resim
Gheorghe Hagi
Görev:Teknik Direktör
Takım:FCV Farul
Yaş:59
Uyruk:Romanya
  • 4654
    daha transferi gündemde değilken euro 96 çıkartmasını dolabıma yapıştırdığım, 2-3 ay sonrasında ise galatasaray'a transfer olup * en büyük sevinçlerimizin adeta baş komutanı olan efsanemiz. 51 yaşına gelmiş..... çocukluğumuzun, ergenliğimizin, gençliğimizin canlı canlı bilinçli bir şekilde izleme şansını yakalayabildiğimiz efsanesi. kendisinden sonra lincoln'ü beğendik, sneijder'e çok bağlandık falan ama senin yerin dolmaz be hagi baba!
  • 4665
    https://eksisozluk.com/entry/58272664

    --- alıntı ---

    3 yaşımdan 20 yaşıma kadar babamdan fiziksel şiddet gördüm. sadece beni değil annemi de dövdü yıllarca. çürükler, morluklar hiç eksik olmadı kadının vücudundan. bir defasında tüm ön dişleri döküldü. pazar günü gelecekte babam evde olacak diye ödüm kopardı. kahvaltı sofrasında en küçük sebepten tartışma çıkarıp suratımızı dağıtırdı. ele güne rezil kepaze olurduk. (kendisiyle 13 yıldır görüşmüyorum)

    şöyle biraz geçmişe gidiyorum. ailecek hep beraber saf, katışıksız, kontrolsüz, düşünmeksizin mutlu olduğumuz tek bir an geliyor hatrıma. 17 mayıs 2000 gecesi. babamı o ana dek hiç öyle mutlu görmemiştim. sabaha kadar antalya caddelerini turladık kamyonla. sadece bir geceliğine de olsa baba oğuldan ziyade iki arkadaş olmuştuk. yoktu böyle bir mutluluk. kendisi beşiktaşlıdır bu arada.

    sanırım yalnızca yoksunlukla açıklanabilir bu durum. millet olarak gerçekten yoksunmuşuz o yıllarda. bir sebep hasıl olmuş ve kısa bir süreliğine yırtıp atmışız üzerimizdeki karanlığı. bir rüya imiş. şimdi olsa kimsenin umrunda olmaz belki. lakin o günlerde farklıydı işte. ne demek istediğimi yaşayanlar biliyor. tam söze dökemiyorum.

    futbolu ise uzun zamandır takip etmiyorum. zira ne zaman bir müsabakaya denk gelsem kandırıldığımı hissediyorum. en son ne zaman bir maçı yerinde takip ettim hatırlamıyorum bile. artık keyif almıyorum bu olaydan. küçük bir çocukken bir gün böyle hissedeceğimi hiç düşünmemiştim.

    babamdan alamadığım sevgi ve şefkat (kendi yoksunluklarım) beni başka bir adama bağladı o yıllarda. kim olduğunu tahmin ediyorsunuz. gayet bilinçli bir sevgiydi bu. onun gerçekte kim olduğunu biliyor, mesleki açıdan tam olarak neyin karşılığı olduğunu görüyor, kitleler üzerindeki etkisini yüreğimde hissediyordum. diğer tüm muadilleriyle kıyaslamasını yapıp, sağlamasını aldığım vakit sonuç hep aynı çıkıyordu; benzersizdi! ve sevilmeyecek adam değildi. çok seviyordum.

    gheorghe hagi, 20 ocak 2001 akşamı antalya atatürk stadı'nda oynanan werder bremen maçı kadrosunda yer almadı. siyah paltosu ve takım elbisesiyle kulübeden takip etti maçı. son düdüğün ardından tünele doğru ilerleyen lucescu'nun yanında belirdiğinde dudaklarımı ısırarak uzaklardan izliyordum bu gidişi. "şimdi değilse ne zaman?" diye soruyordum kendime. şimdi değilse ne zaman?

    sahadayım! kendimi tribünden aşağı bıraktım! göbekli security'ler peşimde koşturuyor. hiç kusura bakmicen güvenlikçi amca. boşuna da kendini yormicen. 15 yaşındayım ve hagi'yi çok seviyorum. nahhh yakalarsın!

    top toplayıcıların arasına kaynayıp tüneden içeri dalıyorum. 5 ay önce madrid'i tokatlayıp avrupa'nın en büyüğü olan takım 5 metre ötemde. kalbim çıra yutmuş odun sobası gibi güp güp atıyor.

    çevik kuvvet tarafından dışarı atıldım. otobüsün etrafında büyük bir polis çemberi var. çemberin dışında nerden baksan 2000 kişi. adamlar jardel'i beklerken tünelden ben çıktım. polis parmağıyla çemberi göstererek "devam et" diyor. yüzümde kemal sunal ifadesiyle polisin dediği istikamete ilerler gibi yapıp sincap çevikliğiyle yolumu değiştiriyorum. galatasaray otobüsüne girip en koltuğa oturdum! "hagi gelene dek inmeyeceğim. sıkıysa indirin."

    asfalt da yatıyorum. yönetici cüneyt tanman tarafından kovuldum. çember tamamen dağıldı. oradan ora savrulurken bayağı bir hırpalandım. korkunç bir gürültü var. meşale ve konfetiler yüzünden göz gözü görmüyor. tamamen yere kapaklandım. emekleyerek ve ezilerek otobüsün altına girdim. sürünerek ön tekere doğru ilerliyorum. komando edasıyla yana yuvarlanıp boşa çıktım. kapı 1 metre önümde. ölümcül hamlemi yapıyorum. "ya allaaaaah."

    tekrar polislerin kolundayım. malzemeci tarafından "olum biz seni demin indirmedik mi" diye iteklenerek dışarı atıldım. tam o esnada çaprazdan hagi ile göz göze geldik. 1 saniyeliğine falan. sonra bir şey oldu. bir şey. çok acayip bir şey. beşinci sırada oturan kel kafalı gözlüklü bir yönetici ayağa kalktı. ben dışarıdan adamın hal ve hareketlerinden durumun benle ilgili olduğunu hissettim. yüreğime bir çarpıntı düştü. "bırakın çocuğu yaa. anladım ben anladım. onun derdi başka. getirin o genci buraya." (yaşıyorsan allah senden razı olsun bey amca)

    şengen dediğin nedir ya? hayatımın en güzel vizesini almışım ben. galatasaray otobüsten içeri girdim abi. kapı kapandı. içeri full dolu. ve süper sessizlik. herkes beni izliyor, ben de onları. inanamıyorum abi. o otobüsün içinde olduğuma inanamıyorum. her şey gerçek olamayacak kadar güzel. her şey. ilk 5 saniye hiçbir şey yapmadan öylece durup onları izledim. onlar da beni.

    hagi'ye doğru ilerliyorum. geldiğimi görünce ayağa kalkıyor gülümseyerek. bir şeyler diyorum çat pat ingilizcemle ne dediğimi ben de bilmiyorum. kağıt kalemi tutuşturdum bunun eline. imzalamak için düz bir zemin arıyor. capone yanağımdan makas alıyor. taffarel göz kırparak saçımı okşuyor. gözlerim dolu dolu. dokunsalar ağlayacağım. (dokunuyorlar)

    neyse bizim hagi imzayı attı. tokalaşıyorum. iki yanağından öptüm. sonra başını iki elimin arasına alıp bir de alnından öptüm usulca. ve ne oldu biliyor musunuz? sahneyi gören bülent korkmaz ellerini havaya kaldırarak haykırdı; "olmadıııııı, bir daha ööööp, bir daha ööööp" tüm otobüs alkışlıyor, gülüşmeler, kahkahalar. ben orada cesareti alıp saldırıyorum hagi'ye.

    alnından, yüzünden, yanağından, kulağından, ensesinden artık neresine denk gelirse basıyorum öpücüğü. öpücük yağmuruna tutuyorum efsanemi. yok böyle bir sevgi. yok arkadaş! yok yaa! yok böyle bir şey! forma istiyorum kendisinden. e haliyle yok yanında. her şey bagaja yerleştirilmiş. otobüs kalkmak üzere. beni bekliyor şöför.

    otobüste ilerliyorum arkalara doğru. popescu, suat, okan, emre, arif, jardel aklına kim gelirse herkes burada. tek tek tokalaşıyorum hepsiyle. en son inerken bir de lucescuyla vedalaşıyorum. çok sıcak davranıyor o da. kuş gibi iniyorum otobüsten. suratımda aptal bi gülümsemeyle koşarak eve gidiyorum. koşarak koşarak koşarak....

    (gayya kuyusunda yiten çocukluğumun sikik hatıraları)

    --- alıntı ---
  • 4670
    çanakkale zaferi'nden sonra dönemin ingiltere başbakanı loyd george şöyle der:''dünyaya her yüzyılda bir dahi gelir. bu yüzyılın dahisi maalesef türklere nasip olmustur. o da mustafa kemal atatürk'tür.

    bu söz dünya futbolu için de geçerlidir ama yüzyıl değil de bana kalırsa 15 yıl civarıdır. ne mutlu ki o dahi de galatasarayımıza nasip oldu. kumandan, dünyada sadece tek olan ve en prestijli kupa olan milenyum kupasını kazanacaktı, arkasında koca bir milletle beraber.

    öncelikle kısa kısa hagi'nin bizden önceki kariyerine ve her şeyden önce yaşamına değinmek isterim.

    takvimler 5 şubat 1965'i gösterdiğinde, săcele köyü, belki tüm olacaklardan habersiz bir efsanenin doğuşuna tanıklık ediyor. iki ablasının ardından ailenin tek erkek çocuğu oluyor hagi. zekasının ilk belirtilerini, çevresi daha küçücük bir çocukken anlıyor. ve... bir hayat bazen ufacık şeylerle değişebilir. bazen bir ufak araba, bazen bir kitap, bazen bir futbol topu. takvimler 1971'i gösterirken yani kumandan 6 yaşındayken annesi chirata; ona bir futbol topu alır. bu hediye efsanesin doğuşunda ilk basamaktır. daha sonrasında hagi'nin hocaların hocası olarak tanımlayacağı josif bukossi ile tanışır. genç hagi, artık kararını vermiştir. futbolcu olmak için dönüşü olmayan bir yola girer. üstün zekası, dönemine damga vuracak bir top tekniği ve her şeyden önemlisi üst düzey çalışma ahlakı ile genç hagi; basamakları teker teker çıkar. ilk profesyonel takımı ise farul constanţa(köstence) olur. daha 17 yaşında romanya birinci liginde ilk onbir oynama başarısı göstermiştir.

    1983-1984 sezonunda sportul studenţesc takımına transfer olarak orada 108 maçta 58 gollük katkı verir. 1987'nin yaz aylarında ülkenin ve o dönem dünyanın en iyi kulüplerinden olan steaua bükreş' e geçer kumandan. rumen devinde 3 sezonda 97 maça çıkıp 76 gol atar. ayrıca yaptığı sürüyle asist, o dönem asist sayımı henüz yapılmadığından istatistiki detaylarda yer alamaz. 1990 yılında bu sefer ispanyol devine transfer olur. real madrid'e... ilk sezon bekleneni veremeyecektir kumandan. yönetim yolları ayırmak ister nitekim hagi inat eder ve bir şans daha verilmesini talep eder madrid yönetiminden. takımda kalan hagi o sezon real madrid'in en iyisi olur ve 40' a yakın asist ile oynar. madrid kariyerinde toplamda 15 gol ve 47 asisti vardır.

    sene sonunda bu sefer hagi, madrid'i istemez ve lucescu faktörü ile brescia'ya geçer. orada kaptanlığa kadar yükselir. brescia tarihinin en büyük başarısı olan italya kupasını kazanır. yaz döneminde dünya kupasının en iyi performansını gösterecek ve cruyff tabiri caizse barcelona'ya gelmesi için kumandan'a yalvaracaktır. 2 sene de barca macerası olur. cruyff ile anlaşamaz ve takımdan ayrılmak ister.

    galatasaray'a transferi

    serbest kalır hagi. bonservisi elindedir. menajeri becali takım aramaya başlar efsaneye. dönemin galatasaray yönetimine de bu bilgi iletilir. önce ya yok, hagi bize gelmez denecek, ardından ise menajeri ile görüşülecektir. menajeri çok büyük bir yıllık ücret ister. bonservisi yok, bu parayı hagi'ye verin der. yaz ayları kıran kırana pazarlıkla geçecek, medya ise yönetimi topa tutacaktır. 31 yaşındaki hagi için çok sert ifadeler kullanılır. yaşlı olduğu için burun kıvrılır.

    bir gün galatasaray yönetimi, fatih terim ve medya çalışanlarının olduğu bir yemek esnasında başkan faruk süren' e hagi transferi konusunda bilgi gelir. arada 1 milyon dolar fark vardır. yani hagi ve becali; yönetimin verdiğinin 1 milyon dolar fazlasını istiyormuş diye haber gelir. ee tabi kalabalıkta iletişim kurmak zor oluyor, haberi alan fatih terim, bir peçeteye şunları yazacaktı:` başkan, gerekirse benim maaşımdan 1 milyon dolar kesin, hagi'ye verin. yeter ki bu iş bitsin.`

    1996 yazında efsane, galatasaray'a resmen transfer oldu.2001'de ise futbolu burada bıraktı.

    şimdi önemli bir detay daha var bu konuda:

    hagi 2001 senesinde galatasaray formasıyla jübilesini yaptıktan sonra, inter ve real madrid; hagi'yi transfer etmek için yoğun şekilde uğraşır. hagi ise, galatasaray'ı çok sevdiğini ve futbolu burada bırakacağını söyleyerek bu teklifleri nazikçe reddeder.

    galatasarayımızda 110 maçta 59 gol atıp, 51 asist yapar. yazının başında da dediğim gibi dünyada eşi benzeri olmayan milenyum kupasını kulübün müzesine getiren belki de en büyük faktördür. kazanan ruhlu, savaşçı ve vefalı bir futbol profesörüydü hagi. onun hakkında çok daha fazla yazılabilir. bizleri çok ağlattı hagi, ama hep mutluluktan ağlattı. yıllarca onun gibi birini aradık durduk. wesley sneijder geldi 12 yıl sonra. ancak kabul etmeliyiz ki ne sneijder ne de bir başkası onun yerini alamaz. alamayacaktır da. çünkü en hasta galatasaraylılardan bile daha çok sevdi galatasaray'ı. sahada terinin son damlasına kadar mücadele etti. bizleri ayrıcalık sahibi yaptı. onun giydiği 10 numaraya bence çok fazla değer göstermedik. 10'un müzede kalması gerekirdi, sahada olmadık adamların sırtında değil. 2005 ve 2011'de tekrar buluştuk belki ama tekrar buluşmayı kim istemez ki. varsın başarısız olsun. o bize belki bir daha asla ulaşamayacağımız bir başarı getirdi. onun hakkını ödeyebilir miyiz? hep zor dönemlerde yanımızda oldu. asla görevden kaçmadı.

    o'na karpatların maradonası denilmesini hiç sevmeyen biri, düşünebiliyor musunuz? çoğu otorite tarafından dünyanın en iyisi kabul edilen maradona'ya benzetilmeyi sevmiyor. çünkü o tek, o hagi.

    bugünlerde en çok ihtiyacımız olan şey senin hırsın, azmin, kendi içindeki savaşın.

    tekrar buluşmak üzere kaptan. bu takımın gerçek efsanesi, gerçek kralı, gerçek kumandanı...

    futbolcuyken kaldırdığın o kupaları bir gün teknik direktör olarak da kaldıracaksın eminim. hep o günü bekleyeceğim aslan yüreklim...

    http://i44.tinypic.com/2j5kx0o.jpg
  • 4673
    dünyanın en duygusuz, en odun adamlarından biriyim ama sonlara doğru gözlerimi yaşarttı; çocukluğumu çok fena özlediğimi hissettim.

    --- alıntı ---

    3 yaşımdan 20 yaşıma kadar babamdan fiziksel şiddet gördüm. sadece beni değil annemi de dövdü yıllarca. çürükler, morluklar hiç eksik olmadı kadının vücudundan. bir defasında tüm ön dişleri döküldü. pazar günü gelecekte babam evde olacak diye ödüm kopardı. kahvaltı sofrasında en küçük sebepten tartışma çıkarıp suratımızı dağıtırdı. ele güne rezil kepaze olurduk. (kendisiyle 13 yıldır görüşmüyorum)

    şöyle biraz geçmişe gidiyorum. ailecek hep beraber saf, katışıksız, kontrolsüz, düşünmeksizin mutlu olduğumuz tek bir an geliyor hatrıma. 17 mayıs 2000 gecesi. babamı o ana dek hiç öyle mutlu görmemiştim. sabaha kadar antalya caddelerini turladık kamyonla. sadece bir geceliğine de olsa baba oğuldan ziyade iki arkadaş olmuştuk. yoktu böyle bir mutluluk. kendisi beşiktaşlıdır bu arada.

    sanırım yalnızca yoksunlukla açıklanabilir bu durum. millet olarak gerçekten yoksunmuşuz o yıllarda. bir sebep hasıl olmuş ve kısa bir süreliğine yırtıp atmışız üzerimizdeki karanlığı. bir rüya imiş. şimdi olsa kimsenin umrunda olmaz belki. lakin o günlerde farklıydı işte. ne demek istediğimi yaşayanlar biliyor. tam söze dökemiyorum.

    futbolu ise uzun zamandır takip etmiyorum. zira ne zaman bir müsabakaya denk gelsem kandırıldığımı hissediyorum. en son ne zaman bir maçı yerinde takip ettim hatırlamıyorum bile. artık keyif almıyorum bu olaydan. küçük bir çocukken bir gün böyle hissedeceğimi hiç düşünmemiştim.

    babamdan alamadığım sevgi ve şefkat (kendi yoksunluklarım) beni başka bir adama bağladı o yıllarda. kim olduğunu tahmin ediyorsunuz. gayet bilinçli bir sevgiydi bu. onun gerçekte kim olduğunu biliyor, mesleki açıdan tam olarak neyin karşılığı olduğunu görüyor, kitleler üzerindeki etkisini yüreğimde hissediyordum. diğer tüm muadilleriyle kıyaslamasını yapıp, sağlamasını aldığım vakit sonuç hep aynı çıkıyordu; benzersizdi! ve sevilmeyecek adam değildi. çok seviyordum.

    gheorghe hagi, 20 ocak 2001 akşamı antalya atatürk stadı'nda oynanan werder bremen maçı kadrosunda yer almadı. siyah paltosu ve takım elbisesiyle kulübeden takip etti maçı. son düdüğün ardından tünele doğru ilerleyen lucescu'nun yanında belirdiğinde dudaklarımı ısırarak uzaklardan izliyordum bu gidişi. "şimdi değilse ne zaman?" diye soruyordum kendime. şimdi değilse ne zaman?

    sahadayım! kendimi tribünden aşağı bıraktım! göbekli security'ler peşimde koşturuyor. hiç kusura bakmicen güvenlikçi amca. boşuna da kendini yormicen. 15 yaşındayım ve hagi'yi çok seviyorum. nahhh yakalarsın!

    top toplayıcıların arasına kaynayıp tüneden içeri dalıyorum. 5 ay önce madrid'i tokatlayıp avrupa'nın en büyüğü olan takım 5 metre ötemde. kalbim çıra yutmuş odun sobası gibi güp güp atıyor.

    çevik kuvvet tarafından dışarı atıldım. otobüsün etrafında büyük bir polis çemberi var. çemberin dışında nerden baksan 2000 kişi. adamlar jardel'i beklerken tünelden ben çıktım. polis parmağıyla çemberi göstererek "devam et" diyor. yüzümde kemal sunal ifadesiyle polisin dediği istikamete ilerler gibi yapıp sincap çevikliğiyle yolumu değiştiriyorum. galatasaray otobüsüne girip en koltuğa oturdum! "hagi gelene dek inmeyeceğim. sıkıysa indirin."

    asfalt da yatıyorum. yönetici cüneyt tanman tarafından kovuldum. çember tamamen dağıldı. oradan ora savrulurken bayağı bir hırpalandım. korkunç bir gürültü var. meşale ve konfetiler yüzünden göz gözü görmüyor. tamamen yere kapaklandım. emekleyerek ve ezilerek otobüsün altına girdim. sürünerek ön tekere doğru ilerliyorum. komando edasıyla yana yuvarlanıp boşa çıktım. kapı 1 metre önümde. ölümcül hamlemi yapıyorum. "ya allaaaaah."

    tekrar polislerin kolundayım. malzemeci tarafından "olum biz seni demin indirmedik mi" diye iteklenerek dışarı atıldım. tam o esnada çaprazdan hagi ile göz göze geldik. 1 saniyeliğine falan. sonra bir şey oldu. bir şey. çok acayip bir şey. beşinci sırada oturan kel kafalı gözlüklü bir yönetici ayağa kalktı. ben dışarıdan adamın hal ve hareketlerinden durumun benle ilgili olduğunu hissettim. yüreğime bir çarpıntı düştü. "bırakın çocuğu yaa. anladım ben anladım. onun derdi başka. getirin o genci buraya." (yaşıyorsan allah senden razı olsun bey amca)

    şengen dediğin nedir ya? hayatımın en güzel vizesini almışım ben. galatasaray otobüsten içeri girdim abi. kapı kapandı. içeri full dolu. ve süper sessizlik. herkes beni izliyor, ben de onları. inanamıyorum abi. o otobüsün içinde olduğuma inanamıyorum. her şey gerçek olamayacak kadar güzel. her şey. ilk 5 saniye hiçbir şey yapmadan öylece durup onları izledim. onlar da beni.

    hagi'ye doğru ilerliyorum. geldiğimi görünce ayağa kalkıyor gülümseyerek. bir şeyler diyorum çat pat ingilizcemle ne dediğimi ben de bilmiyorum. kağıt kalemi tutuşturdum bunun eline. imzalamak için düz bir zemin arıyor. capone yanağımdan makas alıyor. taffarel göz kırparak saçımı okşuyor. gözlerim dolu dolu. dokunsalar ağlayacağım. (dokunuyorlar)

    neyse bizim hagi imzayı attı. tokalaşıyorum. iki yanağından öptüm. sonra başını iki elimin arasına alıp bir de alnından öptüm usulca. ve ne oldu biliyor musunuz? sahneyi gören bülent korkmaz ellerini havaya kaldırarak haykırdı; "olmadıııııı, bir daha ööööp, bir daha ööööp" tüm otobüs alkışlıyor, gülüşmeler, kahkahalar. ben orada cesareti alıp saldırıyorum hagi'ye.

    alnından, yüzünden, yanağından, kulağından, ensesinden artık neresine denk gelirse basıyorum öpücüğü. öpücük yağmuruna tutuyorum efsanemi. yok böyle bir sevgi. yok arkadaş! yok yaa! yok böyle bir şey! forma istiyorum kendisinden. e haliyle yok yanında. her şey bagaja yerleştirilmiş. otobüs kalkmak üzere. beni bekliyor şöför.

    otobüste ilerliyorum arkalara doğru. popescu, suat, okan, emre, arif, jardel aklına kim gelirse herkes burada. tek tek tokalaşıyorum hepsiyle. en son inerken bir de lucescuyla vedalaşıyorum. çok sıcak davranıyor o da. kuş gibi iniyorum otobüsten. suratımda aptal bi gülümsemeyle koşarak eve gidiyorum. koşarak koşarak koşarak....

    (gayya kuyusunda yiten çocukluğumun sikik hatıraları)

    işte o güzel imza: http://i.hizliresim.com/dkV0QV.jpg +

    --- alıntı ---

    link: https://eksisozluk.com/entry/58272664
  • 4674
    ne zamandir entry girmiyorum bilmiyorum ne kadar oldu. yurtdisinda yasiyorum haliyle bazi seylerden kopus oluyor, elbette galatasaray'dan, galatasarayliliktan kopmak diye bir durum yok ama en azindan sozlukten kopmus sayilirdim.

    simdi 13 şubat 2016 mersin idmanyurdu galatasaray maçı'ni izlerken, gelip bu buyuk efsanenin basligi altinda tek bir soru sormak icin tekrardan girdim sozluge.

    mustafa denizli degil de o olsaydi takimin basinda, elinizi vicdaniniza koyun yine bazilariniz haysiyetsizligin dibine vurup bu adamin yedi ceddine kufur etmeyecek miydi, zapata esprileri dondurup sirinlik yapmaya kalmayacak miydi ?

    gelip de hagi'ye dilenmek, o takimin basina gelsin demek icin yazmiyorum bunlari ama bu adam bu takimin basina geldiginde su anki halimizden beterdi ve bu adam bunu bile bile geldi buraya ve belki de bizim de gonul verdigimiz bu takima olan sevgisinden kariyerini yakti.

    entry'den cok ergen facebook yakarisina dondu sozlugun genel haline uygun olarak. tanimi da yapayim, galatasaray sevgisi ugruna teknik direktorluk kariyerini yakmis olan ve uc bes kendini bilmez capulcu tarafindan yedi sulalesine sovulmus canimiz, cigerimiz, efsanemizdir.
  • 4675
    her ne kadar kendisinin planları dahilinde tekrar bi kurtarıcı olarak galatasaray' gelme planı yoksa da şu anda romanya'da başardıkları sonrası aynısını bizim takım üzerinde yapabileceğini düşündüğüm efsane futbolcumuzdur. bu sefer ki gelişinde 2,5 senelik bir anlaşma yapılsa ve yönetim ile beraber bir projeye ortaya döküp taraftara sunsalar harika olurdu.
App Store'dan indirin Google Play'den alın