421
çok sevdiğim, kafası çok çalışan, kalemi güçlü, ince görüşlü bir kardeşimdir.
(bkz: #2850874) şöyle bir entri girmiş, bunun üstüne söylenecek başkaca şeyler olduğunu düşünüyorum. özellikle nick altı yazmak istedim, bazen bu yöntem daha dikkat çekici olabiliyor. hele hele sözlüğün son dönemlerdeki durumu düşünüldüğünde bu akıllıca bile olsa gerek...
galatasaray başkanlık makamı, benzeri her makam gibi, sıradan bir makam değildir. dolayısıyla her başkan, zamanla o makamın büyüsüyle büyümeye, değişmeye başlar. başka kulüp ya da kurumları düşündüğümüzde de böyle bir dönüşüm yaşamamış sayılı başkan sayabiliriz.
aslında başkanlar geldikleri makamlarda kurdukları ekip ya da düzenin verdiği geri dönüş, buralardan aldığı verimle doğru orantılı olarak başarı/lı/sız olur. konumuz futbolsa, adınız florentino perez bile olsa kurduğunuz kadro, güvendiğiniz teknik ekip ne kadar marka, ne kadar spektaküler olursa olsun, geri dönüşü olmazsa başarısız kabul edilirsiniz. dolayısıyla futbolda yönetimler, kazandıkları kupalar kadar başarılı olabilir.
galatasaray'da enteresan bir başkanlık yapısı var. tam sorumluluk ile sorumsuzluk arasında bir yerde sıkışmış bir koltuğu konuşuyoruz. mesela tam sorumlu desen dursun özbek'i açıklayamazsın, tam sorumsuz desen adnan polat'ı... o yüzden kongre yapısına, liseye, liseciliğe, kulislere, siyasete falan girmenin lüzumu yok, uzar gider...
galatasaray'ı taraftarlık üzerinden konuşacak olursak, ben de dahil olmak üzere, başarıyı kanıksamış, bunu bir standart olarak kabul eden bir grup olduğumuzu söyleyebiliriz. her ne kadar efsanemiz desek de takım biraz yalpaladığında efsane falan dinlemeden topa tutabiliyoruz. ya da başkaca şeyler... bunu sadece fatih terim için değil hagi için, bülent korkmaz için, lucescu için, geretz için yani anlayacağınız bir çok isim için söyleyebiliriz.
hoca 4. döneminde imza atarken arsene wenger'den örnek vererek, "eğer galatasaray'dan hiç ayrılmamış olsaydım başka bir senaryoyu konuşuyor olabilirdik!" demişti. aslında konuşulması gereken konu tam da bu, başkası değil.
yönetimlerin temel amacı mali disiplini sağlayıp oluşturdukları çalışan topluluğuna başarıyı sağlayacakları ortamı hazırlamaktır. bunu yaparken temel görev grubun sorumluluğunu üstlenen kişiye aittir. yakın zamanda beşiktaş, ondan önce ünal aysal örneğinde olduğu gibi burada harmoni bozulduğunda, öyle ya da böyle, bu işin sonu taze kan söylemleriyle yeni bir oluşuma gitmek olur, kaybedilen bir kaç sezonun ardından bir aklı selim gelir, dikiş tutturulur ve cemiyette re re re, ra ra ra...
rahmetli dayım sigara içtiğimi fark ettiğinde beni yanına çağırmış ve "oğlum, bokun bok olduğunu anlamak için tadına bakmaya gerek yok! bu görüntüsüyle, kokusuyla bok! neden böyle bir şey yapıyorsun?" demişti. fakat insanoğlu böyledir, tecrübe etmek ister... yasak her zaman cezbeder, sınırlar ise aşılmak içindir.... ve ben bu konuşmanın üzerinden geçen 14. yılı sigara içerek karşılıyorum...
peki hocanın farklı senaryo dediği ne olabilirdi ve bunun gerçekleşmesine ne engel oldu... hoca defaatle galatasaray'dan hiç ayrılmak istemediğini ama her seferinde bunun bir şekilde bir mecburiyet olarak karşısına çıktığını söyler. hoca 2. dönemi hariç, ki burası daniel tozser 'in de bahsettiği meşhur fenerbahçe maçına bağlanamayacak kadar karışıktır, her dönemde öyle ya da böyle görevi aldığı yönetimin önüne geçmiştir. hocayı tanıdığınızda bunun böyle olması aslında kaçınılmaz bir sonuçtur. haliyle hocaya görev veren yönetimler bunu bilerek ve de göze alarak hareket et/meli/miş/dirler. ne zaman ki koltuğun büyüsü yönetilemez hale gelir, hoca göze batar ve kaçınılmaz sona ilerlersiniz.
bahsettiğimiz konu sadece fatih terim için değil, kendine denk bir sürü teknik adam için geçerlidir. bugün pep ile çalışıyorsanız sınırlarınız bellidir. ya da jose, ancelotti, spaletti, favre, bielsa... dolayısıyla kaldıramayacağınız yükün altına girmek istemiyorsanız, buyrun martin jol ya da hikmet karaman orada bekliyor... (şaka değil bu arada!)
hoca ve yönetimimiz son krizde eşit miktarda hatalıdır. fakat terazi mustafa cengiz'i tartmaz, o kefeye fatih terim ile çıkamazsın. nasıl başkaları çıkamadıysa, sen de çıkamazsın.
"efendim, galatasaray bir başkan kulübüdür!" - evet doğru, fakat galatasaray kupası olmayan başkanını hatırlamaz. bugün şampiyon olamıyorsan gelir yapamazsın, gelir yapamazsan "setılmınt, agrimınt" olmaz! hele hele, 2 sene önce sokağa çıksan seni kimse tanımazken, şampiyonluklar seni tanınır hale getirir.
yönetim çalışan grubuna mali disiplini başarı ortamı için sunarken, aslında böyle ekstra bir getiriyi de cebine yazar. fark ettiyseniz efsane olma meselesine, hocanın istedikleri ve olanlara, kimi "off the record" bilgilere hiç girmedim.
peki ne olur? mayıs'ta şampiyon oluruz, bu kupayı da yeni başkan kaldırır!..
edit : gençlerbirliği, altınordu da başarılı kulüpler, şampiyon olmazlar ama işte futbolcu falan satarlar. borçsuz falan yani, mali disiplinli, genç, dinamik... tribünleri de boş hani... neyse...
(bkz: #2850874) şöyle bir entri girmiş, bunun üstüne söylenecek başkaca şeyler olduğunu düşünüyorum. özellikle nick altı yazmak istedim, bazen bu yöntem daha dikkat çekici olabiliyor. hele hele sözlüğün son dönemlerdeki durumu düşünüldüğünde bu akıllıca bile olsa gerek...
galatasaray başkanlık makamı, benzeri her makam gibi, sıradan bir makam değildir. dolayısıyla her başkan, zamanla o makamın büyüsüyle büyümeye, değişmeye başlar. başka kulüp ya da kurumları düşündüğümüzde de böyle bir dönüşüm yaşamamış sayılı başkan sayabiliriz.
aslında başkanlar geldikleri makamlarda kurdukları ekip ya da düzenin verdiği geri dönüş, buralardan aldığı verimle doğru orantılı olarak başarı/lı/sız olur. konumuz futbolsa, adınız florentino perez bile olsa kurduğunuz kadro, güvendiğiniz teknik ekip ne kadar marka, ne kadar spektaküler olursa olsun, geri dönüşü olmazsa başarısız kabul edilirsiniz. dolayısıyla futbolda yönetimler, kazandıkları kupalar kadar başarılı olabilir.
galatasaray'da enteresan bir başkanlık yapısı var. tam sorumluluk ile sorumsuzluk arasında bir yerde sıkışmış bir koltuğu konuşuyoruz. mesela tam sorumlu desen dursun özbek'i açıklayamazsın, tam sorumsuz desen adnan polat'ı... o yüzden kongre yapısına, liseye, liseciliğe, kulislere, siyasete falan girmenin lüzumu yok, uzar gider...
galatasaray'ı taraftarlık üzerinden konuşacak olursak, ben de dahil olmak üzere, başarıyı kanıksamış, bunu bir standart olarak kabul eden bir grup olduğumuzu söyleyebiliriz. her ne kadar efsanemiz desek de takım biraz yalpaladığında efsane falan dinlemeden topa tutabiliyoruz. ya da başkaca şeyler... bunu sadece fatih terim için değil hagi için, bülent korkmaz için, lucescu için, geretz için yani anlayacağınız bir çok isim için söyleyebiliriz.
hoca 4. döneminde imza atarken arsene wenger'den örnek vererek, "eğer galatasaray'dan hiç ayrılmamış olsaydım başka bir senaryoyu konuşuyor olabilirdik!" demişti. aslında konuşulması gereken konu tam da bu, başkası değil.
yönetimlerin temel amacı mali disiplini sağlayıp oluşturdukları çalışan topluluğuna başarıyı sağlayacakları ortamı hazırlamaktır. bunu yaparken temel görev grubun sorumluluğunu üstlenen kişiye aittir. yakın zamanda beşiktaş, ondan önce ünal aysal örneğinde olduğu gibi burada harmoni bozulduğunda, öyle ya da böyle, bu işin sonu taze kan söylemleriyle yeni bir oluşuma gitmek olur, kaybedilen bir kaç sezonun ardından bir aklı selim gelir, dikiş tutturulur ve cemiyette re re re, ra ra ra...
rahmetli dayım sigara içtiğimi fark ettiğinde beni yanına çağırmış ve "oğlum, bokun bok olduğunu anlamak için tadına bakmaya gerek yok! bu görüntüsüyle, kokusuyla bok! neden böyle bir şey yapıyorsun?" demişti. fakat insanoğlu böyledir, tecrübe etmek ister... yasak her zaman cezbeder, sınırlar ise aşılmak içindir.... ve ben bu konuşmanın üzerinden geçen 14. yılı sigara içerek karşılıyorum...
peki hocanın farklı senaryo dediği ne olabilirdi ve bunun gerçekleşmesine ne engel oldu... hoca defaatle galatasaray'dan hiç ayrılmak istemediğini ama her seferinde bunun bir şekilde bir mecburiyet olarak karşısına çıktığını söyler. hoca 2. dönemi hariç, ki burası daniel tozser 'in de bahsettiği meşhur fenerbahçe maçına bağlanamayacak kadar karışıktır, her dönemde öyle ya da böyle görevi aldığı yönetimin önüne geçmiştir. hocayı tanıdığınızda bunun böyle olması aslında kaçınılmaz bir sonuçtur. haliyle hocaya görev veren yönetimler bunu bilerek ve de göze alarak hareket et/meli/miş/dirler. ne zaman ki koltuğun büyüsü yönetilemez hale gelir, hoca göze batar ve kaçınılmaz sona ilerlersiniz.
bahsettiğimiz konu sadece fatih terim için değil, kendine denk bir sürü teknik adam için geçerlidir. bugün pep ile çalışıyorsanız sınırlarınız bellidir. ya da jose, ancelotti, spaletti, favre, bielsa... dolayısıyla kaldıramayacağınız yükün altına girmek istemiyorsanız, buyrun martin jol ya da hikmet karaman orada bekliyor... (şaka değil bu arada!)
hoca ve yönetimimiz son krizde eşit miktarda hatalıdır. fakat terazi mustafa cengiz'i tartmaz, o kefeye fatih terim ile çıkamazsın. nasıl başkaları çıkamadıysa, sen de çıkamazsın.
"efendim, galatasaray bir başkan kulübüdür!" - evet doğru, fakat galatasaray kupası olmayan başkanını hatırlamaz. bugün şampiyon olamıyorsan gelir yapamazsın, gelir yapamazsan "setılmınt, agrimınt" olmaz! hele hele, 2 sene önce sokağa çıksan seni kimse tanımazken, şampiyonluklar seni tanınır hale getirir.
yönetim çalışan grubuna mali disiplini başarı ortamı için sunarken, aslında böyle ekstra bir getiriyi de cebine yazar. fark ettiyseniz efsane olma meselesine, hocanın istedikleri ve olanlara, kimi "off the record" bilgilere hiç girmedim.
peki ne olur? mayıs'ta şampiyon oluruz, bu kupayı da yeni başkan kaldırır!..
edit : gençlerbirliği, altınordu da başarılı kulüpler, şampiyon olmazlar ama işte futbolcu falan satarlar. borçsuz falan yani, mali disiplinli, genç, dinamik... tribünleri de boş hani... neyse...