46
taraftar nedir, taraf tutmak mıdır, "ben bunlardanım" demek midir, daha doğrusu aşk nedir, aşk insana dayatılanların yaşanması mıdır, "çok acı çekiyorum" adı altında yapılanların bile uygunsuzluk kavramından uzaklaşmak için yapılması anormal midir, karşındakini rahatsız ettiğini bile bile "aşk acısı çekiyorum" ayağına kendi mental sorunlarını ertelemek midir uygun olan, aşk ne kadar özgürdür, aşk acaba özgür müdür, aşk tanıma ile oluşan bir olgu mudur, veya ilk görüşte mi gerçekleşir, ilk görüşte gerçekleşiyorsa, derslerde haftada bir kez gördüğüm, en fazla iki cümle konuştuğum birinin yanına gidip kendisine aşık olduğumu söylemem neden uygunsuz, onaylanamaz olarak değerlendirilir, bunu denemeye kalksam psikopat damgası yemez miyim, peki o zaman bilinçli bir ruh hali midir aşk, birini tanıdıktan sonra karar vereceksek aşık olmaya, buna aşk mı denir, yoksa içten pazarlıklı olmak mı, veya ruhu tam ortasından delen bir ışık huzmesine gidip sarılma isteği çok mu uygunsuzdur, aşk sadece insanlar arasında yaşanan bir olgu mudur, insan bir şarkıya, bir kitaba, bir takıma, bir oyuncuya, birinin sadece gözlerine aşık olamaz mı, peki bir şarkıya aşık olup onlarca kez dinleyebiliyorsa insan, neden aşık olduğu gözlere bakmaktan çekinmek zorundadır, o gözlerin sahibinin kişiyi tanıması veya tanımaması çok mu büyük bir etkendir, bir kitabın yazarını da tanımazsınız, ama o kitabı hayatınız boyunca okumaktan mutluluk duyabilirsiniz, gözlerin sahibi size "ne bakıyorsun" diyebilir, kitabın sahibi bir şey diyemez o ayrı.
peki "ne bakıyorsun" cümlesinin sebebi nedir, ne bakıyorsun, niye bakıyorsun, sahi niye bakıyorsunuz, veya karşınızdaki neden rahatsız olabiliyor bakışlarınızdan, bir insan neden gözlerine bakar karşısındakinin, veya neden baktığını açıklamak zorunda mıdır, daha da ilginci bunun cevabını dürüst olarak verse ağzının ortasına bir tokat yemez mi, onu geçtim ne zaman "seni seviyorum", "senden hoşlanıyorum"a dönüştü, neden bu kadar amerikan, bu kadar avrupai seviyoruz artık, kaybetme korkusu mu, seviyorum dedikten sonra "ıyyy salak" olarak değerlendirilme korkusu mu, zannetmiyorum. gerçi ben seni seviyorum cümlesinden sonra resmen kaçabilecek, korkacak, daha vahimi kayışı koparabilecek insanlar var bu dünyada, e peki tamam sevmiyorum, hoşlanıyorum, oldu mu, o zaman oldu, "çıkabiliriz". bu mudur aşkın izlemesi gereken yol, peki tamam, seni seviyorum cümlesi mümkün olabilecek en yanlış insana da söylenmiş olabilir, kendimden biliyorum, ama bu bir başkasını sevmenin önünde engel midir, korku var mıdır ki aşkın içinde, sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek mi yer, veya aşk insana dilinin acısını unutturabilir mi, belki.
daha da ötesi, aşk söylemek midir, "seni seviyorum" demek midir, "sen var ya sen" midir, bunu haykırmak mıdır aşkın göstergesi, başkalarına duyurabilmek midir aşkın çekirdeği, yoksa "platonik" olarak isimlendirilen, bir yandan da eziklik göstergesi sayılan aşk daha mı saygındır, peki aşk saygınlık içermeli midir o zaman, gurur ve saygı arasındaki fark nedir, laubaliliğin sınırlarında dolaşan bir aşk ne kadar aşktır, arkasından ölüme gidebileceğim, ama beni neredeyse tanımayan biri için hissettiklerim, gidip onunla iki ay "çıktıktan" sonra sevişmemden daha mı az "olması gereken"dir, öyle değilse neden öyleymiş gibi davranıyor insanlar, öyleyse aşk ne kadar anlaşılabilir durumda, aşk diye ne yaşanıyor, veya her olguya yaptığımız gibi bunu da sündüre sündüre başka ve çirkin bir yaratığa mı dönüştürdük, bu çirkinliğin peşinden mi koşuyoruz farkında olmadan, veya dibine kadar farkında olarak yaşadıklarımızın.
peki bunu futbola nasıl uyarlayabiliriz, bir şarkıya aşık olabiliyoruz, bir takıma da aşık olabiliyoruz doğal olarak. takıma aşık taraftar, takım için ölüme gidecek taraftar, takımı için öldürecek taraftar... bunlar var bu dünyada, biraz yüzeyselleşmek gerekirse (açılın uyduruyorum) dört tip taraftar var, takımı hayatı zanneden ve takımda işler yolunda gitmediğinde ruhsal sorunlar yaşayan birinci grup, takımdan haberdar olmayan ama sorsan "şu takımlıyım" diyecek ikinci grup, takımı takip eden ama hayatının merkezine almayan üçüncü grup, takımı takip eden, takımın sevinciyle sevinen, üzüntüsüyle üzülen, takımın sorunlarını çözemeyecek olsa bile kendi içinde bunların sıkıntısını yaşayan, yine de hayatının geri kalan kısmını bunlardan ayrı tutmayı başarabilmiş, takım dışında futbolu da genel olarak seven dördüncü grup. bunların arasında kalanlar da olacaktır büyük ihtimalle, üçüncü grubun içinde olduğunu zannedip ikinci grupta takılan, veya birinci grupta olmayı marifet sananlar daima vardır. peki aşk burada nerede duruyor, hiçbir yerde durmuyor. aşk futbolun içine yayılmış durumdadır zaten. birinci grup iki ay "çıktıktan" sonra sevişmeye başlayan, bunu amaç edinen gruptur, ikinci grup "hoşlanan" gruptur, üçüncü grup mantık evliliği arayışında olan gruptur, dördüncü grup platonik seven gruptur.
başa dönüyorum, aşk saygınlık içermeli midir, gurur ve saygı arasındaki fark nedir, laubaliliğin sınırlarında dolaşan bir aşk ne kadar aşktır, stada gidip "aşkı" uğruna sahaya su yağdıran, yumurta atan, rakip taraftarların canına kasteden, toplu küfür etmek için bekleyen bir kişi aşık mıdır, yoksa içten pazarlıklı mı, veya bu insanların kendisini takıma aşık zannetmesi dünyada karşılaşılabilecek en vahim durumlardan biri midir, terkedildiği zaman "sevdiği"nin peşine düşen, "benim olacaksın" diyen, reddedilirse silah çekip vuran, ifadesinde "çok aşıktım" diyenlerden ne farkı vardır bunların, veya saplandığı yerden çıkmamakta direnen bir ruh hastasından ne farkı vardır, ben söyleyeyim, yoktur. iki kere sordum, bir cevap yazmadım, evet aşk saygınlık içermelidir. gözlerinin içine baktığında kalbini sarsan birine "senden hoşlanıyorum" demek örneğin benim gözümde büyük saygısızıktır, zira insan hoşlandığı kişi ile arkadaş olur, bunu da söylemesine gerek yoktur, bu cümleyi hislerinin cümlelere dökülmüş hali olarak görenlere de kafam girsin. bunun dışında aşk, aşık olunana saygıyı gerektirir, bu yüzden "hastası olmak" ile aşık olmak farklı kavramlardır. içten olmak doğal olarak getirir bu saygıyı, işte bu içtenlik yok insanlarda artık. kimse kendisinin hatalı olabileceğine inanmıyor, hatasını kabul etse bile aynı hatayı onuncuya yapıyor, taraftar da böyle. 2000'de başlayan süreç ile birlikte şu dönem içinde rezil kepaze bir konuma gelen galatasaray taraftarı hatalı olduğuna inanmıyor. reisler, başkanlar, çakma reisler, amigolar, "ben de reis olucam" idolojisini ruhuna yedirenler, reislerin kalça nahiyesini yalamakla meşgul olanlar, tribünde başarılı olduğunu zannedenler, alayına gitmeye çalışanlar, taraftarlığı takıma destek değil, takım üzerinden prim yapma aracı olarak görenler tribünün bir yarısını, olan biteni kavrayamayanlar, tribünlerin kendi yüzüne tüküren haline tükürenler, bu kaos ortamının nedenini aramayı düşünmeyenler öbür yarısını oluşturuyor.
bu olay tribün dışında da böyle. etrafında "büyük" taraftar olarak bilinmek isteyenler, "bu takım için ölüme giderim hacı" insancıkları, televizyonun başında bile küfür dağarcığını sonuna kadar kullananlar, takımın devamlı olarak kötü yönetildiğini söyleyenler, sabır denen olgudan nasıbini almamış olanlar, fikir sahibi olmadan yazmaya çalışanlar, birikimi sıfırın altında olmasına rağmen grup oluşturmaya çalışanlar, kendisini en şahane taraftar zannedenler taraftarların bir bölümünü oluşturuyor, öbür bölümünü ise... lan öbür bölümünü de bunlar oluşturuyor aslında. oldukça küçük bir azınlık aklı başında olan insanlar, takımı sevmenin, desteklemenin ötesinde bir şey olmadığının farkında olanlar, gerçekten aşık olanlar. hani birine aşık olduğunuzda her türlü akıl dışı olayın içine girmeniz doğaldır ya, futbolda böyle değildir. hatta tam tersidir. bu söylediğimi açmayı, daha detaylı anlatmayı reddediyorum, bu yazıyı da burada kesiyorum, devamını kendiniz yazın. aşk bazen tek başına kalıp düşünmektir. yok lan şaka yazı fazla iğrenç ve deneysel oldu daha fazla uzatırsam okunmaz bir hal alacak ondan bıraktım.
peki "ne bakıyorsun" cümlesinin sebebi nedir, ne bakıyorsun, niye bakıyorsun, sahi niye bakıyorsunuz, veya karşınızdaki neden rahatsız olabiliyor bakışlarınızdan, bir insan neden gözlerine bakar karşısındakinin, veya neden baktığını açıklamak zorunda mıdır, daha da ilginci bunun cevabını dürüst olarak verse ağzının ortasına bir tokat yemez mi, onu geçtim ne zaman "seni seviyorum", "senden hoşlanıyorum"a dönüştü, neden bu kadar amerikan, bu kadar avrupai seviyoruz artık, kaybetme korkusu mu, seviyorum dedikten sonra "ıyyy salak" olarak değerlendirilme korkusu mu, zannetmiyorum. gerçi ben seni seviyorum cümlesinden sonra resmen kaçabilecek, korkacak, daha vahimi kayışı koparabilecek insanlar var bu dünyada, e peki tamam sevmiyorum, hoşlanıyorum, oldu mu, o zaman oldu, "çıkabiliriz". bu mudur aşkın izlemesi gereken yol, peki tamam, seni seviyorum cümlesi mümkün olabilecek en yanlış insana da söylenmiş olabilir, kendimden biliyorum, ama bu bir başkasını sevmenin önünde engel midir, korku var mıdır ki aşkın içinde, sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek mi yer, veya aşk insana dilinin acısını unutturabilir mi, belki.
daha da ötesi, aşk söylemek midir, "seni seviyorum" demek midir, "sen var ya sen" midir, bunu haykırmak mıdır aşkın göstergesi, başkalarına duyurabilmek midir aşkın çekirdeği, yoksa "platonik" olarak isimlendirilen, bir yandan da eziklik göstergesi sayılan aşk daha mı saygındır, peki aşk saygınlık içermeli midir o zaman, gurur ve saygı arasındaki fark nedir, laubaliliğin sınırlarında dolaşan bir aşk ne kadar aşktır, arkasından ölüme gidebileceğim, ama beni neredeyse tanımayan biri için hissettiklerim, gidip onunla iki ay "çıktıktan" sonra sevişmemden daha mı az "olması gereken"dir, öyle değilse neden öyleymiş gibi davranıyor insanlar, öyleyse aşk ne kadar anlaşılabilir durumda, aşk diye ne yaşanıyor, veya her olguya yaptığımız gibi bunu da sündüre sündüre başka ve çirkin bir yaratığa mı dönüştürdük, bu çirkinliğin peşinden mi koşuyoruz farkında olmadan, veya dibine kadar farkında olarak yaşadıklarımızın.
peki bunu futbola nasıl uyarlayabiliriz, bir şarkıya aşık olabiliyoruz, bir takıma da aşık olabiliyoruz doğal olarak. takıma aşık taraftar, takım için ölüme gidecek taraftar, takımı için öldürecek taraftar... bunlar var bu dünyada, biraz yüzeyselleşmek gerekirse (açılın uyduruyorum) dört tip taraftar var, takımı hayatı zanneden ve takımda işler yolunda gitmediğinde ruhsal sorunlar yaşayan birinci grup, takımdan haberdar olmayan ama sorsan "şu takımlıyım" diyecek ikinci grup, takımı takip eden ama hayatının merkezine almayan üçüncü grup, takımı takip eden, takımın sevinciyle sevinen, üzüntüsüyle üzülen, takımın sorunlarını çözemeyecek olsa bile kendi içinde bunların sıkıntısını yaşayan, yine de hayatının geri kalan kısmını bunlardan ayrı tutmayı başarabilmiş, takım dışında futbolu da genel olarak seven dördüncü grup. bunların arasında kalanlar da olacaktır büyük ihtimalle, üçüncü grubun içinde olduğunu zannedip ikinci grupta takılan, veya birinci grupta olmayı marifet sananlar daima vardır. peki aşk burada nerede duruyor, hiçbir yerde durmuyor. aşk futbolun içine yayılmış durumdadır zaten. birinci grup iki ay "çıktıktan" sonra sevişmeye başlayan, bunu amaç edinen gruptur, ikinci grup "hoşlanan" gruptur, üçüncü grup mantık evliliği arayışında olan gruptur, dördüncü grup platonik seven gruptur.
başa dönüyorum, aşk saygınlık içermeli midir, gurur ve saygı arasındaki fark nedir, laubaliliğin sınırlarında dolaşan bir aşk ne kadar aşktır, stada gidip "aşkı" uğruna sahaya su yağdıran, yumurta atan, rakip taraftarların canına kasteden, toplu küfür etmek için bekleyen bir kişi aşık mıdır, yoksa içten pazarlıklı mı, veya bu insanların kendisini takıma aşık zannetmesi dünyada karşılaşılabilecek en vahim durumlardan biri midir, terkedildiği zaman "sevdiği"nin peşine düşen, "benim olacaksın" diyen, reddedilirse silah çekip vuran, ifadesinde "çok aşıktım" diyenlerden ne farkı vardır bunların, veya saplandığı yerden çıkmamakta direnen bir ruh hastasından ne farkı vardır, ben söyleyeyim, yoktur. iki kere sordum, bir cevap yazmadım, evet aşk saygınlık içermelidir. gözlerinin içine baktığında kalbini sarsan birine "senden hoşlanıyorum" demek örneğin benim gözümde büyük saygısızıktır, zira insan hoşlandığı kişi ile arkadaş olur, bunu da söylemesine gerek yoktur, bu cümleyi hislerinin cümlelere dökülmüş hali olarak görenlere de kafam girsin. bunun dışında aşk, aşık olunana saygıyı gerektirir, bu yüzden "hastası olmak" ile aşık olmak farklı kavramlardır. içten olmak doğal olarak getirir bu saygıyı, işte bu içtenlik yok insanlarda artık. kimse kendisinin hatalı olabileceğine inanmıyor, hatasını kabul etse bile aynı hatayı onuncuya yapıyor, taraftar da böyle. 2000'de başlayan süreç ile birlikte şu dönem içinde rezil kepaze bir konuma gelen galatasaray taraftarı hatalı olduğuna inanmıyor. reisler, başkanlar, çakma reisler, amigolar, "ben de reis olucam" idolojisini ruhuna yedirenler, reislerin kalça nahiyesini yalamakla meşgul olanlar, tribünde başarılı olduğunu zannedenler, alayına gitmeye çalışanlar, taraftarlığı takıma destek değil, takım üzerinden prim yapma aracı olarak görenler tribünün bir yarısını, olan biteni kavrayamayanlar, tribünlerin kendi yüzüne tüküren haline tükürenler, bu kaos ortamının nedenini aramayı düşünmeyenler öbür yarısını oluşturuyor.
bu olay tribün dışında da böyle. etrafında "büyük" taraftar olarak bilinmek isteyenler, "bu takım için ölüme giderim hacı" insancıkları, televizyonun başında bile küfür dağarcığını sonuna kadar kullananlar, takımın devamlı olarak kötü yönetildiğini söyleyenler, sabır denen olgudan nasıbini almamış olanlar, fikir sahibi olmadan yazmaya çalışanlar, birikimi sıfırın altında olmasına rağmen grup oluşturmaya çalışanlar, kendisini en şahane taraftar zannedenler taraftarların bir bölümünü oluşturuyor, öbür bölümünü ise... lan öbür bölümünü de bunlar oluşturuyor aslında. oldukça küçük bir azınlık aklı başında olan insanlar, takımı sevmenin, desteklemenin ötesinde bir şey olmadığının farkında olanlar, gerçekten aşık olanlar. hani birine aşık olduğunuzda her türlü akıl dışı olayın içine girmeniz doğaldır ya, futbolda böyle değildir. hatta tam tersidir. bu söylediğimi açmayı, daha detaylı anlatmayı reddediyorum, bu yazıyı da burada kesiyorum, devamını kendiniz yazın. aşk bazen tek başına kalıp düşünmektir. yok lan şaka yazı fazla iğrenç ve deneysel oldu daha fazla uzatırsam okunmaz bir hal alacak ondan bıraktım.