427
--- alıntı ---
faruk süren : bir gün muhabbet ederken, ikinci başkanımız mehmet cansun’un ağzından mario jardel ismi çıktı.
burak elmas: mehmet abi’nin pozitif düşüncesi ve girişimleriyle başlayıp bizim detaylarını takip ettiğimiz bir süreçtir jardel transferi. geldi yönetim kurulu’na, “ya, bu jardel’i alalım biz” dedi. jardel o zaman avrupa’daki her takımın transfer hedefiydi. biz “gelmez” derken mehmet abi “ben konuştum, gelecek” dedi ve birkaç gün sonra beni florya’ya çağırdı. üstünde hawaii gömlek, altında şort, elinde bond çanta, yanında jardel’in menajeri… üçümüz florya’da oturuyoruz, mehmet abi’nin rahatlığı beni de rahatlatıyor. zaten öyle bir egodan uzaktır ki bazen o işi bitirir, siz kendiniz yaptınız zannedersiniz. “sen otur anlaş işte” dedi bana. “abi ne anlaşacağız, sen ne söz verdin bu adama?” diyorum ama mehmet abi öyle rahat ki… başkan’ın haberi olup olmadığını sordum, “hallederiz onları, sen konuş” dedi. sonra da kalktı teknesine gitti. ben jardel’in menajeriyle detayları konuştum, anlaştım. ama nasıl ödeyeceğiz diye kara kara düşünüyordum.
faruk süren: telsim devreye girdi, 8 milyon dolara forma reklamı verdi. o zamanlar öyle bir para yok tabii, o işler 1 milyona falan oluyordu. aig sayesinde opel ile de görüşüyorduk. ama bir gün cem uzan ile malaga’ya uçarken bu işi bitirdik.
burak elmas: öyle bir baskı altındaydık ki o dönem… ali abi’yle biz zaten her zaman karamsarız; jardel helikopterle florya’ya inip imzaya oturduğunda bile “acaba bir pürüz çıkacak mı” diye birbirimize bakıyorduk.
faruk süren: mehmet güzel bir şey yaptı, ama biraz pahalıya yaptı! 7-8 milyon dolarlık bütçemiz vardı ama jardel’i 16 milyona aldık. bir sonraki senenin ücretini de ona verdik. ne yapalım, aldık işte!
burak elmas: transferi bitirmiştik. jardel idmana çıkmıştı. tam rahatladık derken lucescu beni aradı ve “bu adam iyi bir oyuncu değil galiba. futbol oynayamıyor” dedi. biz panik olduk. ali dürüst ve aziz üstel’le kampa gittik. hazırlık maçında jardel hakikaten çok kötü oynuyor, kaval kemiğiyle pas veriyordu. türk futbol tarihinin en büyük parasını verip getirdiğimiz adamın futbolcudan uzak bir görüntüsü vardı. zürih sokaklarında ali dürüst, aziz üstel ve ben, iki saat boyunca “hepimizi topa tutarlar bu herif böyle çıkarsa” diye dertli dertli yürüdük. bonservisi ödedik mi, teminat mektupları gitti mi, transferi iptal edebilir miyiz; bunları düşünüyoruz… bir yandan mehmet abi’yi arıyoruz, “oğlum siz manyak mısınız?” diyor. sonunda bunun bir adaptasyon süreci olduğuna karar verdik. hocayla da konuştuk; “transferi yaptık, artık bir şekilde faydalanacağız” dedik.
fatih akyel (futbolcu): açıkçası biz hakan şükür’den sonra işimizin biraz zorlaşacağını düşündük. çünkü devamlı pres yapan bir takımdık ve o pres de en önde hakan’la başlardı. jardel ise pres yapan bir oyuncu değildi. daha sakin ama daha golcü bir yapısı vardı. önce bir “ne oluyor?” dedik ama çabuk kaynaştık. topları jardel’e taşıdık, her pozisyonda onu gördük. o da hemen gollerini atmaya başladı.
ümit davala (futbolcu): portekizce ve biraz ispanyolca hariç hiçbir dil bilmiyordu. elle kolla, vücut diliyle ancak anlaşıyorduk. bizim gözümüzde hiç koşmayan, mücadele etmeyen ama iş bitiren oyuncuydu.her zaman doğru yerde bulunurdu, en büyük özelliği de buydu. antrenmandan sonra sağdan soldan ortalar kesip ona ceza sahası içinde son vuruşları çalıştırıyorduk. kendisi bunu özellikle isterdi. birçok oyuncunun ayağıyla çektiği şutları kafasıyla atardı.
hakan ünsal: jardel’den ön tarafta baskı yapmasını, rakibi kovalamasını bekleyemezsin. ama gözüne bandanayı bağla, topu sadece ceza sahasının içine ortala, golü yapmasını bekle. ben bir dönem sonra onu çözdüğümde, öyle yapıyordum artık. şükür koştuğu yere isterdi ortayı, bu adama ise orta yapmana gerek yoktu; nereye istersen oraya yap. kendisine gelirse gol olma ihtimali zaten yüzde 90 ama oldu ki ona gelmedi; fark etmez: rakip oyuncuya çarpıyordu, önüne düşüyordu ve yine gol oluyordu. dolayısıyla o kadar kolay olmaya başlamıştı ki benim için; rastgele yaptığım ortalarla sürekli asist yapıyordum. koşmasına, topu sürmesine bakınca “futbolcu mu bu?” dersin ama ruhen adam gol için yaratılmıştı, vücudunun her yeriyle gol atıyordu.
--- alıntı ---
https://www.socratesdergi.com/...ema-2000-super-kupa/
faruk süren : bir gün muhabbet ederken, ikinci başkanımız mehmet cansun’un ağzından mario jardel ismi çıktı.
burak elmas: mehmet abi’nin pozitif düşüncesi ve girişimleriyle başlayıp bizim detaylarını takip ettiğimiz bir süreçtir jardel transferi. geldi yönetim kurulu’na, “ya, bu jardel’i alalım biz” dedi. jardel o zaman avrupa’daki her takımın transfer hedefiydi. biz “gelmez” derken mehmet abi “ben konuştum, gelecek” dedi ve birkaç gün sonra beni florya’ya çağırdı. üstünde hawaii gömlek, altında şort, elinde bond çanta, yanında jardel’in menajeri… üçümüz florya’da oturuyoruz, mehmet abi’nin rahatlığı beni de rahatlatıyor. zaten öyle bir egodan uzaktır ki bazen o işi bitirir, siz kendiniz yaptınız zannedersiniz. “sen otur anlaş işte” dedi bana. “abi ne anlaşacağız, sen ne söz verdin bu adama?” diyorum ama mehmet abi öyle rahat ki… başkan’ın haberi olup olmadığını sordum, “hallederiz onları, sen konuş” dedi. sonra da kalktı teknesine gitti. ben jardel’in menajeriyle detayları konuştum, anlaştım. ama nasıl ödeyeceğiz diye kara kara düşünüyordum.
faruk süren: telsim devreye girdi, 8 milyon dolara forma reklamı verdi. o zamanlar öyle bir para yok tabii, o işler 1 milyona falan oluyordu. aig sayesinde opel ile de görüşüyorduk. ama bir gün cem uzan ile malaga’ya uçarken bu işi bitirdik.
burak elmas: öyle bir baskı altındaydık ki o dönem… ali abi’yle biz zaten her zaman karamsarız; jardel helikopterle florya’ya inip imzaya oturduğunda bile “acaba bir pürüz çıkacak mı” diye birbirimize bakıyorduk.
faruk süren: mehmet güzel bir şey yaptı, ama biraz pahalıya yaptı! 7-8 milyon dolarlık bütçemiz vardı ama jardel’i 16 milyona aldık. bir sonraki senenin ücretini de ona verdik. ne yapalım, aldık işte!
burak elmas: transferi bitirmiştik. jardel idmana çıkmıştı. tam rahatladık derken lucescu beni aradı ve “bu adam iyi bir oyuncu değil galiba. futbol oynayamıyor” dedi. biz panik olduk. ali dürüst ve aziz üstel’le kampa gittik. hazırlık maçında jardel hakikaten çok kötü oynuyor, kaval kemiğiyle pas veriyordu. türk futbol tarihinin en büyük parasını verip getirdiğimiz adamın futbolcudan uzak bir görüntüsü vardı. zürih sokaklarında ali dürüst, aziz üstel ve ben, iki saat boyunca “hepimizi topa tutarlar bu herif böyle çıkarsa” diye dertli dertli yürüdük. bonservisi ödedik mi, teminat mektupları gitti mi, transferi iptal edebilir miyiz; bunları düşünüyoruz… bir yandan mehmet abi’yi arıyoruz, “oğlum siz manyak mısınız?” diyor. sonunda bunun bir adaptasyon süreci olduğuna karar verdik. hocayla da konuştuk; “transferi yaptık, artık bir şekilde faydalanacağız” dedik.
fatih akyel (futbolcu): açıkçası biz hakan şükür’den sonra işimizin biraz zorlaşacağını düşündük. çünkü devamlı pres yapan bir takımdık ve o pres de en önde hakan’la başlardı. jardel ise pres yapan bir oyuncu değildi. daha sakin ama daha golcü bir yapısı vardı. önce bir “ne oluyor?” dedik ama çabuk kaynaştık. topları jardel’e taşıdık, her pozisyonda onu gördük. o da hemen gollerini atmaya başladı.
ümit davala (futbolcu): portekizce ve biraz ispanyolca hariç hiçbir dil bilmiyordu. elle kolla, vücut diliyle ancak anlaşıyorduk. bizim gözümüzde hiç koşmayan, mücadele etmeyen ama iş bitiren oyuncuydu.her zaman doğru yerde bulunurdu, en büyük özelliği de buydu. antrenmandan sonra sağdan soldan ortalar kesip ona ceza sahası içinde son vuruşları çalıştırıyorduk. kendisi bunu özellikle isterdi. birçok oyuncunun ayağıyla çektiği şutları kafasıyla atardı.
hakan ünsal: jardel’den ön tarafta baskı yapmasını, rakibi kovalamasını bekleyemezsin. ama gözüne bandanayı bağla, topu sadece ceza sahasının içine ortala, golü yapmasını bekle. ben bir dönem sonra onu çözdüğümde, öyle yapıyordum artık. şükür koştuğu yere isterdi ortayı, bu adama ise orta yapmana gerek yoktu; nereye istersen oraya yap. kendisine gelirse gol olma ihtimali zaten yüzde 90 ama oldu ki ona gelmedi; fark etmez: rakip oyuncuya çarpıyordu, önüne düşüyordu ve yine gol oluyordu. dolayısıyla o kadar kolay olmaya başlamıştı ki benim için; rastgele yaptığım ortalarla sürekli asist yapıyordum. koşmasına, topu sürmesine bakınca “futbolcu mu bu?” dersin ama ruhen adam gol için yaratılmıştı, vücudunun her yeriyle gol atıyordu.
--- alıntı ---
https://www.socratesdergi.com/...ema-2000-super-kupa/