520
strateji ve taktik
sürekli bir hedefe saldırıyor ve başarısız oluyorsanız, hatanız kesinlikle stratejiktir. eğer bu gözle bakmazsak, gerçekten göremeyiz. görmenin birinci şartı doğru yerde durmak ikincisi ise doğru yere bakmaktır.
öncelikle maçı güncelliği içinde mahkum edelim. bir maç düşünün, onikinci dakikada ofsayt bir gol yiyorsun ve mağlubiyete merhaba diyorsun. sonra yay dışında arda’ya infaz var devamında sahtekar bir büyük(!) futbolcu kendini atıyor ve penaltı ile mağlup oluyorsun.
şimdi bunları yazmamdaki gaye tipik bir anti fenerbahçe edebiyatı yapmak değil.
on yıllık bir süreçten bahsediyorum. tüm yenilgilere bir bakın. hiç birinde ve hatta fenerbahçe tarihinde, bizden daha iyi ve organize bir takım görüntüsü çizdikleri yok. bunu salt bizimle oynadıkları maçlar için söylemiyorum. genel olarak türkiye şartlarına göre kurulmuş ve vasat takım hüviyetinden kurtulamamış bir takım olduklarını söylemeye çalışıyorum. galatasaray’ımızın da bu hüviyetinden kurtulduğu sadece hagi önderliğinde bir dönemi var.
taşları yerlerine oturtalım. dünkü maçta olanlar ve arkasındaki geyik muhabbeti sadece zevahiri kurtarır.
bu ülkede bir takım şeyler yaşandığında anlaşılıyor. günübirlik değerlendirmeler tartışmalar, sonra gene aynı tas aynı hamam. en güzel örneğini dün keita yaşattı. aşkolsun ulan sana güzel adam! nasıl da sınıfta bıraktın herkesi
spiker bile bir şey anlamadı. aldın kafana atılan nesneyi götürüp gözlemcinin karşısına dikildin. sen onu yerden alıp yürümeye başladığında acaip keyiflendim. birlikte maç seyrettiğimiz güruha “bakın şimdi mükemmel bir olay gelişecek dedim”. tahmin etmiştim, nitekim ayniyle vaki
zavallı hakem yapa yapa sarıyı çıkardı. ne olacaktı ki. pavlov’un mahlukatı ne yaparsa o da onu yapacaktı.
beyler bizim stratejimiz yok, taktiğimiz yok, pratik zekamız yok. gelişen durum karşısında bir duruşumuz yok. aslında hiçbir duruşumuz yok. omurgasız bir toplum oluverdik.
hep olayların peşinden sürüklenip duruyoruz
ne demiş şair?
“sordum yoldan gidene,
-kardeş yolun nereye?
ben bilmem rüzgar bilir,
düştüm yelin önüne!”
hocamız yerden ayağa hızlı paslarla, sürekli kanat değiştirerek akıl dolu, çağdaş bir futbol oynatmak istiyor diyelim. kimle yapacak bunu? sevmediğimi sanmayın çok severim bu çocukları ama gerçekleri söylemeliyiz arda? ayhan? servet? gökhan?
hadi canım sen de
diyelim sen takımında bunu oturttun. hangi takımla oynadığında yapacaksın? fener? beşiktaş? ankaragücü?
hangi kafa bunu kabul eder? rıza çalımbay? samet aybaba? hikmet karaman?
gidin işinize kardeşim. türübün ahlaksız, hakem ahlaksız, futbolcu ahlaksız, yönetici ahlaksız
üstelik kafasız ve cahil
hagi’nin gölgesinde gezinip kendi gölgesi sananlara bakın dün akşam. neler yumurtluyorlar dinleyin
futbol basitmiş diyor ulemanın birisi. hiçbir bok bilmiyor ama büyük laf tonla. evet basittir ve şahanedir seyrederken . ancak kurgu senin aklının alamayacağı kadar karmaşıktır. çünkü kolektif olan şeyin çok parametresi vardır. çok parametre kurguyu yapanın zekasını zorunlu kılar. saygılı olmayı öğrenseniz bir de. hayatı boyunca bir arkadaşı ile birlikte bakkal dükkanı bile çalıştıramayacak yeteneksizlikte adamlar bunu söylüyor. rijkaard şöyle, böyle
içimden geçen laf şu oluyor bunlara; “ulan dalyaraklar, siz kimsiniz adam kim. size neyi kanıtlayacak ?”
türübünde bir pankart “herkes haddini bilecek!” altında, sağında, solunda, karşısında ve özellikle orada bir sürü haddini bilmez adam, hatta bilen olduğu bile şüpheli
belirtmeden geçemeyeceğim
lugano’ya baktınız mı? bir metre dışarıdan çevrilen topu içeri dürtüp “gooool” diye sevinerek ortaya koşuyor. üstelik pozisyona en yakın olan adam olarak
bunu çözemezsek hiçbir şeyi çözemeyiz
televizyonda bir sürü kültürsüz, aptal ve saygısız adam gevezelik edip duruyor. ne demeli?
“ayının kırk hikayesi var, kırkıda ahlat üzerine!”
sürekli bir hedefe saldırıyor ve başarısız oluyorsanız, hatanız kesinlikle stratejiktir. eğer bu gözle bakmazsak, gerçekten göremeyiz. görmenin birinci şartı doğru yerde durmak ikincisi ise doğru yere bakmaktır.
öncelikle maçı güncelliği içinde mahkum edelim. bir maç düşünün, onikinci dakikada ofsayt bir gol yiyorsun ve mağlubiyete merhaba diyorsun. sonra yay dışında arda’ya infaz var devamında sahtekar bir büyük(!) futbolcu kendini atıyor ve penaltı ile mağlup oluyorsun.
şimdi bunları yazmamdaki gaye tipik bir anti fenerbahçe edebiyatı yapmak değil.
on yıllık bir süreçten bahsediyorum. tüm yenilgilere bir bakın. hiç birinde ve hatta fenerbahçe tarihinde, bizden daha iyi ve organize bir takım görüntüsü çizdikleri yok. bunu salt bizimle oynadıkları maçlar için söylemiyorum. genel olarak türkiye şartlarına göre kurulmuş ve vasat takım hüviyetinden kurtulamamış bir takım olduklarını söylemeye çalışıyorum. galatasaray’ımızın da bu hüviyetinden kurtulduğu sadece hagi önderliğinde bir dönemi var.
taşları yerlerine oturtalım. dünkü maçta olanlar ve arkasındaki geyik muhabbeti sadece zevahiri kurtarır.
bu ülkede bir takım şeyler yaşandığında anlaşılıyor. günübirlik değerlendirmeler tartışmalar, sonra gene aynı tas aynı hamam. en güzel örneğini dün keita yaşattı. aşkolsun ulan sana güzel adam! nasıl da sınıfta bıraktın herkesi
spiker bile bir şey anlamadı. aldın kafana atılan nesneyi götürüp gözlemcinin karşısına dikildin. sen onu yerden alıp yürümeye başladığında acaip keyiflendim. birlikte maç seyrettiğimiz güruha “bakın şimdi mükemmel bir olay gelişecek dedim”. tahmin etmiştim, nitekim ayniyle vaki
zavallı hakem yapa yapa sarıyı çıkardı. ne olacaktı ki. pavlov’un mahlukatı ne yaparsa o da onu yapacaktı.
beyler bizim stratejimiz yok, taktiğimiz yok, pratik zekamız yok. gelişen durum karşısında bir duruşumuz yok. aslında hiçbir duruşumuz yok. omurgasız bir toplum oluverdik.
hep olayların peşinden sürüklenip duruyoruz
ne demiş şair?
“sordum yoldan gidene,
-kardeş yolun nereye?
ben bilmem rüzgar bilir,
düştüm yelin önüne!”
hocamız yerden ayağa hızlı paslarla, sürekli kanat değiştirerek akıl dolu, çağdaş bir futbol oynatmak istiyor diyelim. kimle yapacak bunu? sevmediğimi sanmayın çok severim bu çocukları ama gerçekleri söylemeliyiz arda? ayhan? servet? gökhan?
hadi canım sen de
diyelim sen takımında bunu oturttun. hangi takımla oynadığında yapacaksın? fener? beşiktaş? ankaragücü?
hangi kafa bunu kabul eder? rıza çalımbay? samet aybaba? hikmet karaman?
gidin işinize kardeşim. türübün ahlaksız, hakem ahlaksız, futbolcu ahlaksız, yönetici ahlaksız
üstelik kafasız ve cahil
hagi’nin gölgesinde gezinip kendi gölgesi sananlara bakın dün akşam. neler yumurtluyorlar dinleyin
futbol basitmiş diyor ulemanın birisi. hiçbir bok bilmiyor ama büyük laf tonla. evet basittir ve şahanedir seyrederken . ancak kurgu senin aklının alamayacağı kadar karmaşıktır. çünkü kolektif olan şeyin çok parametresi vardır. çok parametre kurguyu yapanın zekasını zorunlu kılar. saygılı olmayı öğrenseniz bir de. hayatı boyunca bir arkadaşı ile birlikte bakkal dükkanı bile çalıştıramayacak yeteneksizlikte adamlar bunu söylüyor. rijkaard şöyle, böyle
içimden geçen laf şu oluyor bunlara; “ulan dalyaraklar, siz kimsiniz adam kim. size neyi kanıtlayacak ?”
türübünde bir pankart “herkes haddini bilecek!” altında, sağında, solunda, karşısında ve özellikle orada bir sürü haddini bilmez adam, hatta bilen olduğu bile şüpheli
belirtmeden geçemeyeceğim
lugano’ya baktınız mı? bir metre dışarıdan çevrilen topu içeri dürtüp “gooool” diye sevinerek ortaya koşuyor. üstelik pozisyona en yakın olan adam olarak
bunu çözemezsek hiçbir şeyi çözemeyiz
televizyonda bir sürü kültürsüz, aptal ve saygısız adam gevezelik edip duruyor. ne demeli?
“ayının kırk hikayesi var, kırkıda ahlat üzerine!”