81
ankara'da yaşayan bir taraftar olarak galatasaray'ın gitme şansına eriştiğim maçlarından biridir. bambaşka bir yazının konusu ama istanbul'da yaşamamama rağmen, biraz da şansımın da yardımı ile galatasaray'ın efsane maçlarının önemli bir kısmına canlı tanıklık edebildim.
bu maç için yine ankara'da yaşayıp maçlara gitmeye çalışan çocukluk arkadaşım, batı üstten iki adet kombinesini bana ve yine onunla aynı iş yerinde çalışan ortak bir arkadaşımıza vermişti, o iş sebebi ile gelemiyordu.
arkadaşım aynı güne bir iş seyahati de denk getirmişti, şirket arabasını da çektik altımıza, önce gebze'de onun iş ziyaretini hallettik oradan da soluğu nevizade'de almıştık, daha sonra istiklal'de başka bir yere geçmiştik. sonra ver elini arena, iki günlük bir efsanenin başlangıcına şahit olacağımızı bilmeden.
maç durunca oldukça canımız sıkılmıştı, aynı gece dönmeyi planlıyorduk, oldukça bekledik statta bir gelişme olur diye. nihayet tatil anons edildikten sonra çıktık, iş seyahati kisvesi ile gittiğimiz için bir de şirkete otel yazdırdık*, anlaşmalı otellerden biri de büyük londra oteli'ymiş, fiyatı da uygundu, merak ettiğim bir yerdi, hiç hesapta yokken orayı da görmüş, bir gece kalmış olduk.
galatasaray tarihine geçen bir maçı yerinde yaşamamıza, ismini vermeyeceğim şirket tamamen sponsor olmuştu*. kombineler o şirkette çalışan bir arkadaşımdan, ulaşım ve konaklama da yine aynı şirketten, biralar bizdendi.
sabah kalktık, oturduk verdik kararımızı olan oldu zaten kaldık istanbul'da bekleyeceğiz diye. maçın saati açıklandı, taksi ile gittik stada. ben dediğim gibi istanbul'da yaşayan biri kadar tribün yaşantısı olan birisi değilim ama, o gün o statta çocukken gittiğim maçların havasını hissettim. tahminimden çok daha fazla taraftar vardı, hatta sonradan içeri baya giren de oldu, ama daha da önemlisi o maçta hissettiğim inanmışlık hissini tarif etmek çok zor. sanki kendim her maça gidermiş gibi arkadaşıma da dedim; kemik taraftar burada. çocukluk travmalarını da bir yandan hatırlamıyor değiliz; werder bremen, rotariu...
maçı anlatmaya gerek yok, (bkz: anlatmaya gerek yok, görüyorsunuz) sneijder, buffon'u avladığında herkes gibi yaşadığım mutluluğu tarif edecek sözleri bulmak zor, oldu be dedik, sonra la neler oluyor oğlum gerçekten mi oldu dedik, bitti bu iş yemin ederim bitti bu iş dedik... stattan çıktık, çok keyiflendiğimde anın tadını çıkarttıktan sonra hep yaptığımı yine yaptım, mutluluk paylaştıkça çoğalır ya, tüm sevdiklerimi aramaya başladım.
ankara'ya yola çıktığımızda hava kararmıştı zaten, gökhan zan'ın açıklamalarını radyoda dinledik, zaten yol boyu galatasaray dinledik, galatasaray soluduk. ankara'ya kadar müthiş bir kar yağışı vardı yolda da biz zaten sevinçten uçuyorduk bizi bozamadı.
ne iki gündü be galatasaray...
bu maç için yine ankara'da yaşayıp maçlara gitmeye çalışan çocukluk arkadaşım, batı üstten iki adet kombinesini bana ve yine onunla aynı iş yerinde çalışan ortak bir arkadaşımıza vermişti, o iş sebebi ile gelemiyordu.
arkadaşım aynı güne bir iş seyahati de denk getirmişti, şirket arabasını da çektik altımıza, önce gebze'de onun iş ziyaretini hallettik oradan da soluğu nevizade'de almıştık, daha sonra istiklal'de başka bir yere geçmiştik. sonra ver elini arena, iki günlük bir efsanenin başlangıcına şahit olacağımızı bilmeden.
maç durunca oldukça canımız sıkılmıştı, aynı gece dönmeyi planlıyorduk, oldukça bekledik statta bir gelişme olur diye. nihayet tatil anons edildikten sonra çıktık, iş seyahati kisvesi ile gittiğimiz için bir de şirkete otel yazdırdık*, anlaşmalı otellerden biri de büyük londra oteli'ymiş, fiyatı da uygundu, merak ettiğim bir yerdi, hiç hesapta yokken orayı da görmüş, bir gece kalmış olduk.
galatasaray tarihine geçen bir maçı yerinde yaşamamıza, ismini vermeyeceğim şirket tamamen sponsor olmuştu*. kombineler o şirkette çalışan bir arkadaşımdan, ulaşım ve konaklama da yine aynı şirketten, biralar bizdendi.
sabah kalktık, oturduk verdik kararımızı olan oldu zaten kaldık istanbul'da bekleyeceğiz diye. maçın saati açıklandı, taksi ile gittik stada. ben dediğim gibi istanbul'da yaşayan biri kadar tribün yaşantısı olan birisi değilim ama, o gün o statta çocukken gittiğim maçların havasını hissettim. tahminimden çok daha fazla taraftar vardı, hatta sonradan içeri baya giren de oldu, ama daha da önemlisi o maçta hissettiğim inanmışlık hissini tarif etmek çok zor. sanki kendim her maça gidermiş gibi arkadaşıma da dedim; kemik taraftar burada. çocukluk travmalarını da bir yandan hatırlamıyor değiliz; werder bremen, rotariu...
maçı anlatmaya gerek yok, (bkz: anlatmaya gerek yok, görüyorsunuz) sneijder, buffon'u avladığında herkes gibi yaşadığım mutluluğu tarif edecek sözleri bulmak zor, oldu be dedik, sonra la neler oluyor oğlum gerçekten mi oldu dedik, bitti bu iş yemin ederim bitti bu iş dedik... stattan çıktık, çok keyiflendiğimde anın tadını çıkarttıktan sonra hep yaptığımı yine yaptım, mutluluk paylaştıkça çoğalır ya, tüm sevdiklerimi aramaya başladım.
ankara'ya yola çıktığımızda hava kararmıştı zaten, gökhan zan'ın açıklamalarını radyoda dinledik, zaten yol boyu galatasaray dinledik, galatasaray soluduk. ankara'ya kadar müthiş bir kar yağışı vardı yolda da biz zaten sevinçten uçuyorduk bizi bozamadı.
ne iki gündü be galatasaray...