• 1126
    1993 yılında ali sami yen'de oynanan maç öncesinde yaşadıklarını anlatan ryan giggs, tam olarak şunları söylemiş :

    --- alıntı ---

    onlarla 1993 yılında şampiyonlar ligi'nde karşılaştığımızda gecenin geç saatlerinde iki-üç bin taraftar ellerinde 'cehenneme hoş geldiniz' pankartlarıyla bizi havaalanında bekliyordu. öyle ateşliydiler ki otelde bile kendimizi güvende hissedemiyorduk. taraftarlar odalarımızın kapılarını çalıyor bizi bu şekilde rahatsız ediyorlardı. ben paul ince'le birlikte kalıyordum ve o taraftarlara küfretmeye başladı. ben içimden 'ne yapıyorsun?' diyordum. taraftarlar daha sonra otelin dışında sabaha kadar korna çalmaya devam ettiler. bir kâbus gibiydi ama buna bile hazırlıklı olmalısınız.

    --- alıntı ---

    şimdi kalmadı böyle şeyler. tekrar canlanmalı. bir şekilde, tekrar uyanmalı bu taraftar...

    tt arena'yı da cehenneme çevirmeli... bir şekilde uyanmalı..
  • 1128
    takımı yeterince savunamıyor, hakkımızı aramıyor diye yönetimi eleştirmeden önce kendine bakması gerekendir. kendi takımını, kendi taraftarını savunmaktan aciz durumdadır. medyada adı geçen her olaya balıklama atlamayı sever. aziz ardaya seviyesiz bir laf eder, tepkiyi gider ardaya gösterir nasıl yüz verirsin diye. galatasaray taraftarı küçücük cocukları dövdü diye son dakika geçilir, vay hayvanlar utanıyorum sizden diye başlar lafa. olay dogruysa, tabiki insanlık dışı, savunulacak yanı yok. ama hiç bir şey belli degilken, üstelik görüntülerde de öyle bahsedeldiği gibi, atkılı 30 kişinin cocuklara daldıgı gibi bir olay yokken, hemen yargılamayı seçmek çok ilginç.
  • 1130
    birey olarak ne fenerbahçe taraftarından farkı vardır, ne beşiktaş taraftarından. 2010 yılında - ve korkarım bundan sonrasında da - kulüp bazında da farkın olmadığı gibi. farklar varsa, bireylerin oluşturduğu farklar vardır. sözgelimi beşiktaş taraftarı daha iyi organize olmuştur, o tribünün karar vericileri daha doğru insanlardan oluşmuştur, beşiktaş taraftarı daha fazla doğru ve daha az yanlış yapar. yarın öbür gün bu değişir, tersi olur, bu yine geniş kitleler bazında değerlendirilir, yine yanlış olur. ve taraf olanlar, bunu taraf olmanın gerekliliği zannederek hep kendini ait hissettiği grubun doğrularını öne çıkarır, rakibinin yanlışlarını. daha kötüsü, kendi grubunu az çok bu doğrulardan ibaret sayar, rakibini yanlışlarından. daha da kötüsü, bu rekabet öyle bir boyuta gelmiş ve klasik anlamda rekabet olmaktan öylesine uzaklaşmıştır ki rakip kelimesi artık yerini düşmana bırakır. ve en kötüsü, öyle bir futbol ortamının içindeyiz ki bunların hepsi farkında olmadan yapılır.

    açalım.

    u17 derbisinde yaşanan olaylardan dolayı iki kelimeyi bir araya getiremeyecek ruh hâlindeyim. hâlen de başım ağrıyor. ama deneyeyim.

    önce fenerbahçe taraftarı hakkındaki yargılarımızı düşünelim. hep beraber oluşturduğumuz, hep beraber kendi kendimizi birbirimize doldurttuğumuz, en sonunda da kendi cahilliğimizden, kendi değerlendirme eksikliklerimizden kaynaklanan bu düşüncelerin genel geçer doğrular olduğuna inanarak tartışılmaz gerçek sandığımız yargılarımızı. bugün olanlar florya'da değil de dereağzı'nda olsaydı kimse şaşırmayacaktı, değil mi? ben burada yazılacakları biliyorum. ötesine gideyim, kendi düşüneceklerimi biliyorum o sinirle: "fenerbahçe taraftarı böyle hayvan, bu fenerbahçe böyle iğrenç bir kulüp, sosyologlar görev başına..." ve çok daha fazlası. biliyorum çünkü ben de aynılarını çok düşündüm.

    şimdi dönelim gerçeğe. bu olay florya'da oldu. aa nasıl olur? hepimiz şaşırdık değil mi? ama oldu. üstelik olabilecek en iğrenç şeylerden biri oldu. akla hayale gelmeyecek bir şey oldu. oldu. koca koca adamlar, üzerlerinde fenerbahçe forması olduğu için 15-16 yaşında çocuklara saldırdılar. dövdüler. yumruk salladılar. tekme attılar. itirazlar gelecektir şimdi bir kısmımızdan; "üzerlerinde fenerbahçe forması olduğu için değil, tahrik ettiler." hayır efendim, direkt olarak fenerbahçe forması giydikleri için saldırdılar. ortada bir tahrik olsa bile davranış sahiplerinin birer çocuk olması durumunu geçtim, bu olayı gerçekleştirenlerin aynı davranışları galatasaraylı oyuncular yaptığında "helal olsun aslanıma" diyen insanlar olduklarını tahmin edebiliriz. bu olayı gerçekleştirenler dediğim fiilen olmasa da fikren biz, hepimiziz. galatasaraylılar olarak değil, türkiye'deki futbol meraklılarının çoğunluğu olarak. galatasaraylısı, fenerbahçelisi, beşiktaşlısı, bursasporlu, varsa öyle bir takım adıyamansporlusuyla.

    (sonradan eklenmiş özeleştiri: anladığım kadarıyla fenerbahçeli futbolculara taraftarın bir darbesi olmamış. olayın büyümesiyle, futbolcular kendi aralarında kavga etmiş. bu nedenle, eğer durum buysa bu bölüm için özür diliyorum. tribünün sahaya inmesini ise ne bir tahrik ne de başka bir şey meşrulaştırabilir. ancak futbolculara küfür ettiği ve fiziki müdahelede bulunduğu söylenen fenerbahçe antrenörü de, eğer durum buysa cezaların kesinlikle dışında tutulmalıdır. buna ek olarak, sahaya inen taraftarların ikisine yönelik linç politikasının da bu olaydan daha mide bulandırıcı olduğunu söylemeliyim. suçları kesinleşmemiş kişileri ad ve soyadlarıyla ifşa etmek çirkin bir davranış olduğu gibi, çoğunluğu uygun şartlar oluştuğunda daha küçük yaşlardaki karşı takım taraftarı yahut futbolcusuna saldırabilecek insanlardan oluşan bir kitlenin telefondan adrese, tehdit ve tacize uzanan çirkin eylemlerinin de yolunu açmıştır. türkiye'de insan örgütlemenin en kolay yolu olan lincin her daim karşısındayız, karşısında olmalıyız.)

    yalan mı? biz kimiz, galatasaray kim? gündüz kılıç'ın, metin oktay'ın, turgay şeren'in, coşkun özarı'nın takımı. üstelik bizzat onların da değil, peygamberleştirdiğimiz siluetlerinin takımı. fenerbahçe kim peki? luganoların, emrelerin, bilicaların, volkanların takımı, öyle değil mi? zaman içinde değişir bu isimler. serhat akınların, fatih akyellerin, ceyhunların takımı olur. hatta bunları da abartırız. kendi takımımızda olsa çok seveceğimiz mesela bir tuncay'ı, hatta alex'i yaptıkları yanlış birkaç hareketten yola çıkarak futbolun en çirkin simaları addederiz. ailelerimizin bir bireyiymişçesine sevdiğimiz hagileri, bülent korkmazları denk gelip de fenerbahçe forması giyseler bu klasmana sokacağımız gibi. yani bugün ortalama bir fenerbahçelinin yaptığı gibi. emre belözoğlu'nu bizdeyken evlat olarak görüp, fenerbahçe'ye gidince "katil" dahil her şeyi söyleyebildiğimiz gibi, bazılarımız için. sorun emre değil, emre gerçekten de şu futbol aleminin en çirkin insanı belki. sorun bizim bakış açımız.

    ben sıkılalı bu işten, biraz zaman oldu. o günden beri beni eskisi gibi heyecanlandırmıyor hayatımın geride kalanında en önemli sandığım şey. heyecanlandırıyor, ama eski şekliyle değil. ama futbolu seviyorum. aslında futboldan çok daha fazla galatasaray'ı seviyorum. bugün arayıp da bulamadığım galatasaray'ı ama. sığınacak liman da buldum aslında. fırsat oldukça gidip a2 takım'ı izledim, denk getirebilirsem daha alt yaş gruplarını. takip ettim sürekli. karınca kararınca elimden ne kadar geliyorsa destek olmaya çalıştım farklı şekillerde. galatasaray futbol akademisi'nin hakikaten çok güzel insanlardan oluştuğunu olduğunu gördüm. mutlu da oldum bu sayede, kalbimdeki boşluğu doldurmuş oldum bir yerde. idari personeliyle, hocalarıyla, az sayıda da olsa tanıdığım futbolcusuyla sevdim bu oluşumu. sonra bugün birileri geldi tribün şiddetini buraya da bulaştırdı. zaten bir tek leylek kalmıştı. bu çocuklar hiç mi kavga etmedi? etti tabii. derbi maçlarda hep bir gerginlik oldu. doğaldı, hangimiz mahallede maç yaparken hiç kavga etmedik? ki bu çocukların üzerlerindeki stres düşündüğümüzden de fazla. aile baskısı, arkadaşların yaklaşımı, kendi iç hesaplaşmaları. senelerce süren bir üniversiteye giriş süreci sanki. “a takım'a çıkacak mıyım, yoksa çıkamıyor muyum, okulu da boşladık çıkamazsam kimbilir ne yaparım...” bu şartlarda çok kavga etti onlar önem dozu yüksek maçlarda. ama sonra hepsi birbirlerinin ellerinden de tuttu, kolkola da girdi, yenilen tebrik kazanan teselli etmesini de bildi. ama biz işte tahrik oluruz. biz böyleyiz, tahrik etmesinler bizi. en galatasaraylı biziz çünkü, en taraftar biziz. sarı lacivert çiçeğe bile tahammül edemeyiz. bir avuç futbol faşisti demiyorum çünkü çoğumuz böyleyiz. evet, bu florya'da oldu ve galatasaraylılar tarafından yapıldı. şimdi bir düşünün çevrenizi, bugünkü hikâyenin kahramanı olabilecek kaç insan var? konduramıyorsanız şöyle düşünün, etrafınızdaki insanlardan kaçı bugün sahaya girenler arasında olsaydı şaşırmazdınız? bir sayın. ben saydım, çok çıktı. çok sevdiğim insanlar da çıktı aralarında. düşündüm, şaşırmazdım. şaşırmadım. diyorum ya çok iyi niyetli, çok hoş sohbet, çok sevdiğimiz insanlar da yapabilir bunu. olabilir. zaten gördüklerimiz bu normal ruh hâlinin getirdiği bir tavır değil. peki biz ne sıklıkta normal ruh hâlini terk ederiz? benim cevabım tedirgin edici.

    hiçbir sorun kendi kendine oluşmaz. bu kadar geniş halk kitlelerini içine alacak bir sorun, hiç oluşmaz. medya dediğimiz aracı türkiye'de elinde bulunduranlar, bana göre her şeyi yapacak güce sahip. bugün türkiye'de en sevilen insanın hain, en nefret edilenin kahraman sınıfına sokulabileceğinden zerre şüphem yok. pekâlâ yapılabilir, üstelik çok kısa bir sürede. bizi bu nefretle dolduran, bu gücün sahipleri işte. biz birbirimize düştük ki daha çok gazete alalım, ekranlara çıkardıkları gerizekâlıları daha çok izleyelim. biz birbirimize düştük ki onlar cebini daha da çok doldursun, daha da fazla kazansın. sadece onlar mı? futbol aleminin bizzat içindekiler masum mu? onlar konuştu, biz kırdık birbirimizi. onlar kendi aralarında hesaplarını yaptı, düşürdüler bize bizi. onların arasından su sızmadı, bize bunu göstermediler, biz bilmeden öldürdük kendi kendimizi. ve ötekileştirerek, nefret ederek büyüttüğümüz sevgimiz hep onlara yaradı. biz bilet aldık, biz lisanslı ürün giydik, biz kredi kartımızı, telefon hattımızı, internet paketimizi, sigortamızı, suyumuzu, bokumuzu püsürümüzü buna göre ayarladık, onlar kazandıkça kazandı. biz takımımıza destek olduk, takımımız bize layık olamadı. biz de insanlığın birikimine layık olamadık ama kabahatin çoğu bizde değildi. savaşan insan öldürür, savaş üreten politikalar kitleleri. bizim içimize bu zehri onlar saldı. medya patronları saldı, mafya babaları saldı, kulüp başkanları saldı. ali şenler, ergun gürsoylar, sinan enginler saldı. bu işten rantı olan kim varsa o saldı.

    ve şimdi de timsah gözyaşları döküyor yine onlar. çıkıyorlar televizyonlara, futbolda şiddeti çözmeye çalışıyorlar yaratan kendileri değilmiş gibi. kınıyorlar fenerbahçeli küçük kardeşlerimize kalkan elleri, o elleri harekete geçiren kendileri değilmiş gibi. ve bunu yaparken dahi şiddeti körüklemeye, ceplerini doldurmaya devam ediyorlar. sonra bizzat biz, onların kandırdıkları, bu şiddetin tarafları, kalkan eller karşı yönden geldikçe yine farkında olmadan ellerimizi avuşturuyoruz. koz çıkıyor bizlere. bugün aziz yıldırım'ı seven, takdir eden insanlar, şiddet üreten politikalara gıkını çıkarmayan, düşünce üretme güçleri çoktan ele geçirilmiş insanlar, aslında o elin kalkmasında, o tekmenin yükselmesinde hiç sorumluluğu yokmuşçasına yükseltiyorlar seslerini. en çok onlar duyuluyor. yaşananlara insan olabilip de insan penceresinden bakanlar kendi yağlarında kavruluyorlar. en başta dedim ya, tersi olsa bunu da biz yapacaktık.

    ezcümle, ilk taşı günahsız olan atsın demeye kalksak onu bile diyemeyeceğiz. kim günahsız bu alemde, ben bilmiyorum.

    ve çok sıkıldım. çok kötü sıkıldım.
  • 1131
    takımına yürekten bağlı taraftarlardır. futbolcularla üzülür, futbolcularla sevinirler. her ne olursa olsun desteği hiç elden bırakmazlar.
    farklı takımların taraftarları gibi bir şeyleri ispatlama çabaları yoktur.

    galatasaray mağlup olduğu zaman derinden bir "hasssiktir" çekerler ama sonra doğrulup "olur öyle, her ne olursa olsun canımız galatasaray bizim, herşeyimiz." derler. işte öyle de şerefli taraftarlardır.
  • 1132
    istisnalar kaidei bozmaz derler, ancak kaide pisa kulesi gibi yan yattığı için her türlü olumsuz kıpırdanış koca camiayı sallar oldu. bugün u17 maçında olanlara kim istisna diyebilir ki? çirkinlik ve çirkefliğin onay gördüğü, rabet edildiği ortamda asaletten bahsetmek mümkün olmaz. maalesef son bir kaç senedir keşke olmasa dediğimiz onlarca vaka oldu camiada ve olmaya da devam ediyor.

    keşke....

    bütün bunların hiç biri olmasaydı....
  • 1134
    ayrımcılık hoş olmasa da iki gruptur: cim bom taraftarı, gala taraftarı. 96-00 dönemi yaşanırken cim bom taraftarları takımlarına destek için stadı hıncahınç dolduruyordu. arkanızdayız yeneceksiniz diyorlardı, takım da sahada merak etmeyin yeneceğiz şeklinde cevaplıyordu. sahada kimse efsane olayım, heykellerim dikilsin; tribünde de kimse öyle bir pankart yapayım ki alemin bir tarafı düşsün peşinde değildi. ortak bir hedef vardı; ve herkes bu hedefe koşuyordu. olurdu veya olmazdı. yolculuğa başlayalı yıllar oluyordu; 88 kırılma senesiydi denebilir. he ne oldu?! o dönemin üzerinden bir süre geçince anladık kim efsane kim değil, kim gerçek kim yalan...

    şimdi bakıyoruz özellikle gala taraftarları olarak tabir edebileceğimiz kesim her sene bir efsane yaratmak peşinde. anlamadıkları nokta efsanelerin neden efsane oldukları. efsane öyle bir şeydir ki yaşarken ne olduğunu anlamazsın, alır seni uçurur gider. ne zaman ayakların yere basar. o zaman anlarsın ne olup bittiğini; yaşadığının kıymetini. zorlamaya yönündedir. efsane olacak kadro, yönetim, taraftar olacağı varsa oluşur ve ortaya çıkar. ama zorla değmeyecek adamları efsane yapmaya çalışırsanız önce kendiniz üzülürsünüz. sonra da zarar verdiğiniz camia.

    cimbom taraftarları şanslı; masalsı zaferler, destansı maçlar yaşadılar. gala taraftarı için aynısı söylenemez. gayet doğal olarak değer yargıları daha değişik, daha sabırsız, daha değişken. artık ne yaşanırsa yaşansın ilk kez avrupa kupası kazanılmayacak (şampiyonlar ligi kupası dahil!), ilk kez bir avrupa devi dize getirilmeyecek. olayın boyutu değişti, bu rakip taraftarlar için de geçerli.

    not: rant peşinde koşan taraftar görünümlü sahtekarları taraftar kategorisine sokamıyoruz.
  • 1135
    --- alıntı ---
    galatasaray’da değişen taraftar profili

    “ fenerbahçe içi boş mercedes’leriyle etrafa hava atanların, galatasaray eski mercedes’lerine benzin parası bulamayanların, beşiktaş’ta yayaların takımıdır.” bunlar ne benim ne de bu kültürün içinde yoğrulmuş birinin sözleri. bu sözler 14 senedir türkiye’de öğretmenlik yapan bir ingilize ait. aslına bakarsınız üç istanbul büyüğü arasındaki hiyerarşiyi bunda daha iyi özetleyen bir yorum yapılamazdı herhalde. ancak benim aklıma takılan soru eski mercedes’lerine benzin parası bulamayan takımın(takımımın) değişen taraftar profili.

    bundan yaklaşık 7-8 sene önce babamın önderliğinde gittiğim maçlarda gözüme çarpan en mutluluk verici şey, tribündeki bütünlük olurdu. hiçbir futbolcu yuhalanmaz kaybedilen bir maçtan daha değersiz görülmezdi. ancak ne olduysa oldu ve uefa kupasının yarattığı kredinin kullanılamaması sonucunda tribünlerde bir devrim yaşandı. avrupa başarısıyla sonradan galatasaray’lı olanlar bir yandan asaletin bize yeter derken bir diğer yandan da oyuncu ıslıklayıp, istifa sloganları atarak aslına kendi içlerinde çelişir oldular. buradaki sorun taraftarın rahatsızlığını gösterip göstermemesi değil zira bahsettiğim 7-8 sene öncesinde de taraftar beğenmediği noktaları işaret eder, yönetim de bir şekilde o sorunu çözmeye çalışırdı. ancak şimdiler de yönetimle taraftarın arasına mesafe girmesinden mütevellit(artık ne alpaslan dikmen var ne de yönetimdeki taraftar olarak anılan abdürrahim albayrak) bir üslup sorunu yaşanıyor.

    rahatsız olan taraftar sorunun devam ettiği süreçte ilk bir iki hafta oyuncuları asıp keserken daha sonra da “seni oynatanda kabahat” diyerekten teknik direktörleri dar ağacına davet etmekte. bu sürecin ne kadar fazla tekrar edildiğini görmek için uefa sonrası gelen teknik direktör sayısıyla anlatabiliriz. sadece bu sayıyla değil tabi gelen-giden oyuncu sirkülasyonu da buna bir veri teşkil etmekte. şuan takımımızda uefa kupasını kadrodan kalan oyuncu sayısı “0”. hasan şaş ve ümit karan’ın da ayrılmasıyla aradığımız dönemlerden temsilci olarak sadece emre aşık ve ayhan akman var. bütün bunların ötesinde, bu sayıların bu kadar fazla olmasında taraftarın ne kadar önemli bir faktör olduğunu söyleyebiliriz. zira aynı takımın tarafatrı 4 sene üst üste gelen şampiyonluklardan önce terim’in aldığı başarısız sonuçlara da bir şekilde sabır göstermiş ve sabrın sonunu selamete vardırmıştır.

    ancak gelin görün ki artık boğazın karşı yakasına benzeyen bir taraftar kitlesi var galatasaray’ın. transferlere şampiyonluklar kadar sevinen, bütün uğraşlara rağmen hala üretime devam eden altyapıdan gelen gençlere oldukça az sabır gösteren, alkış-ıslık mekanizması bozulmuş, sadece önemli maçlarda bütünleşen yani genel anlamda yazının başında bahsettiğim bütünlüğü kaybetmiş bir taraftarı var artık galatasaray’ın. sadece ezeli rakibi ebedi dostuyla yaptığı maçlara odaklanan bir taraftar kitlesi var takımımın. eskiden “büyük takımlar aldıkları kupaları,küçük takımlar ise yendikleri büyük takımları konuşur” felsefesini benimseyen taraftar kitlesi yerine “iki dileğim var cimbomum ikisi de fenere ko… k” diyen bir kalabalık var tribünlerde. nereden ne zaman geldiler bilmiyorum ama yapsında onura,gurura ve karaktere önem veren bir takımın bu kadar materyalist beyinler tarafından desteklenmesi pekte doğru değil gibi görünüyor.

    sonuç olarak, camianın etmenlerini(yönetim,taraftar ve futbolcu) birleştiren” tutkal adamların” kaybı(alpaslan dikmen,abdürrahim albayrak) ve değişen taraftarın değişen profili galatasaray’ın politikalarında da değişime yol açıyor. altyapıdan oyuncu oynatmasıyla övünen takım o oyuncu kötü oynadı mı hemen transfere yönlendirilmeye çalışılıyor(örnek için “kanatlar açılırda kimsecikler görmezse”). hal böyle olunca farklı kültürlerden ve gelir gruplarından gelip galatasaray aşkıyla kol kola olan birbirini tanımayan milyonlar takımlarını olumsuz yönde etkiliyor. demem odur ki, anlaşılması ve ders alınması gereken konu şut atan oyuncusuna aferin diyen bir taraftar kitlesinin “oradan kaç golün var lan …..” dönüşümüdür. kabiliyetten çok karaktere önem eren ve başarısını da bu şekilde kazanan bir klübün özünü hatırlaması için bu değişimi kontrol etmesi ve taşları camianın her parçası için yerine oturtması kaçınılmaz bir hedef haline gelmiştir. bakarsınız o zaman insanlar bilete formaya atkıya para vermekle klübün sahibi olmadıklarını anlarlar…

    kim bilir?

    kaan akkanat
    http://arenafutbol.forum.st/...ien-taraftar-profili

    --- alıntı ---
  • 1139
    ufak şeylerle mutlu olmayı öğrenmiş taraftardır. polyannacı bakış açısından farklı bir öğretidir bu. kastettiğim o değil en azından. polyannacı ruh en kötü dönemde bile takımın o kadar da kötü bir durumda olmadığını, elbette düzeleceğini, güzel şeylerin olduğunu söylemeyeye çalışacaktır bizlere. ufak şeylerden mutlu olmasını bilen galatasaraylı çok daha farklıdır. içinde yine bir kırgınlık taşır. üzüntülüdür. polyannacılık taslamaz. galatasaray gibi bir ruhta zaten olması gereken, su içmek, yemek yemek gibi zaruri olan şeyler üzerinden mutluluk duyar. ufak şeylerle mutlu olmayı öğrenmiş taraftardır derken bile aslında yanlış bir tanım söz konusudur. bu taraftar ufak şeylerle mutlu olmaya alıştırılmıştır. mecbur edilmiştir. bazı kesimler tarafından. kâh yönetim, kâh bazı futbolcular tarafından.

    ufak şeylerle mutlu olan galatasaray taraftarı kewell'ın gülüşünden, "fuck off" deyişinden sevinç duyar.
    ufak şeylerle mutlu olan galatasaray taraftarı neill'ın hakeme sert bakışıyla coşar.
    ufak şeylerle mutlu olan galatasaray taraftarı baros'un yenen gol sonrası attığı çığlıktan, takımı için kendisini sakatlamasından gurur duyar.
    ufak şeylerle mutlu olan galatasaray taraftarı cana'nın ateşli oyunundan, takım arkadaşını kollamasından ve bu uğurda salladığı yumruktan zevk alır.

    evet. galatasaray taraftarı ufak şeylerle mutlu olmaktadır. zorundadır. mecbur bırakılmıştır. çünkü ortada futbol namına konuşulacak pek bir şey yoktur. futbol takımının yaşadığı düşüşün yarattığı bunalım duygusu bir şekilde bastırılmalıdır. biz burada galatasaray'ın şiir gibi futbolunu konuşamıyoruz. sahada futbol adına ne kadar güzel şeyler yaptığından bahsedemiyoruz. bazı futbolcuların varlıkları nedeniyle güzel şeylerden bahsedemiyoruz. kimine "adam değilsin" diyoruz, kimisine "yeniçerisin ulan" diyoruz, kimine de "bu formayı hak etmiyorsun koçum" diyoruz.

    ironik ama gerçek. cana'nın sahada yaptıkları ortalama bir galatasaray oyuncusunun zaten yapması gereken şeylerdir. normal şartlar altında, bu kadar abartılı bir şekilde üzerine konuşmak bile galatasaray'ın şu an içinde olduğu durumun aynası. galatasaray'da an itibariyle o kadar olmaması gereken çok şey var ki, zaten olması gereken, sıradan olan şeyler üzerinden kendimizi tatmin etmek durumunda kalıyor bu taraftar. yıllar önce bu takımda 11 tane cana vardı. her bir cana bizim için olağan bir şeydi. aslanlıkları üzerine değil, yeşil zemin üzerinde hangi şiirleri yazdıklarını ve bize hangi öyküleri sunduklarını konuşuyorduk. yeşil zeminde yazdığı şiirle rakibini nasıl hipnotize ettiği üzerinden demler vurarak sarhoş oluyorduk. gerçek olan şeyler vardı. elle tutulan şeyler.. bizi biz yapan. galatasaray yapan. göğsümüzü kabartan ve gururlandıran..

    ya peki şimdi?

    ufak mutluluklara mecbur edilmiş taraftarız bizler. her şeye rağmen bu takımı olduğu gibi seven ve hayatının büyük bir anlamı yapan. çünkü bu taraftar bilir ki, tüm acıları kabullenir ve galatasaray'dan başka gerçek yoktur sarı kırmızılı yapı içerisinde..
  • 1141
    1996-2000 döneminde gelen başarılarla birlikte, galatasarayı değil başarıyı seven büyük bir güruha sahip topluluk.
    bunun sonucunda her başarısızlıkta panik halinde ortalıkta dolaşmaya başladı, transfer istedi, transferi beğenmedi, futbolcusunu yuhaladı, efsaneleri yuhaladı, maçlara gitmedi, fenerli diye çoluk çocuğu dövdü...
    umarım 14 yıl şampiyon olamayız...
  • 1149
    takım nasıl ateşlenir, nasıl tüm maç oyundan düşmemesi sağlanır, rakip oyuncular, antrenörler ve hakemler nasıl baskı altına alınır bu akşam29 aralık 2010 galatasaray fenerbahçe basketbol maçı en güzel biçimde göstermiş ve dahil olduğum taraftardır. kolay kolay unutulacak bir performans değildi. 2 ses telim daha olsa yine bu şekilde hırpalardım, onu da geçtim ıslık çalarken boyun kaslarının nekadar zorlanabileceğini bu akşam keşfettim. sonuç olarak helal olsun hepimize.
App Store'dan indirin Google Play'den alın