tarih 10 ağustos 2019. yer bayrampaşa otogarı ya da esenler. büyük istanbul otogarı da diyebilirsiniz. veyahut resmi adıyla 15 temmuz demokrasi otogarı. ne çok ismi var aq. bir kez tuvaletlerini ziyaret etme şansınız olduysa *mına koduğum otogarı bile diyebilirsiniz.
otobüsün kalkmasını bekliyoruz.
istanbul'dan
sofya'ya oradan da uçakla
roma'ya geçicez. neden
istanbul'dan direk
roma'ya gitmiyoruz çünkü arada bin tl fark var. bin tl daha fark olsa
roma'ya yürürüm. düşünüyorum da sanırım bin tl fark için yapamayacağım şey yok. bin tl fark. söylemesi bile güzel.
peki
roma'ya neden gidiyoruz? çünkü liseden arkadaşım
fahri ile ara ara tatil planları yaparız. bu yurt içi de olabilir yurt dışı da. bu sefer sıra yurt dışındaydı. 16 günlük bir tatil planı yaptık. içinde bazı avrupa ve iskandinav ülkeleri bulunan bir liste hazırladık. neden avrupa ve iskandinav ülkeleri? çünkü kızları güzel. konunun hâlâ başlıkla ilgisini çözemeyenler olduğunu görüyorum. biraz sabredin. birazdan hep birlikte büyük resmi göreceğiz.
sofya otobüsüne bileti iki ay öncesinden alırken tüm koltuklar henüz boş olduğundan en ön sırayı almak istedik. satıştaki hanımefendi bizi uyardı. "isterseniz bir arka sırayı alın çünkü yol boyunca şoför sigara içiyor, rahatsız olabilirsiniz." dedi. hangi firma olduğunu söylemicem ama bu hanzoluğa ne kadar sinirlenip şaşırsam da diğer taraftan dürüstlükleri ve samimiyetleriyle az da olsa gönlümü kazanmayı başarmışlardı. biz de arka sırayı almaktansa yan taraftaki en ön sırayı aldık. sigaradan ikimiz de nefret ediyorduk ve bu düşüncesizliğe ve bencilliğe ses çıkarırsak belki bu saçma davranışlarına bir son verebiliriz diye düşündük. yeniden yolculuk gününe dönersek otobüsteki yerimizi almış ve yolculuğa başlamıştık.
fahri ile beraber kendimizi hazırladık. sigara dumanı gördüğümüz an tepkimizi ortaya koyacaktık. yolculuk başlayalı bir buçuk saat olmasına rağmen ne şoför ne muavin henüz bir sigara yakmamıştı. acaba yanlış otobüse mi bindik diye şakalaştık. ancak dakikalar, saatler geçmesine rağmen şoförde en ufak bir (sigara yakmadığı için) stres belirtisi yoktu. şakalaşmamız yerini tedirginliğe bıraktı. "lan hakkatten yanlış otobüse binmeyelim aq" dedik. resmen oturduk şoförün sigara yakmasını bekliyoruz. cebinden paketi çıkarsa şükürler olsun diye birbirimize sarılıcaz artık o raddeye geldik. yol üzerinde bi benzin istasyonuna uğrayıp bir yolcu aldık.
fahri'ye "gidip marketten sigara mı alsak sigarası bitmiş olmasın" dedim. acaba hangi sigarayı içiyor diye tartışmaya bile başladık. neyse ki
bulgaristan sınırına yakın bi tane patlattı sonunda. içimizden "yarasın koçuma", "aslanım benim çek ciğerlerimiz bayram etsin" falan diyoruz.
gümrük kapısına geldik.
türkiye tarafını sorunsuz bi şekilde atlattık.
bulgaristan sınırında görevli uzun uzun suratıma baktı. heralde bi yerden tanıdı diye düşündüm. kenarda bekle işareti yaptı bana. herkes geçti tek ben bekliyorum.
fahri de sorunsuz geçip yanıma geldi.
fahri'nin bulgar vatandaşlığı var bu arada. çat pat bulgarca da konuşabiliyor. sıkıntı yok ben hallederim gibisinden göz kırpıp kafasını hafifçe öne eğdi. yalan yok o hareketinden sonra içime az da olsa su serpildi. herkes geçtikten sonra
fahri görevlinin yanına gidip bulgarca konuşmaya başladı. adam buna da bana baktığı gibi bakmaya başladı.
fahri konuştukça adam "ne diyo bu amına koduğum" dercesine bakıyor. türk hâlimle çok net anlıyorum. sonra adam bi şey söyledi bu sefer
fahri bakmaya başladı. ilk defa aynı dili konuşup anlaşamayan iki insan gördüm. sonra ben "olm pasaportta sorun var diyor heralde" dedim.
fahri "sor bakim ne sorun varmış?" dedi. "ne sorunu var?" dedim adama. adam da türkçe "burda 8 gün yazıyor" dedi. hayatımın en saçma anını yaşıyorum resmen. iki bulgar'a türkçe tercümanlık yapıyorum. adam pasaportumun 8 günlük olduğunu iddia ediyor bu arada. "kardeş senin kafan mı güzel? 20 günlük o pasaport." dedim.
fahri hâlâ "ne dedi?" diyor. olm dedim türkçe konuşuyoruz aq. işin özeti ben bu schengen vizesi için almanya konsolosluğu'na başvurmuştum. meğer adamlar bana 20 gün süre içinde maksimum 8 gün kalmalık vize vermiş.
"böyle bir şey olabilir mi ya? ya böyle bir şey olabilir mi ya? ya böyle bir şey tarihte var mı ya? böyle bir şey yok ki! böyle bir şey yok ki abi! ya böyle bir şey olamaz abi!"
ulan ben size iki haftalık tatil planım var diye bütün dökümanları, otel rezervasyonlarımı, satın alınmış uçak biletlerimi, iş yerinden aldığım izin evraklarını her şeyi vermişim. 16 gün yokum piyasada, gidiyorum bu diyarlardan demişim. 8 gün ne olm? 16 gün senin için uygun değilse hiç verme lavuk. buradan
merkel'e sesleniyorum. nasılsın
merkel? karantina nasıl gidiyor? duydum ki evden dışarı çıkmıyormuşsun. zaaa.
öyle veya böyle
bulgaristan sınırından da geçip
sofya'ya vardık. bizim için tatil o andan itibaren başladı. bi çok ülke gezip sabahın körü yollarda yürüdük, havaalanlarında, tren istasyonlarında, otobüs terminallerinde saatlerimizi geçirdik. hâliyle biraz soğuk da kapıp grip olduk ama şansa çok da etkilemedi. yani en azından beni.
tatilin tamamını anlatacak hâlim yok ancak en kritik yerinden bahsetmek istiyorum.
kopenhag'dan
oslo'ya gemiyle geçecektik ve bu gemi yolculuğunun dünyanın kaderini değiştireceğinden malesef habersizdik. internetten yaptığımız araştırmalar çılgın bir yolculuğun bizi beklediğini gösteriyordu.
kopenhag'da limana gidip gemiyi gördüğümüzde ise heyecanımız daha da artmıştı. yolculuk yaklaşık 18 saat sürecekti ve belki de hayatımızın en güzel 18 saati olacaktı. birbirinden güzel iskandinav bayanlarıyla dolu bir gemi hayal edin. her katta farklı bir sarışın hatunun dolaştığını, kulüpte hepsiye tek tek dans ettiğinizi hayal edin. tamam çok da şeyapmayın karantinadasınız sonuçta. ben de gidip bi elimi yıkayıp geliyorum. şaka şaka.
az biraz resim yeteneğim var bilen bilir. böyle zamanlarda bu yeteneğimi silah olarak kullanmayı çok severim.
titanic'te
jack bile aynı taktiği kullandı biliyosunuz. ben de onun gibi aldım elime kağıt kalemi her katta resim çiziyo gibi yapıp etrafı kesiyorum. bakıyorum kimse ilgilenmiyo başka yere gidip orda devam ediyorum. yalnız bi eksiklik var. yani her şey güzel, gemi hareket etti, hava güneşli, herkesin yüzü gülüyor ama bi şey eksik. ne eksik diye düşünürken sonunda farkettim. ulan gemide kız yok. hiç internette baktığımız,
youtube'da izlediğimiz gibi değil anasını satiyim. cruise diil de kuru yük gemisine binmiş gibiyiz aq. her yer çekik gözlü 65 yaş üstü insan. evet yanlış duymadınız çekik gözlü. bütün gemi yaşlı japon ve çinli'lerle dolu. 18 saat yang ying yong yung kafamızı siktiler. bi de bağırarak konuşuyolar. yan odadan sesleri geliyo. ben ilk başta yan odadaki norveçli kızlar
pes5 oynuyo falan sanıyodum. odadan bi çıktım pes'teki bütün hakemler gemide. bi tane 75 yaşlarında çinli bi amca ben resim çizerken (daha doğrusu resim çiziyormuş gibi yaparken) yanıma geldi. vayda mayda bi şeyler diyo gülerek. heralde çizdiğim resmi beğendi. sağol amca falan diyorum. kafa sallıyorum. adam gitmiyo. karısını da çağırdı. ikisi birden başımın dibinde vao mao kedi gibi konuşuyolar. iyice sinirlerim bozuldu. iskandinav kızları beklerken yarasa yiyenlerle muhattap oluyoruz. meğer amca da zaten çizdiğim resimle gram ilgilenmiyomuş, karımla fotoğrafımızı çeker misin diyomuş. iyice tansiyonum düştü. hafif gribin üstüne gemide rüzgarı da yeyince dayanamayıp ben bu amcanın suratına hapşurdum. amca iyice coştu
yao ming'ler
kung lao'lar havada uçuşuyo.
wakabayashi amcadan özür dileyip
fahri'ye dedim "çek şunların fotoğrafını ben yatmaya gidiyorum."
ertesi sabah
oslo'ya vardık. herkes hazırlanıp odasını terketmiş geminin çıkış kapısında bekliyor. tüm çekik gözlülere nefret dolu gözlerle bakarken herkesin öksürüyor, hapşuruyor ve bazılarının maske takıyor olması ilgimi çekmişti. virüs dolusu bir sürü insanla beraber tekrar karaya ayak basmış ve biz de tatilimize kaldığımız yerden devam etmiştik.
şimdi düşünüyorum da
fahri'nin fotoğrafını çektiği amcanın
wuhan'da yaşadığını söylemesi bir tesadüf olabilir mi. yani tüm dünyaya virüsü ben yaymış olamam ama belki de ben hapşurduktan sonra gidip yarasa çorbası içmiştir
jackie chan amca
chun-li teyzeyle beraber.
evet beyler karantinada 6. günüm. bu kadar boş vaktim olmasa emin olun yazmazdım bu hikayeyi ama duvarla konuş konuş nereye kadar muhabbet bi yerde tıkanıyor. umarım her şey bir an önce eskiye, sağlıklı günlere döner. bana yurt dışında iki haftayı çok görenler de iki hafta evlerinde sıkılmadan otururlar inş ;) şaka bi yana arada gülüp eğlenmezsek psikolojimiz iyice bozulacak :/
bu vesileyle başta fatih hocamız olmak üzere tüm hastalara geçmiş olsun diyerek, eski sağlıklarına dönmelerini diliyorum.