1467
stadyum neden taraftarın mabedidir? neden maç günleri binlerce insan tribünleri doldurur? neden bu kadar zaman ve para harcar “tuttuğu takım”a? sorsan, herkes aynı cevabı verir. takımıma destek olmak için biletimi kombinemi aldım, kredi kartımı, telefon hattımı, internetimi, sigortamı takıma destek olanından seçtim, store’dan şu kadar alışveriş yaptım, televizyonuna üye dergisine abone oldum, ben bu renklere ömrümü verdim, her şeyimi adadım…
bu bir bakış açısı. endüstriyel futbolun geldiği nokta bu. ne kadar inkâr etsek de taraftar biraz da müşteri artık. üst seviye liglerde mücadele eden tüm takımlar için geçerli bu, galatasaray meselesi değil. üç kuruş maaşla kalabalık ailesini geçindirmeye çalışan, her şeyin üstüne üstüne geldiği yaşamında tutunduğu tek dal galatasaray olan yüz binlerce işçi bugün “aşık olduğu renkler”i yakından görmek için tribünlerdeki yerini alabilir mi? formasını üzerine geçirip? daha kundaktayken galatasaray tezahüratlarıyla uyuttuğu, büyüttüğü aslan oğlunu, kızını yanına alıp? aldı hadi, üzerindeki pazar ürünü forma ile hangi gözle bakılır ona, oğluna, kızına? ağızdan çıkmasa da beyne oturacak “hey, bizler bu takımın has taraftarlarıyız, senden daha çok para harcıyoruz bu takıma, senden daha çok üzülüp daha çok sevinmek hakkımız” düşüncesine sahip kaç bin kişi çıkar acaba?
çağın vebası sarmış bizim bünyemizi de. kabul etmek zor da olsa, tribünlerin bir kısmını endüstriyel futbolun endüstriyelleşmiş taraftarları, yani müşteriler dolduruyor. o müşteriler, ki daima haklıdırlar, verdikleri paranın karşılığını almak istiyor. alamayınca da yine en haklı hâlleriyle basıyorlar kalayı. “yuuuuh! fiyuuu!” cefayı madden çeken, sefayı duygularıyla sürmek isteyen bir taraftar profili var artık ortada. bilet satın alıp film seyretmek gibi. o filmler bile her zaman mutlu etmiyor, bazen öyle bir yumru bırakıyor ki boğazda etkisi pek çok sürüyor ya neyse. o müşteri diğer yandan müşteri olduğunu da kabul etmiyor. aşık olduğunu sandığının renkler değil, kendisinin aynadaki silüeti olduğunu fark edemiyor. o hep mutlu olmak istiyor. olamayınca da saldırganlaşıyor. mantık süzgecinden geçirmeye gerek duymuyor yapacaklarını. tepkisini doğru yere kanalize etmiyor. ve yuhalıyor galatasaray kaptanını. bazen sinemaya gittiği için, bazen topu istediği yere atamadığından.
bir önceki jenerasyonun 14 senelik bekleyişiyle lafa gelince övünen bu tip taraftar aslında değil 14 sene, tek pozisyonda o bekleyenlerle arasındaki uçurumu gözler önüne seriyor. ayhan ne ilk ne son. kafasına bilgisayar atılan emektarını da gördü bu takım, hagi sevgisini haykırdı diye dayak yiyen taraftarlarını da. fatih terim için de çıktı o cızırtılı sesler, bülent korkmaz için de. bir sonraki hedef göze kestirildiğinde, tekrar coşkuyla anıldı adları. hatta yeni hedeflere mesaj vermek için kullanıldı. bugün hagi’nin kim olduğunu unutanların geçici teknik direktör adayı tugay kerimoğlu da yuhalanmıştı bir zamanlar. dün de fatura ayhan’a çıktı. on senelik galatasaray oyuncusu, daha son şampiyonluğun kahramanı, ıslıklarla oynadı 60 dakika ve sonra ıslıklarla sahadan çıktı. ne beni pohpohlayın demişti, ne bir şart koşmuştu mücadele etmek için. yalnızca gerçek performansından biraz uzaklaşmıştı ki, şu hâliyle bile geride kalan 23 haftanın en istikrarlı oyuncularındandı. ama hiçbiri o utanç anının yaşanmasını engelleyemedi. mutsuzdu taraftar. ve ayhan’ın yüzü eskimişti.
acı olan bu utanılacak anların artık iyice sıklaşması. yoksa bir sezon daha avrupa’dan uzak kalmışız çok mu? yani evet, çok da, olsun biz bekleriz. galatasaray geleneklerine, taraftarlığın şiarına ters düşmeden. cefamızı başkasının üzerine yıkmadan. acımızı içimizde yaşayarak. galatasaray’ı bekleriz. mutluluğu, başarıyı değil.
bir de bazılarımız "yeni ali sami yen" deyip deyip duruyorduk, bizim dilimize öyle yerleşsin, sponsorların adı resmi kağıt parçalarında kalsın diye. bence artık gerek yok. ali sami yen'in adını hatıralarımızda yaşatmak en güzeli. türk telekom arena ismi çok yakışmış yeni stadımıza.
bu bir bakış açısı. endüstriyel futbolun geldiği nokta bu. ne kadar inkâr etsek de taraftar biraz da müşteri artık. üst seviye liglerde mücadele eden tüm takımlar için geçerli bu, galatasaray meselesi değil. üç kuruş maaşla kalabalık ailesini geçindirmeye çalışan, her şeyin üstüne üstüne geldiği yaşamında tutunduğu tek dal galatasaray olan yüz binlerce işçi bugün “aşık olduğu renkler”i yakından görmek için tribünlerdeki yerini alabilir mi? formasını üzerine geçirip? daha kundaktayken galatasaray tezahüratlarıyla uyuttuğu, büyüttüğü aslan oğlunu, kızını yanına alıp? aldı hadi, üzerindeki pazar ürünü forma ile hangi gözle bakılır ona, oğluna, kızına? ağızdan çıkmasa da beyne oturacak “hey, bizler bu takımın has taraftarlarıyız, senden daha çok para harcıyoruz bu takıma, senden daha çok üzülüp daha çok sevinmek hakkımız” düşüncesine sahip kaç bin kişi çıkar acaba?
çağın vebası sarmış bizim bünyemizi de. kabul etmek zor da olsa, tribünlerin bir kısmını endüstriyel futbolun endüstriyelleşmiş taraftarları, yani müşteriler dolduruyor. o müşteriler, ki daima haklıdırlar, verdikleri paranın karşılığını almak istiyor. alamayınca da yine en haklı hâlleriyle basıyorlar kalayı. “yuuuuh! fiyuuu!” cefayı madden çeken, sefayı duygularıyla sürmek isteyen bir taraftar profili var artık ortada. bilet satın alıp film seyretmek gibi. o filmler bile her zaman mutlu etmiyor, bazen öyle bir yumru bırakıyor ki boğazda etkisi pek çok sürüyor ya neyse. o müşteri diğer yandan müşteri olduğunu da kabul etmiyor. aşık olduğunu sandığının renkler değil, kendisinin aynadaki silüeti olduğunu fark edemiyor. o hep mutlu olmak istiyor. olamayınca da saldırganlaşıyor. mantık süzgecinden geçirmeye gerek duymuyor yapacaklarını. tepkisini doğru yere kanalize etmiyor. ve yuhalıyor galatasaray kaptanını. bazen sinemaya gittiği için, bazen topu istediği yere atamadığından.
bir önceki jenerasyonun 14 senelik bekleyişiyle lafa gelince övünen bu tip taraftar aslında değil 14 sene, tek pozisyonda o bekleyenlerle arasındaki uçurumu gözler önüne seriyor. ayhan ne ilk ne son. kafasına bilgisayar atılan emektarını da gördü bu takım, hagi sevgisini haykırdı diye dayak yiyen taraftarlarını da. fatih terim için de çıktı o cızırtılı sesler, bülent korkmaz için de. bir sonraki hedef göze kestirildiğinde, tekrar coşkuyla anıldı adları. hatta yeni hedeflere mesaj vermek için kullanıldı. bugün hagi’nin kim olduğunu unutanların geçici teknik direktör adayı tugay kerimoğlu da yuhalanmıştı bir zamanlar. dün de fatura ayhan’a çıktı. on senelik galatasaray oyuncusu, daha son şampiyonluğun kahramanı, ıslıklarla oynadı 60 dakika ve sonra ıslıklarla sahadan çıktı. ne beni pohpohlayın demişti, ne bir şart koşmuştu mücadele etmek için. yalnızca gerçek performansından biraz uzaklaşmıştı ki, şu hâliyle bile geride kalan 23 haftanın en istikrarlı oyuncularındandı. ama hiçbiri o utanç anının yaşanmasını engelleyemedi. mutsuzdu taraftar. ve ayhan’ın yüzü eskimişti.
acı olan bu utanılacak anların artık iyice sıklaşması. yoksa bir sezon daha avrupa’dan uzak kalmışız çok mu? yani evet, çok da, olsun biz bekleriz. galatasaray geleneklerine, taraftarlığın şiarına ters düşmeden. cefamızı başkasının üzerine yıkmadan. acımızı içimizde yaşayarak. galatasaray’ı bekleriz. mutluluğu, başarıyı değil.
bir de bazılarımız "yeni ali sami yen" deyip deyip duruyorduk, bizim dilimize öyle yerleşsin, sponsorların adı resmi kağıt parçalarında kalsın diye. bence artık gerek yok. ali sami yen'in adını hatıralarımızda yaşatmak en güzeli. türk telekom arena ismi çok yakışmış yeni stadımıza.