24
bir acayip duygular sağanağı.
birileri aslında sadece işini yapıyorken siz hayatınızı onların yaptığı ya da yap(a)madığı şeylere göre şekillendiriyorsunuz.
akıl işi değil. insan gerçekten hayret ediyor bazen...
ki artık bu kadarı da yetmiyor. bilmek zorunda olduğun ya da istemeden de olsa bilip pozisyon aldığın bir milyon tane konu olmak zorunda. hangi youtube kanalında kim kime ne demiş, sosyal medyada kim kimi takip etmiş, kim kime ne laf atmış, kim kimi linç etmiş, kim kimi linç ediyor, benim kimi linç etmem ya da destek olmam gerekiyor, kim kiminle sponsor, kimin eli kimin cebinde, hangi yöneticiyle hangi yöneticinin çıkar ilişkisi var, hangi kulüp hangi ittifakı hedefleyerek hangi eylemi yapmış...
hangi futbolcu kaç tane top ezmiş, hangi futbolcunun cv'sinde hangi maç varmış, hangi topçuya hoca hangi çalışmayı yaptırmış, hangi futbolcu maçın hangi bölümünde sahanın neresinde kaç pas yapmış, hangi hocanın taktiği bizim takıma daha uygunmuş, hangi dizilişin neresini modifiye etsek daha optimum olur, hangi futbolcu aslında bunları yapabiliyor da sistemden dolayı yapamıyor...
sonsuza kadar uzayıp giden listeler...
bütün bu yük açıkçası bir taraftar olarak bana artık ağır geliyor. zaten taraftarlık da zorlaşmaya başladı. maç biletleri birim fiyat olarak avrupa'nın belki de en yükseği. yol ve maç günü masrafını saymadım bile. kaldı ki pandemi nedeniyle bir süre daha böyle sıkışık fikstürler devam edecek, en olmadık gün ve saatlerde maçlar oynanabilecek. istanbul'da ya da civarda oturup maçlara gidip gelebilen taraftar için inanılmaz zorluklar yaratıyor bu konu. 10 sene geçmiş olmasına rağmen hala daha kendi stadımızdan çıkıp ev yoluna düşebilmek problem. mesai günü akşam 7 maçına yetişmek problem, 8-9'dan sonraki maçlardan eve yetişmek problem. eve yetişse ertesi gün işe gitmek problem...
hele bir de amatör branş maçına gideyim falan gibi dertleri varsa, durum daha da vahim. hangi takımın iç sahasının neresi olduğunu bazen kulüp bile bilemiyor. kadın/erkek takımlarının iki maçını arka arkaya aynı salona koymaya bile zahmet edemiyolar. 3-4 bin kişilik küçük bir salon inşa edip tüm branşları oraya toplayıp bir ivme yakalamak varken istanbul'un garip köşelerindeki salonlarda 15-20'şer kişiye mahkum ediyorlar takımları.
kaldı ki ekran başındaki izleyicilerimiz için bile yetişmek zor bazen. millet ağustos ayında gelecek mayıs'taki maçın gününü saatini bilirken sen bazen maça 2 gün kala saatini öğrenebiliyorsun. özel sektör artık milletin suyunu sıkıyor. mesaiydi, toplantıydı, trafikti oydu buydu derken işten eve ulaşıp 2-3 saat ayakta kal, uyu uyan tekrar işe git şeklinde geçiyor günler. maçı erken saate koysalar yetişemiyorsun, geç saate koysalar izlerken ya uyuyakalıyorsun ya da ertesi günü uykusuz geçireceğini düşünüyorsun. haftada bir gün iznin oluyor, ertesi sabah nasıl uyanacağını düşünmeden rahat rahat takılabileceğin bir akşamın oluyor. arkadaş grubunla ya da ailenle bir plan yapıyorsun hafta başında. hop federasyon haftanın programını veriyor, takımın maçı o akşam(mış)...
onu da geçtik, galatasaray futbol takımı'nın her maçını izleyebilmek için bu sezon 2 farklı yayın platformuna üye olman gerekiyor. basketbol ve voleybolu da katarsan bu sayı 3'e çıkıyor. bunların sezonluk üyelik masrafı neredeyse kombine bilet fiyatıyla kafa kafaya. bunun ikisinin kafa kafaya gidiyor olması normal mi, o konuda çok yorum/kıyaslama yapabileceğimi sanmıyorum.
sezonun en dolu zamanlarında haftada ikişer futbol, basketbol ve voleybol maçı olsa sadece ekran başından izlemek yaklaşık 12 saatlik bir mesai yapıyor. ben kendimden örnek verirsem sabah 5:30-5:45 gibi uyanıp 7'de iş başında oluyorum. akşam 6 civarı eve dönmüş oluyorum. akşam 9 gibi uyumasam da artık pek bir şey algılayamayacak bir halde oluyorum. 6 günde 18 saatim var yani aslında. ki istanbul'da yaşayan biri için bu serbest zaman çok daha kısadır, buna karşılık 5 tane iç saha maçı için gereken süre çok ortalama hesapla 20 saat civarındadır.
hafta sonu tatili diye bir şey öğrenciler ve memurlar için var sadece. cumartesi öğleden sonra iki branş maçı izlemenin bedeli çoğunluk için pazar mesaisi demek. ekran başında olan seyircilerimiz içinse bazen sadece 2 saatlik maça yetecek bir internet paketi satın alıp kuytu bir köşede çaktırmadan izlemek demek.
bu örnekler böyle böyle uzayıp gidiyor. hobi olarak yaptığımız şey aslında bir fedakarlık yığınına dönüyor. bunun karşılığında da beklenti olmasa da doğuyor bir noktadan sonra. taraftarlık denen kurum oysa bu beklentiyi karşılamaktan uzak bir kurum. bunların dışında genel olarak zaten hayatlarımız zahmetli ve fedakarca gibi geliyor, o acımasızlığı ve intikam hissini her yere taşıyoruz. hiçbir şey bulamasak ben senden daha taraftarım ya da ben senden daha iyi anlarım yarışına giriyoruz. o yarışta geri kalmamak uğruna olur olmadık işler yapıyoruz...
tüm bunlar bile zaten taraftarlığı keyiften ya da kendine iyi gelen bir şeyden çok uzaklara alıp götürüyor. yetmez gibi sürekli bir toksik bilgi/söylem akışı var. voleybol ve basketbolda komisyoncular ve bahisçilerin dezenformasyonları arasında tutunmaya çalışıyorsun. futbolda zaten konu bir tek futbola gelmiyor.
tüm bunlar insanı hakikaten yoruyor. gerçek bir taraftarlığı hissetmek artık çok zor. ne kadar niyetin o olmasa da etrafında kopan kıyamet ve o kıyametten sürüklenip gelen bombardımana kayıtsız kalmak çok daha zor. gerek maddi gerek manevi sebeplerden dolayı taraftarlığı yaşayabilmek bile zor...
gerçekten bu devirde hala sadece taraftarlık yapmaya çalışan herkese allah sabır ve güç versin...
birileri aslında sadece işini yapıyorken siz hayatınızı onların yaptığı ya da yap(a)madığı şeylere göre şekillendiriyorsunuz.
akıl işi değil. insan gerçekten hayret ediyor bazen...
ki artık bu kadarı da yetmiyor. bilmek zorunda olduğun ya da istemeden de olsa bilip pozisyon aldığın bir milyon tane konu olmak zorunda. hangi youtube kanalında kim kime ne demiş, sosyal medyada kim kimi takip etmiş, kim kime ne laf atmış, kim kimi linç etmiş, kim kimi linç ediyor, benim kimi linç etmem ya da destek olmam gerekiyor, kim kiminle sponsor, kimin eli kimin cebinde, hangi yöneticiyle hangi yöneticinin çıkar ilişkisi var, hangi kulüp hangi ittifakı hedefleyerek hangi eylemi yapmış...
hangi futbolcu kaç tane top ezmiş, hangi futbolcunun cv'sinde hangi maç varmış, hangi topçuya hoca hangi çalışmayı yaptırmış, hangi futbolcu maçın hangi bölümünde sahanın neresinde kaç pas yapmış, hangi hocanın taktiği bizim takıma daha uygunmuş, hangi dizilişin neresini modifiye etsek daha optimum olur, hangi futbolcu aslında bunları yapabiliyor da sistemden dolayı yapamıyor...
sonsuza kadar uzayıp giden listeler...
bütün bu yük açıkçası bir taraftar olarak bana artık ağır geliyor. zaten taraftarlık da zorlaşmaya başladı. maç biletleri birim fiyat olarak avrupa'nın belki de en yükseği. yol ve maç günü masrafını saymadım bile. kaldı ki pandemi nedeniyle bir süre daha böyle sıkışık fikstürler devam edecek, en olmadık gün ve saatlerde maçlar oynanabilecek. istanbul'da ya da civarda oturup maçlara gidip gelebilen taraftar için inanılmaz zorluklar yaratıyor bu konu. 10 sene geçmiş olmasına rağmen hala daha kendi stadımızdan çıkıp ev yoluna düşebilmek problem. mesai günü akşam 7 maçına yetişmek problem, 8-9'dan sonraki maçlardan eve yetişmek problem. eve yetişse ertesi gün işe gitmek problem...
hele bir de amatör branş maçına gideyim falan gibi dertleri varsa, durum daha da vahim. hangi takımın iç sahasının neresi olduğunu bazen kulüp bile bilemiyor. kadın/erkek takımlarının iki maçını arka arkaya aynı salona koymaya bile zahmet edemiyolar. 3-4 bin kişilik küçük bir salon inşa edip tüm branşları oraya toplayıp bir ivme yakalamak varken istanbul'un garip köşelerindeki salonlarda 15-20'şer kişiye mahkum ediyorlar takımları.
kaldı ki ekran başındaki izleyicilerimiz için bile yetişmek zor bazen. millet ağustos ayında gelecek mayıs'taki maçın gününü saatini bilirken sen bazen maça 2 gün kala saatini öğrenebiliyorsun. özel sektör artık milletin suyunu sıkıyor. mesaiydi, toplantıydı, trafikti oydu buydu derken işten eve ulaşıp 2-3 saat ayakta kal, uyu uyan tekrar işe git şeklinde geçiyor günler. maçı erken saate koysalar yetişemiyorsun, geç saate koysalar izlerken ya uyuyakalıyorsun ya da ertesi günü uykusuz geçireceğini düşünüyorsun. haftada bir gün iznin oluyor, ertesi sabah nasıl uyanacağını düşünmeden rahat rahat takılabileceğin bir akşamın oluyor. arkadaş grubunla ya da ailenle bir plan yapıyorsun hafta başında. hop federasyon haftanın programını veriyor, takımın maçı o akşam(mış)...
onu da geçtik, galatasaray futbol takımı'nın her maçını izleyebilmek için bu sezon 2 farklı yayın platformuna üye olman gerekiyor. basketbol ve voleybolu da katarsan bu sayı 3'e çıkıyor. bunların sezonluk üyelik masrafı neredeyse kombine bilet fiyatıyla kafa kafaya. bunun ikisinin kafa kafaya gidiyor olması normal mi, o konuda çok yorum/kıyaslama yapabileceğimi sanmıyorum.
sezonun en dolu zamanlarında haftada ikişer futbol, basketbol ve voleybol maçı olsa sadece ekran başından izlemek yaklaşık 12 saatlik bir mesai yapıyor. ben kendimden örnek verirsem sabah 5:30-5:45 gibi uyanıp 7'de iş başında oluyorum. akşam 6 civarı eve dönmüş oluyorum. akşam 9 gibi uyumasam da artık pek bir şey algılayamayacak bir halde oluyorum. 6 günde 18 saatim var yani aslında. ki istanbul'da yaşayan biri için bu serbest zaman çok daha kısadır, buna karşılık 5 tane iç saha maçı için gereken süre çok ortalama hesapla 20 saat civarındadır.
hafta sonu tatili diye bir şey öğrenciler ve memurlar için var sadece. cumartesi öğleden sonra iki branş maçı izlemenin bedeli çoğunluk için pazar mesaisi demek. ekran başında olan seyircilerimiz içinse bazen sadece 2 saatlik maça yetecek bir internet paketi satın alıp kuytu bir köşede çaktırmadan izlemek demek.
bu örnekler böyle böyle uzayıp gidiyor. hobi olarak yaptığımız şey aslında bir fedakarlık yığınına dönüyor. bunun karşılığında da beklenti olmasa da doğuyor bir noktadan sonra. taraftarlık denen kurum oysa bu beklentiyi karşılamaktan uzak bir kurum. bunların dışında genel olarak zaten hayatlarımız zahmetli ve fedakarca gibi geliyor, o acımasızlığı ve intikam hissini her yere taşıyoruz. hiçbir şey bulamasak ben senden daha taraftarım ya da ben senden daha iyi anlarım yarışına giriyoruz. o yarışta geri kalmamak uğruna olur olmadık işler yapıyoruz...
tüm bunlar bile zaten taraftarlığı keyiften ya da kendine iyi gelen bir şeyden çok uzaklara alıp götürüyor. yetmez gibi sürekli bir toksik bilgi/söylem akışı var. voleybol ve basketbolda komisyoncular ve bahisçilerin dezenformasyonları arasında tutunmaya çalışıyorsun. futbolda zaten konu bir tek futbola gelmiyor.
tüm bunlar insanı hakikaten yoruyor. gerçek bir taraftarlığı hissetmek artık çok zor. ne kadar niyetin o olmasa da etrafında kopan kıyamet ve o kıyametten sürüklenip gelen bombardımana kayıtsız kalmak çok daha zor. gerek maddi gerek manevi sebeplerden dolayı taraftarlığı yaşayabilmek bile zor...
gerçekten bu devirde hala sadece taraftarlık yapmaya çalışan herkese allah sabır ve güç versin...