• 90
    ilkokul 5'in sonuna kadar basket topununu elime almamıştım. tabi o zamanlar her yer futbol sahası olabilirken basket potası bulmak, bulsan da boş bulmak neredeyse imkansızdı, bunun da etkisi vardır basketboldan uzak olmamın. neyse, mahalle araları, boş arsalar sabah akşam futbol oynayan biriydim, ilkokul 3te de iskenderunspor altyapısına girdim hatta. 5. sınıfın sonunda anadolu lisesine girmemle beraber tanıştım basketbolla. şöyle ki; okulda baya bir önem veriliyordu basketbola ve sınıflar arası turnuvalar yapılıyordu. bizim sınıfta da basketbol seven arkadaşlar turnuvalara girmek istediler fakat 4 kişilerdi, 5. adam arıyorlardı. bana lan gel en azından sporcusun 5i tamamla dediler. çıktım bildiğiniz futbol mantığıyla basket oynadım. maçlar sonunda hoca idmanlara çağırdı ve basketbola adım atmış oldum. uzun bi süre hem basket hem futbol idmanlarına gittim ama daha sonra dağılan altyapı, dersler falan derken futbolu bırakıp sadece okul takımında basketbol oynamaya devem ettim.

    3 sene sonra artık orta son sınıfta, takımın en büyükleri olmuştuk. kaptan olmuştum ben hatta. finale kalmıştık. iskenderun'un o yaş grubundaki gerçekten çok iyi adamlarını barındıran br takımla oynayacaktık. o zamanlar orta okullara alan savunması yasaktı ve 4 faulle oyun dışı kalıyorduk. maç başladı, dedim ya adamlar iyi bizden, sürekli öndelerdi ve biz faul problemine girmiştik. son çeyrekte biz 4 kişi kaldık ve son saniyelere 1 sayı geride girdik. çaresiz orta sahadan salladım topu. girmedi ama faul yapmışlardı. ilkini kaçırdım ikincisini attım, berabere oldu ve hakem maçı bitirdi. 3. atış neden yoktu hala anlamış değilim. neyse uzatmalar başladı, bizden bir kişi daha çıktı 4 faulle 3e 5 kaldık. 3 kişiyiz ama diğer iki arkadaş finale kadar doğru düzgün süre bile almamışlardı. daha sonra rakip de 4 kişi kalınca biraz rahatlamıştık zaten. ilk uzatmanın sonunda yine bana faul yapıldı, maç berabereyken. hoca mola aldı dinlendirdi beni öptü sardı sarmaladı, birini at bitsin koçum deyip yolladı moladan. gittim ikisini de kaçırdım döndüm :( tek oynayan benim, hoca kızamıyo da. neyse siktir et dedi, başladık 2. uzatma devresine. o devrenin sonlarında kopardık maçı ve şampiyon olduk. tamam maç içinde atsam bitecek faulleri atamamış olabilirim ama olayın bütününü düşününce başarı lan işte. ben oyun kurucuydum bi de uzunumuz vardı iyi, onla çekerdik skor yükünü çünkü habire ikili oyun oynardık. o bile 3. periyotta falan çıkmıştı 4 faulle ve 13 sayıda kalmıştı hiç unutmam. ben baya 51 sayı atmıştım. vay amk şimdi böyle söyleyince bi acayip geldi lan, şu dakkadan sonra başarımı tartışmam açık konuşim, 51 sayı der susarım.

    aslında başlıkla alakası yok ama bu acayip maç içinde yaşanan bir kaç olayı da anlatmadan geçmeyim. 3. periyod sonunda yenik durumdayken maçın bittiğini sanan hocamızın hakemlere isyanını, toplayın eşyaları lan deyişini, maçtan çekiliyoruz sanıp panikle hocam daha bi periyod var fark da az dememizle hocanın maçın bittiği için öyle dediğini anlamamızı ama o streste gülemememizi; bench arkasında oturan fen hocamın molalarda haloooo 5 verecem sözlüne diyerek beni motive çabalarını, aynı fen hocamın molada sürenin durduğunu bilmediğinden az kaldı haloooo 15 14 13... diye geri sayım yapmasını, ilk uzatma sonunda benche gelirken bizim koçun ayaklarını açıp parkeye oturuşunu ve beden hocamızın yüzüne su çarpıp koçu kendine getirme çabalarını, molalarda 4 faulle oyun dışı kalmış arkadaşların salya sümük ağlamalarını ve de maç bittiğinde soyunma odasının önünde milleti yararak bana ulaşan koçun 3 kişiyle de sikeriz oğluuuum diye haykırarak yanağıma kondurduğu o bol salyalı buseyi unutamam.

    not: geçen captano'yla bir sohbet sırasında konu buralara geldi, yazsana sözlüğe abicim dedi. bugün cracks'in entrysini görünce hatırladım. onlar olmasaydı bu entry de olmazdı. o yüzden vereceğiniz tüm on'ları onlar adına alıyorum. sağolsunlar, varolsunlar. (alkışşş)
  • 112
    seneler bindokuzyüzküsur, üniversite zamanı. ilk iş olarak öğrendim ki, rektörlük kupası adıyla fakülteler arası maçlar oynanıyor. takım nasıl yapılıyor, kim yapıyor falan bilmiyorum. bir gün panoda bir ilan : "fakülte takımı seçmesi şu gün, şu saatte (bkz: 56) sahasında yapılacaktır, şu saatte kantin önünde bulunulması rica olunur." güzel. tam beklediğim şey.

    tam zamanında belirtilen yerde omuzumda malzeme çantam bekliyorum. bir abi geldi*, dedi ki "senden başka seçme için gelen yok, erteleyeceğiz.". "kimsin, nesin, nerede oynadın" falan filan diye de sordu. gencim ama cv iş yapar. neyse, ikinci seçme günü geldi, ben yine hazır kıta bekliyorum. yine benden başkası yok. yine seçme yapılmadı. yine kaptanla oturduk konuştuk.

    aradan 2-3 gün geçti, kaptan beni buldu, "yarın maç var geliyorsun" dedi. usta, adam beni hiç izlemedi, sırf anlattıklarımdan beni kadroya çağırdı.
    maça gittik, o zamanlar ayazağa'da toprak saha var, 8'erlik oynanıyor maçlar. bir de baktım beni ilk 8'de oynatıyorlar. ilk maçım, elimden geleni yaptım. 2 gol, 3 gol pası ile. maçı da kazandık mı? maçtan sonra sanki şampiyon olmuşuz gibi bir sevinç. ulan dedim ne oluyor. meğer işletme pek maç falan kazanamazmış. zaten ilerleyen zaman içinde bunu ben de net şekilde öğrendim, gelen çakıyor, giden çakıyor usta. bu ilk maç mevzusu, "başarılarımdan" biridir ama anlatacağım daha başka bir şey.

    ilerleyen zamanda kısa sürede takımın kaptanı ben oldum. captano da o zamanlardan kalmadır. kolumda kaptanlık bandı niyetine batik fularla saha çıkıyorum, artiz gibi.
    normalde itü'de her takımın sorumlusu bir hoca olur, kaptan olduktan sonra futbol takımının resmi sorumlusu beni göstermeye başladı fakülte.
    sanki profesyonel bir takım gibi çok ciddi seçmeler yaptım. bir kadro kurdum ki, yok böyle bir şey. nasıl diyorlar, çok iyi bir jenerasyon yakaladık. yakaladık da, bunların içinde sadece 1 tanesi amatör kümede top oynuyordu. diğerleri bildiğin halı saha topçusu.

    bu kadroyu aldım, ciddi ve sıkı idmanlar yaptık. idman yapamıyorsak, boş sınıflarda tahtada dersler yaptık. şahane orta saha adamları buldum, ben de geçtim liberoya. sadece kaleci sıkıntımız var. kalecimizi hepiniz tanırsınız, kadıköyde kafası yarılan hakem, tacconi.

    maçlar başladı, herkesi yeniyoruz. itü'de sarsıntı oldu tabii. usta nasıl olmasın, itü'deki öğrencilerin hepsi erkek. konservatuar, mimarlık, işletme ve biraz da fen edebiyatta kız var. biz böyle takımla yürüyoruz, millet gıcık oluyor. bizim maçlarda tribünler full çekmeye başladı. maçlara kızlar gelmiyor, yanlış anlaşılmasın.

    geldik yarı finale. rakip elektrik-elektronik. maçı 2-1 kaybettik. 8'erlik sahada, ofsayt falan yok, çekişmeyi düşünün. elektrik şahane bir takımdı. vallahi üçüncülük maçında kimi yendiğimizi hatırlamıyorum bile ama elektrik şampiyon oldu, onu hatırlıyorum.

    ertesi sene yine aynı kadro. bu sefer finale çıktık, karşımızda yine elektrik. yarı finalde en iyi adamımız kırmızı gördü finalde yok. işler kızıştığında savunmayı bırakıp ileri çıktığım adam final maçına gelmedi. maçtan 2 saat öncesine kadar geliyorum diyen adam, gelmedi. ve bunu hayatı boyunca taktığım sahte lakabıyla ödemeye devam ediyor. öyle ki, adam çok önemli bir görevde şu anda, iş arkadaşları bile sahte diyor. haketti puşt.
    maçı hiç hatırlamıyorum, bir farkla yenildiğimizi hatırlıyorum. elektrik yine şampiyon oldu. bundan sonra 5 sene arka arkaya şampiyon oldular zaten.
    bizim takım dağıldı, çocuklar okullarını bitirdiler.

    biz o zaman işletme fakültesinin daha iyi bir derece yapamayacağına inanmıştık. ama işletme aradan 15 sene geçtikten sonra itü'de şampiyon oldu. 15 sene de az değil be abi. işte bu en önemli başarı hikayelerimden biridir. dikkat ettiyseniz, topa şöyle vurdum gol oldu falan şeyler yok. ben bir takımı hiç yoktan yukarılara çıkarmıştım. itü'de ikincilik, büyük başarı.
    bu arada, hayatında resmi maça çıkmamış bir çok adamı, amatör ligde oynayan futbolcu yaptım, itü'nün kulüp takımına aldım. itü'nün öğrenci takımına zaten aldım, kadroyu ben yapıyordum yahu.

    ben okulu bitiremedim usta, uzadı okul. azıcık dersim var okula gittiğim yok, çalışıyorum. bir gün aradılar kaptan fakülte maçı var. iyi de bana ne lan, ben bıraktım o işleri. ille de gel. peki dedik, işten izin alıp gittik.
    devre arasında bir abi geldi, işte ben bilmem kim**, itü öğrenci takımının hocasıyım, size çok iyi referanslar geldi, ilk devreyi de izledim, sizi de takımda görmek isterim kaptan olarak. soçi'ye, bulgaristan'a maçlara gideceğiz dedi. hocam sağolun ama ben artık çalışıyorum, kusura bakmayın dedim.
    normalde böyle bir teklifi reddetmiş olmaktan pişman olurdum, nedense hiç olmadım. hala pişman değilim.

    bir gün gelecek, beyler ben artık halı sahada yokum diyeceğim, sanırım o zaman da pişman olmayacağım. gerçi toka gibi oynadıktan sonra 60 yaşına kadar oynarım lan.*

    derlerdi ki, futbolcu kocayınca çenesine vurur. doğruymuş.
  • 239
    2003 cebit bilişim fuarında deli ibo ve ilhan mansız'la 5'er tane penaltı çekiştik. ibrahim üzülmez 1 tane kaçırdı. ben 5'te 5 yapıp turkcell'den bir tane basket topu anahtarlık ve shubuo paketi kazanmıştım. hayattaki ilk ve tek sportif başarım bu oldu amk. anahtarlığı hala saklarım. eve geçince göt içi kadar fotusunu atayım da inci delili gibi olsun.
  • 244
    galata köprüsü'nde futbol topuyla 2 adet dik tahtayı aynı anda devirdim ve karşılığında da 5 paket cigara aldım. yarım saat sonra aynı yere uğrayıp tekrar atış yapmak istediğimi söylediğimde 3,5 esmer adam beni tenhaya çekip "s.kt.r git buradan bizim üzerimizden tekel mi açacaksın lan?" demişlerdi. hazmedemediler amansız yükselişimi ve kariyer basamaklarını üçer üçer sıçramamı. inanmayan varsa ispatı aşağıda.*

    https://gss.gs/zGk.jpg
  • 246
    ilkokul birinci sınıftayım. 36 kişilik sınıfta beden dersinde mendil kapmaca oyunu oynanacak oldu. sınıf 18'erden 2'ye bölündü. öğretmenin isimlerini söylediği kişiler iki uçtan koşarak ortada mendili tutan öğretmenin yanına geliyor, mendili kapıp rakibi tarafından yakalanmadan kendi tarafındaki başlangıç çizgisine dönen ya da mendili kapan rakibini başlangıca gelmeden yakalayan kazanıyor oyunu. rakip de eleniyor herkesin tek yenilme hakkı var yani. anormal bir şekilde bizim takım karşıdan bir allahın kulunu eleyemeden teker teker elendi. en sona ben kaldım. karşımda 18 kişi. sırayla herkesi eleyip takımımın kazanmasını sağladım. kenarda gözyaşları sel oldu. duygu patlamalarıyla coşku dolu sevinç gösterileri... 7 yaşında bir çocuk için daha epik bir an olamazdı. evet yegane başarım budur arkadaşlar*.
  • 163
    10 yaşındaki kızım bu sene * sinop'ta yapılan türkiye taekwondo federasyonu poomse şampiyonasında hem minik ikili takımda hem de minik bayan takımda türkiye ikincisi olarak 2 gümüş madalya aldı.

    evladım olduğu için sözlük hesabımı miras olarak bırakacağımdan bu başlık altında şimdiden yeri olsun.

    ellerinizden öper.

    ben bunu sözlük sevinme duvarına neden yazmadım acaba!

    sayın başkanımız ünal aysal bir taekwondo branşı elzem olmuştur artık, başka takımlara kaptırmayalım sarı-kırmızı yürekleri *

    edit: sayın başkanımıza mesaj
  • 11
    bizim köyün istanbul'a göç etmiş üyeleri için düzenlenen geleneksel kır gezisine katılmıştım. orda kaşık içindeki yumurtayı ağzımla taşıyarak, yumurtayı düşürüp kırmadan birinci olmuştum.

    spor bunun neresinde demeyin. denge var, koşmak var, birilerini geçmeye çalışmak ve ipi göğüslemek var. benim gibi spor özürlü bir bünyenin ilk ve tek başarısıdır bu.
  • 89
    galatasaray sözlük halısaha tarihinin ilk golü.
    galatasaray sözlük halısaha tarihinin ilk yelek giydiren adamı.
    galatasaray sözlük halısaha tarihinin ceza sahası dışından ilk golü. (yani ceza sahası çizgisi yok ama ceza sahası dışı sayılır nerdeyse)
    galatasaray sözlük halısaha tarihinin jeneriklik ilk golü (iki kişinin arasından sıyrılıp sol köşe doksana)

    ulan amma başarım varmış. neyse bütün bu başarılarımın nedeni olan golümü koyayım.

    http://a2.sphotos.ak.fbcdn.net/...246370_1857048_n.jpg

    siz ayrı ayrı mı sandınız. :(
  • 224
    lise sonda, okulda düzenlenen sınıflar arası futbol turnuvasında şampiyon olmuştuk. ben de nacizane o takımın forvetiydim. bunu başarı saymanın nedeni ilk 3 sene averaj takımı olmamız sebebiyle son sene diğer 7 sınıfın öğrencileri tarafından sürekli olarak "inşallah kurada bize siz çıkarsınız" söylemlerine maruz kalmak. kayserispor ve erciyesspor alt yapılarında oynayan bir sürü topçu vardı o sınıflarda. bizde de 1 oyuncu vardı ama çocuk kaleciydi. neyse onu stoperde oynatıp fizik üstünlüğünden yararlanmak istedik. başarılı da oldu netekim.

    8 sınıftık. tek maçlı eleminasyon sisteminde oynadık maçları. ilk turu 2-0 gibi çok temiz bir skorla geçtik. ayıptır söylemesi bir golü de ben attım. yarı finalde ki rakipte kayserispor ve erciyes'te oynayan* 3-4 çocuk vardı. bir sevindiler ki bizle eşleştikleri için. neyse maç başladı ilk yarıyı 2-0 önde kapattık. 2. yarı elimiz ayağımız birbirine dolanınca skoru koruyamadık ve 2-2 bitti maç. penaltılara geçildi. bizim kaleci stoper olduğu için beden eğitimi olan hocamızdan ki kendisi maçın da hakemiydi, o arkadaşı kaleye almak için rica ettik. hoca izin vermedi. olmaz öyle şey dedi. bizim esas kaleci de minicik yapısıyla geçti kaleye. dua ediyoruz birini auta falan atarlar inşallah diye. biz 5te5 yaptık herifler son penaltıyı dağa taşa vurdu ve finale çıktık.

    finaldeki rakipte de aynı hava vardı. içinizden geçeceğiz falan laflarıyla güya psikolojik üstünlük sağlamaya çalışıyorlardı. ki onlarda da vardı erciyesli ve kayserisporlu futbolcular. bizim sınıf hocası da bizi motive etmeye çalışıyor bir yandan. edebiyat hocamızdı aynı zamanda. şampiyon olun sözlünüze 110 verecem diyor. ya allah bismillah dedik çıktık maça. maç başladı abi. fırsatçılığımı konuşturdum, kornerden gelen ve boşta kalan topu filelere gönderdim. sonra 1-1 yaptılar. biz tekrar 2-1 öne geçtik peşinden 2-2 yaptılar. ulan son anlara girdik. yaldır yaldır yükleniyor herifler. biz maçı penaltılara taşıma niyetindeyiz. çanakkale geçilmezi oynayarak maçı bitirdik. geçtik penaltılara.

    beni 2. sıraya koydular. bir önceki turda kullandığım penaltıyı sağ ayağımla kalecinin soluna gönderdim. 90 diye tabir edilen yere ampul gibi asmıştım. yine aynısını yapayım dedim. bir vurdum yandan auta gitmesin mi. kafamdan aşağı kaynar sular döküldü. bütün okul da bizi tutuyor bu arada. klasik zayıfı destekleme huyu vardır ya bizim milletin. anam babam da gelmiş maça. onlara da rezil olduk. neyse ben kaçırdım, rakipte kaçırınca beraberlik devam etti. ilk 5 penaltıda eşitlik bozulmadı. maçları 7'şerden oynuyorduk. diğer 2'şer penaltılarda da berabere geçince sıra devretti. başa döndük. adamlar attı, biz de attık, sonraki penaltıyı kaçırdılar. sıra bana geldi. atarsam şampiyonuz durumu. arkadaş, bütün vücudum heyecandan ter içinde kaldı. dualar ediyorum falan. allah'ım yardım et diyorum. neyse abi. gerildim bütün gücümle topa vurdum. tam vuruş anımda gözümü kapattığımı hatırlıyorum. bizi destekleyenlerin gooool! sesine açtım gözümü. arkamı bir döndüm başta bizim sınıf olmak üzere bütün okul üstüme çullandı. sevinçten neredeyse ağlayacağız amk. o senenin anısına madalyamızı da aldık. saklarım o madalyayı. teneke meneke ama onu kazanmak için yaşadığımız heyecanı hatırlayınca aslında ne kadar değerli olduğunu anlıyorum.

    hayatımda bu kadar mutlu olduğum an çok azdır. ne zaman zayıf bir takım çok büyük bir başarıya imza atsa aklıma o sene oynadığımız maçlar geliyor. bursaspor'un, leicester'ın lig şampiyonlukları, izlanda'nın euro 2016'daki çeyrek finali, tuzla'nın bizi yenmesi vs... oyuncular arasında neler konuşulduğunu, maçtan sonra ne kadar sevindiklerini çok iyi anladığımı düşünüyorum. amatör bile olmayan bir seviyede insanı bu kadar heyecanlandırıyorsa, futbol hakikaten çok güzel bir oyundur arkadaş. allah futbolu bulandan ve dahi futbol oynayan herkesten razı olsun.
  • 238
    şu başlık karşıma çıkınca birden anılarım gözümde canlandı, heyt be benden bişeyler olurmuş ama olmamış dedim kendi kendime.
    6. sınıfta okul atletizm takımı kuruluyordu, orta okul 6-7-8. sınıfları toplamışlardı, önce 2 km maratonu tamamlayıp 100-200-300-400 ve 500 metre yarışlarına kalmaya hak kazanmıştım. derken hepsini tamamlayıp okul atletizm takımına katılmıştım. istanbul içinde bir çok yarışa katılıp dereceler almıştım. okulun beden eğitimi öğretmeni beni futbolda denemek istemişti. ordada hızım sayesinde baya fark ettirmiştim kendimi. derken hem okul atletizm takımı hemde futbol takımında oynuyordum. okul bana lisans çıkartmıştı. iki ayağımıda kullanıyordum sağ-sol aynı derecede. o zamanlar amatör takımlar okullarda futbolcu seçerlerdi, anadolu üsküdar, demirspor, özkaracahmet spor ve tantavi spordan denenmek için teklif almıştım babam hiç birine göndermemişti. en son hiç unutmam malatyaspor altyapı hocası talat hoca vardı babamla birebir konuştu götüreyim malatya’ya bu çocuğu diye babam onada izin vermemişti. bizim hikaye burda son bulmuştu sonrası halı saha topçuluğu. ama atletizmin ekmeğini askerde çok yedim. 3 ay acemi birliği yaptığım samsun’da, her hafta yapılan 100m yarışlarında 500 kişiden birinci olup çift çarşı hakkı kazanmıştım. usta birliğine mardin’e gittiğimde spor eğitiminde bölük komutanı emre ve metin kim öne çıksın demişti. ulan dedim bu ne iş yeni geldik ne oluyor. spor dosyanıza baktım iki koşucumuz var yani dedi. emre tim öncüsü ben timin sıhhiye çavuşuyum. (yani birimiz en önde diğerimiz en arkada gidiyor arazide). oğlum bir şey olursa biriniz en önden diğeriniz en arkadan kaçarsanız bilin mermiden hızlı kaçamazsınız demişti. aklınca latife yaptı kerata. sonra sizi bi yarıştıralım bakalım kim daha iyi dedi adam sırf keyfi 200m alana bizi çıkarttı ve yarıştırdı ordada birinci gelerek atletizm hayatımı noktaladım. halı saha topçuğu devam ediyor. sağ ve sol bek oynarım ilgilenen arkadaşlara duyurulur.
  • 225
    lise zamanı bir okul maçında elimin yanması olarak söyleyebileceğim başarıdır. futboldan devşirme bir basketçi olarak "siksen mücadeleye girmem" düsturuyla içeri penetre'nin p'sini yapmadığım bir maçta koç tarafından "ayakları kur bekle, bileğin sağlam." direktifini de almam sonucu sağ olsunlar takım arkadaşlarımın da topu bana çıkarmasıyla üçü arka arkaya olmak üzere 5 tane üçlük atmıştım. o anlarda kendimi bir peja stojakovic olarak hissetmemin yanında, hoşlandığım kızın, maçların tek salonda ve seyircisiz oynanması üzerine tribünde olmamasına da çok içerlemiştim. ondan sonraki maçlarda çember dövdüm zaten amk :(

    ha bi de tenis manyağı arkadaşımın ısrarları sonucu raketi ilk elime aldığımda, bir servis karşılamada ışıklandırmayı vurduğumu söylemeden geçemeyeceğim. valla arkadaşım alkışlamıştı yani :(

    edit: ondan sonra da basketbol kariyerime bir keskin şutör olarak devam etmeme fırsat vermeyenler utansın amk. belki de memleket yeni bir şemsettin baş kazanacaktı. tofaş ankara'nın seçmelerini kazandığım günlerde, idmanda yine bire bir pozisyonu şutla bitirdiğim bir andan sonra sıraya dönerken babası tarafından orada oyalansın diye yazdırılmış bir arkadaşa doğru şiddetli bir uzun pas göndermiştim ki malum arkadaşın basketbolla hiç alakası olmamasından dolayı top kafasına çarptı ve kısa süreli bir baygınlık geçirdi. yalnız topun çarptığı an bir ileri iki geri adım atmasını ve yere yığılmasını hala unutamam ve mütemadiyen gülerim. neyse, orada koç diye tabir ettiğimiz arkadaş bu olay üzerine beni bir daha idmanda görmek istemediğini ve bir daha gelmemem gerektiğini hışımla bana bağırmıştı. kafasına topu geçirdiğim arkadaş herhalde alim falan olmuştur amk. basketbolcu olamayacağı kesindi bence çünkü.
App Store'dan indirin Google Play'den alın