• 113
    bir gün carlsberg, miller, tuborg ve efes pilsen'in başkanları barın tekine içmeye gitmiş. garson gelince teker teker seslenmişler:

    - ben bi' carlsberg alayım.
    - ben bi' miller istiyorum.
    - ben tuborg içeceğim.

    sıra efes pilsen'in başkanına gelince:

    - ben bir kola alayım.

    garson gidince yanındakiler sormuş, "yahu sen niye efes istemedin" diye. başkan:

    - kimse bira içmiyordu, ben de size uyayım dedim.

    ----- ----- ----- ----- -----

    ne güzel hafta sonusu böyle ya. aslanlar koşar adım ilerliyor 22'ye! taş... aman, başaksiti'nin kimyasal reaksiyon zinciri patladı, aktivasyon enerjisi tavana vurdu, katalizör de (hüseyin göçek) yetmedi. fenerbahçe'misss (gollum bey'in ruhu şad olsun) de düşecek evelallah.

    sağlığınıza.

    not: leffe çok güzel bira.
  • 24
    içtim ben bu gece, öyle çok değil.
    normalde şişeleri deviririm, bana mısın demem, en fazla arabada sızarım...

    bu gece alkolden değil, gelecekten sarhoş oldum sözlük.
    abim gibi sevdiğim eniştemin doğum gününü kutlarken, ilerleyen yaşları düşündüm.

    aramızda babasını, annesini kaybedenler vardır illa ki.
    acıları çok büyüktür, farkediyorum...
    ben de bugün hep bunu düşündüm.
    karşı kanepede neşe içinde oturan annem, üniversiteye gidecek biraderim, telefonun ucundaki babam,
    doğum günü çocuğu olan eniştem, yanındaki teyzem, minicik kuzenlerim...

    sevdiğimiz kadınlar ya da...

    gece gece içim karardı be, şehirler arası ayrılık bile çok koyarken,
    günü geldiğinde bu insanlardan ebediyen nasıl uzaklaşılır be sözlük...

    insan sevdiğinden nasıl ayrı düşer...
    cennette kavuşursunuz diye gelmeyin bana sakın,
    keşke öyle olsa, o kadar çok inanmayı isterdim ki buna...

    sevdiklerimizin kıymetini bilmeli,
    giden zaman geri gelmeyecek kardeşim...
  • 54
    hep merak etmişimdir, okuduğum satırları yazan yazar, acaba bu yazıları nasıl bir ruh haliyle yazdı? o gün neler yaptı, o gün neler işitti? çayına fazla şeker mi atmıştı, yoksa eşiyle mi kavga etmişti? arkadaşları tarafından ihanete mi uğramıştı, oldukça sıradan bir gün mü geçirmişti? daima “an”ları merak etmişimdir, o yüzden bir şeyi açığa kavuşturalım: ben bu yazıyı neden yazıyorum ve nasıl bir ruh haliyle yazıyorum?

    bulabileceğim (ve bulduğum) en iyi insanlardan biri, en yakın arkadaşlarımdan oldu zamanla. büyük ihtimalle kötü bir şey yaşadı, morali bozulmuş. moralinin bozulduğunu öğrenmeme rağmen, moralinin neden bozuk olduğunu öğrenemedim. gün boyu çok fazla yataktaydım, çok fazla uyudum. fark edilmiş olacak ki, annem neden bu kadar çok uyuyorsun diye sordu. biraz canımın sıkkın olduğunu düşündü. belki öyle, belki değil. ayırt edemiyorum. uzun bir gün boyunca, çok az şey yaptım. gecenin bir vakti, anneannemi balkonda otururken buldum. seslendim, seslendim ama duymadı. anneannem yaşlı bir kadın, hayli telaşlandım o yüzden. sonra fark ettim ki, aslında beni duymamış. oturduk, konuştuk. anneannemle konuşurken fark ettim ki, karşımda geçmiş onlarca yıl duruyor. yükselen hükümetler ve iktidardan düşenler, büyüyen çocuklar ve torunlar, onlarca kez gelen mevsimler, atlatılan hastalıklar ve karşılaşılan zorluklar… uzunca hayatına sığan ve onunla bugünlere gelen binlerce şey… hiç yoktan, on binlerce gün… kötü bir gün mü geçirdim bilmiyorum, ama günün sonunda düşünmeye başladım. nereye gidiyorum ve ne yapıyorum?

    nereye gittiğimi bilmiyorum ancak ne yaptığımın farkındayım, farkında olmalıyım. verdiğim her karar, bir saniye sonrasını değiştiriyor. farkında olmadan, hepimiz geleceği değiştiriyoruz. verdiğimiz her karar, attığımız her adım, yaptığımız her şey; bir saniye sonrasını, bir dakika sonrasını, bir yıl sonrasını bambaşka hale getiriyor. şu an yaptığımız her şey, aslında renkli blokları üst üste dizmekten ibaret. renkli blokları üst üste diziyoruz. teker teker, yaptığımız her şeyle birlikte… belki de ölüm, koyduğumuz son renkli blokla birlikte geliyordur. ölüm, belki de geri çekilmek ve yaptıklarına bakmaktır öncelikle? son anında, yarattığın şeye bakarsın. bıraktığın tüm izlere, dokunduğun her insana, yaptığın bütün konuşmalara… her renkli blokta bir an, bir anı ve yaşanmışlıklar yatar. ölüm, bütün hayatına dönüp baktığın son anla başlıyordur belki de? hayatın boyunca yaptığın her şeye son kez bakar; pişman olur veya memnuniyetle gidersin “öteye”. o son anda, pişman olmak istemiyorum. elbette insanları kırıyorum ve kıracağım, elbette hatalar yapıp, bazı şeyleri elime yüzüme bulaştıracağım. ancak anın ateşinden sıyrılıp tekrar benliğime kavuştuğumda, her şeyi düzeltmek istiyorum. zamanı geri alamam ancak şimdi harekete geçebilirim ve geleceği değiştirebilirim. geçmişte kırdığım birinden özür dilersem eğer, şimdi yaptığım hareketle gelecekteki ilişkimizi de değiştirmiş olmaz mıyım? ne yönde değiştirebilirim, bilmiyorum. işler belki daha iyiye gider, belki de daha kötüye. ama gücümün farkındayım. şu an doğru olanı yapmaya çalıştıkça ve geriye bakınca gördüğüm hatalarımı düzeltmeye çalıştıkça, o son andaki pişmanlık ihtimalini yok edebileceğimi düşünüyorum. bu dünyayı terk ederken; kırık bıraktığım hiç bir kalp olmasın. kimsede kötü izler bırakmayayım. yaptığım her şey, umarım geçmişteki hatalarımı telafi ediyordur. gerçekten çabalıyorum. öteye geçerken, huzurla geçmek istiyorum. keşkelerle değil, iyi ki diyerek geçmek istiyorum. yaptıklarımın arkasında durmak ve iyi ki demek istiyorum…

    öteye geçtiğim anda, ne olacağı hakkında hiç bir fikrim yok. her insan öteye bir kez geçebilir ve buraya geri dönüş şansı yoktur. öteye geçiş, eylem çizginizin kırıldığı andır. burada yapıp ettikleriniz, burada kalır. onlara son kez baktıktan sonra, eylem çizginiz kırılır ve siz öteye geçersiniz. çizginizin öbür kısmı, erişemeyeceğiniz bir yerdedir. ben, eylem çizgim kırıldıktan sonra yere oturup gözyaşları içinde keşke demek istemiyorum. dünyada yaşadıklarım ve dünyada yaptıklarım, büyük bir maceranın parçaları. bu macera bir kez yaşanacak ve daima aklımda olacak. son kez dönüp baktığımda bana gülümseyen binlerce an göreceğimi umuyorum, bunun için çabalıyorum. ve ben de, bana gülümseyen bütün anlara son kez bakıp, akan bir iki damla gözyaşımı sildikten sonra, iyi ki diyerek eylem çizgimin kırılışına şahit olacağım. umarım son nefesle birlikte yüzümde sıcak bir gülümseme olacak.

    ve ben, öteye geçeceğim. artık kırılmış eylem çizgim, beni geçmişi düzeltme gücümden alıkoyacak. artık dünyada olup biten şeyleri, şu an yapıp edeceklerimle düzeltemeyeceğim. o günler geride kaldı, dünyaya ait o güç, son nefesle birlikte içimden çıktı artık. bana gülümseyen(ve benim gülümsediğim) tüm anlar ve tüm anılar, daima zihnimde ve kalbimde olacak. ve ben, gönül rahatlığıyla yürüyeceğim eylem çizgimin geri kalanında. artık yapıp edeceklerim, “ötesini” ilgilendirecek. belki de ötede bazı insanlarla karşılaşırım. öteye geçen sevdiklerimle. babaannemle, dedemle, dostlarımla ve zamansız ayrılanlarla… ötesi hakkında bu dünyaya ait kelimelerle konuşmak ve bu dünyaya ait kavramlarla düşünmek çok doğru olmayacaktır sanırım. o yüzden ötesiyle ilgili konuşmayı burada bırakıyorum.
    konuşmayı bırakmanın dışında, ötesi meçhul ve kaçınılmaz. o yüzden, geri dönüp bakacağım son ana kadar düşünüyorum. yapıp ettiklerimi, kırılacak eylem çizgimin şu ana ait kısmını güzel tutmak için yapıyorum. varlığa çok anlam yüklerseniz, yokluğa da çok kafa yormaya başlarsınız. varlığa kaçınılmaz ve yaşanması gereken olarak baktığınız vakit, yokluk da ehemmiyetini yitirir ve yaşanması gereken haline gelir. varlığımı yüceltmeyeceğim ve içimden geldiği gibi davranacağım. eylem çizgimin ölümden önceki tarafını mutlulukla doldurmaya çabalayacağım. varlığımı yüceltmediğim her an, son anın acısını azaltacaktır. hem, yeterince güzel şey yaşamışsan şayet, yeniliklere biraz açık olabilirsin zannımca.
    ölüm, bizden çok sevenlerimizi etkiler. son nefesinizi verdikten sonra olan biten her şey, eylem çizgisinin ulaşamayacağınız kısmında kalır. sizin orayla kurabileceğiniz kontaklar ve orada yapabileceğiniz her şey, son nefesle birlikte gider. belki de bu yüzden tarih boyu son sözler kaydedilmeye çalışmıştır. konuya bağlı kalırsak, ölümden sonra olup bitenler daha çok sevdiklerinizi etkiler. bu yüzden eşyalarınızı atmazlar, size bir mezar ve bir mezar taşı yaparlar. “nerede olduğunuzu” bilmek isterler. eşyalarınıza bakıp sizi ve anıları anımsamak isterler. fotoğraflar kıymetlidir. evlerde göz önünde bulunur. siz gidersiniz, ancak anılarınız ve anlarınız yaşamaya devam eder. sevdikleriniz için, sevdikleriniz ölürken ölürsünüz. o ana kadar akıllarında, kalplerinde ve hayatlarında kalmaya devam edersiniz. sarılamazlar ama anımsarlar. öpemezler ama ağlarlar. dokunamazlar ama gülerler. yanınızda olmak isterlerse mezar taşınız vardır ve yeriniz bellidir. fotoğraflarınız oradadır ve görüntünüzü unutmazlar. ölümünüzle birlikte, onlar için ölmezsiniz. sadece ilişkinizin pratikleri değişir. kalplerde yaşamaya, onlar da ölene kadar devam edersiniz. bir insan adı son kez geçtiği zaman ölmüş olur.

    tekrar yazara dönersek, duygu patlaması ve gözlerin dolmasından dolayı yazıyı sonlandırma zamanı geldi. bu yazının sonuyla birlikte yeni şeylere başlayacağım. belki hoşlandığım insana mesaj atacağım, belki dizi izleyeceğim, belki çayımdan bir yudum daha alacağım, belki de bu satırları okuyacak insanları düşüneceğim. bilemiyorum. bir çin atasözüyle veda etmek istiyorum bu yazıya, şimdinin kıymetini anlayabilelim diye:
    “bir ağaç dikmek için en iyi zaman 20 sene öncesiydi. ikinci en iyi zaman ise şimdi…”

    *
    *
  • 68
    gitti lan işte. günlerce beklediğimiz adam gitti. fener'e koyup çıldırtan adam gitti. her seferinde görünce heyecanlandığım adam gitti. beyler hazırım sanıyordum bu vedaya ama değilmişim. kabullenemiyorum.

    hani birisi ölünce ilk başta olayın farkına varamazsın da, ona dair bir şey gördüğünde veya gece yastığa kafayı koyduğunda "o yok artık" düşüncesi deler ya içini... o ilk duyduğumdaki nefret yerini farkındalığa bıraktı. olum sneijder yok artık lan. bildiğin canım acıyor. abi sneijder'i kimler nasıl yolluyor ya? kabullenemiyorum sözlük. vallahi gittiğinden beri bir tuhafım. bütün iyiler giderken geride leşler kalıyor.

    sneijder'in gitmesi benim için gerçekten bir devrin sonu oldu, kabullenemiyorum. ünal aysal'lı dönem tam anlamıyla bitti sanki. niye bilmiyorum muslera hep bizdeymiş gibi geliyor. ama drogba, elmander, melo, ujfa, sneijder... bir devrin izleri silindi bu gece. of be sözlük, klipleri izledikçe kötü oluyorum amk. gitme lan wesley, biraz daha kal. ne bileyim giy formayı gez falan ama gitme oğlum.

    (bkz: oturup konuşsak geçerdi belki her şey)
    (bkz: başını alıp gitmek sevdaya dahil değil)
  • 22
    çalıştığım kurumda bir eğitim için antalya'da bir oteldeyim. o değil de yaz tatili için gelsek de 2 sene alanya'da yaşayan biri olarak özlemişim bu coğrafyayı neyse eğitim bitince akşam hamam,sauna,buhar odası,havuz takılıyorum 2 gündür şu saatlerde odaya gelince bir mayhoşluk bir hamur kıvamı,pamuk gibiyim. alkol alamıyorum ama mentollü buhar kafamı da iyi yaptı,paylaşayım dedim.

    (u: ama küfür yok demiştik :( )
App Store'dan indirin Google Play'den alın