• 1
    galatasaray ile ilk sezondan terör estirebileceğiniz oyun. öyle transferler yapıldı ki sezon bizim için nasıl geçer bilmiyorum ama oyun bazında bir leipzig, porto, slb gibi takımlardan farkımız kalmayacak buna eminim.

    boey, nelson, marcao, luyindama, cicaldau, morutan, gustavo, halil, taylan, berkan, mustafa gibi wonderkid ve 3.5 yıldızlık oyuncu olma potansiyeli olan gençler ile kurulu bir kadromuz var. gözümde oyun bazında 300 milyon avroluk satış şimdiden belirdi bile. şunun yarısını gerçek hayatta alabilirsek geleceğimiz kurtulur...
  • 65
    fm 23'e başlayıp takım bulmaya, taktik oturtmaya falan üşenince buradaki aşırı eğlenceli diamond'ımsı taktiğimle fakfakir cremonese kariyerime devam ettiğim oyun.

    olmayan bütçemle inter'in, juventus'un alt yapısından çaldığım ucuz ve potansiyelli gençlerle temelini attığım, serie a'yı yalayıp yutmuş tecrübeli ama gözden düşmüş abilerle desteklediğim, beceriksiz scoutlarıma çekilin kenara deyip gözlerim kör olana kadar yaptığım eski usül scouting ile norveç'in dağlarından getirdiğim çakma wonderkid'lerle süslediğim kadromla 3. sezonumda konferans ligiyle avrupa semalarına buongiornooo diye bir dalış yapıp oyunu salmıştım. devam ettiğimde konferans yarı finalinde güzel bir bahar akşamı hertha berlin tarafından götümden bıçaklandıktan sonra yerde ağlayan genç hırvat stoperimi "üzülme çocuğum, seneye biz kazanacağız merak etme!!!" diye teselli ettikten bir ay sonra 25 milyon euro'yu görünce sırtımda havaalanına taşımam pek hoş olmadı tabii. olsundu, yeni sezonda bu kez avrupa ligi'ne merhaba dedik, erden abi'den aldığım ilhamla benimsediğim "ucuz ayakkabı alacak kadar zengin değilim" transfer politikamla biraz daha iddialı bir kadro kurmaya çalışmam hemen meyvelerini verdi yalan yok. bu sefer de takvim yaprakları aynı günleri gösterirken avrupa ligi yarı finalinde lyon ile karşılaşacağız. ligde de makus kaderimizi yenip babaların arasında şampiyonlar ligi yarışına gitmeye çalışıyoruz. puan tablosunda juve ile milan'ın arasına girince bir anda milano moda haftasına gelen köylü gibi eğreti durduk ama napalım. çocuklara bir sonraki büyük deplasmanda yarım gün izin vereyim de azıcık alışveriş yapsınlar. başkan maaşları yatırırsa tabii.

    güzel gidiyor şimdilik, bir noktada hikayenin devamını yazabilirim umarım.*
  • 8
    tek oynadığım oyunun 2022 versiyonudur.

    oyuncu özelliklerimiz için buyrunuz;

    alexandru cicaldau - https://gss.gs/dV4.jpg
    alpaslan öztürk - https://gss.gs/u6q.jpg
    arda turan - https://gss.gs/DXD.jpg
    atalay babacan - https://gss.gs/d88.jpg
    aytaç kara - https://gss.gs/itU.jpg
    barış alper yılmaz - https://gss.gs/2Ym.jpg
    bartuğ elmaz - https://gss.gs/78S.jpg
    berk balaban - https://gss.gs/I4s.jpg
    berkan kutlu - https://gss.gs/hF3.jpg
    christian luyindama - https://gss.gs/1oe.jpg
    deandre yedlin - https://gss.gs/r8A.jpg
    emre kılınç - https://gss.gs/cOt.jpg
    fatih öztürk - https://gss.gs/85V.jpg
    fernando muslera - https://gss.gs/pU4.jpg
    gustavo assunçao - https://gss.gs/xmZ.jpg
    halil dervişoğlu - https://gss.gs/cn1.jpg
    ışık kaan arslan - https://gss.gs/6ui.jpg
    ismail çipe - https://gss.gs/bq8.jpg
    kerem aktürkoğlu - https://gss.gs/j22.jpg
    marcao - https://gss.gs/spd.jpg
    mbaye diagne - https://gss.gs/XnA.jpg
    mostafa mohamed - https://gss.gs/WFF.jpg
    oğulcan çağlayan - https://gss.gs/pXr.jpg
    olimpiu morutan - https://gss.gs/3w1.jpg
    omar elabdellaoui - https://gss.gs/LLH.jpg
    ömer bayram - https://gss.gs/fPJ.jpg
    patrick van aanholt - https://gss.gs/L06.jpg
    ryan babel - https://gss.gs/3bO.jpg
    sacha boey - https://gss.gs/EUk.jpg
    sofiane feghouli - https://gss.gs/0O6.jpg
    taylan antalyalı - https://gss.gs/IZd.jpg
    victor nelsson - https://gss.gs/8C9.jpg
    eren aydın - https://gss.gs/Z4q.jpg
    hamza akman - https://gss.gs/ztR.jpg
    emre akbaba - https://gss.gs/vdD.jpg
  • 24
    xbox gamepass sayesinde oynadığım oyun. almadım ama gamepass'a da gelince dayanamadım ve başladım.

    standart 2 sezon devam eden bir galatasaray kariyeri yaptım ancak yabancı sınırı çok can sıkıyordu, ben de her yıl klasikleşen
    afc bournemouth kariyerlerimden birisini yapmaya karar verdim.

    championship'teyiz. kadro ortalama üstü denilebilir. sakatlar vs. var ama dert değil, bir şekilde gideriz dedik.

    pres yaparak "boş alan ve boş adam bırakmamak" üzerine olan gegenpressing belirledik taktiksel yönelimi, ön libero olmadığı için 4-2-3-1 düzeninde yerleştik.

    devre arasına kadar kafa kafaya, fulham - sheffield - ben ve wba gittik. ama beklenti 4.lük iken ben ciddi ciddi liderliğe oynuyorum. forvetim solanke, yedek olsun diye leeds'ten kiraladığım ama as oyuncumdan daha iyi gizli forvet oynayan forvet 10 numara joe gelhardt, merkez orta sahada çok ama çok yeterli philip billing - jefferson lerma ikilisi ile çatır çatır hücum oynuyoruz. genç bir kanadı da raumdauter olarak geliştirdim, harika adapte oldu 4 ay gibi bir sürede.

    devre arası transfer dönemi geldi, bütçe yok. pozisyonu dışında oynattığım için leeds hocası marcelo bielsa da gelhardt'ı geri çağırdı kiradan. hayır adam oynuyor, zaten gizli forvet oynatıyorum hem gol hem asist yardırmış bırak devam edelim ama yok. vermedi de yeniden. çareyi aston villa'nın genç 10 numarası jacob ramsey'de buldum, ilk maçlar bocalasa da aratmadı. ama esas sıkıntı billing - lerma ikilisini kaybetmem oldu. toplamda 26 milyon euro gibi bir bedel kazandım, hemen milan'da listede olan rade krunic alıp everton'dan tom davies'i kiraladım.

    sezonun ikinci yarısına başladık, alışma süreci kazana kaybede gidiyoruz falan o ara tottenham hocası antonio conte'yi gönderdi. "lan teklif gelir mi acaba pl'den" derken teklif leeds'ten geldi, bi baktım tottenham'ın başına geçen bizim el loco marcelo bielsa'dan başkası değil. adamı benim elimdeyken kiradan aldı yerinde oynamıyor diye sonra bıraktı gitti lan resmen. *

    neyse leeds ile görüştük, adamlar çok istekli. "bize sen uyarsın" diyorlar başka bir şey demiyorlar. bak dedim sayın radrizanni, sayın orta, sayın kinnear, benim burada bi işim var agacım bu takımı premier lig'e atmam lazım. yok. "tamam diyorlar sezon sonu gel". haaah dedim ki tamam "now you're talking". bütçeleri ayarladık, yanımda götüreceğim antrenörleri oradan gönderilecekleri ayarladık, konuşmalarımızı yaptık ve sözleştik. sezon sonu leeds united'da olacağım artık.

    ama kafa orada kaldı ya, avrupa potasındalar oradan çıktılar mı gidiyorlar mı nedir ne değildir diye deli gibi onların takibini yapıyorum. o ara takımı bir boşlarsın, peşpeşe savunmadan önce sağ bek sonra sol stoper bir sakatlanır. liderliği verdik, kalmış hepi topu 6 maç. bu maçlardan birisi liderliği bıraktığım sheffield, diğeri 3. sıradaki fulham. arada da middlesborogh maçı var ki onlar da play-off'a kendilerini atmak için saldırıyorlar 8. sıradalar puan farkı 3. diğer 3 maç patates ama bu 3 yok, gelmeyecek belli.

    ilki sheffield maçı, deplasman bir de. tüm konsantrasyonu verdim maça, her şeyi ayarladım düşündüm analizleri inceledim. başladık 11. dakikada ramsey ile attık bir tane. nasıl seviniyorum ama ne fulham, ne boro maçı falan gözümde değil, aldık lan liderliği işte! klopp'un mainz'da koştuğu gibi odanın içinde koşuyorum resmen! sonra sheffield bir bastırdı, 2 tane salladılar bana. biri 80'de, biri 89'da. ama maç 1-0 iken bir bastırıyorum, bir bastırıyorum. yok, çıkmadı. 60'tan sonra onlar bastırınca takıma da bastırdılar resmen.

    moraller nasıl bozuk, dağıldık resmen. neyse dedim, bunlar daha fulham ile oynayacak biz o hafta kazanırsak yine olumlu, son 2 hafta da kader maçlarına çıkarız.

    peşine boro maçı, iç saha. düşünüyorum ki biz bir 3-4 tane sallarız, kafa rahat devam ederiz. o maç bizi toparlar, sıkıntı olmaz diyorum. yine aynı şekilde her detaya bakarak çıktım maça, bu sefer 39. dakikada attık bir tane. çok geç geldi ama, dedim ki takımı bir tık sakinleştireyim, geri çekeyim. topu da bırakıp geçişe dönelim. (bkz: terim stayla) sen misin topu bırakan, 2. yarıya askerden gelmiş 20'lik genç gibi başladı herifler 3 tane salladılar bana. kendi sahamda.

    tribünlerde homurdanmalar başladı, arkamdaki tribünde bazı taraftarlar "he should get the f*** out of this club, he's killing us!" falan diyorlar. birisi bağırdı "go to bodrum!". maç biter bitmez rakibimin elini sıkıp doğrudan soyunma odasına gittim, dünyam karardı resmen. lan son 7 hafta kala liderdim, 2 maçta 3. sıraya düştüm. play-off'a kalacağız bu gidişle, ben sezon başında gazı verdikçe verdim tabi bunlar zannetiler ki biz liverpool - united falanız gelene çakar geçeriz vs.

    arada coventry geldi, ilaç olur zannedersiniz az kaldı çakıyorlardı onlar da. 14'te attılar, "başlarım lan böyle işe, saldırın" komutum ile takım açıldı, attık 2 tane 2-1 aldık maçı ama fulham maçı geldi çattı. oyun sıkıntılı, takım düşüşte. fulham maçları kazana kazana geliyor. ya dedim yenemezsem, ya ola ki yenildim ve fulham gidip sheffield'ı da yenerse kesin 3. olurum hatta durumdan istifade wba falan geçer mi beni düşünceleri ile çıktım maça.

    öğrendim ki korkunun ecele faydası sıfır. yardımcı antrenörüm jason tindall odama geldi "bak hocam, sen genç adamsın. aramızda çok yaş farkı yok ama ben seni oğlum gibi kardeşim gibi sevdim. gel bu işten vazgeçelim, biz bildiğimiz oyunu bu maça kadar bizi getiren hücum oyununu oynayalım, ilk maçlardaki gibi raumdauter gizli forvet falan değil çık ofansif oyun kurucu ile çık kanatta lowe ile solanke'ye top insin yeter solanke zaten patates eder fulham'ı" dedi.

    gaza geldim. gaz kötü bir şey, sıkıştırıyor insanı. yaptım dediğini çıktık maça, 23. dakikada wilson sapladı bir tane bize. al dedim sana gaz, ne vazgeçersin bildiğinden. yeniden rolleri değiştirdik, oyuncu değişiklikleri yaptık oyunu durdurup 23. dakikada. 26'da gol geldi. "tamam dönüyor bu iş" dedik takımı full atağa aldım ilk yarının sonunda, 2 top direkten döndü gol gelmedi. 2. yarıya çıkarken takımı full atakta unutmuşum, 51.'de wilson bir daha sapladı. inat şerefsiz, full marke full pres topu ters ayağa oynatıyorum sert müdahale yaptırıyorum bana mısın demiyor. neyse ki 90+3'te solanke attı da 2-2 bitirebildik maçı. ama halen 3. sıradayım. kaldı 2 maç. maçlar patates ama (blackburn ve milwall) takım yerle bir.

    neyse ki maçları kazandık. son 4 maçta 10 puan aldık, fulham da son 2 maçta puan kaybetti de 2. sırada play-off ile uğraşmadan çıkabildik.

    sene sonu yönetim memnun olduğunu belirtse de ben zaten leeds'e gidecektim. aaa, tabi ya. leeds united ile görüşmüş anlaşmış her şeyi bitirmiştim. e istifa ettik? anaa leeds anlaşması suya düştü!

    kaldım mı boşta? championship'e düşen takımlar teklif falan yapıyor ama o bataklıkla bir sezon daha uğraşmak istemedim. boşta kalıp teklifleri bekleyelim dedim.

    o arada lazio hocası sarri ile yolları ayırdı. görüştük, çokça olumlu geçti görüşmemiz de. ama adamlar inzaghi'yi getirmeye karar verdi. almanya'dan fortuna görüşmeye çağırdı, gitmedim. küme düşmemeye çalışmak bana göre değildi.

    peşine sezon başlamadan real madrid ancelotti'yi gönderdi. teklif yaptım, başkan perez aradı. "efendi'cım, senin vizyonun karakterin kişiliğin bizden bile iyilerini hak ediyor, elbette görüşürdüm ben seninle ancak taraftarı susturamayız, seni hiç istemiyorlar nedense, biraz daha tecrübe kazandıktan sonra görüşelim seninle, bu süreçte river plate'in hocası gallardo ile anlaşıyoruz biz, kırılmadın umarım?" dedi. çok kibar adam. "estağfurullah başkanım, ne demek lafı mı olur" diyerek geçiştirdim.

    arada fatih hocayı aradım. "hocam teknik ekipte falan yer var mı ya geleyim yanına" dedim. "koskoca bournemouth'u premier lige çıkaran efendi benim yanıma mı gelir lan?" dedi. peşine bir şeyler daha dedi bana güven aşılayacak, yazmayayım burada. arada bodrum'a gittim yanına, malum yaz dönemi. fulya hanımla birlikte bırakmadılar beni, her akşam yemekte ağırladılar baya sohbet falan ettik. "arsenal boşalırsa orası falan da olur aslında efendi sana" falan dedi. afedersiniz john benjamin toshack'a döndüm ama çok eğlendik.

    sezon başladı, iş kovalıyorum. ama nasıl kovalamak, kim kovulacak kim kötü kim iyi gidiyor kötü gidenlerden kimin kadro iş yapar vs. hepsini detaylı inceliyorum. özel analiz ekibim (özel ekip dediğim de kaideyi taciz eden istisna) ile tüm takımları inceliyoruz.

    o arada oldu işte.

    ole gunnar solskjær, uzun zamandır beklenilen ayrılığı yaşandı. umudum olmamasına rağmen teklif yaptım. sonuçta united'ın analizini de yapmıştık. ama taraftar tepkileri başladı, "galatasarayefendisi kim ki biz ona united'ı emanet edelim" vs. basın gelip sordu haberleri "elbette united'da çalışmaktan gurur duyarım" dedim. taraftarın tepkilerini sorunca da "onlar önce kendilerine baksınlar 2013'ten beridir denemedikleri hoca kalmadı bir tane 2017'de carabao cup aldılar tottenham'dan beter duruma gelecekler neredeyse" diyemediğim için "taraftarımızın gönlünü galibiyetler ile alabilirim" dedim.

    görüşme çok olumlu geçti. bana teknik ekip ya da transfer için bu sezon bütçe açmayacaklarını söylediler. "canınız sağolsun ole'ye yediniz tabi parayı" dedim.

    göreve başladım, bir cuma günü. "hayırlı cumalar" diye girdiğim için antrenman tesisinden içeri taraftar tepkili, ronaldo öncülüğündeki grup "kim la bu?" bakışı falan atıyorlar ilk antrenmanda. ronaldo benden yaşlı bu arada.

    ilk maç cumartesi günü, wolves maçı. daha salı günü bu stadda atalanta ile berabere kalmış united şampiyonlar liginde, cumartesi öğleden sonra takımın başında yepyeni birisi var, tanımıyorlar saygı duymuyorlar. topladım çocukları, kadroyu belirledim dedim ki "bulduğunuz her yere basın, her top bizde olacak, sadece kırmızı olacak tek renk bu akşamdan itibaren manchester'da kırmızı" dedim. ronaldo halen "ne diyo ya bu" tavırlarında, ama ben rashford - sancho öncülüğündeki ekibi gaza getirebildim.

    4-0 aldık maçı. çarşamba barcelona maçı var, bir 4 de onlara. peşpeşe 4 günde 8 gol atıp (ki 4'ü barça'ya) pozisyon bile vermeyince takımın güvenini aldım.

    basın sürekli takipte, manchester'da akşam çıkıp bir yemeğe gideyim desem peşimde basın ordusu geziyor, bunaldım. bunaldıkça kendimi daha fazla futbola verdim. guardiola'dan çok çalışmaya başladım, tüm analizleri kelimesi kelimesine okuyorum, noktalama hataları falan bulup puan kırıyorum milletten can sıkıntısından. ama takım gelişmeye başladı.

    tam "ulan harika gidiyoruz, şu aradaki dünya kupasını atalım oradan sonra patlatırız" derken ronaldo beyimiz geldi. "seçeneklerini değerlendirmek" istiyormuş sözleşmesinin sonunda. "kanka saçmalama, 37 yaşındasın ve bizden aylık 2.5 milyon euro para kazanıyorsun, sahada attığın adım para yazıyor daha iyisini bulamazsın" dedim. yok, dinlemiyor. tartıştık baya. en sonunda hışımla odadan çıkmaya yeltenince "cristiano, you are out of the squad. go and play with the u-23 team until you leave manchester. and believe me, everyone will know about your attitude towards your manager" dedim. gözleri açıldı bi, şaşırdı. ama ben önümdeki analize dönmüş, kafamı gömmüştüm. bir ara kaldırdım halen orada görünce "i said get out, you might miss the u-23 training" dedim. *

    cr7 odadan çıkınca hafif bir pişmanlık yaşarken aklıma greenwood geldi. bizim mason greenwood ya. çağırdım odaya. "mason, aslanım biliyorsun ben gençlere çok önem veririm, gelişiminiz benim için çok önemli" dedim. "thanks sir" dedi. aslanım benim. "bak" dedim mason'a, "bu alem popo olmuş, ama sen ve ben bu düzeni yıkacağız aslanım, birlikte. var mısın?" dedim. "excuse me, i don't understand sir" dedi. türkçe bilmiyor tabi, anlamadı kavramları. "bundan böyle 11 sensin, ronaldo kadro dışı. sen ben bruno jadon ve elbette marcus, biz bu united'ın talihini birlikte döndüreceğiz" dedim. gözleri ışıldadı. "hocam" dedi. "ben bu anı bekliyordum, yüzünüzü asla kara çıkarmayacağım" dedi.

    sonuç ekteki gibidir:

    fikstür ve geçmiş maçlardaki sonuçlar:
    https://gss.gs/7yZ.png

    anlık puan tablosu:
    https://gss.gs/LTp.png

    benim devralmamdan sonra sıralama grafiği:
    https://gss.gs/upE.png

    2 eksik maçım var, onları oynadığımda 3 puanla geçersem eğer 52 puanla ligin gizli liderlerinden birisi konumundayım, arsenal'in benden fazla 3 puanı var ve onların da 2 eksik maçı var.

    ama dönecek bu şans. bu sene için "avrupa ligine gitmek iyi sonuç" diyordu yönetim, bütçe bile açmadı şampiyonluğa yürüyoruz. bu durumdan şampiyon olursam eğer tarihi bütçe talep ederim, hedeflediğim 3-4 oyuncu var yaş bandı 22-25, doğrudan 11 oyuncusu. onlarla takımı yenileyip ronaldo'dan çıkınca çatır çatır bir takım olacak united. en korkulan olacak. yeniden red devils olacak!

    gaza geldim, ben gidip devam edeyim. *
  • 12
    - bölüm 1 | kcaft - yepyeni bir macera | istanbul, ali sami yen spor kompleksi nef stadyumu

    henüz 30 yaşında, genç bir teknik direktör olarak istanbul'a gelerek, galatasaray'la sözleşme imzalamak üzere stadyuma doğru gittim. başkan burak elmas'ın ayarladığı vito, beni havalimanından aldı. araç içerisinde, yol yorgunluğunu atmak için biraz kestirdim. trafiğin olması da, benim biraz daha fazla dinlenmeme yardımcı oldu.

    stadyuma geldiğimde, başkan burak elmas'ın odasına gittim ve bizzat tanışma şerefine nail oldum. başkan bana, daha önce hiç yapılmamış bir şeyi yapmak istediğini, bu proje için bana inandığını dile getirdi. proje, sıra dışıydı. daha önce profesyonel düzeyde hiçbir takımı yönetmemiştim. basketbol koçluğundan, futbol koçluğuna geçiş yapmıştım. bu projeye beni seçmelerindeki sebebin, yapılanma konusunda daha önceki başarılarımı futbola yansıtabileceğime inanmalarıydı.

    muhabbet devam ederken, kapı çaldı ve içeriye futbol direktörü olarak görevine devam edecek olan fatih terim geldi. sıcak kanlı duruşuyla, güler yüzlü bir şekilde beni selamladı ve burak elmas, ben, fatih terim toplantıya devam ettik. toplantıdan sonra, sözleşmeyi imzalayarak resmen galatasaray'ın teknik direktörü oldum. yapılacak çok iş vardı. fatih terim'in kurduğu kadroya ek bir transfer istemediğimi, sadece bazı oyuncuları satış listesine koymak istediğimi ve en erken ara transfer döneminde bu oyuncuların gönderilmesini istediğimi talep ettim.

    kap bildirimi, basın toplantıları derken bu süreç hızlı gelişti ve son buldu. artık kolları sıvamanın vakti gelmişti. saha dışından sıkılmıştım, artık saha içine odaklanmak ve bu heyecana başlamak istiyordum.

    - bölüm 2 | kcaft - sezona başlangıç

    kafamda üç taktik vardı. 4-3-3, 4-4-2 ve 5-2-1-2. öncelikle antrenmanlara 4-3-3 taktiği üzerinde başladık. önümüzde bir dizi hazırlık maçı ve şampiyonlar ligi ön eleme maçları vardı. takvim yoğun, ayrıca sezonu çok erken açtık. yoğun bir çalışma dönemine giriş yaptık.

    lech poznan hazırlık maçıyla başladık. hazırlık maçında aldığımız skorlar umrumda değildi. oyuncularıma, 5 gol atsalar da 5 gol yeseler de benim için ilk kıstas bu olmayacak dedim. taktiğin düzgün çalışması, takımın birbirine alışması ve oyuncuların her birini tanımam için bir süreçti. poznan'la oynadığımız ilk maç, 2-2 beraberlikle sona erdi.

    rapid wien maçını, marcao'nun kullandığı penaltıyla 1-0 kazandık. şu ana kadar 4-3-3 formasyonunda bir sorun yok gibi gözüküyordu ama kaleye şut sayımız çok azdı. savunma da fena değiliz ama üretkenliğimizde problemler vardı.

    dinamo moskova'yı 2-1 mağlup ettik. ilk hazırlık dönemimizi tamamlamış olduk. mostafa mohamed, emre kılınç ve marcao fazlasıyla parıldıyor ve dikkat çekiyordu. bu dönemde sık sık kadroyu bozarak değiştirdim ve ideal 11'i henüz oturtmadım. hazırlık döneminden sonra, şampiyonlar ligi 2. ön eleme turunda sparta prag ile karşılaşacaktık.

    prag'daki ilk maç, 1-1'lik beraberlikle sonuçlandı. erken yenilen gol sonrası, dakika 88'i gösterdiğinde kerem aktürkoğlu güzel bir bitirişle bize beraberliği getirdi. özellikle berkan kutlu ve cicaldau'nun ekstra performansı, orta sahadaki direncimizi en üst seviyeye çıkarmıştı. yüzler gülüyor, mutlu bir şekilde istanbul'a geri döndük. işler gayet yolunda gidiyor ve herhangi bir aksaklıkla karşılaşmadık. zamanla daha da oturan bir takım olacağımıza inanıyorduk.

    benevento ile olan hazırlık maçını iptal ettim. rövanş maçına kadar, takımın kondisyonunu üst seviyeye çıkarmak istiyordum ve bu süre zarfında da bazı oyuncuların dinlenmesine de yardımcı olmak istiyordum.

    rövanş maçında, ali sami yen'de sparta prag'ı ağırladık. henüz 5. dakikada 1-0 geriye düşmemize rağmen, berkan kutlu'nun 20. ve kerem'in 42. dakikada attığı gollerle ilk yarıyı 2-1 önde bitirdik. ikinci yarı, istemsiz şekilde oyuncularımızın kontrollü oynamaya çalıştığını, iyice geri çekildiğini gördüm. notlarıma bunu mutlaka eklemem lazımdı. zira bu durum, rakibin daha fazla üstümüze gelmesine yol açtı. kontra ataklarımız başarısızlıkla sonuçlanıyor, biraz da tecrübesizliğin getirdiği dezavantajla panik yapıyorduk. çok şükür maçı 2-1 kazanarak, bir üst eleme turuna geçmeye hak kazandık.

    bölüm 3 | kcaft - dönüm noktası?

    3. ön eleme turunda shakhtarile karşılaşacağımız kesinleşti. önümüzde 12 günlük bir süreç vardı. bu süreçte son hazırlıklarımızı da tamamlamalıydık. charltonile hazırlık maçı ayarladık ve bu bana bazı değişiklikler yapmama yol açtı. zira, ideal kadro ile çıktığımız maçtan 4-1 yenilgiyle ayrıldık. 4 veya 14 gol yememiz önemli değil. daha önce de dediğim gibi, mevzu taktiğin işleyip işlememesiydi. rehavet de yoktu halbuki.

    performans analistiyle yaptığım görüşmeler sonucu, bu formasyonu tekrar denemeye karar verdim. parma ile yaptığımız maçtan da 2-0 mağlup ayrıldık. hemen akabinde hellas verona ile yaptığımız hazırlık maçına 4-4-2 formasyonuyla başladık. burada da inanılmaz vasat bir performans ortaya koyduk. özellikle kanatlarda, ters ayaklı oyuncuları kullanmayı tercih ettim. düşüncem, uygulamada sınıfta kaldı.

    bu üst üste yenilgiler, 3. taktiğe geçmeye karar vermemi sağladı. 5-2-1-2 şeklinde bir diziliş kurdum.

    üçlü stoper: nelsson (pasör), luyindama (standart), marcao (pasör)
    kanat bekler: pva ve boey
    orta saha: berkan kutlu (savaşçı orta saha), cicaldau(iyi yönlü orta saha) veya taylan
    hücum: morutan (ofansif oyun kurucu), halil (false 9), mohamed (komple hücumcu forvet)

    bu değişiklik, takıma adeta çağ atlattı.

    shakhar'la deplasmanda oynadığımız ilk maç 3-3 sona erdi. evimizde oynadığımız maçta 2-0 galip gelerek play-off turuna yükseldik. şampiyonlar ligi'ne kalmamız için artık önümüzde tek bir engel vardı; monaco.

    bölüm 4 | kcaft- engeller, sürprizler

    monaco ile oynayacağımız play-off maçına kenetlenmiş vaziyetteyiz. taraftarın sosyal medyada, havalimanında, sokaklarda, tesislerin önünde, stadyumdaki desteği moral motivasyonu tavan seviyesine çıkardı. kafamda şekillenmiş bir ilk 11 ve sistem bulunuyor. tek isteğim, şampiyonlar ligi gruplarına kalmak ve bu süre zarfında da herhangi bir problemle karşılaşmamak. tabii bu isteğim gerçekleşmedi. fatih hoca, benimle acil bir şekilde toplantı yapmak istediğini iletti.

    ofisime gelen hoca, kerem aktürkoğlu için bir teklif geldiğini iletti. augsburg ve freiburg, kulübe ilgi mektubu yollamış. kerem'i satmayı düşünüyor muyuz, bunu öğrenmek istiyorlarmış. tabii, bonservis ücreti olarak da beklentimiz de sorulmuş. hocaya, kerem'i en azından sene sonuna kadar takımda tutmak istediğimi ilettim. sene sonunda, iyi bir bonservis ücreti ile satabilirsek, bu parayı genç oyunculara yatırabileceğimizi söyledim. ben, sorunun bu şekilde çözüleceğini düşünüyordum ama bu sefer fatih hoca, devamında kerem'in yeni bir sözleşme istediğini iletti.

    sözleşme yenileme görüşmelerini fatih hocanın bizzat yapmasını istedim. ilerleyen günlerde futbol direktörü olan hocamızla tekrar bir toplantı gerçekleştirdim. başkan burak elmas da toplantıya katıldı. kerem'in menajeri, sözleşmeye satın alma opsiyonu yerleştirmek istiyormuş. bu yüzden sözleşme yenileme görüşmelerinin tıkandığı söylendi. antrenmanlarda kerem'in motivasyon kaybını da buna bağladım. biraz menajerlerin can sıkıcı oyunları, oyuncuları etkileyebiliyor. antrenmanda yine özverisini gösteriyor ama yine de antrenmanlarda yapılan maçlarda bile hatalı kararlarının arttığını gördüm. motivasyon yerlereydi anlayacağınız.

    başkana ve fatih hocaya, bu problemin bir şekilde çözülmesini gerektiğini ve bu durumla ilgili alacakları bütün kararlara saygı göstereceğimi belirttim. sadece, kişisel fikrim olarak en az 15 milyon euro bonservis ücreti beklentimin olduğunu ve planımı buna göre yaptığımı da belirttim. verimli geçen toplantıdan birkaç gün sonra, fatih hoca kerem ile sözleşmenin yenilendiğini ve 30 milyon euro satın alma opsiyonu konulduğunu mutlu bir şekilde bana aktardı. benim adıma güzel bir gelişmeydi. idmanda da kerem'in yüzü gülüyordu. böyle bir değerli oyuncuyu, en azından sene sonuna kadar en iyi şekilde kullanmak istiyorum.

    kerem ile yaptığım birebir yaptığım görüşmede, menajerini değiştirmesini gerektiğini söyledim. kariyerinde birçok kulüpte forma giyeceğini ve başarılı dönemler için en büyük engelin, yanlış menajer olduğunu ifade ettim. kerem, herhangi bir yorum yapmadan fikirlerimi belirttiğim için bana teşekkür etti. ilerleyen günlerde, bu konu hakkında bir gelişme olup olmayacağını da zamanla göreceğim sanırım.

    çıkan bu pürüz başarılı bir şekilde çözüldükten sonra artık bütün odağımızı önümüzdeki maçlara verdim. monaco ile ilk maçı istanbul'da oynadık ve bugüne kadar oynadığımız en iyi oyunu oynayarak rakibimizi 4-1 mağlup ettik. emre kılınç, kerem, gustavo ve emre kılınç'ın golleriyle adeta rakibi sahaya gömerek zafer sarhoşu olduk.

    1 hafta sonra oynayacağımız rövanş maçı öncesi, ligde hatayspor ile karşılaştık. tabii şunu da ekleyeyim, monaco maçı öncesi gaziantep ile oynadığımız ilk lig maçında 2-0 galip geldik. hatayspor maçı da 2-0 üstünlüğümüz ile sonuçlandı. bu maçlarda da taktiksel anlayışımızdan hiçbir şekilde taviz vermedik.

    fransa'da oynayacağımız monaco maçında, cicaldau ve diagne'nin sakatlıkları nedeniyle zorunlu değişiklikler yaptık. orta alan, berkanve gustavo'ya kaldı. pva, ısınma esnasında sakatlandığı için ömer bayram'ı sol tarafa attık.

    biraz ilk maçın rehaveti, biraz da şanssız pozisyonlar nedeniyle üst üste gol yiyerek soğuk duş etkisini adeta iliklerimizde yaşadık. monaco, 90 dakikayı 3-0 tamamlayarak maçı uzatmalara götürdü. uefa'nın aldığı "deplasman golü kaldırıldı" kararına bir kez daha teşekkür ettim. hatamızı telafi etmemiz için, önümüzde 30 dakika veya belki penaltı haklarımız vardı.

    normal süre bittikten sonra, uzatma bölümlerinde 98. dakikada 4-0 geriye düştük. oyuncularımda büyük bir gerginlik ve sinir gördüm. taktiksel anlayıştan herhangi bir şekilde kopmadım. 5 dakikalık devre arasında, bütün oyuncularımı toplayarak daire oluşturdum ve taktiksel disiplinden şaşmamaları konusunda sert bir dille uyardım. elimde iki oyuncu değişiklik hakkı vardı. halil'i çıkararak kerem'i koydum ve morutan'ın yerine de atalay babacan'ı oyuna soktum.

    bu değişiklik, bizim kan şekerimizi yükseltti. atalay'dan lokum gibi bir pas, kerem'den şık bir plase ile 118. dakikada durum 4-1 oldu. artık penaltılara doğru gitmemiz kesinleşti. üstümdeki gömlekte, terden tek bir kuru yer kalmamıştı. seyircilere doğru döndüğümde fatih hocanın bana işaret yaptığını gördüm. bana bu motivasyon oldu. yönetimin ne olursa olsun arkamda olacağı hissi, beni çok fena gaza getirdi. penaltılar öncesi, oyuncularıma tek bir yeri seçmelerini ve sadece idmanlarda çalıştığımızı uygulamaları gerektiğini söyledim. penaltı kaçar, kaçmaz önemli değil ama verilen bu mücadelenin sefasını elbet sezon içerisinde yaşayacaklarını ifade ettim.

    penaltılar bizim için çok iyi geçti. monaco'yu, penaltılar sonucu 5-4 yendik ve artık türkiye, şampiyonlar ligi'ne yıllar sonra 2 türk temsilcisini yollayacaktı. galatasaray; sparta prag, shakhtar ve monaco gibi rakiplerini teker teker geçerek şampiyonlar ligi'ne ismini yazdırdı.

    yol yorgunu olarak döndüğümüz istanbul'da, binlerce taraftarın bizi karşıladığını görünce mutluluğumuz biraz daha arttı. oyuncularıma, bu gecenin tadını çıkarmalarını ama yarın idmandan itibaren tüm bu yaşananları unutacağımızı ve ciddiyetle hazırlıklarımıza devam edeceğimizi ifade ettim.

    yaklaşık iki gün sonra, cuma günü şampiyonlar ligi kura çekimini odamda, burak elmas ve fatih terim ile birlikte izledim. galatasaray, d grubunda bayern münih, liverpool ve dinamo kiev'in olduğu gruba düşmüştü. ölüm grubu diyebileceğimiz bu gruptaki iki dünya devi, isteyeceğimiz en son takımlar olabilirdi.

    kura çekiminden sonra, sıcağı sıcağına bir toplantı gerçekleştirdim. yönetime, gerçekçi olmamız gerektiğini ve hedef maçlarımızın kiev maçları olduğunu, oradan 6 puan için seferber olacağımızı, içerideki bayern ve liverpool maçlarında da elimizden geleni yapacağımızı söyledim. yepyeni bir kadroyla, bu gruptan çıkmak açıkçası imkansız.

    bölüm 5 | kcaft - luyindamaaaaaaaaaaaaaa!

    şampiyonlar ligi fikstürü belli oldu. 14 eylül akşamı, kendi evimizde bayern münih ile karşılaşacağız. bu maça kadar ligde, sırasıyla göztepe ve antalyaspor ile karşılaşacağız. yer yer rotasyonla, bayern maçına zinde ve herhangi bir sakatlık vermeden çıkmak bizim için çok önemli. özellikle bu tür tehlikeli takımlarla ne kadar erken karşılaşsak, bizim adımıza o kadar iyi. zira tam olarak form tuttuklarında, kalelerine dahi gitmek bizim için zor olabilir.

    göztepe ile karşılaştık. 1-1 beraberlikle sonuçlanan maçın hemen ardından antalyaspor'u farka boğduk. 4-0'lık galibiyet, ligde bizi zirveye taşıdı. hemen arkamızda aynı puanda yer alan göztepe ve beşiktaş, 2. ve 3.'lüğü paylaşıyor.

    aynı gün, bayern münih'in ligde leipzig'le oynadığı maçtan 2-0 mağlup ayrıldığını öğrendik. teknik ekibimi toplayarak, sabahlara kadar uyumadan bayern münih'in eksikleri üzerinde çalıştık. açıkçası, dünyanın en iyi takımı olarak gördüğüm bayern'in eksiğini bulmak pek de kolay değil.

    duran top üzerinden yoğunlaşmamız gerektiği konusunda hemfikir olduk. biz rakibe göre değil, rakip bize göre oynayacak gibi bir düşüncemiz yok. bu tür şımarıklıklara asla girmedik. savunmamızı daha da ön plana çıkardık ve tamamen duran toplara yoğunlaştık.

    o büyük gün geldi çattı. bayern münih, tam kadro hatta yanında panzerleriyle istanbul'a geldi. maç öncesi basın toplantısında "leipzig'e 2-0 yenilmiş bir bayern münih'le karşılaşacaksınız. ne düşünüyorsunuz?" sorusuna `"kızgın bir rakip olacak. hıncını bizden çıkarmak isteyebilirler. buna göre hazırlandık. almamız gereken önlemleri biliyoruz. amacımız, bu eşleşmenin bize tecrübe olarak avantajlı bir şekilde geri dönmesi"` demecini verdim.

    soyunma odasında, genç ve pırıl pırıl bu çocuklara `"bu maçı milyonlarca insan izleyecek. kendinizi, o insanlara göstermek için fırsatınız burası. kimse sizin hatayspor'a karşı oynadığınız oyunu sikine takmaz. asıl futbol, burada başlıyor. gidin ve sadece futbolunuzu oynayın. kariyerinizin başlarındasınız. bunlar, en büyük tecrübe olacak" `diyerek sahaya yolladım.

    bahislerde, televizyonlarda, sosyal medyada galatasaray'ın kaç gol yiyeceği dışında hiçbir şey konuşulmadı. biz, aylardır güzel bir şeyler ortaya koymaya çalıştık. prag, shakhtar, monaco zaferlerimizle takdir edildik ama grubumuzun ilk maçında, nasıl rezil olacağız acaba diye konuşuldu. bu benim alışkın olduğum bir şey değildi zira ilk kez futbolda profesyonel düzeyde çalışıyordum.

    kıran kırana bir mücadele başladı. bayern, tam saha pres ile üstümüze geliyor ve bizi bunaltıyordu. biz, paslarla baskıyı kırmaya çalışıyor bazen heyecandan paslarımız kısa düşüyor, rakibe kaptırıyorduk. rakip bayern olunca, bu kaptırılan bütün toplar %100 gol pozisyonu olarak bize geri dönüyordu.

    dakika 39'u gösterdiğinde, duran topun başına geçen cicaldau, ceza sahasına gönderdiği topta benim için zaman adeta durdu. her şey slow-motion olarak ilerliyordu. kimmich'in kafasından geriye doğru seken bir top, bomboş olan luyindama ve luyindama'nın kafasına gelen o harika nike topu... luyindamaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa!!!

    stadyumdaki gürültü, seyrantepe'de deprem meydan gerçekleştirmiş olabilir. size yemin ederim ama bunu kanıtlayamam. 1-0 öne geçtik, luyindama müthiş yükseldi ve bizi öne geçirdi. duran top organizasyonumuz işe yaramıştı. emeklerimizin meyvesini toplamak böyle bir şeydi sanırım.

    ilk yarı sona erdi. ikinci yarı, yoğun bir hücum anlayışı ile sahaya çıkacakları aşikardı. zira, beklediğimiz gibi de oldu. ikinci yarı bayern'in kalesine 4 şut çekmemize rağmen, bayern 12 şut çekerek bizi yıpratıyordu. 79. dakikaya kadar iyi direndik ama gnabry'nin defans arkasına sızmasıyla, gole engel olamadık. hiç problem değildi. biz buradan 1 puanla ayrılsak süper olur derken 3 puan için savaşmaya başlamıştık. inanç, oyuncularımın içine işledi. maça 5 dakika uzatma verildi ama bana 15 dakika gibi geldi. ve nihayetinde, 1-1'lik sonuçla maç bitti. galatasaray, kurduğu yeni kadroyla dünyanın en iyi takımından 1 puan alarak avrupa serüvenine başlamış oldu.

    grubun diğer maçında, liverpool deplasmanda kiev'i 2-0 mağlup etti.

    şu ana kadar ligde 10 puanla 1.'yiz, şampiyonlar ligi'nde 1 puanla 2. sıradayız. önümüzde altay, kayserispor ve liverpool maçları var.

    not: anlam kaymaları, yetersiz cümleler olabilir. zamanla daha da geliştiririm.
  • 60
    football manager serilerini senelerdir oynarım. çok acayip başarılar da yakaladığım oldu. iyi bir fm oyuncusuyum yani. bu yıl pek oynayamamıştım ancak geri döndüm. işsiz başladığım kariyerimde bundesliga 3'teki kaiserslaturenle anlaştım sezonun 10. maçında falan. bundesliga 2'ye çıktık. burada biraz zorlanıyorum; maalesef kadro kalitem yetersiz, para da yok...

    yalnız şunu fark ettim ki bu seri giderek daha arcade hale geliyor. evet, bir sürü oyuncu rolü falan çıktı; artık daha detaylı veriler, analizler var bilmem ne. ama oyun motoru sağ olsun, taktiksel esnekliğe çok da müsaade etmiyor. mesela savunma futbolu oynatmak, 1-0'lar ile ilerlemek özellikle son yıllarda eziyete dönüştü. bu zaten zor bir şey, kabul ediyorum ama gegenpress tarzı oyunları çok daha kolay oynatıyorsunuz. bu sene başlarında göztepe ile ilk yılımda şampiyon olmuştum mesela ve çok az transfer ile bayağı bayağı önde baskılı büyük takım futbolu oynuyordum.

    serinin daha eski oyunlarında taktiksel çeşitlilik daha fazlaydı diye düşünüyorum. daha özgün taktikler geliştirmenize izin veriyordu oyun.
  • 30
    (bkz: #3288218)

    devamındayız. farkındayım çok oldu önceki yazıdan bu yana ama, anca.

    en son united'da işleri toparlamıştık, 2 maç eksik ile 4. sıradaydık. görevi devralmamın ardından premier lig'de 8'de 8 yapmışız, bırakmak olmazdı elbette. sonraki 4 maçı da kazanarak seriyi 12'de 12'ye getirince camiada tüm sesler kesildi. tribünler adıma şarkılar bestelemeye, beckham dahil tüm takım efsaneleri övgü dolu sözler söylemeye, sir alex güvenini göstermeye başladı.

    ancak tottenham maçı ile biten seri, yeni bir galibiyet serisinin başlangıcıydı elbette. bir 7 maçlık galibiyet serisi daha yakaladım tottenham maçından sonra, bu sayede ligin son ayına lider olarak giriyordum. son ay için glazer'lar belgesel çekmeyi düşündü. "red devils: resurrection" adı verilecek belgesel için özel bir ekiple anlaşılmış, çekimler başlamıştı. odak noktasıydım ama odak noktası olmak istemiyordum, takım olmalıydı bu çünkü bu benden çok onların başarısıydı.

    ancak heyecan had safhadaydı. her maç yerime geçerken şaşırıyor, kulübede duramıyor, sürekli kendime ayrılan alanı adımlıyordum. bir aşağı bir yukarı, bir aşağı bir yukarı. united'ın yıllar süren hasreti bitecek miydi, yoksa yine kötü bir dönem mi başlayacaktı? bournemouth'daki acı tecrübem korkutuyordu beni.

    önümüzde liverpool - arsenal maçları vardı. ki hemen peşimdeler. tottenham da var arada. bir de şampiyonlar liginde yarı finaldeyiz, şehrin diğer yakası ile oynayacağız orada da. pep yıllardır city ile kovaladığı şampiyonlar ligi şampiyonluğuna bu kadar yaklaşmışken bırakmak istemiyor.

    2 city maçı leicester maçı arasına geliyor, 7 maçlık galibiyet serisinin sonlandığı beraberlik maçı. ilk city maçında old trafford'da ne var ne yok elde avuçta hepsini ince eleyip sık dokuyarak 1-0 galibiyeti aldım, leicester maçı beraberliği geçti, etihad'da da maç sonucunda skor tabelasında yine benim lehime olacak şekilde 1-0 yazıyordu. maç sonunda şehirde zaman zaman karşılaştığım, birlikte muhabbet bile ettiğimiz pep'in elini sıkarak "look at the tabela" dedim, anlamadı. ispanyol adam tabela falan bilmiyor tabi. *

    ve geldik kritik dönemece. ilk maç liverpool. hem de anfield'da. daha önce buraya hiç çıkmamıştım, maç öncesi bile bir heyecan vardı. sonuçta liverpool - united maçları ingiltere tarihinin en önemli parçasıydı. old trafford'da 2-1 yenmiştim liverpool'u ama anfield başka bir şeydi.

    takımlar seramoniye çıktı, ben de klopp'tan sonra çıktım özellikle. ev sahibi olarak beni karşıladı, sarıldık. bu maçın şampiyonluk serisinin başlangıcı olacağını söyledi, gülüştük. o arada ben cevap veremeden liverpool tribünleri başladı "walk on, walk on" diyerek. kendi konuştuğumu duyamıyorum, en sonunda saldım ve klopp'a tekrardan sarılıp poz vermeye dönerken "and you never walk alone" kısmını birlikte söyledik. güzel adam klopp ya, ama pep her zaman daha yakın bir arkadaş oldu benim için. 2-0 yenildik.

    hay başlayayım böyle işe dedim. başladım da. dümdüz gittim içimden. lan olmayacak iş.

    hayır dedim. "bu maçı kaybetmem beni şampiyonluktan etmeyecek. halen liderim. değil arsenal, dünya karması gelse son maç ben o maçı alacağım ve şampiyonluğumu ilan edeceğim!"

    fark ettiniz mi, yine bir gaz ve yine ben. aklıma bournemouth'da gaza geldiğimde ne olduğu geldi...
    tecrübe yediğiniz kazıkların toplamıdır denir ya, kimseyi dinlemedim. en iyi bildiğim, takımın en iyi olduğu halde arsenal karşısına çıktım.

    12. dakika, emile smith-rowe attı. "bu neymiş böyle ya" derken, karar var'dan döndü. ofsayt. ingiltere burası gibi değil, görüntüyü ekrana verip çizgiyi ekranda çiziyorlar. sonrasında arsenal baskısı, 1-2 benim pozisyon derken ilk yarı bitti. soyunma odasında tüm takımı topladım, ortalarına geçtim. belgesel ekibi de orada. tarihi bir konuşma yapacağım o an geldi:

    "beyler, biz ne yapıyoruz? hedefimiz ne bizim?" diye sorarak başladım. paul pogba "hocam dur germe bizi" derken "gerilin paul. gerilin." dedim. kimse anlamadı, herkes hatta belgeselin yönetmeni bile anlamaz gözlerle bakıyordu.

    "bakın aslanlarım, bu stadda 74789 koltuk var. bu her bir koltuk bizim için hayati bir önemde" dedim. "bu tribünde daha önce şampiyonluk görmemiş genç çocuklar var, bu tribünde sir alex'in geldiği günleri hatırlayan büyüklerimiz var, bu tribünde sizden benden büyük küçük tamı tamına 74789 kişi var. bu insanlar bu cumartesi günü bu güzel havada ailesiyle zaman geçirmek yerine, sevdikleriyle olmak yerine buraya bize gelmişler. belki de aileleri ile, sevdikleri ile gelmişler. bugünün şampiyonluğun geldiği gün olduğuna inanarak gelmişler." karşımda bu sözlerimden en çok rashford'un ve maguire'ın etkilendiğini görüyorum, o kadar ki rashford'un gözleri doluyor. durmadan devam ediyorum: "biz bu insanlara borçluyuz. yıllardır en kötüde, en iyide, yağmurda, karda, kışta, hepsi hiç durmadan bizi desteklemeye devam ettiler. yıllarca bizi yanlışımızla doğrumuzla sevdiler ve desteklediler. biz bu insanlara bugün en az 1, belki daha fazla golü borçluyuz. biz bu insanlara bir kupa borçluyuz. biz bu insanlara bir şampiyonluk borçluyuz." takımın artık yerinde duramadığını görüyorum, sahaya göndermem lazım onları süre doluyor. "

    "çıkın aslanlarım, çıkın ve arsenal'ı parçalayın. çıkın ve buraya şampiyon olmadan dönmeyin, bundan azını hak etmiyoruz çünkü" dedim. gönderirken hepsinin sırtlarına güven aşılamak için vurdum, her birine birer kelime daha söyledim. yedek kulübesine geçtim, ellerimi kafamın arasına gömdüm. sahaya bakmıyorum bile.

    o anda oldu...

    gök gürledi, hatta gürlemekle kalmadı yarıldı, yer kabuğu çatladı, dünya ayaklarımın altından yok oldu ve ben atmosfer boşluğunda, yer çekimsiz ortamda havada kalmış gibi hissettim.

    savunmada hazırlık pasları yaparken de gea uzun bir top attı rakip yarı sahanın ortasına doğru, mason aldı topu. inanılmaz süratli girdi ceza sahasına ancak açısını kaybetti, kalenin sağında altı pasın dışında kaldı, oradan ama diğer uzak direkteki rashford'a bir kesti topu, kaleye şut atarken böyle sert vurmadığı oluyor bu çocuğun, boş kaleye ayağının içiyle rashford dokunduğu anda sanki dünya yıkıldı zannettim. dakika 47, daha 2 dakika olmuş. dedim ya hani, yer çekimsiz ortamda havada kalmış gibi hisettim diye, zıplıyormuşum onun nedeni oymuş, maçın sonrasında tekrarını izlerken fark ettim. rashford bana doğru koştu, atladı üzerime peşine mason, peşine tüm takım. rashford deli gibi "we paid them sir, we paid them!" diye bağırıyor! tüm stad coşmuş haldeyiz.

    sonrasında arsenal yeniden yüklenmeye başladı. nasıl korkuyorum ama, sürekli bağırıyorum elimden birisi alacak gibi hissediyorum bu duyguyu. o anda arsenal yine attı. belotti. ama ofsayt. öyle bir derin nefes aldım ki stad çevresi bir süre oksijensiz kalmış bile olabilir. o var incelemesi bitmedi benim için.

    sonunda yaptığım uyarılarla daha baskılı oynamaya, topu almaya başladık. kazandığımız bir kornerde maguire tıkladı topu içeri kafayla, dakika artık 84. valverde (arsenal'in teknik direktörü) kenarda çöktü. hani faruk süren süper kupa maçını anlatırken unutulmaz maçlarda perez başkan için diyor ya "başkan çöktü" diye de gülüyor ya, öyle gülüyorum. hiç garezimin falan olduğu bir adam değil ama o halde görmek o kadar hoşuma gitti ki.

    maç bitti. artık premier lig şampiyonu apoletim var omuzumda. kimse şans vermiyordu, hele ki 12. hafta sonunda 10. sırada olan bir manchester united'dan bu performans beklenmiyordu. üstelik ligin bitmesine daha 2 hafta vardı bile. inanılmaz bir başarı kazanmıştım.

    sonrasında fa cup'da chelsea ile oynadık finalde, 3-0 da onu aldık. peşpeşe 2. kupa da gelmişti artık.

    ve şampiyonlar ligi finalinde liverpool. klopp ile tekrar karşı karşıyaydık işte. kim bilirdi ki bu takımlar ile son kez... yine maçtan önce sarıldık, gülüştük. bana kulağıma eğilip "real madrid'e gidiyorum bro, ama gitmeden son kez senden bu kupayı alacağım" dedi. "daha önce benden kupa almadın jurgen, bunu da alamayacaksın" dedim, gülüştük bir daha. 3-1 yendi beni ve aldı kupayı. maçın sonunda gözleri gülüyordu, uzun zamandır bunu beklemiş gibi "elinden aldım işte bu kupayı" dedi, tebrik ettim ve madrid'de ona başarılar diledim.

    ve hemen yeni yapılanmaya başlamak gerekiyordu. bu takım evet şampiyon olmuştu ancak çok ittirmiştim, bitap düşmüştüm adeta. daha sağlam bir takım kurulmalıydı, bütçe artmalıydı.

    yönetim hatırı sayılır bir bütçe ve teknik ekipte dar da olsa bir revizyona izin vermişti. beklediğim haber buydu işte.

    önce kondisyon antrenörlerini değiştirdim, hücum bendeydi zaten taktik antrenörlüğü de aynı şekilde, hemen top kontrolü için de bir antrenör aldım ve sistemle biraz oynadım.

    bu takım presi artık çözmüştü, gelecek oyuncular prese uygun olmalı ama aklımdaki taktiği de uygulayabilmeliydi. daha direkt bir oyun yerine daha kısa paslı, daha dar alanda, daha çok topu da tutacak bir oyunu oynayabilmeliydik ve bu merkez orta saha ikilisi, yedekleri ile birlikte bunu başaramayacaktı. pogba - van de beek ikilisi bu oyuncular değildi.

    gözüme kestirdiğim isimler leipzig'in 19 yaşındaki yıldızı ilaix moriba ile dortmund'da aynı yaşta olmasına rağmen inanılmaz bir performans göstermiş jude bellingham'dan başkası değildi. bu ikisi ne olursa olsun gelmeliydi. sonuçta moriba'yı 70 milyon euro'ya, bellingham'ı 107 milyon euro'ya kadroya kattım.

    o arada yönetim bir toplantı talep etti, konu mason greenwood'du. paris istiyordu ve kesenin ağzını açmışlardı. "200 milyon euro, ya alsınlar ya da başka yere baksınlar" dedim. avram glazer "vermezlerse ve greenwood çok yüksek bedel istediğimiz için sorun çıkarırsa?" dedi. "çıkarmaz, emin olun. greenwood beni çok seviyor, ben de onu. ancak 200 milyon euro, moriba ve bellingham için gereken bedelden bile yüksek, diğer transferlerle birlikte ciddi artıda kapatırız" dedim. görüşmeleri benim yapmamı rica ettiler, nasser al-khelaifi ile görüştüm ve "200 milyon euro'nun 10 cent altına bile alamazsınız, aklınızdan bile geçirmeyin" dedim. kabul dedi.

    mason ile ayrılığımız duygusal olsa da onun için seviniyordum. united tarihindeki en yüksek satışı yapmıştım, daha iyisi olamazdı.

    ve bu satıştan sonra komple bir revizyona girdik. boca'nın genç stoper yıldızı bersano, crystal palace'da iyi bir sezon geçiren yüksek potansiyelli sol bek tayo adaramola, ajax'ın gözde genç stoperi kay carrilho, atletico'dan bruno'nun yedeği olması için transfer listesindeki matheus cunha, salzburg'un yeni forvet potansiyeli benjamin sesko, bilbao'nun genç yeteneği nico serrano ve genç potansiyeli yüksek üstelik de gea'nın çok iyi anlaşabileceği ispanyol kaleci ivan martinez'i kadroya kattık.

    sadece pastanın üstündeki çilek kalmıştı. *

    bu kadronun forveti tek bir isim olabilirdi. elbette lautaro martinez. 125 milyon euro'luk devasa bir teklif ile yeni 7 numaramız da belli olmuştu.

    bu arada kadrodaki ıvır zıvırlardan da kurtulduk. tuzanbe, telles, mctominay, lindelöf, sergio oliveira, dani gomez, bailly, kaleci dean handerson, nuno santos, vignato, ve douglas santos'u gönderdik.

    11'im şu şekilde:

    de gea / wan-bisakka - maguire - varane - shaw / bellingham - moriba / jadon - bruno - rashford / lautaro

    her pozisyonun yedeği ideal. altyapıdan gelen potansiyelli herkesi kiraya verdim, ethan laird - hannibal - elanga'yı özellikle elimde tuttum. hannibal bana bournemouth'da çok sorun yaratmıştı (o sezon sheffield'da kiralıktı) o yüzden orta saha merkezde moriba yedeği için tuttum. aynı zamanda paul pogba ile bire bir çalışıyorlar, pogba'dan daha iyi yerlere gelebilir bile bir gün.

    sezona liverpool ile community shield maçıyla başladık. pep guardiola liverpool'un başına geçmiş, fırsat bu fırsat. taktik oyunundan pozisyon oyununa geçmeye çalışan liverpool'u 4-1 alt etmek kolay oldu. lautaro ilk maçında 2 gol attı.

    ligde ise ilk maçta leeds karşısında beraberlikle başladık. ama 2. milli takım arasına kadar bu maç haricinde puan kaybımız yok. şampiyonlar liginde ise inter karşısında san siro'da beraberlik, zenit'i devirdim 4 puanla lider devam ediyoruz.

    ama daha önemlisi, kafamdaki hybrid sistemi kurabilmiş durumdayım. pep / klopp füzyonu, karmaşık bir sistem. taktik "gegenpressing" olarak geçiyor ancak top bizdeyken yapılacaklar inanılmaz değişmiş durumda.

    şöyle göstereyim:

    https://gss.gs/7I6.png

    kısa paslı, yüksek tempolu ve oyuncuların birbirine daha yakın durduğu dar bir hücum sistemimiz var, ama buna rağmen oyuncuların yaratıcılığına izin veriliyor ve top sürme de serbest. yani pas tipi olarak tiki-taka'ya yakın ama daha özgür bir takımız. aynı şekilde savunmada ve geçişte ise gegenpressing'in özlerine sadık kalıyoruz.

    bu şekilde brighton'a 9, zenit'e 7, chelsea'ye carabao cup'ta rotasyonlu kadrom ile 4-1 (onlarda da rotasyon vardı ancak lukaku vs. oynuyordu asa yakınlardı, ben neredeyse full rotasyondum) aston villa'ya deplasmanda 5 attık, tottenham'ı kendi evlerinde 2-1 yenerken kane'e top göstermedik.

    bu füzyonu yaratmak kolay olmadı. antrenörler bile özellikle seçildi. öyle bir ekip olduk ki tüm dünya gıpta ile izliyor resmen. oyunumuz hem pep'in oyunundan daha fazla keyif veriyor, hem klopp'un oyunundan daha fazla topa hakim oluyor, geçişlerde ise bielsa ekibi gibi çok hızlı bir şekilde adeta evrim geçirip ölümcül bir ofansif takıma dönüşüyor.

    daha işimiz çok, yolumuz uzun, gençliğimiz var!

    bakalım daha nerelere gidebilecek bu kadro...
  • 41
    villarreal ile 4.sezonun devre arasına gelmek üzereyim. yaşadıklarımı anlatacağım izninizle.

    1.sezon:
    takım geçtiğimiz sezon bildiğiniz gibi uefa avrupa ligi şampiyonu olmuştu. yeni sezona da uefa süper kupası macerası ile başladım. kafamda juan foyth'un sağ stoper, pau torres'in sol stoper, merkezde de raul albiol'un olduğu bir 3'lü savunma kurmak vardı. aissa mandi haricinde bir tane daha rotasyona sol stoper eklemek istiyordum ve aramalarım sonucunda ülkemizde rakibimizin sol stoperi attila szalai'yi 8 milyon euro karşılığında kadroma kattım. bunun haricinde takımın 2 tane orta sahaya ihtiyacı vardı. (1 b2b, 1 hücumcu) bu transferlere bütçe yaratabilmek için bazı oyuncularla yollarımı ayrımam gerekiyordu ve ben de ruben pena'yı marsilya'ya 6,25 milyon euro, alberto moreno'yu da leeds'e 11,5 milyon euro karşılığında sattım. artık kasada para olduğuna göre transfer zamanıydı, ben de başladım araştırmaya. araştırmalarım sonucunda fransa'nın lens takımından seko fofana'yı 10 milyon euroya, aleksey miranchuk'u da 7,25 milyona kadroma kattım. artık takım uefa süper kupa maçına hazırdı.

    maçın zorlu geçeceği belliydi ve ben de 2-1'lik mağlubiyetle sahadan başı eğik bir biçimde ayrıldım. sezonun ilk yarısı biterken valencia, sevilla ve real betis ile 3.lük yarışında idim. üstümüzde de atletico ile real şampiyonluk yarışı vermekteydi. barcelona puan cetvelinin ortalarında takılıyordu.

    devre arası transfer dönemi geldiğinde de genç yıldızımız yeremy pino serbest kalma maddesine kurban gitti. 30 milyon euro bonservis karşılığında artık tottenham oyuncusu olmuştu. yolları ayrımak üzse de önümüze bakma zamanıydı artık. araştırmalar sonucunda barcelona'nın genç yıldız adayı alex collado'yu sezon sonuna kadar kiralamayı tercih ettim. yeremy pino haricinde manu trigueros da gitmek istediğini iletti ve 19,5 milyon euro karşılığında o da tottenham yolcusu oldu. bana ise yeniden orta saha aramanın yolları gözüktü. araştırmalar sonucunda takıma çabuk adapte olsun diye ispanyol orta saha olan marc roca'yı bayern münih'ten 6 milyon euroya kadroya kattım. sezon içinde saç baş yolduran paco alcacer'i de zenit'e 19,5 milyona sattım yerine de 2,2 milyona adı geçtiğimiz transfer dönemi galatasaray ile anılan erik botheim'i kadroya kattım. ayrıca transfer döneminde scoutlarım bana müthiş bir rapor sundu. 4. sezonda bile kadromun as oyuncusu olan anel ahmedhodzic 4,5 milyon euroya takımıma katıldı. ayrıca sözleşmesinin bitmesine 6 ay kalan serge aurier benimle sözleşme yenilemeyip yeni sezon başından geçerli olmak üzere everton ile sözleşme imzaladı. ben de onun yerine sözleşmesi sona erecek bir başka sağ bek olan kevin malcuit ile sözleşme imzaladım. ayrıca boubacar kamara'nın sözleşmesinin sona ereceğini görünce fırsatı tepmedim ve kendisi ile de 1 temmuzdan itibaren geçerli olmak üzere sözleşme imzaladım.

    transfer dönemim böyle geçtikten sonra lige odaklanma zamanıydı artık. sezon çok dramatik şekilde bitti. 35. hafta sonunda;
    3) real betis 64 puan
    4) valencia 63 puan
    5) ben 63 puanla
    6) sevilla 62 puan idi. 36. haftada önce valencia berabere kaldı, sonrasında da sevilla real betis'i yendi, en son ben de kazandım ve ligin bitimine 2 hafta kala 3.lüğe yerleştim. son hafta öncesi sevilla hariç hepimiz kazandık ve son haftaya girilirken şöyle bir tablo oluştu:
    3)villarreal-69p
    4)real betis-67p
    5)valencia-66p
    6)sevilla-65p
    son hafta fikstür rakibimi gösterdiğinde şoka uğradım. rakibim real madrid idi. ama sonrasında rahatlamıştım çünkü valencia da atletico ile oynayacaktı ve 4. bitirme ihtimalim hiç düşük değildi ta ki maç sonunda valencia'nın öne geçtiği golün bildirimini görene kadar. ben zaten mağlup durumdaydım ve tek ümidim atletico'ydu... olmadı.

    2.sezonda yaşadıklarımı da başka bir zaman anlatacağım. tüm heyecan bir anda bitmesin değil mi ;)
  • 29
    2008’den bu yana aynı diziliş aynı rol aynı talimatlarla başarıdan başarıya koşabildiğiniz oyunun 2022 versiyonu aldım yine pişman oldum. analiz ekranı falan gelişmiş ama bakmaya gerek kalmıyor ki 2021’de eklentiyle süper lige çıkarmıştım takımımı. alt ligden aldığım takımlar dışında scout programı hiç kullanmam maçları kapsamlı özette ve normal oyun hızında izlerim, kendi takımım dışındaki takımların maçını bile izlediğim olur eğlenceli ama simülasyon falan değil 13 yıldır değişik hiçbir şey yapmadan başarılı oluyorsun beynini bırakıp oynayabileceğin bir oyun haline geldi git gide. detaylı analizler koymuşsunuz, takım hiyerarşisi koymuşsunuz ama bunları kullanmaya gerek kalmıyor. 10 yıldır aynı basın toplantıları… seçenek yaratmak için koyduğu sorular ve cevapların çoğu eğreti, anlamsız ezbere basıp geçiyorsun, soyunma odası konuşmaları da öyle keza. klasik 4-2-3-1 ve yıllardır aynı şekilde oynadığım rol ve talimatlarla hangi santraforu verirseniz verin 40 maç üstü oynayıp 60 gol attırabiliyorsun. sadece fm 2021’de 900 saatim var yeterince tecrübe ettim sırf başıma türlüsü gelsin, ligde fark açılmasın diye saçma sapan denemeler, rotasyonlar yapıyorum. 2022’ye giriyoruz coin’ler metaverse’ler machine learningler üst düzey donanımlar grafik motorları almış başını gitmiş siberpunk bir dünyanın kapıları açılmış adamlar 15 yıldır aynı oyunu evirip çevirip önümüze koyuyor. sevgili oyun yapımcıları hadi abi ya hadi bunu oynayıp taktik deha sanıyor çocuklar kendilerini. eve geçince bir kaç istatistik ss’i paylaşacağım ne demek istediğim konusunda yardımcı olur.

    edit: evdeki pc’yi açık bıraktığım için steamlink aracılığıyla telefondan ss alabildim.

    https://gss.gs/fpF.png

    https://gss.gs/x7j.jpeg

    mostafa mohamed ahmed benim dizilişimle, taktiğimle 100 maçta 103 gol atmış benden sonra gittiği takımlardaki gol istatistiğini görüyorsunuz. alt lig kariyerimde de erencan yardımcı her sezon 40’ar gol atıyor. 4,5-5 xg ler havalarda uçuşuyor, save scum yapmadan 40’ta 40 yapıp 200’ü aşkın gol attığı bile oldu takımın üstüne üstlük her maç 13 km üstü koşan 5 oyuncu oluyor. diyeceğim o ki ben iyi değilim sevgili arkadaşlar bu oyun rezil bir oyun. 4 arkadaş başladığımız online kariyerde 4 maç yapabildim geri kalanında diğer arkadaşlar devam etti ben maçlara çıkmadım o oyunda bile benim takım şampiyon olmuş. para verip almayın 300 liraya karşılıklı 5’er bira içeriz*
  • 21
    8 yıllık kariyerimle 2021 serisinden hala devam ediyorum keyifli bir şekilde. döviz kuru çok ciddi etkiledi daha 2-3 sene önce 140-150 tl'ler bile çok diyorduk bu seri için.

    fm2022 almanya-türkiye asgari ücretli için alım gücü;
    almanya 1200 euro - 55 euro %4,5
    türkiye 2828 tl - 300 tl %10,6

    steam indirimi kovalayanlar varsa ilk ciddi indirim genelde mart-nisan gibi geliyor.

    fm2019
    %25 aralık 20
    %33 mart 14
    %66 haziran 21

    fm2020
    %15 aralık 19
    %25 ocak 23
    %33 nisan 30
    %50 haziran 23
    %66 ağustos 10

    fm2021

    %10 aralık 23
    %20 ocak 25
    %25 nisan 1
    %50 haziran 10
    %60 ağustos 12

    edit: düzeltme
  • 11
    detaylı analizleri ve kariyer hikayelerini üşenmediğim zaman uzun uzun yazacağım ama şunu söylemem gerekir ki, adamlar 2022 için zerre uğraşmamış.

    bakın veri merkezi, maç esnasında değiştirdiğiniz rolleri ve talimatları anında görebilmeniz, 1-2 ufak değişiklik dışında direkt football manager 2021'in aynısını satışa sunmuşlar. en azından oyunun ikonuna, renklerine, menülerine biraz müdahale edersiniz.

    bu sene de köpek gibi oynayacağım bu oyunu ama 1 sene boyunca yan gelip yatmışlar. tekel olunca böyle oluyor.
  • 39
    çok çok keyifli bir oyun, zaman zaman sıkılınabiliniyor felan o ayrı ama genel olarak çok iyi oyun. menüler ve akışı pratik olarak ezberledikten sonra tamamen odaklanılıyor oyuna. beyini de zinde tutuyor diye düşünüyorum.

    ama çok az zaman ayırırsanız keyif vermez, ciddi zaman ayırırsanız ise günlük hayatınızdan bir çok şeyi çalar. o yüzden hayatımdan uzak tutmaya özen gösteriyorum.
  • 42
    (bkz: #3348490)

    2. sezon maceramdan anlatmaya devam edeyim.

    önceki entryde de dediğim gibi önceki sezon ocak ayında boubacar kamara ve kevin malcuit ile temuzda geçerli olan mukavele imzalamıştım. onların haricinde sevilla'nın genç yeteneği juanlu'nun da sözleşmesinin biteceğini gördüm ve onu da bedelsiz olarak kadroma kattım. böylece oynattığım 3'lü stoper taktiğinin stoper kısmı tam istediğim gibi oldu. merkezde pasör kamara sol tarafta teknik ve lider pau torres, sağ tarafta da sağ bek özellikli juan foyth. bunların haricinde takımımda attila szalai, anel ahmedhodzic, raul albiol ve aissa mandi de vardı. ne var ki aissa mandi bu derinlikte oynayamayacağını düşünüp transfer olmak istedi. kendisini 17,5 milyon euro karşılığında arsenal'e sattım. ayrıca takımda uzun süredir bulunan mario gaspar da yeni bir macera istediğini bana iletti. kulüplere önerdikten sonra dinomo moskova 3,7 milyon euro teklifte bulundu. teklifi kabul ettim ve mario gasparla da yollarımızı ayırdık. mario gaspar gittikten sonra sıra geldi yedek sağ bek bulmaya. diğer transferlerin aksine bu transferde araştırmayı kendim yapmadım, futbol direktöründen öneri istedi. kendisi de bana junior sambia'yı önerdi. 9,75 milyona o transferi de bitirdik. daha sonrasında da geçen sezon boyunca şans vermediğim oyuncuları kulüplere önere önere satmayı başardım. önce dani raba 1,4 milyona montpellier'e, sonrasında santiago casares 4,5 milyona atalanta'ya, en son da xavi quintilla 2,2 milyona real sociedad'a satıldı. transferler sonucu elimdeki 19,55 milyon ve kulübün sezon başında verdiği transfer bütçesini de kullanarak arka arkaya 3 tane bomba patlattım. önce monaco'dan sofiane diop'u 15 milyona, sonra sparta prag'dan adam hlozek'i 8,5 milyona, en son da heerenveen'den joey veerman'ı 14,25 milyona satın aldım. kadroda lider bulunsun mantığıyla tutmayı düşündüğüm raul albiol'a sezon başlamadan vallecano'dan 1,1 milyonluk teklif geldi. elimdeki stoper bolluğunu da düşünerek transfer teklifini kabul etmeye karar verdim. sonrasında da geçen sezon transfer ettiğim ama bekleneni veremeyen seko fofana'ya da west ham'dan 6 milyonluk teklif geldi. bu arada scoutlarım bana julian alvarez'i önerip 7,75 milyona çözebileceğimi söylemişlerdi. gerçekte de o sıralar man city kadroya kattığı için kendisini almak istiyordum. kaynak yaratmak için west ham'ın 6 milyonluk teklifini kabul ettim ve seko fofana ile de yolları ayırdım. julian alvarez için de river ile masaya oturdum bu sayede. derin pazarlık sonucu 5,75 net, 2 milyon da bonus için anlaşmaya vardık. julian alvarez'i de kadroya katınca transferi bitirdim. transfer döneminin son saniyelerinde de sporting lizbon javi ontiveros'u 950 bin euro vererek sezon sonuna kadar kiraladı.

    gelelim ligde neler yaptığıma. lig benim için çok çabuk bitti bu sezon. 4.lük haftalar öncesinden kesinleşmişti. barcelona-valencia-real madrid arayı açmış, ben de altımdakilerle arayı açmıştım. o yüzden ligin pek bir anlamı olmadı benim için. tüm gözler avrupa'da neler yapacağımdaydı çünkü geçen sezon kıl payıyla şampiyonlar ligi biletini kaçırmıştım. marsilya,zorya ve karabağ'ın olduğu grupta 6'da 6 yaparak lider çıktım. lakin üst turda porto ile eşleştim ve 3-0 yenilerek kupaya veda ettim. (rövanşsız oynattı neden anlayamadım)

    ara transfer döneminde de bir sürü değişim yaşandı kulüpte. önce sezon başı kadroya kattığım sofiane diop 800 bin euro karşılığında hamburg'a kiralandı. sonra alexey miranchuk 30 milyon euro karşılığında milan'a satıldı. sözleşme yenileme teklifimi kabul etmeyen juan foyth serbest kalma maddesini kullanarak 42,5 milyon euro karşılığında real madrid'in yolunu tuttu. normalde stoper almayı planlıyordum foyth yerine ama o sırada karşıma bir fırsat transferi çıktı: pedro porro. tam istediğim kanat bek profiline sahipti ve man city 40 milyon euro karşılığında transfer listesine koymuştu. hemen transfer ettim ve sağ stoperde her oynadığında iyi performans veren anel ahmedhodzic as takımımın oyuncusu oldu. ayrıca scoutlarım bir kez daha şov yaptı ve barcelona'nın yusuf demir için opsiyon kullanmadığını ve rapid wien'den 14,75 milyona alabileceğimi bana iletti. böylece miranchuk'un yerini büyük bir potansiyel ile doldurmuş oldum. daha sonrasında bende hiç iyi performans gösteremeyen atila szalai için tigres 5 milyonluk teklifte bulundu. 1 saniye bile düşünmeden teklifi kabul ettim ve kendisinin yerine 10 milyon euroya freiburg ile harika bir sezon geçirmekte olan nico schlotterbeck ile sözleşme imzaladım.

    2. sezon da dertsiz, heyecansız bir şekilde sona erdi. ligde erkenden belli olan dördüncülük, avrupa'da gruptan çıktıktan sonraki ilk turda elenmek...

    3. sezondaki yaşadıklarımı da yakında anlatırım. iyi günler hepinize ;)
App Store'dan indirin Google Play'den alın