resim
Fatih Terim
Görev:Teknik Direktör
Takım:-
Yaş:71
Uyruk:Türkiye
  • 34377
    fatih terim bu toprakların yetiştirdiği en iyi teknik direktördür. kıyas tartışma kabul etmez, bu bir gerçektir. elit teknik direktörler arasına girmiş, dünya futbol kültürüne, taktiksel birikimine katkıda bulunmuş, kendinden sonra gelenleri de etkileyecek fikirler sunmuştur. ondan sonra gelecek olan bütün türk antrenörleri onun izlerinden yürüyecektir. benim gözlemlediğim kadarıyla fatih hocamızın elit teknik direktörler seviyesinde olan özellikleri şunlardır: oyuncularını bireysel olarak geliştirip bir amaca konsantre edebilme yeteneği, kendi oyun felsefesi etrafında kimden ne kadar katkı alabileceğini bilmesi, oyunu hızlı okuma becerisi ve hızlı reaksiyon vermesi, oyun-oyuncu ve rakip analizi, bu özelliklerini daha da parlatan motivasyon/iletişim becerisi. burada bir konuya değinmek istiyorum çünkü fatih hoca'nın taktik bilgisi konusunda kasten dezenformasyon yapıldığını düşünüyorum. taktik bilgisi yüksek olmasına rağmen elbette bir pep, cruyff değildir ama hayatında hiç zirveleri hayal edemeyen bir takımı, takımı bırak koca bir toplumu yapabiliriz, kazanabiliriz diye ikna etmiştir. kazanmıştır. kazanandır. elit antrenör demek bütün teknik direktör özellikleri en iyi demek değildir. bu teknik direktörler için kullanılan şu özelliği zayıf ifadesi, o özellik elit antrenörler seviyesi için zayıf demektir. yoksa bu adamların taktik bilgisi iyi değil demek, taktik bilgileri süper lig hocası seviyesinde demek değildir. örnek: alex ferguson elit bir antrenördür ama bu seviyeye taktik bilgisi ile değil, (diğer özellikleri ile beraber) güncel taktikleri kendi sistemine uyarlamada en başarılı antrenörlerden birisi olması sebebiyle çıkmıştır. usta bir taktisyen değil usta bir evolvist ve stratejist olarak bilinir. bunu alex ferguson, belgeselinde açık yüreklilikle ifade ediyor zaten. bu, onu elitler arasından çıkarıyor mu? hayır, üstelik hala en tepelerde.

    fatih hocamızın yeteneklerini bilmem ve tüm kalbimle inanmama rağmen son döneminde teknik direktör olarak gelmesini hiç istemedim. gelirse de başkan olarak veya sportif direktör direktör/genel menajer olarak gelip galatasaray’ın kurumsal yapısını fatih terim sonrası için dizayn etmesini, cruyff gibi kendinden 100 sene sonrasına bile mirasını bırakmasını isterdim. öyle ya, fatih hoca tekrar gelip lig şampiyonu olsa ne olur, olmasa ne olur? kimseye kanıtlayacağı bir şey kalmamış beşinci yıldız desen kulüpte görevli olan herkes o yıldızın alınmasında pay sahibi sayılır. başkan olarak alsa, yok bunu sadece futbolcular ve teknik ekip aldı mı denecek? hayır. en büyük korkumsa teknik direktör olarak gelirse son dönemlerin birikmişliğinden (seçimler, tff hüsranı vs.) dolayı fatih hocayla kötü ayrılacağımız ihtimaliydi. ömrünüzde en tepeye çıkmışsanız artık oradan gidebileceğiniz tek yön vardır. bunun olmasını istemedim. hem fatih hoca'nın gelmesi demek gene başkan- fatih terim gerilimi demek olabilirdi. çünkü galatasaray'daki başkanlar değişse de fatih terim'in kurtarıcı rolünün değişmemesi, başkanları kısa dönemde rahatlatsa da uzun dönemde daha da güçsüzleştirmişti. mekanın sahibini de başkanlar değil fatih hoca yapmıştı. ben bunu thomas hobbes'un leviathan modeline çok benzetiyorum. thomas hobbes leviathan'ı tanımlamak için çok basitleştirerek kısaca yazıyorum. toplumun karşılaşacağı zorluklara ve dış dünyadan gelecek tehlikelere karşı yapacağı en iyi şey, bir kişiye veya kişiler topluluğuna (kral, meclis, devlet) yetkilerini, güçlerini vererek gücü tek bir yerde toplamaktır. tehlike durumunda verilen bu yetkilerin tehlike sonrası bir elde toplanması, kişilerin toplam gücünden oluşan dev bir varlığı ortaya çıkarır. krallar, devletler, devletin kamu harcamalarıyla gelişmesi bunu finanse etmek için vergilerin arttırılması süreçlerini de inceleyip işin içine katarak en başta bireysel güçlerin toplamından oluşan devletin aşırı gelişmesi sonucunda başlangıç noktasını unutmasını, dolayısıyla ilk ortaya çıkış amacını gerçekleştiremez hale geldiğini, varlık nedenini gerçekleştirmekten çok uzak hale geldiğini anlatır. bizdeki süreçte de fatih hocayı kendilerine kalkan olarak kullanan, onun sayesinde seçilen ve bunun karşılığında fatih hocaya istediği özgürlüğü sağlayan, dara düşünce fatih hocaya daha fazla yetki, sorumluluk verip kendi sorumluluk ve iktidarını paylaşan yönetimler, gün gelip verdikleri sorumlulukları geri isteyince, istedikleri şey ve aldıkları şey farklı olduğunda hep ayrılığı tercih ettiler. yolları ayırdıkları ise sadece bir teknik direktör değil futbol takımının her organını/kurumunu çalıştıran bir kurumsal hafıza, bu kurumların çalışmasını sağlayan bir kalp olduğu için yokluğunu sadece bir teknik direktör getirerek dolduramadılar. dolmayınca başarısızlık kaçınılmaz oldu. kulüp başarısız olunca başkan gitti. gerisini tahmin etmek zor değil. bu döngü ise devam etti.

    fatih hoca geldi. takımı topladı ve şampiyon yaptı. şampiyonluğu kutladığımız gecenin sabahı abime, abi bırakması lazım dedim. keşke bıraksa. burda bıraksın. şampiyonlar ligi var dedi. sustum. ne diyeyim, haklıydı. hoca getirmiş buraya, imkanı yok bırakmaz. yaz transfer dönemi gomis sorun çıkarıyor, hoca isterse gidebilir diyor tarzı haberler çıkmaya başladı. eyvah dedim başlıyoruz. oyun bir türlü oturmadı, forvet tutmadı, kaos, hakem doğramaları, var sonuçları, kaos, var kayıtları elimde, istanbul seçim yenilenmesi, kaos, son düzlükte müthiş bir seri, 8 de kapanır 18 de lefter sezonu şampiyon cimbom. ligin ilk yarısından itibaren her maç sonu bu sezon şampiyon bitirelim fatih hoca zirvede bıraksın diye dua ettim. 4. yıldız sezonundan sonra en çok şampiyonluk istediğim sezon budur. şampiyon olduk hoca gene bırakmadı. ciddi ciddi şampiyonlar ligi için kadro kuruyorduk. sonuç hüsran. tabi burada possession (sahiplik) oyunu meselesine değinmemiz lazım. fatih hocamız kimden nerden duydu, nasıl ikna oldu merak ettiğim, bir topa sahip olup kapalı rakipleri açmalıyız revelasyonu oldu. iyi de, fatih terim’in zaten bir oyunu vardı. kendi oyun felsefesi olan hocalar sistemlerinde aksayan bir yer olduğunu görürse bunu düzeltmek için çözümler arar hemen yeni bir felsefeye, sisteme geçmez. kendi sistemini daha sağlam hale getirmeye çalışır. ikinci bir durum sahiplik oyununu oynamak istedik diyelim. kalecimize baktık yaşlanmakta olan muslera. yaparsın dedik, yapamam dedi. kafa salladık, kaşlarını kaldırdı. muslera'yı gönderemeyeceğimize göre bu noktada sahiplik oyunu fikrinin bitmesi lazımdı. bitmedi, üstüne luyindama'yı da aldık. gene de bu oyunu oynayabilirdik peki nasıl? fatih hocama bu işi çözmüş atıyorum biri italyan, biri alman iki yardımcı alarak. fatih hocam en iyi yaptığı şeyi yapıp oyuncuların bireysel performanslarını arttırmaya konsantre olur, yardımcıları işin hamallığını yapıp teknik kısmıyla ilgilenir, oyuncuların yeni sisteme adaptasyonuna uğraşırlardı. bu possession (sahiplik) oyunu dediğimiz oyunu oynatan adamlara dikkat ederseniz istisnalar haricinde bu oyun sistemi tarafından possess (ele geçirilmiş) edilmiş şekilde davranan insanlar olduğunu görürsünüz. bu insanların çoğu no-life nerd. buraların deyimiyle sosyal hayatı pek takmayan işkolik/inek öğrenci takımı. 22 saat sistemi çalışır, analizini eder, istatistik inceler sonra gidip kahve alıp tamam şimdi başlayabiliriz kafasındaki tipler. fatih hocam son raddede zaten a takım oyuncular, antrenörler, aileleri, a takım oyun sistemi, fitness, rakip analizi, oyuncu gözlem, gelen-giden transfer, sağlık ekibi, florya, iç-dış çalışan, kulübün içe ve dışa karşı savunulması (ki bu başlık kendi altında en az yedi tane daha alt başlık içeriyor) alt yapı, çiçekler, çimenler, floryada kuşların uçup uçmaması, altyapı gelecek-gidecek, kiralık, altyapının hocaları, yemeği, oyuncusu, aileleri daha yazmayı unuttuğum eminim vardır. bu adam insan, insan. bir kişi. önceden yapabiliyor olması artık yapabileceği anlamına gelmez. necati ve selçuk, hocanın öğrencileri, bu sahiplik oyunuyla ile ilgili hocadan fazla bir şey bilebilme imkanları olabilir mi? bunu fatih hocanın kabul etmemesi başka bir konu. sırtından biraz yük kalksın kötü mü olur? bu yukarda saydıklarımı görevliler vasıtasıyla yaptığının farkındayım. öyle olduğu halde fazla bir yük. zaten bunları yapmasın da demiyorum. yapsın ama a takımda necati, selçuk ile beraber güçlü yardımcılar da olsun demeye getiriyorum. hem böylece, ceza aldığında da takım bundan etkilenmezdi. zaten sezonun üçte birini yok sayar olduk. kanıksadık. diğer takımların yardımcı antrenörleri neden sorun değil de bizimkiler sorun, cevabı burada saklı. biz, yardımcı hocaların takımın başında maça çıktığını diğer takımlara göre daha fazla görüyoruz. diğer takımların as hocaları sadece bir teknik direktör ve sorumluluğu saha iken bizim hocamız sadece bir teknik direktör değil ve sorumluluğu da sadece saha değil. bir de bu ceza konusuna geleyim, söz verdiği halde fb maçında bile bile aldığı ceza. sana gelince bu cezaların en üst perdeden verildiğini biliyorsun. sen takımın başında olmayınca neler olduğunu biliyorsun. bu filmi defalarca gördün. neden? takımımın hakkını yedirmem. e, yediler. şimdi eksik bıraktın daha fazla yiyecekler. kime yaradı? onlara. eve hırsız giriyor siz hırsıza değil ev sahibine kızıyorsunuz. efendim, hırsızın hiç mi suçu yok? hırsız zaten karaktersiz olduğu için ona göre davranıyor. elbette bir gün yakalanacak. yakalanmazsa bile hırsız kafasına sahip insanları ya diğer hırsızlar, ya hırsları bitirir. bu adamlar ortada dolanırken bari kapımızı kilitleyelim, bekçi koyalım önlemimizi alalım diyorum. kapıyı açık bırakıyoruz. e, bizim evimizi soyamazsınız. o da karşıdan sırıtıyor. çoktan soyduk diyor. hayır sırf bu adamlara daha rahat küfür edip ceza yediğinde içi rahat olsun diye insan gene alır bu yardımcıları. her cezan bittiği maç basarsın kalayı, geçersin dalganı. beş maç sonra görüşürüz deyip kırparsın gözünü.

    sonrasında gelen kupasız, oyunsuz ve pandemili tabi ki kaoslu sezon. başkanla yaşanan çok talihsiz olaylar. korktuğum şeyin olacağından artık emin olmuştum. seçimde önce belki aday olur dedim ama bir gün sürmedi. burak elmas bizim hoca adayımız şu an görevde dedi. hadi bu olabilir ama bundan sonra dediği şey nereye koyayım desen koyamıyorsun. neresinden tutsan elinde kalıyor.” bizim için kurumsallık önemli”. fatih terim kendisi bir kurumsallık zaten. paketi direk öyle geliyor. ya hocayla çalışma, kurumsallık diye devam et ya fatih hocayla devam et kurumsallık falan çok da şey etme. ikisi birden olmaz. bunu 25 yaş üstü futbolla ilgilenen her hangi bir taraftar bilir. (bunu bilerek yola çıkıldığını kabul edersek işler biraz sarpa sarıyor o yüzden gene iyi niyetli seçenek olan bu durum bilip yönetilmeyecek bir mesele değil diye düşünüldüğünü varsayıyorum.) mesela ben fatih hocamızın devamlı basın toplantılarında satır aralarını okuyun demek istediklerimi anlarsınız demesinden hiç hoşlanmam. gençken okurduk. yani okumaya çalışırdık. aslında şöyle demek istedi. yok aslında böyle demek istedi. bir hafta kendi aranda konuşursun bazen kavga edersin sonra fatih hoca basın toplantısına çıkar, beni tanıdığını düşünüp yorum yapanlar beni hiç tanımıyor. söylemediğim şeyleri söylemiş gibi yazıyorsunuz sonra buna inanıyorsunuz diye basına, taraftara, herkese fırça, herkesi yalanlar haydi hoşçakalın. yahu satır aralarını oku dedin millet speküle etti işte. bir oldu iki, üç oldu (dediğim sene bazında tabi) bana gına geldi. ondan sonraki basın toplantılarında bakın buraları iyi okuyun, her şeyi söyleyemiyorum kafasına girdiği an, ben gözlerimi devirip şalterleri indirir oldum. söylemek istediğini söyle. söylenemeyeceği söyleme ama gene de bilmemiz gerekiyorsa albayrak söylesin, mert şimdi baktığımızda desin söylesin ne bileyim bir yolu bulunur. ev sarıya boyanmış, karpuz kırmızı acaba neyi ifade ediyor? kırmızı karpuz olmaz. sarı kırmızı galatasaray'ı ifade ediyor? hayır. kırmızı mayısı, sarı temmuzu. peki metin oktay'ın galatasaray'a ilk imzası. yuh. bunun sonu yok, sonu. delirirsin. fatih hoca ilk imzam son imzam diye paylaşım yapınca aslında geri döneceğim dedi. yok başkan olacağım dedi. yok yönetimdekilere seslendi. hayır geçmişe atıf yaptı diye insanların aklını kaybetmesi bundan. gençken öyleydim biliyorum. bu kafalarımızın müsebbibi hep fatih hocanın konuşmaları, kurtlar vadisi ilk 97 bölüm, belki biraz da çılgın bediş. ben hocanın bu huyunu fark ettiğim zaman onu öyle kabul ettim. bu özelliğini bilerek hareket ettim. 2022 yılında hala birileri fatih terimi idare edebileceğini düşünüp bir yola çıkıyorsa, düşündüğüm bir start-up var yatırımlarından faydalanmak isterim.

    sezon başladı. avrupa iyi, lig kötü. lig daha da kötü. geldiğimiz noktada lig en kötü. korktuğum oldu. fatih hoca gitti. üstte de o kadar sitem ettiğim şeyleri yazdım. eminim hepimiz son dönemle ilgili bir sürü serzenişte bulunduk. doğrusunu söylemek gerekirse fatih hocamız daha önceden gitmeliydi. hiç bu döneme başlamamalıydı. başakşehiri arkadan gelip geçtiğimizde efsane bir şampiyonlukla, son demeliydi. prime dönemi özelliklerini ve son sezonundaki özelliklerini karşılaştıracak olursak resim netleşiyor. oyuncularını bireysel olarak geliştirip bir amaca konsantre edebilme yeteneği (yeni seçtiği sistemde bireysel oyuncu gelişimi değil, süreç oyuncuların sisteme alıştıkça gelişmesi şeklinde olduğu için tamamen değişti. iyi etkilenen bir kaç oyuncu olmasına rağmen kötü etkilenen daha fazla oyuncu oldu) , hedefe kitleme (avrupa için geçerliydi fakat lig için öyle olmadı) , kendi oyun felsefesi etrafında kimden ne kadar katkı alabileceğini bilmesi (son döneminde bu özelliği adeta yok oldu. ya felsefe/oyun sistemi kendisine ait olmadığı için ya da oyunculardan kaynaklı ama kime güvendiyse geri dönüş alamadı. bu da sorunun oyuncularda değil daha çok kendisinde olduğunu gösteriyor), değişen oyunu hızlı okuma becerisi ve hızlı reaksiyon vermesi (bu özelliği de beş oyuncu değişikliği ile daha iyi olması gerekirken daha kötü oldu. özellikle fenerbahçe, karagümrük ve malatya maçlarında oyun okuma anlamında geriye gidiş çok net gözüktü), oyun-oyuncu ve rakip analizi (avrupa'da hala çok iyiydi. ligde sanki yok gibiydi). motivasyon/iletişim konusunda da prime dönemindeki gibi olmadığı kesindi. bu son dönemde sanki daha fazla agresifti kenarda. ilginç olan bir nokta taraftardan sabır isterken kendisi oyuncularına karşı sabır konusunda çok bonkör değildi. maçtaki oyuncular zaman zaman hareketlerinden sonra korkulu gözlerle kenara bakar hale gelmişlerdi. ilk 11 istikrarı zaten avrupa lig derken hallaç pamuğu. son olarak da xg ve iyi oyun konuları, bunlarsız bu sezon bitişi olmaz. galatasaray futbol takımı ligdeki üç dört takım hariç bütün takımlara karşı topu daha fazla kullanan xgsi daha fazla olan takım olmak zorundadır. doğalı budur. aynısı ben büyüğüm diyen diğer takımlar için de geçerlidir. anadolu takımı kapanır, yere yatar, zaman geçirir, hakeme oynar, sen alırsın topu bir sağdan bir soldan her hafta sonu anadolu’nun fethi gibi saldırır durursun. bu iki veri de yüksek çıkar. arada kısır maçlar olur. arada yenilirsin. bunlar istisna olur. avrupa ile aramızda açılan makas ne kadar gerçekse anadolu takımları ile de bizim aramızdaki makas o kadar gerçek olmalıdır. birkaç maç xg yüksek olup gerçekleşen gol düşük olsa gene sorun olmazdı. olmadı da zaten. avrupa kupası maçları bitene kadar herkes olabilir dedi. yapacağımız patlamayı bekledi. olmadı. sonsuz sayıda maç yapmış olsak belki gerçekten de beklenen gol ve gerçekleşen gol denkleşecekti ama sonsuz maçı bırak, diğer maça gelene kadar yangın, kıyamet ömür geçiyor. fatih hocam mı atsın? evet. işler mükemmel giderken de her şey fatih hocamdan dolayı, işler kötü giderken de. bir konu hakkında meseleler dallanıp budaklanmaya başlarsa ockham’ın usturasını vurup sonuca gitmek en mantıklısıdır. ockham diyor ki “mesele ne kadar karmaşık olursa olsun en basit açıklama, büyük ihtimal doğrudur” xgler, oyuncular, eksikler, transfer, değişerek gelişelim, ocağa sabır, mayıs bizim… usturayı vuralım. bu takım neden bu halde? takım sorumlusu başarısız. bu kadar. fatih hocamızın son ana kadar takım iyi oynuyor falan demesini alman generallerin son ana kadar rus birlikleri almanya’nın içlerine doğru ilerliyor haberlerini alıp bunun imkansız olduğuna inanıp, haberleri yok saymalarına benzetiyorum. olması beklenenle olan arasındaki o farkta, gitti hocamız.

    korktuğum da başıma gelmiş oldu. efsanemizle ona yakışan efsanevi şekilde ayrılamadık. ayrılık ve sarsıntıları hala devam ederken şunu düşündüm. belki böylesi daha güzel olmuştur. çünkü ayrılık sonrası taraftara bakıyorum, hala geleceğe dair bir umutları var ve fatih hocamızın bu son başarısız dönemini bahis konusu bile etmeyip ayrılığı başarısızlık üzerinden değil iktidar kavgaları üzerinden okuyarak fatih terim efsanesine sahip çıkıyorlar. avrupa kupasına kadar bekleyip bu süreçte gelebilecek kötü sonuçlar ve kötü bir avrupa ligi kurası ile geçilemeyen tur sanırım fatih terim efsanesi için daha yıkıcı olabilirdi. şu an bunun olamayacağı gerçeği ile ortaya çıkan başarı ihtimali daha güzel sanki. belki de, insanların umudu hatırlayıp buna tutulmaları, fatih terim efsanesine en çok yakışan ayrılık. bunu derken fiziksel olarak da bir organizasyon yapmak hala mümkün. sular durulunca bir insan akıl eder diye düşünüyorum. geri kalan hayatımızda şuna benzer cümlelerin sık sık kurulma ihtimali yüksek ve belki de bu şekilde daha güzel “ah abi ligde kötüydük ama fatih hoca o sene avrupa'da devam etseydi, alırdık sanki kupayı ha? alırdık tabi oğlum. fatih hocanın olduğu yerde her zaman umut vardır.”
App Store'dan indirin Google Play'den alın