29
cebinde bir kağıt parçası, elinde ekmek arası köfte ile, yaklaşırsın.
sen adım attıkça, daha da büyür o devasa yapı...
etrafından insanlar geçer, formasız, atkısız...
anlam veremezsin onlara.
çünkü o akşam, takımın adına çok önemli bir gecedir,
ilgisiz adam olmamalıdır neredeyse çevrende.
gişelere gelirsin,
basit bir üst araması geçirirsin.
o an en büyük endişen, cebindeki bozuk paraların alınıp alınmamasıdır.
çünkü o bozuk paralarla, belki içeride su alacaksın,
belki çıkışta bir bira içeceksin,
belki de yol parası yapacaksın.
ama asla, hakeme o metalleri atmayacaksın.
gişelerden güç bela geçmektesin,
artık büyük kısmı atlatmışsın.
stadyumun turnikesine yaklaştıkça, ses daha da bir artacak,
hem de boğukluktan netliğe doğru geçiş yapacak;
alemin kralı geliyor, geliyor, geliyor
anlayacaksın ki, takım ısınmaya çıkmış sahaya,
ve sen biraz olsun geç kalmışsın.
adımların çabuklaşacak.
adına güvenlik denilen standart elbiseli abiler turnikelerin arkasında karşılayacak seni.
boyası atmaya başlamış stadyum koridorlarından geçiş yapacaksın.
biletinin bir kısmı yırtılmış, kalanı ise sana verilmiş şekilde duracak,
ve sen o kağıt parçasını, belki de ömrün boyu saklayacaksın.
hızlı ama sakin adımlarla basamakları çıkacaksın.
istemsizce sırıtacak suratın...
ve o basamaklar teker teker tükendiğinde,
sanki güneş tanrısı apollon troya sahilinde seni karşılıyormuşçasına kamaşacak gözlerin,
önündeki görüntünün altı yemyeşil, üstü bembeyaz olacak...
saniyelerle ölçülen bir körlük atlattıktan sonra, sahada ısınan futbolcuları,
ve yemyeşil çim sahayı göreceksin.
ve binlerce, on binlerce taraftarı...
ve bayrakları, formaları, atkıları...
yerinin nerede olduğunu düşünmek hemen aklına gelmeyecek,
o anın büyüsüne kapılacaksın.
tekrar tekrar mutlu olacaksın,
"iyi ki bu bileti almışım, iyi ki de bu stada gelmişim" diyeceksin...
yerini bulduğunda oturmak istemeyeceksin.
dakikalarca stadyumun tamamını süzeceksin.
skorboard'u inceleyeceksin, lobiler nerede diye bakacaksın.
jan janlı tribünlere doğru göz atıp, acaba hangi ünlünün maça gelmiş olduğunu görmeye çalışacaksın.
takım sahaya çıktığında, tek tek kimin kim olduğunu anlamaya çalışacaksın.
hocaya bakacaksın, televizyondaki hali ile kıyaslayacaksın.
sonra marşlara eşlik edeceksin,
ilk düdüğü duyduğunda içinde bir şeyler kopacak.
hangi tribünün nasıl bağırdığına şahit olacaksın.
her pozisyonda ayrı heyecanlanacaksın.
ve her kritik pozisyon sonrası, istemsizce tekrar görüntüsü bekleyecek gözlerin.
ama gelmeyecek.
işte zihnin orada uyaracak seni;
"burası stadyum, tekrar görüntüsü olmaz"
marşlara daha güçlü eşlik edeceksin...
sen adım attıkça, daha da büyür o devasa yapı...
etrafından insanlar geçer, formasız, atkısız...
anlam veremezsin onlara.
çünkü o akşam, takımın adına çok önemli bir gecedir,
ilgisiz adam olmamalıdır neredeyse çevrende.
gişelere gelirsin,
basit bir üst araması geçirirsin.
o an en büyük endişen, cebindeki bozuk paraların alınıp alınmamasıdır.
çünkü o bozuk paralarla, belki içeride su alacaksın,
belki çıkışta bir bira içeceksin,
belki de yol parası yapacaksın.
ama asla, hakeme o metalleri atmayacaksın.
gişelerden güç bela geçmektesin,
artık büyük kısmı atlatmışsın.
stadyumun turnikesine yaklaştıkça, ses daha da bir artacak,
hem de boğukluktan netliğe doğru geçiş yapacak;
alemin kralı geliyor, geliyor, geliyor
anlayacaksın ki, takım ısınmaya çıkmış sahaya,
ve sen biraz olsun geç kalmışsın.
adımların çabuklaşacak.
adına güvenlik denilen standart elbiseli abiler turnikelerin arkasında karşılayacak seni.
boyası atmaya başlamış stadyum koridorlarından geçiş yapacaksın.
biletinin bir kısmı yırtılmış, kalanı ise sana verilmiş şekilde duracak,
ve sen o kağıt parçasını, belki de ömrün boyu saklayacaksın.
hızlı ama sakin adımlarla basamakları çıkacaksın.
istemsizce sırıtacak suratın...
ve o basamaklar teker teker tükendiğinde,
sanki güneş tanrısı apollon troya sahilinde seni karşılıyormuşçasına kamaşacak gözlerin,
önündeki görüntünün altı yemyeşil, üstü bembeyaz olacak...
saniyelerle ölçülen bir körlük atlattıktan sonra, sahada ısınan futbolcuları,
ve yemyeşil çim sahayı göreceksin.
ve binlerce, on binlerce taraftarı...
ve bayrakları, formaları, atkıları...
yerinin nerede olduğunu düşünmek hemen aklına gelmeyecek,
o anın büyüsüne kapılacaksın.
tekrar tekrar mutlu olacaksın,
"iyi ki bu bileti almışım, iyi ki de bu stada gelmişim" diyeceksin...
yerini bulduğunda oturmak istemeyeceksin.
dakikalarca stadyumun tamamını süzeceksin.
skorboard'u inceleyeceksin, lobiler nerede diye bakacaksın.
jan janlı tribünlere doğru göz atıp, acaba hangi ünlünün maça gelmiş olduğunu görmeye çalışacaksın.
takım sahaya çıktığında, tek tek kimin kim olduğunu anlamaya çalışacaksın.
hocaya bakacaksın, televizyondaki hali ile kıyaslayacaksın.
sonra marşlara eşlik edeceksin,
ilk düdüğü duyduğunda içinde bir şeyler kopacak.
hangi tribünün nasıl bağırdığına şahit olacaksın.
her pozisyonda ayrı heyecanlanacaksın.
ve her kritik pozisyon sonrası, istemsizce tekrar görüntüsü bekleyecek gözlerin.
ama gelmeyecek.
işte zihnin orada uyaracak seni;
"burası stadyum, tekrar görüntüsü olmaz"
marşlara daha güçlü eşlik edeceksin...