şampiyonlar ligi maçlarında ertesi gün okul bahane edilerek zorla yatağa gönderilirdiniz, eğer kendinize ait bir odanız yok da oturma odasına yatak serilip yatıyorsanız şanslı sayılmaktaydınız.
227
maç günleri maçların 12 civarı bitmesinden dolayı geç yatan ve her maç sabahı okula, uykusuz ama gururla gitmek demektir. okul yolunda uykulu ve yüzünde tebessüm bulunan her çocuğa "renktaş" diyebilmektir.
228
genç yaşta her başarıyı tatmış, kupalara sevinçlere alışmış başka bir sonuç kabul edemez olmaktır. bu durum büyük handikap oluşturur bugünki hayatımızda. 90 larda kadıköy laneti bulunmamaktaydı, ilk modern stadı biz yapacaktık, avrupa devleri sami yen'de neye uğradıklarına şaşardı, anadolu takımlarına karşı alınan herhangi bir beraberliğin bile kabulu açıklaması olamazdı (bugünlerde bazen 1 puan iyi karşılanıyor). cocukluğumuz babamıza araba ile kupa turuna çıkalım diye yalvararak geçti, pazartesi okula gitmek en zevkli şeydi, hele de şampiyonlar ligi maçı için babadan izin alınıp 12 lere kadar oturulmuş bir de galibiyet gelmiş ise çarşamba perşembe günleri müdür ile kavga göze alınır atkı geçirilirdi sırtımıza okula girerken, göğüs gerile gerile.
şimdi ne yapsın bu büyümüş cocuk 3 senedir kupa görmüyor avrupa yok, kabullenemez tabi.
229
babanızın sizi fenerbahçe maçlarına götürüp, bir değil iki üç tane forma alıp sizi fenerbahçeli yapmaya çalışacağı yıllardır benim için. tabi bunlara rağmen belki de bunlara inat galatasaraylı olmaktır sonuna kadar!
230
dayımın aldığı parçalı vakıfbank reklamlı formayı giyip mahallede gurula çıkıp top oynamaktır.
231
herşey bir yana "eninde sonunda galatasaray * formasını giyecek bir futbolcu olma hayali" taşımaktır.
232
şampiyonlar ligindeki tek türk takımının taraftarı olmanın gururunu yaşamaktır. kaçan gol pozisyonlarında ağlamak, takımla ilgili olumsuz bir söz duyduğunda ağlayarak savunmaktır. babam beni maça götürsün diye gözlerinin içine bakmaktır.
233
o zamanlar maçlar gündüz ders saatinde oynandığı ve gizli gizli radyodan maç dinlendiği hatta bazen kafa dengi bir hoca ile birlikte dinlendiği için en büyük hayalinizin cep televizyonu olmasıdır.
234
doksanlı yılların galatasaraylı çocuğu olmak bir başkadır. hagi, hakan şükür, capone, suat, hakan ünsal, mario jardel, taffarel, okan buruk, popescu gibi efsane kadroyu görebilmektir. 17 mayıs destanını, galatasaray'ın 4 yıl üst üste şampiyon olmasını, süper kupa'yı hatırlamaktır. her hatırlayışta göğsümüz kabararak anlatmaktır. küçücük yüreklerimizin cimbombom diye atmasıdır. böyledir işte 90'lı yıllarda galatasaray'lı çocuk olmak.
235
2000'lerin hemen başında galatasaray'ın deportivo la coruna-milan-paris saint germain'li inanılmaz zor bir gruptan son maçı formaliteden oynayacak şekilde rahatça çıkabildiğini görebilmektir.
236
o zamanların heyecanı başkaydı be sözlük. takımda ahmet oynamış, mehmet oynamış, hasan sakatlanmış, hüseyin iyileşmiş bakmazdık. çünkü kadroda 18-20 kişi varsa, hepsi birbirini tamamlayan, canını dişine takıp, ceza veya sakatlık sebebiyle oynamayan arkadaşlarını aratmamak için, iki kişilik oynayan futbolculardı. zaten 90'lı yıllarda galatasaray'ımızın kazandığı başarılarda, arkadaşlığın, özverinin ve yardımlaşmanın yeri büyüktü. bir takım düşünün ki; 90 dakika pres yapsın, önde bassın ve bu pres ile yorulduğu yetmezmiş gibi kaptığı toplarda da rakip kaleye ok gibi gidebilsin. işte o zamanki galatasaray'ımız tam olarak buydu, öylesine buydu ki; bu söylediklerimi makina gibi işletebiliyorlardı. 2-0 geriye düştüğümüz maçlarda bile moralimizi bozmadan maçı izlemeye devam ederdik. çünkü bilirdik ki bizim takım bu maçı çevirebilecek güçte. maçlardan sonra kendimizi sokaklara atıp, deli gibi eğlenmek gibisi yoktu sözlük. meşaleler, her yer sarı kırmızı araçlarla dolar taşar, kornalar çalınır, şampiyonlar ligi maçları sonrası star tv'de sanatçıların galatasaray'ımız için özel hazırladığı şarkılar çalar, kazandığımız maçların videoları tekrar tekrar izlenir, ertesi gün okulda maçların kritiği yapılır, mahallede arkadaşlarla futbol oynarken hagi'nin roberto carlos'a attığı çalımı arkadaşına atmaya çalışırsın, hakan şükür gibi kafayla gol atmaya çalışırsın, taffarel gibi penaltı kurtarmaya çalışırsın, vs. vs. kısacası galatasaray bir yaşam tarzıdır be sözlük. işte 90'lı yıllarda galatasaray'lı çocuk olmak böyle bir şeydir, sözlük.
237
önünde showtv reklamı düz sarı forma sahibi olmaktır.
238
telaşlı ve gergin bekleyiş, kalan son 4 dakika, dean saunders'ın sahneye çıkışı, souness'ın bayrak dikişi.
239
benim de aralarında bulunduğum nesildir. böylesi başarılara tanıklık edebilecek başka bir nesil gelir mi bilinmez. ancak o zamanların tadı hala dünmüş gibi hatırlanmaktadır. çarşamba akşamları saat 21.45'i iple çekmek, cumartesi günleri öğlen star tv'de şampiyonlar ligi özetlerini izlemek, sokak arası futbol ve takım tartışmalarında konu ne olursa olsun konuyu avrupa başarılarına getirmek suretiyle galip gelmek, üzerinde galatasaray ambleminin ya da ibaresinin bulunduğu herhangi bir şeyi okulda gururla taşırken kıskanç bakışlarla muhatap olmak bu neslin belirleyici özellikleri arasında yer almaktadır. en önemli özelliklerinden birisi de 2000'li yıllarda futbol anlamında yaşanılan her hayal kırıklığından sonra youtube'a girip arama bölümüne galatasaray-arsenal 17 mayıs 2000 uefa kupası finali yazmaktır.
240
adnan polatı yarı allah sanan çocukluktur*adnan polat benim gözümde o yıllarda efsane ötesi bir karakterdi. o konuşunca o kadar inanırdım ki...
şimdi bakıyorum o mit, efsane adnan polat ne hallerde? ya biz büyüdük kirlendi dünya ya da adnan başkan çok değişti.
241
rerererarara daha çocuk yaşta sana enjekte edilir. sen avrupa maçları görürsün hiç bir amacın olmasa bile galibiyet istersin çünkü o şans sadece sende vardır. hiç bir şeyi etkilemeyecek maçlarda yenilince ağlarsın. hagi bilbao'ya o enfes golü attığında çocuk yaşta sevinmek ne onunla tanışırsın. chelsea'ye 5-0 yenildiğin maçta okula gitmemek için yalvarırsın. milan maçında stada giderken yendiğimizde veya yenildiğimizde ne olacağını bilmezsin sadece galibiyet istersin ve sadece büyük futbolcuları bildiğin için her şeyiyle ümit'in penaltıyı kullanmasını istemezsin. ümit'i tanırsın ama penaltı atabilir mi bilmezsin çünkü. bologna maçına gidebilmek için 5-10 dakika içinde ödevlerini bitirirsin ama zalim istanbul trafiği buna engel olur. uefa finaline giden baban seni okulun olduğu için maça götürmez o gün okula lanet eder bir daha da sevmezsin. babana küsersin ama zaferle döndüğünde kucağına atlarsın "babaa!!! şampiyonuz!!!!" diye.
90'lı yıllarda çocuk olmak muhteşemdir ya hani. bir de galatasaraylıysan eğer 90'lı yıllar unutulmazındır. bu kelimeleri yazarken bile gözlerin dolar çünkü...
242
şampiyonlar ligi'ni star tv'de mavi simgeyle izlemektir...
243
roger ljung'u tanıyor olmaktır...
244
krallar gibi yaşamak...
245
daha öncekilerin imrendiği, daha sonrakilerin de tam olarak anlayamadığı olmaktır. çok başkadır çok...
246
önünde showtv reklamı olan düz sarı formayla sokakta top oynamaktır.
247
takimda bireyleri degil, komple takimi konusmaktir.
248
92'li olunmasına karşın 2000 uefa kupası galatasaray-arsenal maçını net bir şekilde hatırlamaktır.
249
2000'li yıllarda bunalıma girmektir.
250
seni alaya almaya çalışan manchestar'a, 'we are the best galatasaray' demektir.