çok fazla twit spamlayan bi kullanıcı değilim. yalnız prandelli kovulduğu vakit şöyle bi düşüncemi paylaşmıştım; 'yeni hoca gelir, diziliş sistem vs takımı şaha kaldırır eyvallah. ama 100km'yi anca aşan takim 112-113 gorurse o zaman prandelli demeyin'. bu söylem prandelli'nin gönderilmesine karşı olduğum için falan değildi. ama ortalama olarak bakacak olursak, taraftar ortalamasına göre 3-4 hafta sonra kendisi benim için bitmişti. o da sabri a takıma dahil edilir edilmez ilk 11 başlattığı haftaya denk geliyor sanırım. o gün kendisinden bir anda nefret ettim.
ancak başından sonuna farkında olduğum nokta şu ki; bu takımın kötü futbolundan hiçbir teknik direktör yüzde yüz sorumlu değildir. prandelli döneminde kadro kalitesizliğine ek olarak, en az bunun kadar etken olan nokta ise oyunculardaki inançsızlık, patronlarına olan saygı eksikliği ve bunların sonucu olarak isteksizlikleriydi. hamza hoca geldiğindeki şahlanma sonrası gerek burada gerek twitterda oyuncuların bir anda koşmaya, mücadele etmeye, alan daraltmaya, hücumda agresif olmaya başlaması sonrası bu durum bile prandelli'ye bağlandı. ben bu görüşler paralelinde düşünmüyorum. yönetim futbolcu grubunun başına bir patron getiriyor. oyuncunun buradaki en önemli ve belki de tek sorumluluğu patronun direktifleri doğrultusunda 'ellerinden gelenin en iyisini' yapmalarıdır. oyuncunun patronun yöntemleri paralelinde düşünmemeye elbette hakkı var. ancak bu durum onlara 'ben bunun doğru olduğunu düşünmüyorum bu yüzden yapmayacağım' deme lüksünü vermiyor. oyuncu elinden geleni yapar, terinin son damlasına kadar uğraşır ancak olmaz ise zaten patronun bir denetçisi var. sorun patronda aranır ve gönderilir. ancak oyuncu sorumluluğunu yerine getirmiyor, ciddiyetsiz davranıyor diye patron giderse o zaman o oyuncu grubunun önünü alamazsınız.
patron gitti yeni patron geldi. üstelik türk patron. prandelli'nin gitmesine verilen olumlu tepki, hamza hoca'nın gelmesiyle daha da arttı ve bu durum oyuncularda bir istek patlaması yarattı. bu patlamanın en net görüldüğü nokta ise 3 aralık 2014 galatasaray eskişehirspor kupa maçıydı. bilmem hatırlar mısınız, o maçta ortasahanın sağ kesimine yakın bir noktada topa takım 5 belki de 6 oyuncuyla öyle bir bastı ki ekrana resmen acı bir gülümsemeyle bakmıştım. işte bana etik gelmeyen nokta bu malesef. hiçbir antrenör oyuncusuna koşma, ikili mücadeleden kaç telkininde bulunmaz. bu oyuncunun isteğine, konsantrasyonuna bağlıdır. bu istek patlamasını da kendimce şöyle açıklayabilirim; oyuncularda ' sahaya çıkalım ve sorunun bizde olmadığını gösterelim ' dürtüsü bu patlamanın asıl sebebi. zira devre arasına kadar oynanan maçlarda takım ortalama 110 km civarı alan kullandı, 113 km'yi bile gördü. bu mevzuda
juninho tarafından girilen şu entry'e göz atabilirsiniz. -
#1649004- koşma meselesini tekrar tekrar açıklığa kavuşturmanın gerekli olduğunu sanmıyorum. kısaca konsantrasyon ve istekle doğru orantılı olduğunu dipnot olarak sıkıştıralım. oyuncular diye genelliyorum ancak çizgisini hiç bozmayan, iş ahlakı sahibi sneijder, muslera gibi oyuncular bu büyük grubun tabi ki dışında ancak istisna.
şimdi üzülerek söylüyor ve görüyoruz ki prandelli'nin gidişi sonucu ortaya çıkan birşeyleri kanıtlama hırsı ve istek patlaması malesef geçici. bu biraz da biz türklerin saman alevi özelliklerine sahip patlamalarından biriydi sanki. ben mesela has bir türk olarak kaç defa spora başlayıp bir süre sonra bıraktığımı sayamam:) bizde hep bir hırs bi kararlılık ile yola çıkma sonra ince ince peşini bırakma vardır ya, malesef bu da onlarda biri gibi görünüyor. burada hamza hoca'nın babacan karaktere sahip birisi olması da bunu kolaylaştırıyor malesef. hocanın terim'e benzemesini dilediğim tek noktası belki de gerektiği anda masaya yumruğunu vurabilmeyi öğrenmesi. çünkü kötek dilinden anlayan bi yaradılışa sahibiz malesef.
buraya kadar yazdıklarımı basit bir grafikle özetleyelim de sayısalcılar da anlasın:d;
https://gss.gs/sBV.png biz bu sezon şampiyon olsak da olmasak da bu takımın bu hale gelmesinin suçlusu ne hamza hoca ne prandelli. sorumluları doğru tespit edebilmek için biraz daha gerilere göz atmamız gerekiyor. 3. terim döneminin ilk senesi, yani 11-12 sezonu benim net olarak hatırladığım şampiyonluklar içerisinde en ezicilerinden biri ve kupayı kadıköy'de almamız dolayısıyla en anlamlısıydı. o sezon takımda bu ezici şampiyonluğun bana göre 3 kilit ismi vardı; emre, engin ve elmander. terim bu oyunculardan maksimum verimi almasının yanında onları istediği futbolu oynatmanın anahtarı olarak kullandı.emre ve engin'in tempolu ve alan bırakmayan oyunlarına elmander'in 2 kişilik oyunu eklenince selçuk ve melo o sezona hem gol hem asist anlamında damga vurarak şampiyonluğu getirdi. o sezon öyle bir kimya yakaladık ki muslera dahil takımdaki tüm oyuncular gol katkısında bulundu.
12-13 sezonu ilk haftaları takımı burak'lı oyuna adapte etmekle geçti. burak'ın kendine has artılarının yanında malum eksiklikleri üzerine emre ve engin'in yüksek ivmeli düşüşü sonrası o ezici oyunumuzdan eser kalmadı. artık ortasahanın üzerinde yeni yükler, yapması gereken yeni görevler vardı ve yapı olarak bu yük göbeğe fazla geldi. devre arası transfer dönemi ise ünal aysal'ın dünya geneli pr çalışmalarını yürütmesiyle geçti. ben sneijder ve drogba transferlerinin teknik kadroyla iş birliği içerisinde yapıldığını düşünmüyorum. sneijder harika bir futbolcu mesele bu değil. mesele zaten düşüşte olan takım kimyasını eski haline getirmeye çalışmak ya da yeni bir anlayış getirmek için uğraşmamak. aysal şampiyonluğu nasılsa alırız, aynı zamanda marka değerimize çalışalım dedi ve bu transferleri gerçekleştirdi. şampiyon da olduk ancak bir önceki sezon kadar ezici değildi ve rakiplerin beceriksizliğinin bunda büyük payı vardı.
dananın kuyruksuz kaldığı asıl nokta ise 13-14 sezonu ilk transfer dönemi. özellikle ortasahadan cayır cayır alarm veren, pres gücü neredeyse 0'a inmiş, hücumda tek tük varyasyona dayalı hale gelmiş sneijder'li takıma sezon başı yapılan transferler;
[biçim]
erman kılıç bedelsiz türkiye sivasspor
ibrahim demirbağ bedelsiz türkiye istanbul bb
bruma 10m € portekiz sporting lizbon
oğulcan çağlayan bedelsiz türkiye bursaspor
[/biçim]
şimdi burada kapalı kapılar ardında ne oldu da sonuç bu o kadarını bilmiyoruz. ben terim'in malum milli takım macerasının fitilinin bu aralar ateşli olduğunu ve bunun takım yapısına kafa yormasına engel olduğunu ya da kendisini vurdumduymazlığa ittiğini düşünüyorum. zaten yanlış hatırlamıyorsam bir önceki sezonun nisan ayından beri bu meselenin taraflar arasında döndüğü falan konuşuldu terim'le yollar ayrıldıktan sonra. tabi bir de artık son 6-7 aydır tamamen ayyuka çıkmış olan maddi problemler de buna etkin olabilir ama benim burada kastettiğim süper yıldız takviyelerinin sürmesi değil. sana lazım olan bazı 'oyuncu tipleri' var ve hangi tipte oyuncuya ihtiyaç olduğu konusunda kafa yorulmadı malesef. mesela alper potuk. top taşımada ve ortasaha direnç ve temposunda bu derece batakta olan bir takım için ne kadar gerekli olduğunu sorunlar iyice meydana çıkınca anlamaya başladık. sonuç olarak uçurumun kenarına doğru yol alan takımın aşağı uçmaya başladığı nokta 13-14 sezonu ilk transfer dönemi. devre arası transferleri hepimiz hatırlıyoruz zaten. yüzde 90'ı çöp olan haybeye saçılan paralar.. bu berbat takımı juve'nin üzerinde gruptan tek başına çıkaran mancini'nin karanlık noktası da bu ara transfer dönemi malesef.
velhasıl galatasaray'ın galatasaray gibi oynamasına ilk olarak bu kadro yapısı müsade etmiyor. 2 yıldır sneijder gibi bir beyni harcıyoruz malesef. defansif manada tek hamleli melo ve beli dönmeyen selçuk ortasahasıyla ön tarafta rakibi yoramadığımız için çok sıkıntı yaşıyoruz. sneijder'i iyi kilitleyen rakibe karşı skor bulma ihtimalimiz çok düşük, diğer bir deyişle hücum varyasyonumuz çok kısıtlı. tempoyu artırarak rakibi yenmemiz gereken anadolu maçlarında kadro buna müsade etmiyor. bu kadroyla derbileri de eze eze değil, 4 ocak'taki beşiktaş deplasmanında aldığımız 2-0'lık galibiyette olduğu gibi tempoyu düşürerek, rakibe top kullanma izni vermeyerek tecrübeyle kazanırız. skoru aldıktan sonra tempoyu ayarlamak taktikseldir ancak eğer senin oyun anlayışın buysa ya da kadron seni buna itiyorsa bu biraz oyunu şov olmaktan, taraftara hitap etmekten çıkarıyor ve bu hiç de istediğimiz bir şey değil.