vasatın bir tık üstü yetenekte her türk orta saha oyuncusu gibi belli bir dönemde yıldızını parlatıp, o rüzgar dinince azalarak biten abimiz. bunda türk futbol medyası ve izleyicisinin abartılı yaklaşımının da etkileri vardır.
ayhan akman gaziantepspor'da iken umut verici bir adamdı. o yıllarda anadoludan futbol üçer dakikalık tek kamera maç özetlerinden ibaretti hala. fena olmayan istatistikler, canlı yayınlanan maçlardaki dişe dokunur performans ve "bir ayhan var" eksenli haberler/sohbetler sonrası kapağı beşiktaş'a attı. işler güçler dizisinde de bahsedildiği gibi hücuma yönelik ortasaha olarak geldiği beşiktaş'tan önlibero olarak çıktı. galatasaray ile yeni sayfa açtığında yeteneklerinden ziyade hırsıyla dikkat çekti, bunu o mevki için fazla olan yetenekleri ile birleştirerek hatırı sayılır işler yaptı. yıllar sonra güven vermeyen bir takımda oyun kurucu mevkisine dönmek onu maskara yaptı.
emre belözoğlu doksanlı yılların türk futbol efsanelerindendi. çocuk yaşta türk futbol tarihinin en efsane kadrosunda yer buldu, dünya karmasına çağrılacak kadar kendini parlattı. yeteneği, sol ayağı ve hagi ile arasındaki usta-çırak ilişkisi sebebiyle çok büyük umutlar bağlandı kendisine. okan ve suat ile birlikte pres kavramına yeni anlamlar getirdiler. hagi gibi bir ustanın kanatlarının altında olmanın ve kendisinden asıl beklenenin doksan dakika boyunca baskı olmasının verdiği rahatlıklar dönem dönem yetenek gerektiren işler yaptı. önce inter gibi dönemin kurtlar sofrası bir takımına, sonrasında ise newcastle gibi "yetenekli orta saha" etiketiyle gidince beklentinin çok büyük olduğu bir ekibe gitti. özgüvenini kaybettikçe o "harika çocuk" yerini sahada deli danalar gibi koşup ona buna atarlanan bir adama bıraktı. türkiye'ye dönüş sonrası yaşadıkları, kariyerini gölgede bırakan agresifliğinin sebebini biraz da bu özgüven kaybında aramak gerek...
selçuk da 2000'lerin başında türk futbolunun önemli fabrikalarından dardanelspor'da adını duyurmaya başladı. ersun yanal tarafından manisaspor'a alındı. önce bu yazıda sergen yalçın ile birlikte ismi anılması gereken arda turan ile, sonra istikrarsız
burak yılmaz ile voltranı oluşturdu. burak ile kader birliği önce trabzon sonra da istanbul'da devam etti. gerek manisa'da, gerek trabzon'da gerçek anlamda patrondu. hata yapma lüksü ve rahatlığı vardı. ne rakip önliberoların "gizli adam markajı" altında boğuluyor, ne de akın akın gelen rakip orta sahayı karşılama gibi bir görev alabiliyordu. galatasaray'a transfer olduğunda meşhur "göbek"teki rakibi sersem eden isimlerin sefasını sürdü. tarihinin en boktan sezonlarından biri sonrası yeniden doğan, hücum gücünü yüksek mücadeleden alan kadroda yeteneklerini sergilemeye devam etti. işler iyi giderken özgüveni daha da arttı, bu da oyun içinde kendisine artı olarak döndü. önce dünya yıldızları geldi, arkasından o rakibi darmadağın eden "göbek" bozuldu. futbol hayatı boyunca yapmadığı işler yapmak durumunda kaldı, yeteneklerinin ve önceki işlerinin hatırına küstürülmemeye çalışılsa da özgüveni her gün biraz daha dibe vurdu.
özgüven ve cesaret ortalama üstü yetenekli oyuncular için önemli bir güçtür. hem daha özgür düşünmesini, hem de bu düşündüklerini daha iyi uygulayabilmesini sağlar. selçuk galatasaray'da önce patronluğu, sonra saha içindeki rahatlığı, en sonunda da özgüvenini kaybetti. bugün hangi mevkiye hapsedilirse hapsedilsin, bu takımın patronu sneijder. galatasaray gibi bir takımda oynadığı için genellikle kapanan ve orta sahada baskı yapan rakiplere karşı oynamak zorunda sürekli. üstelik ujfa-melo-elmander üçlüsüne alternatif bir göbek dizilimi bir türlü yakalanamadı. birkaç sezondur ligin en kırılgan defans hatlarından birine sahibiz, selçuk'un yapacağı en ufak bir top kaybı kalemizde gol olabilir. nitekim bu da her hatasının akılda kalıcı olmasını sağlıyor. bütün bunları alt alta yazınca kaba tabirle selçuk'tan "hayır beklemek" insafsızlık olur.