• 145
    asaletin bize yeter

    şahane bir şarkının belki de anlamlı sözüdür.
    başarılar gelir, geçer / asaletin bize yeter. galatasaraylı en çok bunla övünürdü. bu ülkedeki en büyük başarıları da bize galatasaray yaşatmıştı, benim gibi eskileri 14 yıl şampiyonluk için bekleten de galatasaray’dı. 14 yıl boyunca burnumuzdan gelmişti, hem de nasıl. şampiyon olamamak bir sorundu elbette ama bir çok sezonda şampiyonluğa oynayamamak çok daha büyük bir sorundu takdir edersiniz ki. kızdık ama asaletimizle övündük hep çocukluğumuzda.
    şaibelere, çirkinliklere, rezaletlere bulaşmamıştık. yıllarca bununla övündük. biz fenerbahçe değiliz dedik. biz para gücüyle kulübün adresini, takımın renklerini bilmeyen adamların kara paralarını akladıkları kulüp değiliz dedik. yanlış anlaşılmasın galatasaray hala böyle değil, hala para babalarının başkanlığı pek mümkün değil. en azından para babası olsalar da galatasaray’ı bilmeyen birinin başkan olması hala mümkün değil, hiç değilse, çok şükür. asaletimiz var hala.

    iş sadece para meselesi değil. bazen taraftarın sabrı taşardı, tesisleri de basardı, futbolculara küfür de ederdi, dövmeye de kalkardı. ama dirayetli yöneticiler ve amigolar (eski dilde tribün lideri) sayesinde mevzular çok büyümezdi. mesela deplasmanda taraftarı korurdu yöneticiler. illa ki taraftarı satmışlıkları da vardır ama azdır. en azından başbakanı protesto edenleri kamerayla tespit edeceğiz diyecek kadar küçülmemişlerdi. bir asalet vardı.

    akla hayale gelmeyecek yenilgiler de aldık. hiç birinde futbolcumuzu floya’da dövmedik. bir asaletimiz vardı.

    hep galatasaray lisesi gibi bir okuldan çıkan bir kulüp olmanın ayrıcalık olduğunu düşündük. hatta bu sebeple diğerlerinin aşağılamak için kullandığı “aristokrat kulüp” imajından gurur duyduk. birbirine saygılı, olmasa bile ayağa düşmeyen, şimdi olduğu gibi herkesin bilmediği çekişmelerin yaşandığı bir kulüptük. son 3-5 yıla kadar “kol kırılır, yen içinde” sözünün göz önünde canlanan en önemli temsilcisiydi galatasaray.elbette zamanın şartları bazı toplantıların tv’lerden canlı yayınlanmasını de gerektiriyor, bunda sorun yok. ama hala devam eden kapalı kapılar arkasında kalması gereken toplantılarla ilgili her detayın herkesçe bilinmesi de gerekmez. artık en gizli kalması gerekenler bile an be an tv’de. sızmazdı eskiden bunlar. asaletimiz vardı.

    kulüp içinde restleşmeler olmaz mıydı? hem de nasıl. ama başkan birinin istifasını istediğinde gerçekleşirdi. şimdi kimse takmıyor. eskiden bir asaletimiz vardı.

    endüstri devrimi yapılalı çok olmuş ama henüz futbola bulaşmamışken, annemizin, ninemizin ördüğü atkılarla maça giderdik. lisanslı ürün yoktu. taraftardık biz, henüz müşteri değildik. galatasaray takımı hep sarı-kırmızıydı, belki bazen beyaz forma giyerdi. siyah giymek yasaktı, hakemler siyah giyerdi, kara gömlekli adam diye yazılar çıkardı haklarında, ama her daim ibneydiler. müşteri olmayınca bize en fazla “taraftar bağırmıyor” derlerdi. turuncu, mor, pembe forma alsın, deniz şortunu, donunu, pijamasını bile resmi mağazadan alsın, 10 liralık ürüne 50 lira versin demezdi kimse. bunlara para harcamadık diye kimse bizi aşağılamazdı. çok eski yıllarda, bundan 30 sene önce, hasnun galip’in köşesindeki mağazadan bir şeyler almıştım, dandik bir naylon torba ile vermişlerdi. o torbayı bile yıllarca saklamıştım. şimdiki modern statlar yoktu, ali sami yen bile moderndir, unutmayalım. inönü’nün kapalısında 1 tane tuvalet vardı. eğer rakibin bölümündeyse tuvalet, varın başınıza gelecekleri siz düşünün. inönü’nün yeni açık’ta bir tünelle inerdiniz tuvalete. işık yok, yerler su ama su değil, ok? paçaları sıyırıp, kibriti çakar öyle inerdiniz. paçalarımız ıslanırdı belki ama asaletimiz vardı.

    taraftar grubu diye bir şey yoktu. en fazla amigolar vardı. abi derdik onlara. tirbünde kayıtsız, şartsız dedikleri olurdu. 15 dakika durmadan cim bom bom çekilecek dediler mi yapılırdı, saat tutarlardı. aksatanın var haline. korkardık ama severdik. yönetimin güdümünde olduklarını görmemiştim. onlar da forma giymezdi, ben de giymezdim, kimse giymezdi. dedim ya, endüstri futbola bulaşmamıştı. abiler de alengirli işlere bulaşmazdı. asaletleri vardı.

    ne kadar büyük futbolcu olursa olsunlar, paraları yere atan adamlar, parayı problem yapan adamlar kulüpten gönderilirdi. aylarca para alamayan futbolcular aslanlar gibi sahada oynardı. tesislerdeki görevlilerin maaşlarını takımın abileri, hocası ceplerinden öder, bu bile aylar sonra ortaya çıkardı.

    elbette bahsettiklerimin çoğu çok eski zamanlarda, türkiye’nin dünyaya kapalı olduğu, tv’lerin siyah-beyaz olduğu dönemlere ait. ama işlerin kötü gittiği günlerde ortaya çıkar asil misin, değil misin? galatasaray için işlerin kötü gittiği dönemlerle paraleldir. benim çocukluğum ve ilk gençliğim (haşmet babaoğlu tarzı oldu lan, ilk gençliğim, vay anasını).
    yoksa uefa’yı alırken, süper kupa’yı alırken, avrupa’da turları geçerken herkes asil. bir sorun etrafınızdaki başka takım tutanlar avrupa’ya o dönemde gittiklerinde galatasaray’la gurur duymuşlar mı duymamışlar mı, galatasaray’la hava atmışlar mı? 4 sene üst üste şampiyon olurken herkes asil, tribünler bomboş ama. izleyin hagi’nin oynadığı eski lig maçlarını ne dediğimi anlayacaksınız.
    iyi günde asilce, gururla tebrikleri kabul etmek kolaydır. kötü günde göreceğim ben asalet bizde mi, değil mi?

    bu işler, “siktirin gidin” demekle oluyorsa, ben hep yanlış anlamışım galatasaraylılığı demek ki. yaşlılığıma verin.
App Store'dan indirin Google Play'den alın