• 1547
    (bkz: #390818)

    kaldığımız yerden devam...

    2010-2011 sezonunda, şimdiye kadar gördüğü en iyi sabri sarıoğlu'nu kazanacaktır. sabri ile ilgili, en başa dönüp bir düşünecek olursak; ilk aklıma gelen ve dikkat çektiği 23 ağustos 2003 bursaspor galatasaray maçı'nda skoru 2-2'ye getiren beraberlik golünü attığı maç. zaten bir müddettir eski açık müdavimleri arasında "sabri diye çok acaip bir çocuk var altyapıda..." muhabbetleri dönüyordu. 2002-2003 sezonunda bir trabzonspor maçında oyuna girdiği son 10 dakikayı saymazsak, daha doğru dürüst forma şansı bulduğu ilk maçta böyle klas bir gol atmanın getirdiği cesaretle, kaleyi gördüğü yerden vurdu sabri; tribün de onu böyle sevdi, şutları hep etkili oluyordu. bu maçtan birkaç ay sonra milli takıma da seçildi zaten, biri direkten dönen, ikisi de kaleci tarafından çelinen sağlam şutlarıyla; bir hazırlık maçında ukrayna(tarihi hatırlayan varsa yazsın) karşısında yokları oynayan milli takımımızda göze batmıştı.

    genel kanı şuydu; iyi şut çekiyordu, bileği pek yoktu ama süratliydi ve çok cılızdı. daha 18 yaşında olduğu için, kendisinden çok ümitliydik. şimdi bunları anlatınca masal gibi geliyor değil mi? biliyorum, çoğu taraftar unuttu; internette şamar oğlanı yaratma akımına boyun eğmeyi seçti... o zamanlar şutları beğenilip fiziği eleştirilen sabri, şimdi takımın fizik olarak en üst düzey elemanı olarak görülüyor fakat "mümkünse topla oynamaması" isteniyor. "fizik" deyince boy,pos anlayan kullanıcı, lütfen tartışmaya dahi girmesin...

    daha sonra, kendisi de dünya futbolunun sayılı hücum beklerinden biri olan erik gerets, sabri'yi 2005-2006'nın ortasında yokluktan beke çekti. o durumda pek mantıksız değildi, adam yokluğunda sabri'nin süratinden ve enerjisinden faydalanmak iyi bir fikirdi ve işe yaradı sayılır. ama gördük ki 2006-2007'de de sabri'den bek yaratmakta kararlıydı gerets. yahu nasıl olacaktı? altyapıda bu çocukla ilgili uzun vadeli bir plan hazırlanmıştı belli ki, defansın d'sini duymamıştı ki daha hayatında? ayrıca sağ açıkta oynarken bile fiziğini yetersiz buluyorduk; o cılızlıkla nasıl defans oynayacaktı?

    taaa en yukarıda numarasını verdiğim entry'deki olay yaşandı ve 2006-2007 sezonu öncesi kamp döneminde bambaşka bir idman programı uyguladı sabri. bir kere 21 yaş, defansı sıfırdan öğrenmek için çok geçti. ayrıca fiziğini geliştirmek için de kondisyon ve ağırlık idmanlarına abanması gerekiyordu; işi başından aşkındı sabri'nin ve teknik idmana vakti yoktu. 2006-2007 sezonunda başlayan süreç içerisinde çok yavaş bir ivmeyle savunma yapmayı öğreniyordu sabri, ama tekniği onu ilk gördüğümüz zamanların çok altındaydı artık; şutlarının, ortalarının, paslarının isabet oranı çok düşmüştü. kimse nedenini sorgulama zahmetine girmedi; hem şamar oğlanına bir şamar daha vurmak çok daha eğlenceliydi...

    2008-2009'da, önceki iki sezona nispeten daha iyi bir sabri gördük; teknik yine aynı fakat ara ara kademeye giriyor ve ikili mücadelelerde artık mağlup olmuyordu. fizik-kondisyon idmanlarının meyvesini 2008-2009'da toplamaya başladığını söyleyebiliriz ama pozisyon bilgisi hala zayıftı. 2008-2009 sezonunda oynadığımız bütün rakiplerin, zayıf bölgemiz olarak sağ kanadı gördüğünü ve oradan hücum ettiğini hatırlıyorum. iki senedir bundan en çok şikayet eden benim; sabri'nin pozisyon hatası yapma ihtimali patlamaya hazır bomba gibiydi, bir de 2009-2010'da gökhan zan ve servet çetin ile birlikte oynayınca... üfff; merak eden maç analizlerine falan baksın, tekrar hatırlamak istemiyorum.

    ama ister rijkaard'ın gelişi deyin, ister yıllar süren çalışmanın meyvesi; 2009-2010'un ikinci yarısındasabri tam bir savunmacı oldu. 2010-2011 sezonu öncesinde artık bol bol teknik idman yapacak vakti var; kariyerinin çok değerli senelerini harceyarak geliştirdiği savunmasının yanına, o seneler içinde ihmal ettiği tekniğini de ekleyebilecek artık büyük ihtimalle. bunu çok çok geç kalmış bir yıldız sağ bek transferi olarak görebilirsiniz.

    -----

    o teee en yukarıda verdiğim bkz'lı entry'de, bir de pres nanesinden bahsetmişim. stoper ikilisi ne kadar iyi olursa olsun, önlerinde sağlam pres yapan ve top çalan bir ön libero olmayınca bir şekilde golü yiyor. o açıdan zaten çok hayati olduğu belli; önlerinde işlerini kolaylaştıran, geçilmez, ısıran bir ön liberonun verdiği rahatlıkla stoperler daha iyi hazırlık pası yapsın, topu oyuna iyi sokacak, oyun kurup atak başlatacak vakitleri kalsın falan filan... bu zaten ön liberonun birincil vazifesi.

    onun yanındaki ikincil vazife de topu oyuna sokmak, ki o ekstradır; bir ön liberonun topla oynayabiliyor olması, bence defansif zaafını affettirmez. hele bizim gibi tek ön libero oynaya(mak isteye)n bir takımda hiç. ama oyunun defansif yönünü kusursuz oynayan bir orta saha, hücuma hiç katılmasa bile, hücuma dolaylı yoldan katkıda bulunur. şöyle ki; orta sahada top kayıpları artan rakip, orta alanda mücadeleyi dengeleyebilmek için savunma hattını ileriye çekme riskini almaya mecburdur. bu da süratli ve teknik hücum elemanlarınmızın boş alanlar bulması demektir. bu müsait hücum elemanlarına uzun ara pasları atan da, topla oynamayı bilemeyen yeni ön libero transferimiz olmayıversin; hemen önünde oynayan elano - arda atsın, hemen gerisinde oynayan lucas neill uzun oynasın... yeterli presi yaparak o geniş alanları sağlasın da, yaratıcı pasları, tekniği eksik kalsın.

    şimdi hücum hattımıza baktığımız zaman; ileride geniş alan bulduğunda yapabildikleri ortada. ama 2009-2010 boyunca da o alanları savaşarak, bileğimizin hakkıyla kazandığımız maç hatırlamıyorum. belki ilk 10 hafta içindeki maçlar sayılabilir; mustafa sarp, mehmet topal ve barış özbek henüz kondisyon olarak bitmemişlerdi. sami yen'de 3-0 kazandığımız beşiktaş maçı'nda rakibimizin ernst ve fink'ten oluşan ön libero ikilisini mağlup edebildik; ama yine sami yen de kasımpaşa'yı 4-1 mağlup ettiğimiz maçta, orta sahamızın pres ve mücadele açısından çok da mühim bir iş başardığı söylenemez çünkü rakip zaten orta sahayı bize gümüş tepside sunmuştu.

    üst düzey bir ön liberonun transfer edildiğini ve elano-arda ikilisinin hücum presinin de eklenmesiyle kolay geçilemeyen bir orta saha kurmayı başardığımız farz edersek; bunun defansımıza sağlayacağı katkı aşikardır fakat ileri 3'lünün de işi büyük ölçüde kolaylaşacaktır. elimizde keita ve (bonservisi alınabilirse) giovani gibi iki yaratıcı oyuncu ve pozisyon bilgisi, bitiricilik ve fizik olarak ligin en iyi santraforu milan baros var. rakip ayırt etmeksizin gol olup yağmak için tek istedikleri boş alan! orta sahada musa çağıran ya da emre çolak'ın performansı yükselirse arda sol kanatta giovani ile değişmeli oynatılarak elano'nun yanında performansı yükselen futbolcuya yer açılabilir. yahu varyasyondan bol ne var işte; hepsini yazmaya lüzum yok...

    yalnız; arda turan, yeni transfer serdar özkan(o da aslında sağ açık ama sol ayağına da hakim) ve gidici olduğunu düşündüğüm harry kewell dışında, takımda gerçek sol kanat oyuncusu yok. giovani çok iyi bir sağ forvet, keita ise sol kanadı gio'ya kıyasla daha iyi kullanabiliyorsa da sağ kanattaki kadar etkili olamıyor. musa çağıran ve emre çolak'tan en az biri üst düzey performans gösterip formayı kapamazsa, arda'nın satılması ya da orta sahanın göbeğinden başka bir mevkiye çekilmesi; rijkaard'ın sistemi açısından söz konusu olamaz. rijkaard'ın 4-3-3'ünde, defansif açıdan mükemmel oynayan ön liberonun yanı sıra; ön liberonun önündeki orta saha ikilisinin* eforunun bir kısmını defansa ayırarak o ön liberoya yardımcı olması ve oyunu iki yönlü oynaması da son derece önemli. aksi takdirde üst düzey pres yapan ön liberonun çabaları bile boşa gidebilir. elano ve arda'nın dışında bunu hakkıyla yapan orta saha oyuncumuz yok; emre çolak'ın bu güne kadar defans yaptığını görmedim, musa çağıran'ın da bu genç yaşında süper lig'e ne kadar sürede adapte olabileceği henüz belli değil.

    demem o ki; ön libero transferi ince elenip sık dokunarak yapılırsa, takımdaki pek çok yaraya dolaylı olarak merhem olacaktır.

    -----

    bitirirken...

    galatasaray futbol takımı, 2009-2010 sezonunda kötü bir futbol oynamamıştır. yukarıda kabaca(oha?! kabacasına bak?!) tarifini yapmaya çalıştığımız futbolu, birtakım hayati parçalarından*** mahrum olarak oynamaya çalışmış ve bu ligde bu seferlik başarısız olmuştur. ben daha sezonun başında, birçok taraftar gibi, bu sezonu gözden çıkarmıştım; fakat sabır yemini eden taraftarın çoğu, daha devre arası olmadan yemini bozdu...

    "başarı; bu futbolcularla, bu ligde, bu ligin gerektirdiği futbolu oynatarak şampiyon olabilmektir kardeşim! bana ne adamın barcelona'da ne yaptığından; biz burada cihan'larla, orhan ak'larla, barış özbek'lerle şampiyon olduk! başarı odur!"

    hayır güzel kardeşim; o ego mastürbasyonudur.

    ligi cihan haspolatlı, orhan ak, volkan arslan'lı kadro ile silip süpüren takım trömsö'ye elendiğinde; sen aval aval bakar, şaşırırsın. ben, "ya ne olacağıdı..." der; efkar sigaramı yakarım...

    barış özbek, mehmet topal, ayhan akman ile ligde şampiyon olup leverkusen'den 5 yediğinde; feldkamp'ın ligi düşünerek oluşturduğu kadronun ligdeki başarısını cevat güler'e maletmeni anlayamadığım gibi, avrupa maçlarındaki hezimetleri aklıma getirmemeye çalışırım...

    hele şu transferler bi yapılsın da...
App Store'dan indirin Google Play'den alın