---
alıntı ---
galatasaray ankara'ya deplasmana gelmişti. takım, tandoğan semtinde bir otelde kalıyordu...
sarı kırmızlı ekip, üst üste üçüncü kez şampiyon olmuş, teknik direktör fatih terim'in liderliğinde bir ilke daha imza atabilmek için, dördüncü şampiyonluğun peşi sıra gitmeye başlamıştı...
fatih hoca ile akşam üstü otel lobisinde sohbet edecektik. öyle konuşmuştuk telefonda.
otele geldiğimde, galatasaray'ın teknik direktörü kalabalık bir ziyaretçi grubuyla sohbeti çoktan koyulaştırmıştı. fıkralar, karşılıklı nostaljik paragraflar açıla saçıla yaklaşık bir saati tükettik.
terim, daha sonra bir işimin olup olmadığını sordu. olmadığını söyledim. "birlikte bir yere gideceğiz." dediğinde, bunun, otelden kısa süreli bir kaçış için hazırlanmış program olduğunu düşündüm.
taksiye bindik, yola koyulduk. sürprizleri çocukluğundan beri çok seven terim'in, şöförüne bile gideceğimiz yerin adresini vermediğini sezdim. o bir şey demiyordu, ben de nereye gittiğimizi sormuyordum. belli ki, bizi götüren şöföre adres daha önceden verilmişti.
yaklaşık 20 dakika, ondan bundan konuşarak, şu anda bile hatırlamakta güçlük çektiğim bir semtte ve bu semtin büyük bir sitesinin önünde durduk. otomobilden fatih'le birlikte indim. yaşları 12-15 arası kalabalık bir grup bizi karşıladı. terim'in etrafında bir sevgi yumağı hemen oluşuverdi. yanımızda masör rıza da vardı...
asansöre bindik, altıncı kat düğmesine bastılar. yukarıya çıktık. kapı açılır açılmaz, kadınlı erkekli kalabalık bir grup etrafımızı sasrdı. galatasaray teknik coşku ve sempatiyi koalisyon yaparak hoş geldiniz ifadeleri bir tezahürat biçiminde sunuldu. fatih beni tanıştırdı. terim'in ilk sözü şu oldu:
"ne yapıyor benim aslan emre kardeşim?"
gözpınarlarının kuruduğu hemen fark edilen, solgun, bitkin yüzlü bir kadın çok kısık bir sesle:
"sizi görürse iyileşir hocam" dedi.
içeriye girdiğimizde, bir şey hemen farkediliyordu. yer, tavan, duvarlar, aklınıza gelebilecek her alan sarı kırmızılı renklerle bezenmişti. bir sürü galatasaray formasının sırt tarafında hep emre yazıyordu. bayraklar ve flamaların üzerinde de emre adı vardı.
posterler vardı galatasaray'a ait. ancak bir kenarında özenle yazılmış bir cümle vardı, dikkatimi çekti.
"kısa bir süre sonra, bu fotoğrafların içinde ve benim yanımda sen de olacaksın. buna yürekten inanıyorum."
bir şeyleri yavaş yavaş sezmeye başlamıştım. fatih'e baktım, o da fark etti, bana yöneldi. gözleri dolu dolu olmuştu.
salona girdiğimizde, tekerlekli bir sandalyede, baştan aşağıya sarı kırmızılı renklerle giydirilmiş, soluk benizli, zayıf bir çocuk oturuyordu. fatih terim'e doğru ellerini açtı bir özlemle, anlatılmaz bir sevgiyle gülücükler göndererek bekledi. terim de aynı duygularla çocuğu kolları arasına aldı, bir baba şefkatiyle bağrına bastı.
bu duygu yüklü buluşma salonda bulunan herkesi ağlattı. ankara'nın hala adını bilmediğim bir semtinde ve tahminimce dikmen keklikpınarı civarı bir apartmanda, küçük emre ile galatasaray'ın teknik direktörü fatih terim bir bütün olmuşlar, birbirleriyle sevgi hattı kurarak, iletişim sağlıyorlardı.
emre-fatih buluşması bir gönül bağının elektrik yansımaları şeklinde devam etti.
gecenin bir karanlığında, bizi getiren şöförün bile üç beş manevra yaparak bulduğu bir apartmanın altıncı katında yaşananlar, bir dramın çaresizlik fotoğraflarını yansıtıyordu.
küçük emre, çocuk yaşta yakalandığı kanserin, kendini gün be gün ölüme götürdüğünün farkında mıydı bilemiyorum.
ancak, fatih terim, çok insanda gelişmemiş ve asla gelişmeyecek bir insanlık görevini, duygularla ve umutlarla galatasaraylı küçük emre'nin formalarına nakşederek onun mutluluğu içim umut primleri sundu.
üstelik yıllardan beri... mektuplarla, telefonlarla, oyuncuları göndererek, doğum günü pastaları yollayarak.
ne yazık ki, fatih terim'in, olağanüstü çabası amansız bir hastalığa yakalanan küçük emre'yi bir süre daha yaşatmaya yetmedi.
ailesi, emre'nin ölüm haberini iletmişler terim'e...
"ağabey, bizim küçük emre vardı ya..." diye iletti.
"evet."
"ölmüş... küçük emrecik ölmüş be..."
fatih'in boğazı düğümlendi, konuşamadı...
***
yine kalabalık bir grup oluşturmuş, otel lobisinde beş çayı içiyorduk. fatih, milli takım günlerini anlatıyordu. önce futbolculuğunu, sonra da teknik direktörlüğünü.
sohbetin en hararetli yerinde masör rıza geldi, arkasında ayakta dikildi, terim'in konuşmasının bitmesini bekledi.
fatih, rıza'yı fark etti, "yine ne var?" dedi.
rıza, hocanın kulağına eğildi ve bir şeyler söyledi. rıza konuştukça terim'in yüzüne bir hüzün çöktü. masörün konuşması bitince, elini arka cebine attı, cüzdanını çıkardı, bir demet doları rıza'ya verdi.
"şimdilik idare etsin, ben istanbul'dan ona daha çok göndereceğim. öbür işlerini ben halledeceğim, merak etmesin."
şaşırdım. yaklaşık bin dolara yakın bir para kime gitti, niçin gitti? sormadım. zaten asla söylemezdi. merakım çok arttı. rıza'yı aylar sonra sıkıştırdım.
"ağabey nolur benden isim isteme. ancak, bir eski futbolcu. parası pulu yok. çocuklarını fatih hocam okutuyor. ev sahibi evden atmak üzereymiş, imdadına hocam yetişti" dedi.
***
terim'i tophaneliler çok severler. galatasaray'a transfer olduğundan bu yana, fatih terim ile tophaneliler arasında yıkılmayacak dostluklar kurulmuştur. galatasaray teknik direktörü, boş vakit bulursa tophane'ye gider, semtlilerle vakit geçirir. fatih, buranın kendisine huzur verdiğini söyler.
fatih, babası talat terim'i, müslümanların kutsal toprakları hacca gönderdiğinde, babasının yanında tophaneli 5 kişi daha vardı. terim, babasıyla birlikte mukaddes topraklara gönderdiği tophaneli hacıların tüm masraflarını cebinden karşılamıştı.
***
imparatorun arka bahçesinde, bu yazdıklarımdan yüzlercesi, birer birer safa dizilmişler, roman olmak isterler. kimileri dizi, film, bazırları manşet olma hevesindeler.
bunlar, nur içinde yatsın küçük emre, ankaralı futbolcu ve de sayıları çok fazla "arka bahçe" mahsullerini, hangi haberci, hangi yayıncı alıp da işlemez.
ancak bir engelleri vardı; fatih terim bu tür haberleri, bu tür görüntüleri bir duygu sömürüsü gibi değerlendirdiği için hiç sevmez.
sanırım, bir insana durup dururken yüksek payeler içeren yakıştırmalar veya ünvanlar verilmez. bunu taşımak gerekir...
örneğin; imparatorluğu...
---
alıntı ---
kaynak = hadi bana futbol anlat (metin gören)