• 207
    insan neyle yaşar?

    lev tolstoy'un üzerine kitap da yazdığı bir soru bu. vazgeçilmezlerimiz nelerdir? bir yerde sadece fiziksel olarak yer tutmak, var olmak manasına gelir mi? damarlarımızda dolaşan sıvı olmadan yaşayamayacağımızı söyleyenler, düşündüklerimizi haykırmak noktasına gelesiye kadar içimizde tutabildiğimiz halde, haykıramayışlarımızın ömrü ne kadar kısaltabileceğini hesapladı mı? ya da içimize döküp haykıramadıklarımızı haykırdığımızda ömürden ne gider?.. "`ömür ömür dediğin nedir ki gülüm? ben senin için yaşamayı göze almışım!`" tiradıyla ilk gençlik geçirmiş insanların elde ettikleri entelektüel birikimleri bugün onları nerelere sürüklemiştir?..

    tekrar imkanım olsa öğrencilik yıllarıma dönüp rahmetli ömer lütfü mete ve durmuş hocaoğlu'na bunları sormayı çok isterdim... yeterince konuşamadığımız ya da tartışamadığımız kimi gerçekliklerin, on yıllar boyu arkamızdan gelip yakaladıklarında, omuzlarımızdan tutup bizleri yere çalabileceğini hesap etmedik. ve hep daha başka yerlere, zamanlara yelken açıyoruz dediğimizde, yeni kasa adı altında satılmaya çalışılan oysa yalnızca makyajlanmış olan bir arabayı alıyormuşuz hissine kapılacağımızı...

    içi boş tartışmalardan kafayı kaldırıp doğru düzgün ileriye bakamamışız be sözlük... bakmayın, "imkan olsa bir başkadır'dan daha güzel anlatırım ben bu hikayeyi!" demek kolay, fakat yapılan işi anlamaya çalışmak zor... bir hocam tuhaf zamanları yaşıyoruz demişti, anlamamıştım. ismini vermek istemiyorum, fakat bugün o hocamla tekrar bir araya gelebilsek (çok mümkün değil) tuhaf olan zaman daha da tuhaflaşıyor derdi muhtemelen.

    (burada okur çok üstü kapalı gidiyor bu anlatı diyebilir, ama duvarın da mayhoşluk duvarı olduğu atlanmamalı. burada hep bir flu olma durumu vardır, mayhoşluk bir türkiye halidir anlayacağınız.)

    başa dönecek olursak... gerçekten neyle yaşar insan?..

    en kıymet verdiğiniz şeylerin bir bir elinizden alındığı şu pandemi sürecinde sanırım artık seyahat ile yaşamadığımızı, sosyal medyanın ne kadar da yavan kaldığını, filmlerin, kitapların neredeyse birbirinin birer tekrarı olduğunu, hele hele dijital meşgalenin insanı gerçeklikten biteviye kopardığını gördük sanırım. yani en azından öyle olduğunu düşünüyorum...

    sonrasında düşünür, yazar ve çizer taifesinin de elinden tutmak istiyor insan. artık elle tutulabilir ne yanı varsa, eni konu onlarla konuşmak istiyor. kendi tecrübem tabi, sizi bilemem... tam bunun peşine düşecekken kıymetli bir dostumun şöyle bir sözüne denk geldim: `bu ülkenin kıymetini bilmek lazım. dünyanın başka hiçbir yerinde roman okuyarak aydın olunmaz.`

    sadece roman okuyarak kendini aydın sanan bir kitlenin var olduğu gerçekliği, romanların düşün ve sosyal akış birikiminin birer yansıması olarak entelektüel yapıt teşkil ettiği, dolayısıyla bir aydınlanma vesilesi sayılabilirliği gerçekliğiyle birbirine çarpıyor... bu biraz efor oyunu'na karşı pozisyon oyunu gibi bir şey olmalı...

    her durumda ortaya fikri alıyoruz... ona göre hareket ediyoruz... hatta kimisi tamamen ona göre dizayn edebiliyor hayatını (bana göre değil)...

    peki tüm bunlardan soyunduğumuzda, fikirlerimizden, sevdiğimiz kıyafetlerden, takılardan...

    arda kalan neyse bizi hayatta o tutuyor, onla yaşıyoruz sanırım.

    anne baba gibi, evlat gibi, dost gibi, sevgili gibi...

    sadece 'sevgi'li şeyler...

    bu kadar sorgulamanın sonunda varacağım sonucun bu olacağını düşünmemiştim, inanın...

    yanlış yerde miyim?
  • 212
    şöyle rahat rahat girelim ilk entrymizi buraya.

    yemin ediyorum garip şey, 2-3 gün futbol boş şey falan diye düşünüp hissediyosun, çıkıyo geliyo o haftasonu. armayı görüyosun, gözünün önüne sami yen geliyo, köfteciler geliyo. yeni açık tarafındaki dumanaltı ortam. babayla stadyumda izlenen maçlar geliyo. o yatay açılabilir borazanlar falan. güzel zamanlar geliyo yani.

    şimdiki gibi sentetik değildi hayat sanki o zamanlar. her şey değişti o güzel günlerden bu yana. o zamanlardan kalan birkaç şeyden biri de işte bu arma.

    hepinizin sağlığına sevgili dostlarım.
  • 214
    zaman; arabesk...
    zaman bir varlık olsa, bir amerikan barında bourbon içip öldürülen kızılderililere kadeh kaldırır ya da rönesans tabloları çizip onlarca yıllık bordeaux üzümü kırmızı şarabını doldurur ve kör bir kıza ay ışığını anlatmak için besteler yapardı...
    son sipariş alınana, içki bitene, pop müzik gelene kadar.

    belki arjantin'de maradona diye bir tanrı ya da oralı büyük bir devrimci olurdu; sonu hüzünlü. moskova'dan 1945 berlin'e; oradan aya sonra da filistine uçardı yaşamı büyütmeye; coca cola gelene kadar.

    30'lu yıllarda cumhuriyet balolarında vals yapar zeybek oynardı belki. o yıllarda bir kadın olarak meclise kesin girerse de on yıl kadar sonra hem valsi hem kadınlığı unutulurdu, amerikanlar gelene, bıyıklı agalar söz söyleyene kadar.

    filmlere konu olacak, sonu ayrılıkla bitecek büyük bir aşk da yaşardı... zaman bunları yaşasaydı erken ölüp efsane olurdu. aslında hiç varolmadığını öğrendiğindeyse kendini tamamen imha eder ve yaşamsız büyük patlama olurdu, ilk ağaca kadar.

    zaman; arabesk.

    (bkz: koştuk biz yine cimboma geldik)
  • 217
    çok boş birisiyim be sözlük.

    cidden hiçbir yeteneğim yok, abartacağım biraz ama mazur görün; ne kitap okurum ne film izlerim ne bir sosyal aktivitede bulunurum ne bir yerde bir şeylere fayda sağlarım. bu sene inşallah üni bitecek ve ciddi ciddi sadece bir arkadaşım var okuldan, binlerce öğrenci var sırf bizim fakültede. yapmayı planladığım meslek için sosyal ilişkiler çok önemli ama benim çevrem falan da hiç yok, aslında asosyal biri değildim ama nasıl olduysa ünide ortam olarak dikiş tutturamadım.

    yabancı dil bilmiyorum, kendi başıma öğrenmeyi denedim ama bir yerden sonra sıktı hem de tek başına zor oluyor. yl yapar mıyım diye düşünüyordum, ales'tir, yökdil'dir, mezuniyet puanı ve bilim sınavı vs gene boş ver dedim. araştırma görevlisi olmak için elli kişi başvuruyor, ona indirip bir kişi seçiyorlar e imkansız gibi bir şey bu.

    sadece yl desen e hâlâ öğrencisin, okul istanbul'da, ev başka yerde gene bir sürü masraf olacak, sıkıntılı iş yani. burs falan aslında bir şeyler ayarlanır da akademi olmasını isterdim ama ne yaparsın. hem dil de sıkıntı, ingilizce bilgim a2 falan haydi zorlasan b2, ne yapabilirim ki? ales'i haydi yaptık diyelim, dil harbiden sıkıntı.

    geçen gündem olmuştu ya akit yazarı kadın bu dil barajını ya fetöcü ya da batıcı demişti ya, hayin fedöcüler sizi.*

    bir de şu var, istediğim alanda ingilizce ne denli yeterli olur o da muamma. almanca gerek mesela ama onu nerden öğreneyim bu yaşta. daha ingilizce bilmiyorum.

    geçen yaz bilgisayar topladım, o kadar para verdim ama birkaç ay fifa oynadım sadece, oyun da oynamıyorum. filme oturunca sıkılıyorum, kitap okumak istiyorum ama o da sıkıyor. futbolu da izlemiyor gibiyim. önceden de odun gibi yaşıyordum ama şu an çığır açtım.

    yalnızlığım zaten öteden beri beni yalnız bırakmıyor, bak laf oyunlarına bak, demek ki yalnız değilmişim.* günde yüz kelime konuşuyor muyum merak ediyorum. okul açıkken okulda tanış olduğum bir allah'ım kulu olmadığı için akşam yurt arkadaşlarımla konuşmaya başlarken sesim boğuk çıkıyordu başta, kaç saattir tek kelam etmediğim için.

    psikologlar çok para istiyorlar, okulun vardı ona gittim sağ olsun bir şeyler konuştuk ettik 4-5 hafta, istediğim için psikiyatra da gönderdi, psikiyatr sen hele devam et oraya, acelemiz yok dedi. ben sosyal fobi olduğunu zannediyorum ama tabii ki bu yalnızca bir zan, ben psikiyatr mıyım sanki.

    valla ömrümün sonuna kadar yemeği falan verseler herhalde aylak aylak yaşarım.

    başta dediğim gibi harbiden boş ve vasıfsız biriyim, hayırlı olsun.*
  • 221
    uzun zaman oldu...

    burayı ne düzenli okuyabiliyor ne de yazabiliyorum. pandemi sürecinde evde çalışmayla, babalık yapmayla, geleceğe bakarken ansızın kendimizi “n’abıcaz be kamil!” repliğinde bulmayla geçirdiğimiz 1 yılın ardından, kimine göre radikal, kimine göre delice, kimine göre tam yerinde, bana göreyse ‘ya şimdi ya hiç!’ cihetinde bir karar alarak iş yerime istifamı sundum ve 45 gün önce amerika’ya geldim.

    haddinden fazla yağmurlu bir new york gününde payıma mayhoşluk düştü. hakkıyla mayhoş olan arkadaşlara özrü bir borç bilerek soluğu yine bu başlıkta aldım.

    gündemden uzak olmak, sadece basit ve şahsi meselelerle ilgilenmek ve omuzlarını devirip öylece yürüyebilmenin ne denli büyük bir nimet olduğunu tekrar tekrar idrak ederken yıllarca zihnin belli köşelerinde saklı kalmış kimi heyecan ve düşüncelerin birden ortaya çıkıp beni her gün tekrar tekrar sarsmasıyla meşgulum. bu meşguliyet insana, eğer gereğinden fazla bir kalabalık içindeyse, onu elemek fırsatı da sunuyor. işte burası çok enteresan (çokomelli)... acaba boşa geçirdiğim süreyi nasıl telafi edebilirim telaşı bir yanda gereksiz kalabalığı bir süzgece tutmak mesaisi öbür yanda... zamanında çok kıymetli bir ağabeyim “tecrübe hayatta yenmiş kazıkların bileşkesidir!” dediğinde zihnimde çakan şimşek 14 yıl sonra bugün daha da parıldar halde. bilinmezliğe uzanan bu maceramın, çoktan seçmeli şıklar arasında saklanan tek doğruya ulaşıp ulaşmayacağı başka bir merak, stres ve adrenalin unsuru.

    ve tabii ki tüm bu muhasebe sırasında adına ‘keşke’ dedikleri şeyler...

    ne olursa olsun turgut uyar naifliğinde götürmeye çalıştığım yolculuğumda kendimi ahmet arif isyanıyla motive etmeyi umuyorum.

    selamlar...

    edit: imla
  • 224
    keyif verici madde etkisi altında olmak isterdim şu an ancak ne yazık mi mümkün değil şu an.

    iki üç saat önce bir cigara yaktım, senede birkaç çöp içiyorumdur en fazla, eskiden daha güzeldi sanki sigaraların tadı, iyice endüstriyel bir ürün olmuş, gram doğallık yok, sonrasında bir dakikaya yakın süren etkisi haricinde bir etki yaratmıyor ne yazık ki, şu an bir şarap iyi giderdi.

    ancak dediğim gibi bir şey kullanmadım fakat bir başıboşluk içerisindeyim. mayhoşluk denmesinde bir yanlışlık da olmaz kanımca.

    hava hafiften yaz kokusu vermeye başladı, saat geç, dışarıdan şehirlerarası yolculuk yapan arabaların sesleri ve arada bir de yavaşça geçen yük treninin sesi geliyor.

    son senem, finallere 2 hafta kaldı, okulun bitmesi ihtimali var, sonrası için ürkütücü bir stajyerlik aşaması...

    esasen şunda 5-6 saat öncesi, güneş batmadan evvel hava henüz aydınlıkken dışarı çıkıp derin bir nefes alsam mutlaka alırdım o kokuyu, galatasaray'ın kokusu, şu bildiğimiz koku. hani baharleyin arena'ya giderken aldığımız, 19 maçlarında henüz güneş batmamışken arena'da günışığının son demleri ve kısmen açılmış stadyum lambarının aydınlığında üçlü çekilirken aldığımız koku.

    birkaç aydır kopmuştum takımdan, son hafta ufak bir heyecan vardı, çok da inanmıyordum şampiyon olacağımıza ama ümitleniyoruz işte.

    şampiyonluklar gelir geçer, 17-18 ve 18-19 şampiyonlukları dün gibi hatırda. yine oluruz elbet.
  • 225
    sevgili sözlük,

    bir garibim bu gece... uyku tutmadı, saat gece yarısını azıcık geçmek üzere... sabahleyin bir kere daha kız babası olacağımı öğrendim... gözümden bir damla yaş süzüldü, dişimi sıktım...

    3. evladımızın haberini ilk aldığımız gün eşimle evin farklı köşelerine çekilip boşluğa baktığımızı hatırlıyorum. bütün gece kabuslarla geçmişti... öyle ki, sabah olmadık bir yorgunlukla uyanmış, kendime gelmekte çok zorlanmıştım. fakat hanımla kahvaltı için masada buluştuğumuzda konuştuğumuz şey ‘ismini ne koymalıyız acaba?’ olmuştu... ‘keşke kız olsa!’ demiştim eşime, eşimse daha düne kadar pek bir ümitsizdi bundan. sağlıklı olsun da...

    şükür kapılarını her gün daha da aşındırdığım ömrümün bu diliminde ‘bölüm sonu canavarı ne zaman karşıma çıkacak acaba?’ diye içimden her geçirişim canavara yeni bir level atlatıyor sanırım... fakat buna da şükür...

    evet, maalesef kızımın doğumunda eşimin yanında olamayacağım... yeni doğan fotoğrafı bu sefer bensiz çekilecek... o tatlı heyecanı uzaktan yaşayacağım, ve o sigaralar belki de en derin nefeslerle tüketilecek bu sefer.

    evet mayhoşum sözlük... mutluluktan, üzüntüden, güçlü kalmak zorundalığından ve güçlü durmaktan mayhoşum... bu gece beni ancak centilmen bir jack teselli edebilirdi ya da yeni bir sayfadan size bakmak...

    esen kalın...
App Store'dan indirin Google Play'den alın