1-2 gündür okuduğum entryler yüzünden, açıklamasını yapmaya niyetlendim kendimce.
kökeni
taraf olmaktır...
çoğumuz, ilk olarak kaç yaşlarında bu renklere gönül verdiğini hatırlamaz.
biri, yeni alınan ve
ilk forma özelliğini taşıyan parçalıya aşık olmuştur;
bir diğeri ise sarı kırmızı renkli deri futbol topuna...
önemli olan, o renklere ait hissedebilmektir.
babam, 52 yaşında.
çocukluğundan itibaren de
fenerbehçeliymiş.
gün gelmiş, 30lu yaşlarında heyecanını kaybetmiş,
"gereksiz" diye nitelemiş,
takım tutmayı bırakmış.
fenerbahçe'yi tutmasındansa, taraf olmamasını desteklemek gerekir insanların,
o yönden örnek bir davranıştır peder beyin hareketi...
ancak, ben ve benim birader,
her nasıl olmuş da galatasaraylı olmuşsak,
babam da o gün bugündür bizim camiadan sayılır.
ömründe gitmediği fener maçına,
beni mutlu etmek için götürdüğü galatasaray maçlarında gitmiştir.
taraf olan oğlunun,
tarafını tutmuştur.
gelelim kendimize,
biz manyak, psikopat, cebimizdeki üç kuruşu takımımız yoluna harcayan gönlü bol adamlara...
ben de biliyorum, takım tutmanın bana maddi olarak gelir getirmeyeceğini,
ya da çok sevdiğim fenerbahçeli arkadaşımı, bir futbol maçı nedeniyle kırmamam gerektiğini,
tesislerden topçuları uğurlarken, aslında o
milyon euroluk adamların beni pek sallamayacaklarını...
ama ben bilmiyordum,
jardel topa dokunup da real madrid'i yıktığımızda,
daha el kadar çocuk iken,
ailem haricinde başka bir kavram için göz yaşı dökeceğimi...
ya da bilmiyordum,
ilk defa
stadyumda maç izlerken,
hagi'nin denizlispor ağlarına frikikten attığı gol sonrası,
deli gibi bağırıp da, denizli tribünlerinden "çocuktur, ellemeyin" tepkisi alacağımı...
ya da öğrenmeliydim,
zamanında kahraman diye sevdiklerimin,
günü gelip üç kuruş para için saçma sapan yollara gideceklerini...
fazla edebi oldu, toparlıyorum.
cebinde 100 lirası olup da,
kendisine fayda sağlamayacak olan bir spor dalı karşılaşmasına 100 lira basanlardan biriyim ben.
ben de biliyorum,
bana bu durumun hiçbir getirisi olmayacağını.
ama her şey de getiri götürü değil kardeşim.
teka'nın bir ankastre markası olduğunu değil,
kaybeden dünya devinin beyaz formasının göğsünde duran ilginç bir logo olduğunu bilen bir nesiliz biz.
saçma sapan bir telefon melodisini,
ya da aygaz arabasının geri geri gelirken mahallede çıkardığı sesi duyduğumuzda,
aklımıza
popescu'nun penaltısı gelir örneğin...
kolumuz çıksa yerinden,
omuzdan hem de,
bülent gelir gözümüzün önüne,
düzeliriz hemen, sakinleşiriz...
biz, bu renklere aitiz...
başkası da, farklı renklere...
ama şunu düşünüyorum;
hayatımdan
galatasaray'ı çıkarsam,
tribünü, bayrakları, formaları,
atkı koleksiyonumu,
armalı bardaklarımı, kartlarımı, kıyafetlerimi...
çok boş geliyor gerisi...
çünkü,
kız arkadaşın terk eder,
annen ya da baban sana kızar, küser,
çok yakın arkadaşın belki seni çok üzer...
ama takım orda,
yerinde...
bir sonraki maçta, yine aynı heyecanı yaşatacaksa sana,
sakın ondan vazgeçme...