allah hayıra çevire, önceki gece rüyamda gördüğüm teknik direktörümüz.
daha doğrusu; mevcut
dursun aydın özbek yönetiminin bilinçaltıma yerleştirdiği vizyonsuzluğun ve güvensizliğin bir yansıması olarak rüyamda gördüğüm şey, ona yapılan ve dolayısıyla galatasaray'a yapılan haksızlıktı. uyanıp bütün bunların bir rüya olduğunu anladığım andaki rahatlamayı tarif etmem mümkün değil. ben ki, psikoterapi alanına gönül vermiş;
jeffrey young'lar,
aaron beck'ler,
david burns'ler,
melanie fennell'ler gibi dünyaca kabul gören bilişsel davranışçı terapistlerin kitaplarını hatim etmiş biri olarak
dursun aydın özbek isimli zatın, bilinçaltıma böylesi bir bombayı mecazen de olsa bırakmasına engel olamadıysam ve rüyamda kendimi parçalarcasına ağladıysam, ortada gerçekten büyük bir sindirememişlik var demektir. evet,
galatasaray gibi gerçek anlamda bir dünya markasının böyle bir yönetime maruz bırakılmasını içime sindiremiyorum.
rüyama gelince...
evimin giriş tarafında bir bahçe vardır. mutfak penceresi de bu alana bakar. evin içinde içmediğim için, sigaramı bu alanda içerim. rüya bu ya, evde
dursun aydın özbek, yönetimden bir kaç kişi,
fatih gökşen,
riekerink bey, ben ve kim olduğunu hatırlayamadığım bir arkadaş toplanmışız. neden biraraya geldiğimizi hatırlamıyorum. zaten olaylar, benim ve
jor'un sigara içmek için dışarıya çıkmamızla başlıyor. biz sigaralarımızı ateşlemiş muhabbetimize devam ederken, birden evin kapısı kilitleniyor ve
fatih gökşen elinde tuttuğu beyaz bir pankartı mutfak penceresinden bize doğru tutuyor. pankartın üzerinde yazan cümle şu: "artık ayrılmalıyız." meğer bizim çapsız yönetim,
jor'u adam gibi mertçe göndermek yerine, korkakça böyle bir tuzak kurmuşlar. ben sinirden deliye dönüyorum. bağırıp çağırıyorum. ve sonunda anlıyorum ki, bunların saklı tuttukları planı
fatih terim'i takımın başına getirmek.
riekerink bey ise gayet sakin. "ben zaten bu tip kemiksizlerle çalışamam" havasında. bu olay gündeme bomba gibi düşüyor. benim gibi bütün taraftar da çıldırmış vaziyette. yönetim bu haince hareketten sonra insan içine çıkamıyor. kimse nerede olduklarını bilmiyor. dahası
fatih terim de korkudan ortaya çıkamıyor. takım resmen teknik direktörsüz kalıyor. yapılan büyük hatanın ve kurgulanan adiliğin herkes farkında. sonuç olarak
galatasaray riekerink bey gibi bir değeri kaybediyor. ve bu olaylardan sonraki ilk iç saha maçı... taraftar
ali sami yen arena'yı tıklım tıklım doldurmuş. oynanacak futbol veya alınacak galibiyet kimsenin umrunda değil. oradaki hiç kimse maç için gelmemiş. herkes yönetime kin kusuyor. yönetimden birini görseler linç edecekler. sinirden ağlayanlar, küfürler savuranlar, giysilerini parçalayanlar... tam bir sinir patlaması yaşanıyor. ve maç başlıyor. ilk düdük duyulur duyulmaz
52.652 kişiden çıt çıkmıyor. tek bir kelime, tek bir ses, bir fısıltı bile. hiç bir şey yok. hayat duruyor. yapılan haksızlığa, kaypaklığa ve hatta yavşaklığa karşı bir tepki bu. ve tribünler bu duruşla bir mesaj veriyor bütün dünyaya: "bu takımın adı
galatasaray ve teknik direktörü
jan olde riekerink'tir."
uyandığımda ağlamaklıydım. kendime geldiğimde ise rahatladım.
her ne kadar bu bir rüya olsa da, hala yönetimin
fatih terim'i takımın başına getirmek gibi bir gizli gündemi olduğunu düşünüyorum. medya'nın son günlerdeki ortalığı karıştırma girişimlerine
gönülsüz tepki verdiklerine inanıyorum. sebebi ise henüz ağızları kapatıcı tok ve sert bir açıklamanın yapılmamış olması.
dilerim bu düşüncem boşa çıkar da, sadece bir kuruntu olarak kalır.