinlemedim. en iyi bildiğim, takımın en iyi olduğu halde arsenal karşısına çıktım.
12. dakika, emile smith-rowe attı. "bu neymiş böyle ya" derken, karar var'dan döndü. ofsayt. ingiltere burası gibi değil, görüntüyü ekrana verip çizgiyi ekranda çiziyorlar. sonrasında arsenal baskısı, 1-2 benim pozisyon derken ilk yarı bitti. soyunma odasında tüm takımı topladım, ortalarına geçtim. belgesel ekibi de orada. tarihi bir konuşma yapacağım o an geldi:
"beyler, biz ne yapıyoruz? hedefimiz ne bizim?" diye sorarak başladım. paul pogba "hocam dur germe bizi" derken "gerilin paul. gerilin." dedim. kimse anlamadı, herkes hatta belgeselin yönetmeni bile anlamaz gözlerle bakıyordu.
"bakın aslanlarım, bu stadda 74789 koltuk var. bu her bir koltuk bizim için hayati bir önemde" dedim. "bu tribünde daha önce şampiyonluk görmemiş genç çocuklar var, bu tribünde sir alex'in geldiği günleri hatırlayan büyüklerimiz var, bu tribünde sizden benden büyük küçük tamı tamına 74789 kişi var. bu insanlar bu cumartesi günü bu güzel havada ailesiyle zaman geçirmek yerine, sevdikleriyle olmak yerine buraya bize gelmişler. belki de aileleri ile, sevdikleri ile gelmişler. bugünün şampiyonluğun geldiği gün olduğuna inanarak gelmişler." karşımda bu sözlerimden en çok rashford'un ve maguire'ın etkilendiğini görüyorum, o kadar ki rashford'un gözleri doluyor. durmadan devam ediyorum: "biz bu insanlara borçluyuz. yıllardır en kötüde, en iyide, yağmurda, karda, kışta, hepsi hiç durmadan bizi desteklemeye devam ettiler. yıllarca bizi yanlışımızla doğrumuzla sevdiler ve desteklediler. biz bu insanlara bugün en az 1, belki daha fazla golü borçluyuz. biz bu insanlara bir kupa borçluyuz. biz bu insanlara bir şampiyonluk borçluyuz." takımın artık yerinde duramadığını görüyorum, sahaya göndermem lazım onları süre doluyor. "
"çıkın aslanlarım, çıkın ve arsenal'ı parçalayın. çıkın ve buraya şampiyon olmadan dönmeyin, bundan azını hak etmiyoruz çünkü" dedim. gönderirken hepsinin sırtlarına güven aşılamak için vurdum, her birine birer kelime daha söyledim. yedek kulübesine geçtim, ellerimi kafamın arasına gömdüm. sahaya bakmıyorum bile.
o anda oldu...
gök gürledi, hatta gürlemekle kalmadı yarıldı, yer kabuğu çatladı, dünya ayaklarımın altından yok oldu ve ben atmosfer boşluğunda, yer çekimsiz ortamda havada kalmış gibi hissettim.
savunmada hazırlık pasları yaparken de gea uzun bir top attı rakip yarı sahanın ortasına doğru, mason aldı topu. inanılmaz süratli girdi ceza sahasına ancak açısını kaybetti, kalenin sağında altı pasın dışında kaldı, oradan ama diğer uzak direkteki rashford'a bir kesti topu, kaleye şut atarken böyle sert vurmadığı oluyor bu çocuğun, boş kaleye ayağının içiyle rashford dokunduğu anda sanki dünya yıkıldı zannettim. dakika 47, daha 2 dakika olmuş. dedim ya hani, yer çekimsiz ortamda havada kalmış gibi hisettim diye, zıplıyormuşum onun nedeni oymuş, maçın sonrasında tekrarını izlerken fark ettim. rashford bana doğru koştu, atladı üzerime peşine mason, peşine tüm takım. rashford deli gibi "we paid them sir, we paid them!" diye bağırıyor! tüm stad coşmuş haldeyiz.
sonrasında arsenal yeniden yüklenmeye başladı. nasıl korkuyorum ama, sürekli bağırıyorum elimden birisi alacak gibi hissediyorum bu duyguyu. o anda arsenal yine attı. belotti. ama ofsayt. öyle bir derin nefes aldım ki stad çevresi bir süre oksijensiz kalmış bile olabilir. o var incelemesi bitmedi benim için.
sonunda yaptığım uyarılarla daha baskılı oynamaya, topu almaya başladık. kazandığımız bir kornerde maguire tıkladı topu içeri kafayla, dakika artık 84. valverde (arsenal'in teknik direktörü) kenarda çöktü. hani faruk süren süper kupa maçını anlatırken unutulmaz maçlarda perez başkan için diyor ya "başkan çöktü" diye de gülüyor ya, öyle gülüyorum. hiç garezimin falan olduğu bir adam değil ama o halde görmek o kadar hoşuma gitti ki.
maç bitti. artık premier lig şampiyonu apoletim var omuzumda. kimse şans vermiyordu, hele ki 12. hafta sonunda 10. sırada olan bir manchester united'dan bu performans beklenmiyordu. üstelik ligin bitmesine daha 2 hafta vardı bile. inanılmaz bir başarı kazanmıştım.
sonrasında fa cup'da chelsea ile oynadık finalde, 3-0 da onu aldık. peşpeşe 2. kupa da gelmişti artık.
ve şampiyonlar ligi finalinde liverpool. klopp ile tekrar karşı karşıyaydık işte. kim bilirdi ki bu takımlar ile son kez... yine maçtan önce sarıldık, gülüştük. bana kulağıma eğilip "real madrid'e gidiyorum bro, ama gitmeden son kez senden bu kupayı alacağım" dedi. "daha önce benden kupa almadın jurgen, bunu da alamayacaksın" dedim, gülüştük bir daha. 3-1 yendi beni ve aldı kupayı. maçın sonunda gözleri gülüyordu, uzun zamandır bunu beklemiş gibi "elinden aldım işte bu kupayı" dedi, tebrik ettim ve madrid'de ona başarılar diledim.
ve hemen yeni yapılanmaya başlamak gerekiyordu. bu takım evet şampiyon olmuştu ancak çok ittirmiştim, bitap düşmüştüm adeta. daha sağlam bir takım kurulmalıydı, bütçe artmalıydı.
yönetim hatırı sayılır bir bütçe ve teknik ekipte dar da olsa bir revizyona izin vermişti. beklediğim haber buydu işte.
önce kondisyon antrenörlerini değiştirdim, hücum bendeydi zaten taktik antrenörlüğü de aynı şekilde, hemen top kontrolü için de bir antrenör aldım ve sistemle biraz oynadım.
bu takım presi artık çözmüştü, gelecek oyuncular prese uygun olmalı ama aklımdaki taktiği de uygulayabilmeliydi. daha direkt bir oyun yerine daha kısa paslı, daha dar alanda, daha çok topu da tutacak bir oyunu oynayabilmeliydik ve bu merkez orta saha ikilisi, yedekleri ile birlikte bunu başaramayacaktı. pogba - van de beek ikilisi bu oyuncular değildi.
gözüme kestirdiğim isimler leipzig'in 19 yaşındaki yıldızı ilaix moriba ile dortmund'da aynı yaşta olmasına rağmen inanılmaz bir performans göstermiş jude bellingham'dan başkası değildi. bu ikisi ne olursa olsun gelmeliydi. sonuçta moriba'yı 70 milyon euro'ya, bellingham'ı 107 milyon euro'ya kadroya kattım.
o arada yönetim bir toplantı talep etti, konu mason greenwood'du. paris istiyordu ve kesenin ağzını açmışlardı. "200 milyon euro, ya alsınlar ya da başka yere baksınlar" dedim. avram glazer "vermezlerse ve greenwood çok yüksek bedel istediğimiz için sorun çıkarırsa?" dedi. "çıkarmaz, emin olun. greenwood beni çok seviyor, ben de onu. ancak 200 milyon euro, moriba ve bellingham için gereken bedelden bile yüksek, diğer transferlerle birlikte ciddi artıda kapatırız" dedim. görüşmeleri benim yapmamı rica ettiler, nasser al-khelaifi ile görüştüm ve "200 milyon euro'nun 10 cent altına bile alamazsınız, aklınızdan bile geçirmeyin" dedim. kabul dedi.
mason ile ayrılığımız duygusal olsa da onun için seviniyordum. united tarihindeki en yüksek satışı yapmıştım, daha iyisi olamazdı.
ve bu satıştan sonra komple bir revizyona girdik. boca'nın genç stoper yıldızı bersano, crystal palace'da iyi bir sezon geçiren yüksek potansiyelli sol bek tayo adaramola, ajax'ın gözde genç stoperi kay carrilho, atletico'dan bruno'nun yedeği olması için transfer listesindeki matheus cunha, salzburg'un yeni forvet potansiyeli benjamin sesko, bilbao'nun genç yeteneği nico serrano ve genç potansiyeli yüksek üstelik de gea'nın çok iyi anlaşabileceği ispanyol kaleci ivan martinez'i kadroya kattık.
sadece pastanın üstündeki çilek kalmıştı.
*bu kadronun forveti tek bir isim olabilirdi. elbette lautaro martinez. 125 milyon euro'luk devasa bir teklif ile yeni 7 numaramız da belli olmuştu.
bu arada kadrodaki ıvır zıvırlardan da kurtulduk. tuzanbe, telles, mctominay, lindelöf, sergio oliveira, dani gomez, bailly, kaleci dean handerson, nuno santos, vignato, ve douglas santos'u gönderdik.
11'im şu şekilde:
de gea / wan-bisakka - maguire - varane - shaw / bellingham - moriba / jadon - bruno - rashford / lautaro
her pozisyonun yedeği ideal. altyapıdan gelen potansiyelli herkesi kiraya verdim, ethan laird - hannibal - elanga'yı özellikle elimde tuttum. hannibal bana bournemouth'da çok sorun yaratmıştı (o sezon sheffield'da kiralıktı) o yüzden orta saha merkezde moriba yedeği için tuttum. aynı zamanda paul pogba ile bire bir çalışıyorlar, pogba'dan daha iyi yerlere gelebilir bile bir gün.
sezona liverpool ile community shield maçıyla başladık. pep guardiola liverpool'un başına geçmiş, fırsat bu fırsat. taktik oyunundan pozisyon oyununa geçmeye çalışan liverpool'u 4-1 alt etmek kolay oldu. lautaro ilk maçında 2 gol attı.
ligde ise ilk maçta leeds karşısında beraberlikle başladık. ama 2. milli takım arasına kadar bu maç haricinde puan kaybımız yok. şampiyonlar liginde ise inter karşısında san siro'da beraberlik, zenit'i devirdim 4 puanla lider devam ediyoruz.
ama daha önemlisi, kafamdaki hybrid sistemi kurabilmiş durumdayım. pep / klopp füzyonu, karmaşık bir sistem. taktik "gegenpressing" olarak geçiyor ancak top bizdeyken yapılacaklar inanılmaz değişmiş durumda.
şöyle göstereyim:
https://gss.gs/7I6.png kısa paslı, yüksek tempolu ve oyuncuların birbirine daha yakın durduğu dar bir hücum sistemimiz var, ama buna rağmen oyuncuların yaratıcılığına izin veriliyor ve top sürme de serbest. yani pas tipi olarak tiki-taka'ya yakın ama daha özgür bir takımız. aynı şekilde savunmada ve geçişte ise gegenpressing'in özlerine sadık kalıyoruz.
bu şekilde brighton'a 9, zenit'e 7, chelsea'ye carabao cup'ta rotasyonlu kadrom ile 4-1 (onlarda da rotasyon vardı ancak lukaku vs. oynuyordu asa yakınlardı, ben neredeyse full rotasyondum) aston villa'ya deplasmanda 5 attık, tottenham'ı kendi evlerinde 2-1 yenerken kane'e top göstermedik.
bu füzyonu yaratmak kolay olmadı. antrenörler bile özellikle seçildi. öyle bir ekip olduk ki tüm dünya gıpta ile izliyor resmen. oyunumuz hem pep'in oyunundan daha fazla keyif veriyor, hem klopp'un oyunundan daha fazla topa hakim oluyor, geçişlerde ise bielsa ekibi gibi çok hızlı bir şekilde adeta evrim geçirip ölümcül bir ofansif takıma dönüşüyor.
daha işimiz çok, yolumuz uzun, gençliğimiz var!
bakalım daha nerelere gidebilecek bu kadro...