tribünlere, salonlara dolana kadar ancak ve ancak uzaktan izleyebilen, bu süreyi boğazında bir yumru ile geçiren demektir taraftar. birileri pazarlık ediyor, bir gün duyuyoruz ki o futbolcu gitti, öbür gün şu mu alınacak acaba dedikoduları... elimiz kolumuz öylece bağlı. basketbol takımının antrenörü değişiverir, ancak bakakalırız öylece, seyirci olmanın çaresizliği çöker bünyelere.
bu kadar yorum yapmamızın, birbirimizle paylaşmamızın, eleştirmemizin, kızmamızın sebebi yapacak başka bir şeyimiz olmayacağındandır şu süreçte. birileri sevdan uğruna masalarda avroları konuşurken, biz ancak gün sayabiliyoruz. öyle haberler döner ki yüreğine işlemiş sevgiyi kirletmeye kalkan, yine de dimdik durmaya çalışır taraftar. zordur seyirci kalmak, elinden bir şey gelmemek.
hazırlık maçları oynanır, sistemi çözmeye çalışır, neler dönüyor anlamaya çalışır, nerdeyse yine etkisiz elemandır taraftar.
ne zaman mı sıra gelir kendisine? sezon açılır, doldururuz ali sami yen'i, geçeriz ekranlarımız karşısına, 12. adam oluveririz. salonlara akarız, "teker teker geçiyoruz turları" diye çığlık atarız,
biz oluveririz. o vakit masabaşındakilerden, kendinden bağımsız dönenlerden daha da etkin hale geliverir taraftar dediğin. sahada koşan 11 futbolcuya, zeminleri terleten sporcularının tam da armayı taşıdıkları yerdeki yüreklerine kendi sevdasını bölüştürüverir. biz olur, o vakit kendini aciz hissetmenin acısı geçiverir.
aslında taraftarın ve bağlandığı armanın yaz tatilinde ayrı şehirlere düşmüş iki sevgiliden farkı yoktur. uzaktan uzağa görüşülür ve sonbaharla kavuşulur. sonbaharın yaklaşmasını sevmektir bazen taraftar olmak.