• 128
    senin resmini ben yapacağım

    kimseler yapamaz senin resmini
    kıyıdan açılanın tanyerinden esenin
    aramasınlar seni renklerin atlıkarıncasında
    dayanmış tahta parmaklığa bir bağ taraçasında iklimler

    bizden en uzak gezegenin kederi
    aramasınlar seni uyaklarında ışıkla gölgenin
    sen oyunun dışındasın oylumların da yüzeylerinde
    bir yerlerde bir sevinç günün birinde fışkırır

    kimseler yapamaz senin resmini
    kıyıdan açılanın tan yerinden esenin
    sen kendi resmini kendin de yapamazsın
    gümüş kanatlı bir balık sıçrıyor enginde

    aynaların içine girip ötelere gitme boşu boşuna geceleri
    yitirilmiş erkekler gelir kadınlar koğuşuna geceleri
    sen kendi resmini kendin de yapamazsın
    bir açılıp bir kapanır kapılar yüreğinde

    senin resmini ben yapacağım...

    büyük üstat nazım hikmet
  • 129
    şiirlerimi paylaşmaktan pek keyif aldım.

    içimde bi yangın.
    nehir aksa içime veya deniz, sönmek bilmiyor.
    kapkara dumanlar çıkmıyor ya da ısıtmıyor, garip.
    içim magma, içim ateş, çare yok.
    sende yoksun.
    saçların bir damla suyu denize çeviriyordu oysa.
    mavileniyorduk ikimizde o eşsiz manzaranin ışığında, eşit miktarda mavi.
    sonra şarkılar söylüyordun: yetiyordu bize akşama kadar, sen mavi ben deniz.

    içimde bi yangın.
    sen gittin, ben yandım.
    ah benim misafirperver yanım.
    içimden seni atamadım.
  • 130
    baktıkça gözlerine derinden
    üstüme başıma güller dökülür

    ve her şey kopar yerinden
    bir buluş bir gülüş ve unutuş ellerinden
    ellerinden beyazlıklar dökülür

    düşlerim ki, kuşatır gökyüzünü
    sonra yıldızlar dökülür

    geçerim arasından kimsesiz çocukların
    ağaçlardan ağıtlar dökülür

    akar saçlarımdan yalnızlığın ırmağı
    kalbime dökülür

    alaeddin özdenören
  • 131
    birhan keskin'den...

    dur ruth,
    aşkın karanlık yüzünde dur, öylece.
    hep.
    böyle dursun aşk her zaman hayatında.
    karanlık yüzünde dur aşkın,
    sus. tamamı buydu, de.
    bütün yavanlığıyla süren insanların
    kuytularında kal. orda kal.
    unut ruth,
    unut sen
    ben sürdürürüm kalan kısmını, hattın bu ucunu
    kervanlar ve sahrayla
    kendime de sana da ağlarım.
    sen sus ruth, sen konuşma,
    sen yavan hayata katıl
    orda sürdür mutsuzluğunu.
    sahra nasılsa geçeceğin yer değil.
    ah, ruth, hâlâ sevgili ruth,
    ortalıkta dönen yalanlarını hissettim, hep.
    isteseydim kolayca ortaya çıkardı.
    istemedim. senin kendinden kaçırdığın şeyleri
    ben nasıl ortaya koyardım!
    sen kendini kandırıyordun,
    seyircin oldum
    yalanlarını oynayışını seyrettim.
    son âna dek.
    kendini ikna ettiysen beni de ikna et
    istedim.

    ruth, mutsuz meleğim.
    sen inandırmakla, inandırmamak arasındaki
    o siyah noktada durdun.
    bunun adı işte: zulümdü.
    bu zulümde sen beni bütün uçlarımdan çarmıha gerdin.
    ben bütün uçlarımı kanatarak kopardım kendimi ordan.
    tekrar tekrar,
    tekrar tekrar kanattım ruth,
    senin istediğinden fazla kanattım kendimi.
    kendimi kendi zulmümde tuttum, orda kaldım.
    onu çektim.
    yapmasa mıydım ruth?
    bunun cevabı artık anlamsız.
    ben zaten ruth, bana gelecek olan o zulmü gördüm.
    sendekini, sendekileri.
    bendeki tamamlanmadı henüz.
    son sözü benim söylemem neyi değiştirdi?
    hiçbir şeyi.
    bir çocuğun, senin çocuğunun ruth, kendini
    kandırmasından başka neyi ifade eder bu?
    hiçbir şeyi.
    benim son sözü söylemem, bendekileri,
    hâlâ bende kalanları
    sana eksik gelenleri,
    hâlâ söylenecek olanları bitiriyor mu?
    hayır.
    senin eksik kalanlarını, bana söyleyeceklerini
    tamamlıyor mu?

    hayır, ruth
    eksik kalanlar çoğalıyor aramızda.
    şimdi, bende kalan boşluğu doldurmak üzere
    borçlu değil misin-kendi mutsuzluğunu da
    benim mutsuzluğumu da borçlu değil misin bana?
    ama bırak öyle kalsın.
    insanın yüreğinden geçmeyen borçlar ödenmezler.
    sen ruth, sevgilim ruth,
    hattın öbür ucundaki derin sessizlik!
    sus. istediğin kadar sus artık. öyle kal.
    kervanları ben yalnız geçiririm sahradan
    sen yalan hayatını sula.
    aşksız hayatın kenarında dur.
    sana verilecekleri bekle.
    tamamı buydu, böyle de.

    ama ruth, ben,
    benim söylediklerime,
    benim çığlıklarıma inanmayanların söylediklerine,
    onların çığlıklarına artık inanmayacağım.
    söz ruth.
    bana en yakın uzaklık sendin.
    bir tek sen duydun çığlıklarımı,
    artık ruth,
    senin söylediğin hiçbir şeye inanmayacağım.
  • 132
    kaldırımlar 1 kendi başına paylaşılmış (#1444912) ama ben hepsini paylaşmak isterim:

    kaldırımlar

    i

    sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
    yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
    yolumun karanlığa saplanan noktasında,
    sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.

    kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
    evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
    in cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;
    biri benim, biri de serseri kaldırımlar.

    içimde damla damla bir korku birikiyor;
    sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...
    üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;
    gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler.

    kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
    kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
    kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
    kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.

    bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
    ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
    aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
    bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!

    ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
    iki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
    tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
    yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler.

    ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
    gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
    islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
    örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.

    uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
    alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
    dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,
    ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi...

    ii

    başını bir gayeye satmış bir kahraman gibi,
    etinle, kemiğinle, sokakların malısın!
    kurulup şiltesine bir tahtaravan gibi,
    sonsuz mesafelerin üstünden aşmalısın!
    fahişe yataklardan kaçtığın günden beri,
    erimiş ruhlarınız bir derdin potasında.
    senin gölgeni içmiş, onun gözbebekleri;
    onun taşı erimiş, senin kafatasında.

    ikinizin de ne eş, ne arkadaşınız var;
    sükût gibi münzevî, çığlık gibi hürsünüz.
    dünyada taşınacak bir kuru başınız var;
    onu da, hangi diyar olsa götürürsünüz.

    yağız atlı süvari, koştur, atını, koştur!
    sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları.
    ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur...
    ne senin anladığın kadar, kaldırımları...

    iii

    bir esmer kadındır ki, kaldırımlarda gece,
    vecd içinde başı dik, hayalini sürükler.
    simsiyah gözlerine, bir ân, gözüm değince,
    yolumu bekleyen genç, haydi düş peşime der.

    ondan bir temas gibi rüzgâr beni bürür de,
    tutmak, tutmak isterim, onu göğsüme alıp.
    bir türlü yetişemem, fecre kadar yürür de,
    heyhat, o bir ince ruh, bense etten bir kalıp.

    arkamdan bir kahkaha duysam yaralanırım;
    onu bir başkasına râm oluyor sanırım,
    görsem pencerelerde soyunan bir karaltı.

    varsın, bugün bir acı duymasın gözyaşımdan;
    bana rahat bir döşek serince yerin altı,
    bilirim, kalkmayacak, bir yâr gibi başımdan...

    necip fazıl kısakürek
  • 133
    gözlerin

    düşlerin parlayıp söndüğü yerde 
    buluşmak seninle bir akşam üstü 
    umarsız şarkılar, dudağımda bir yarım ezgi 
    sığınmak gözlerine, sığınmak bir akşamüstü 
    gözlerin bir çığlık, bir yaralı haykırış 
    gözlerin bu gece çok uzaktan geçen bir gemi 

    bir orman bir gece kar altındayken 
    çocuksu, uçarı koşmak seninle 
    elini avcumda bulup yitirmek 
    sığınmak ellerine bir gece vakti 
    ellerin bir martı, telaşlı ve ürkek 
    ellerin fırtınada çırpınan bir beyaz yelken 

    bir kenti böylece bırakıp gitmek 
    içinde bin kaygı, binbir soruyla 
    bitmeyen bir şarkı, dudağında bir yarım ezgi 
    sığınmak şarkılara sığınmak bir ömür boyu 

    gözlerin bir çığlık, bir yaralı haykırış 
    gözlerin bu gece çok uzaktan geçen bir gemi 
    ellerin bir martı, telaşlı ve ürkek 
    ellerin fırtınada çırpınan bir beyaz yelken

    zülfü livaneli
  • 134
    adalı ve ben

    adalı’nın alnına yazmışlar denizi
    sonra çizgi çizgi kesmişler,
    gömleğine dikmişler
    adalı’nın.

    adalı’nın kentte durumu yaman..
    gömleğim deniz diyor
    sorunca
    ama içki başına vuruyor, zaman zaman
    direniyor adalı;
    tam kafayı bulunca
    ben sarhoş olmam
    benim her şeyim deniz diyor,
    boyuna adadan söz ediyor.

    takılıyorum,
    adalı diyorum, sevgilin de mi deniz
    sen ondan haber ver..
    susuyor dik dik bakıyor bana
    adalı beni sever,
    adalı bana küfür etmez..
    adalı diyorum boş ver
    bir başka yere diyorum gidip içelim bu gece..
    insan sevdiği sürece
    uykusu gelmez.

    dalıyoruz bir gecenin içine..
    adalı bi sözümü iki etmez.

    özdemir asaf

    yazmazsam ölürüm. zira benim her şeyim deniz.
  • 135
    yarayla alay eder, yaralanmamış olan.
    ( juliet yukarıda pencerede görülür )
    dur, şu pencereden süzülen ışık da ne?
    evet, orası doğru, juliet de güneşi!
    yüksel ey güzel güneş, öldür şu kıskanç ay’ı,
    bak nasıl da sararıp soluvermiş tanrıça kederden
    sen ondan daha güzelsin diye.
    kıskandığı için vazgeç ona bağlılıktan,
    sayrılı ve toydur bakirelik giysisi.
    soytarılar giyer bunu ancak
    sen çıkar bu giysileri, at üzerinden.
    kadınım benim, ah benim sevgilim bu!
    ne olur ah, bilseydin sevgilim olduğunu!
    konuşuyor, ama bir şey de demiyor;
    ne çıkar, anlatıyor ya gözleriyle
    karşılık vereceğim ben de!
    amma da yüzsüzüm, konuştuğu ben değilim ki!
    tüm göklerin en güzel yıldızlarından ikisi,
    yalvarıyorlar onun gözlerine işleri olduğundan:
    biz dönünceye dek siz parıldayın diye.
    gözleri gökte olsaydı, yıldızlar da onun yüzünde,
    utandırırdı yıldızları yanaklarının parlaklığı,
    gün ışığının kandili utandırdığı gibi tıpkı.
    öyle parlak bir ışık ağlayanı olurdu ki gözleri gökte,
    gece bitti sanarak kuşlar cıvıldaşırdı.
    bak, nasıl da dayamış yanağını eline !
    ah, eline giydiği eldiven olaydım da
    dokunaydım yanağına.
    konuşuyor.ey parlak melek, konuş yine!
    sen, göz kamaştıran bir parlaklık veriyorsun geceye;
    cennetin kanatlı ulağısın başımın üstünde,
    tıpkı ölümlülerin hayretle açılan gözlerine gördüğün gibi.
    tembel bulutlara binip uçarken o havanın kucağında,
    onu seyreden insanlar gibi hayranlıkla,
    öylece bakıyorum ben sana.
    romeo ve juliet
    william shakespeare
  • 136
    ay küstü geceye,
    işıklar yalın ayak camları eziyor.
    kentin üstünde şairane bir hengame.
    bilinen tek şey karanlık,
    dedim ya ay küstü geceye.
    işık sadece titreklikler kümesi.
    belki de yorganın altına gömüldü insanlar,
    mustehcenini gizlemek niyetiyle.
    karanlık aydinlatir mi çürümüş ruhlar coğrafyasını.

    işık gitti diyordu bültenler,
    güneşi hiçe sayarcasına.
    yakmadığı için masum muydu ay?
    kırmadığımız her kalbin müteşekkir olması gibi...

    heceye küstü şair,
    diline takım elbise giydirilmiş gibi suskun.
    oysa çırılçıplak heceler tanımıştı ve müstehcen dudaklar öpmüştü,
    şimdilerde 70'nden sonra namaza başlayan ihtiyar edalarında...

    küstü gece,
    gitti ay.
    zaten artık şiir okuyan da yok,
    aşklar hecenin gizinden uzak,
    geceye ten...
    varsin şair küssün...

    dün yazmış olduğum bi şiir.
  • 140
    bundan neredeyse 10 yıl önce yazmıştım. vay be hayat akıp geçiyor :(

    sen

    içimde bir sen varsın,
    belki çocuklar kadar safsın
    eşsizsin bir inci kadar
    saçların güneş kadar parlak
    ahh! ah o gözlerin
    derin bir okyanus kadar aynı zamanda ırak;
    sen içimdesin, çok yakın, çok uzak

    ******************

    içimde bir sen varsın
    karanlığı aydınlatan ışığımsın.
    umutsun yüreğime
    güneş doğar sen sızarsın yatağıma
    yağmur yağar sen akarsın içime
    bahar gelir açılır gamzelerin
    rüzgar çalar kapımı, sen esersin gönlüme
    aldığım her nefeste
    işittiğim her namede
    gündüz hayalimde, gece rüyamda
    sen varsın, sen varsın sadece.

    ******************

    içimde bir sen varsın,
    belki bir temmuz akşamısın
    sevgiliye verilen kırmızı gülsün
    gazozuna maçta son dakikada atılan golsün
    hasret türküsüsün çile yolunda
    son sigaramsın kederli günlerimde
    kanayan yaramsın, hiç durmadan ağlayan.
    hastalanıp yatağa düştüğümde
    hekimim sensin, ilacım sensin
    bedenini kaybettim, hayalinse önümde
    ben seninim, sen her şeyimsin...
  • 141
    metin altıok şöyle diyecekti mesela;
    "heybesinde yılan işaretleri,
    baldıran zehiri yüzüğünün içinde
    ve yanında kav taşıyan ben;
    tekinsizim size göre
    ibret için yakılması gereken.."

    ve behçet aysan, şirinde :
    "yitik adreslere benzer ölüm
    yanık otlar gibi
    sen bu şiiri okurken
    ben belki başka bir şehirde
    ölürüm.." diyecekti..

    uğur kaynar, yanmaya ramak kala yazmış ve yanan bedeninin yanındaki çantasına koymuştu şu satırları:
    "öldüğümde
    doğduğum yere gidiyorum
    yıllarca süren bir hasret ve bilinmezliği
    işte böyle yeniyorum."
  • 143
    ve birden gittin güneş
    tanrı gülüşünü geceye inat yapmış
    neden ihanet ediyorsun buna?
    yağmurlu bir günde
    külfetli yorgunluklar bıraktığımız sokak
    elime tutuşturduğun o yaprak; bunak.
    beceremediğimiz o süslü cümlelerle yoğrulmuş ayrılık
    o bile yalnız güneş
    neden herkesleştirdiklerimden oluyorsun?
    neden gidiyorsun güneş?

    aylakadam
  • 145
    ne ararsın tanrı ile aramda
    sen kimsin ki orucumu sorarsın?
    hakikatten gözün yoksa haramda
    başı açığa neden türban sorarsın?

    rakı şarap içiyorsam sanane
    yoksa sana bir zararım içerim
    ikimizde gelsek kıldan köprüye
    ben dürüstsem sarhoşkende geçerim

    esir iken mümkün müdür ibadet,
    yatıp kalkıp atatürk'e dua et,
    senin gibi dürzülerin yüzünden,
    dininden de soğuyacak bu millet,

    işgaldeki hali sakın unutma,
    atatürk'e dil uzatma sebepsiz,
    sen anandan yine çıkardın amma,
    baban kimdi bilemezdin şerefsiz.

    günün anlam ve önemine ithafen.
  • 146
    dağ başını efkâr almış
    gümüş dere durmaz ağlar
    gözyaşından kana kesmiş gözlerim
    ben ağlarım çayır ağlar çimen ağlar
    ağlar ağlar cihan ağlar
    mızıkalar iniler ırlam ırlam dövülür
    altmış üç ilimiz altmış üç yetim
    yıllar gelir geçer kuşlar gelir geçer
    her geçen seni bizden parça parça götürür
    mustafa'm mustafa kemal'im

    diz dövdüm
    gözlerim şavkı aktı sakarya'nın suyuna
    sakarya'nın suları nâmın söyleşir
    hemşehrim sakarya öksüz sakarya
    ankara'dan uçan kuşlar
    kemal'im der günler günü çağrışır
    kahrolur bulutlara karışır
    gök bulut yaşmak bulut
    uca dağlar dev boyunlu morca dağlar
    divan durmuş bekleşir
    mustafa'm mustafa kemal'im

    nasıl böyle varıp geldin hoşgeldin
    çıngı kaymış yalazlanmış gözlerin
    şol yüzünde güneş südü sıcaklık
    ellerinden öperim mustafa kemal
    senin dalın yaprağın biz senin fidanların
    biz bunları yapmadık
    sen elbette bilirsin bilirsin mustafa kemal
    elsiz ayaksız bir yeşil yılan
    yaptıklarını yıkıyorlar mustafa kemal
    hani bir vakitler kubilay'ı kestiler
    çün buyurdun kesenleri astılar
    sen uyudun asılanlar dirildi
    mustafa'm mustafa kemal'im

    karalar kuşanmış karadeniz akmam diyor
    dokunmayın ağlamaktan bıkmam diyor
    bu gece kıyamet gecesi bu vapur bandırma vapuru
    yattığı yer nur olsun mustafa kemal
    ben ölümden korkmam diyor
    korkmam diyen dilleri toz oldu toprak oldu
    değirmen döndü dolandı yıllar oldu
    bir kusur işledik bağışlar mı kimbilir
    o bize öğretmedi kazan kaldırmasını
    günahı vebali öğretenin boynuna
    erdirip oldurana ana avrat sövmesini
    yüreğim kırıldı kanım kurudu
    var git karadeniz var git başımdan
    mızıka çalındı düğün mü sandın
    bir yol koyup gideni gelir mi sandın
    mustafa'm mustafa kemal'im

    ankara'nın taşına bak
    tut ki baktım uzar gider efkârım
    çayır ağlar çimen ağlar ben ağlarım
    gözlerimin yaşına bak
    ankara kalesi'nde rasattepe'de
    bir akça şahan gezer dolanır
    yaşın yaşın mezarını aranır
    şu dünyanın işine bak
    mustafa'm mustafa kemal'im

    attila ilhan
  • 147
    (bkz: #1518261)

    atatürk başlığı ben tartışmayı göremeden kilitlenmiş. herkesin yorum yaptığı konuda eksik kalmamak adına tamanlamiylaotuzkarakterlinick'in paylaştığı "be hey dürzü" üzerinden ben de konu hakkındaki görüşlerimi paylaşayım:

    öncelikle "be hey dürzü" şiiri neyzen tevfik'in değil, bir asayiş şube müdürü olan mutlu çelik'indir. bunun detaylarını uzun uzun yazmak istemem, şu linkte arkadaş oldukça anlaşılır bir şekilde anlatmış:
    http://ozgurdurus.wordpress.com/...kolaylinin-degildir/

    öncelikle kişisel görüşüm; "baban kimdi bilemezdin şerefsiz!", m. kemal ve onun anadolu'ya girmesine ön ayak olduğu çağdaş, batılı düşünceden oldukça uzak bir nida. halk ağzıyla kişinin "piçlik" durumuna vurgu yapılıyor ve kadını edilgen bir forma sokarak atatürk olmasa ve dolayısıyla yurdu düşman işgalinden kurtarmasa, işgalcilerin seslenilen şahsın annesine tecavüz edeceğine gönderme yapılıyor.

    kişisel olarak m. kemal'i sevmekle, iyi ve olumlu bir tarihi, siyasi figür olarak görmekle beraber türkiye'nin düşman işgalinden kurtulmasında tabi ki büyük pay sahibi olduğunu düşünüyorum. "o olmasaydı" türünden bir düşünme metodu ise pascal'ın meşhur "kleopatra'nın burnu" örneğinde olduğu gibi anlamsız geliyor. yine de belirtmeden geçemeyeceğim ki bana göre "o olmasaydı" da öyle ya da böyle türk haklının direnişi başarıya ulaşırdı. ama dediğim gibi bu önemsiz, önemli olan gerçekler; mustafa kemal vardı ve bu direnişe önderlik etti.

    meclis başkanı seçildikten ve savaş hali bittikten sonra ise mustafa kemal, bazı kemalist arkadaşların iddiasının aksine "birleştirici" bir figür değil tamamen siyasi bir figür oldu. kendisi zaten küçüklüğünden beri batılı değerlere hayran olan m. kemal bu ülke açısından fark yaratan devrimlerini işte o siyasal figür olarak gerçekleştirdi. saltanatı ve hilafeti kaldırmak, dini dogmaların yerine aklı ön plana çıkarmak, burjuvaziyi ortaya çıkarma denemeleri, sosyal hayatı batılı değerler ışığında değiştirmeye çalışmak" vb. devrimler, etki etme oranına göre bir kesimin kendisini ilahlaştırma derecesinde sevmesine, diğerlerinin ise getirdiği yenilikleri geri alma öfkesiyle nefretine dönüştü. statükonun üstün çabasıyla ise m. kemal bu siyasi figürlükten arındırılmaya, bir üst birleşme noktası gibi gösterilmeye çalışıldı. keza kendisine yöneltilen nefretin paratonerliği de ismet inönü'ye nasip oldu.

    tüm bunları ve yazmadığım nicelerini göz önüne aldığımızda ise kendisinin ön ayak olduğu batılı değerleri kabul eden ve kendini batılı duyumsayan, yabancı dizi izleyip kendi kültürünü yaratan batılı kesim ile kendilerinin tam aksi noktasındaki kesim neredeyse her konuda birbirinden ayrı kültürler oluşturdular. siyasal islam'ın 80 sonrası zaferiyle ise bu sefer mağdur duruma düşmeye başlayan taraf atatürkçü kesim oldu.

    nice kitaplara sığmamış bu konuyu bildiğim ve anladığımca bölük pörçük anlatmaya çalıştım. sonuçta demek istediğim şudur ki insanlara, hele ki artık iktidarı elinde bulunduranlara "başlarına bir şey gelmeyecekse" atatürk'ü sevmeme hakkını vermek zorundayız.
  • 148
    öyle bir hayal tasvir edin, hayatı ölümle suçluyor
    ve eğildiği okyanusu içindeki ölü hayvanlarla avuçluyor
    içiyor
    içiyor
    kana kana, kana yıkıla içiyor
    derin bir oh çekiyor sonra,
    ardından kaldırıyor başını ve hatırasını
    tabiata dönüp
    'affedersiniz ama, yanınızda fazla aşk var mı'
    diye soruyor.

    siz bir kelebeğe tutunuyorsunuz telaşla, onu incitmeden,
    kelebek telaşla geldiği tırtıla tutunuyor

    insan bu, azat etmek de gerek
    korkmayın, unutuluyor!

    küçük iskender
App Store'dan indirin Google Play'den alın