309
nonbertarafus bey;
şimdi bu adam mülkiyeli. her şeyden evvel bunu belirtmeli. peki ne diyor ilk gençlik yıllarında daha okulda iken, gazeteciliğin kapısı kendisine açıldığında?
"istediğin her kapı sana açık. en büyük yıldızla, sporcuyla konuşacağım diyorsun konuşuyorsun. ve bunların hepsi de sana 'buyur' diyor, beyefendi muamelesi yapıyorlar. şimdi böyle bir meslek insanı büyülemez mi? siyasal bilgiler’in isimsiz bir öğrencisi iken birdenbire türkiye'nin en elit bin adamından biri haline geliyorsun. siyasal bilgiler’i bitireceksin de, kaymakam olacaksın da, 60 yaşında vali olup emekli olacaksın... 17 yaşında her şeysin zaten."
işte hikaye buradan başlıyor. çok aramaya gerek yok internetten bir arama ile detayları öğrenmek mümkün. devamında şunlar yazıyor, röportajlarla donatılmış biyografisinde;
“hıcal uluç kendisini “fevkalade yeteneksiz” bir kişi olarak değerlendiriyor. futbol oynamayı deneyen, ancak takım arkadaşları tarafından oynama şansı bile verilmeyen uluç'un, önce voleybol takımı kurup mahallede herkese voleybol, sonra basketbol öğrettikten sonra yine takım dışı kaldığını... hatta, oynama şansım fazla olur diye aynı taktiği beyzbolda bile deneyip, arkadaşlarına öğrettikten sonra kendisi iyi oynayamadığı için arkadaşları tarafından yine çemberin dışına itildiğini: "her türlü sporu denedim, hiç birinde başarılı olamadım. aslında fevkalade yeteneksiz bir adamım."
bitmedi. ankara'daki kurtuluş ortaokulu'nun son sınıfında okurken müzik hocası bir okul korosu kurmaya karar verir. seçme yapılacak 100 kadar öğrenci arasında hıncal uluç da vardır: "iki satır söyledikten sonra hoca hepimizi susturdu, o yüz kişi içerisinde parmağıyla beni işaret etti ve 'dışarı' dedi. böylece spordan sonra müzisyen olma hayallerim de sona erdi. resim dersen zaten hiç yok. kuzenim ahmet (taner kışlalı) yapardı benim resimlerimi ilkokulda." çok iyi bir öğrenci olduğu için (uluç, eğitim hayatı boyunca sınıfın ilk üçü arasına girer hep) okul müsameresinde ona reşat nuri güntekin'in vergi hırsızı adlı oyununda başrol oynatır hocası. bugün iş adamı olan alaattin beyti de ikinci rolü oynamaktadır. sonuç mu? "alaattin onbeş dakikada beni sildi süpürdü. ikinci temsilde de en ön sırada oturan velilerden biri düşüp bayılınca benim sahne hayatım sona erdi. aslında fevkalade yeteneksiz bir adamım." hıncal uluç bütün bunlardan sonra bernard shaw'ın şu sözüne uymaya mecbur kalır: "yapan yapar, yapamayan eleştirmen olur."
şimdi bu alıntılardan neler çıkmaz ki? siyasal bilgiler fakültesi nam-ı diğer mülkiye mektebi’nden mezun olduğunda kaymakam olmak dışında bir şey görmüyor kendisi için. doğrusunu kendi bilir tabi. ama öyle bir mekân ki burası, inanılmaz renklilikte bir mezun yelpazesi var.
bir çırpıda bakarsak siyasi sahnede, en sağından soluna, hasan celal güzel’den, mehmet şevket eygi’den, mahir çayan’a, sadun aren’den murat karayalçın’a yüzlerce sivrilmiş tip var buradan
bunların bir kısmı kendinden önce var olmuş, renk katmış bu okula. görmüş ve bilmiş yani bu renkliliği. ama tutmuş demiş ki ben bu okulu bitirdiğimde olsam olsam kaymakam olurum, yeterse ömür vali olurum
eh “kişi kendin bilmek kadar irfan olamaz” der atalarımız. ama o günden bu güne değişmeyen tutarsız tavrı bir cümle sonra devam ediyor; “17 yaşında her şeysin zaten”
hiçbir şey olmadan her şey olmak! ne demekse? ancak bu kafa izah edebilir böyle bir şeyi. hıncal abimiz 1980 sonrasının trendini epey evvelden görmüşe benziyor. bravo doğrusu.
bak bu güzel abimiz başka bir yerde ne diyor?
ah refik usta!..
paris hilton villasının bahçesine, köpeği için 325 bin dolara mal olan bir kulübe yaptırmış.. refik erduran usta bunu eleştiriyor. küresel kriz amerika'yı da vurdu ya.. bu para ile, karton kutularda yatan kaç işsiz, kışın donmaktan kurtulur, köpek maması yiyerek hayatta kalan kaç işsiz karnını sıcak yemekle doyururmuş.. ah refik usta ah!.. bu demode solcu klişelerle duygu sömürüsü yapma yıllarını çok geride bıraktık sanıyordum.. 325 bin doları, paris hilton'un köpeği mi yedi, yoksa o kulübe ve de benzerlerini yapan, malzemesini temin eden, nakleden, getirip kuranlar dahil, saysan kim bilir kaç kişi, kaç aile paylaştı?.. bir arabası olan zengin, diyelim köpekleri gezsinler için iki tane daha alsaydı, general motors batar mıydı?. yahu krizi en kazasız geçirmenin yolu, elinde parası olanların, bunları en kısa yoldan harcamasından geçer, saklamasından değil.. bunu bizahmet öğrensek artık..
bütün eleştirileri böyle boktan bu zat-ı muhteremin. adım atmadan her şey olmuş bir kere devam edecek, iki cümlede solcuyu, refik erduran’ı, seni, beni, rijkaard’ı mahkum edecek, yer ile yeksan edecek ekonomiyi bir çırpıda çözecek, kralı rezil, rezili vezir yapacak durmak yok yola devam!
amerika’lı bir arkeologla evlenecek 5-6 yıl evli kalacak ama ingilizce bilmeyecek. evine dön lütfen demek isteyecek, “siktir git” diyecek
solcu eleştirecek, onlardan kazık yedim diyecek, beğenmeyecek. ama ardından lucescu için, başkaları için ırkçı söylemlerde bulunacak. bir de kötüsü bunun farkına bile varmayacak
behey hıncal meksika’lılar gringo derler bizim dilimizde. o gerçekte “green go!” dur. yani “yeşil üniformalı siktir git!” demektir. o kadar çok mevzuya o kadar sığ ve tahammül edilmez giriyorsun ki. içimden şöyle demek geliyor sana;
greedygo!
şimdi bu adam mülkiyeli. her şeyden evvel bunu belirtmeli. peki ne diyor ilk gençlik yıllarında daha okulda iken, gazeteciliğin kapısı kendisine açıldığında?
"istediğin her kapı sana açık. en büyük yıldızla, sporcuyla konuşacağım diyorsun konuşuyorsun. ve bunların hepsi de sana 'buyur' diyor, beyefendi muamelesi yapıyorlar. şimdi böyle bir meslek insanı büyülemez mi? siyasal bilgiler’in isimsiz bir öğrencisi iken birdenbire türkiye'nin en elit bin adamından biri haline geliyorsun. siyasal bilgiler’i bitireceksin de, kaymakam olacaksın da, 60 yaşında vali olup emekli olacaksın... 17 yaşında her şeysin zaten."
işte hikaye buradan başlıyor. çok aramaya gerek yok internetten bir arama ile detayları öğrenmek mümkün. devamında şunlar yazıyor, röportajlarla donatılmış biyografisinde;
“hıcal uluç kendisini “fevkalade yeteneksiz” bir kişi olarak değerlendiriyor. futbol oynamayı deneyen, ancak takım arkadaşları tarafından oynama şansı bile verilmeyen uluç'un, önce voleybol takımı kurup mahallede herkese voleybol, sonra basketbol öğrettikten sonra yine takım dışı kaldığını... hatta, oynama şansım fazla olur diye aynı taktiği beyzbolda bile deneyip, arkadaşlarına öğrettikten sonra kendisi iyi oynayamadığı için arkadaşları tarafından yine çemberin dışına itildiğini: "her türlü sporu denedim, hiç birinde başarılı olamadım. aslında fevkalade yeteneksiz bir adamım."
bitmedi. ankara'daki kurtuluş ortaokulu'nun son sınıfında okurken müzik hocası bir okul korosu kurmaya karar verir. seçme yapılacak 100 kadar öğrenci arasında hıncal uluç da vardır: "iki satır söyledikten sonra hoca hepimizi susturdu, o yüz kişi içerisinde parmağıyla beni işaret etti ve 'dışarı' dedi. böylece spordan sonra müzisyen olma hayallerim de sona erdi. resim dersen zaten hiç yok. kuzenim ahmet (taner kışlalı) yapardı benim resimlerimi ilkokulda." çok iyi bir öğrenci olduğu için (uluç, eğitim hayatı boyunca sınıfın ilk üçü arasına girer hep) okul müsameresinde ona reşat nuri güntekin'in vergi hırsızı adlı oyununda başrol oynatır hocası. bugün iş adamı olan alaattin beyti de ikinci rolü oynamaktadır. sonuç mu? "alaattin onbeş dakikada beni sildi süpürdü. ikinci temsilde de en ön sırada oturan velilerden biri düşüp bayılınca benim sahne hayatım sona erdi. aslında fevkalade yeteneksiz bir adamım." hıncal uluç bütün bunlardan sonra bernard shaw'ın şu sözüne uymaya mecbur kalır: "yapan yapar, yapamayan eleştirmen olur."
şimdi bu alıntılardan neler çıkmaz ki? siyasal bilgiler fakültesi nam-ı diğer mülkiye mektebi’nden mezun olduğunda kaymakam olmak dışında bir şey görmüyor kendisi için. doğrusunu kendi bilir tabi. ama öyle bir mekân ki burası, inanılmaz renklilikte bir mezun yelpazesi var.
bir çırpıda bakarsak siyasi sahnede, en sağından soluna, hasan celal güzel’den, mehmet şevket eygi’den, mahir çayan’a, sadun aren’den murat karayalçın’a yüzlerce sivrilmiş tip var buradan
bunların bir kısmı kendinden önce var olmuş, renk katmış bu okula. görmüş ve bilmiş yani bu renkliliği. ama tutmuş demiş ki ben bu okulu bitirdiğimde olsam olsam kaymakam olurum, yeterse ömür vali olurum
eh “kişi kendin bilmek kadar irfan olamaz” der atalarımız. ama o günden bu güne değişmeyen tutarsız tavrı bir cümle sonra devam ediyor; “17 yaşında her şeysin zaten”
hiçbir şey olmadan her şey olmak! ne demekse? ancak bu kafa izah edebilir böyle bir şeyi. hıncal abimiz 1980 sonrasının trendini epey evvelden görmüşe benziyor. bravo doğrusu.
bak bu güzel abimiz başka bir yerde ne diyor?
ah refik usta!..
paris hilton villasının bahçesine, köpeği için 325 bin dolara mal olan bir kulübe yaptırmış.. refik erduran usta bunu eleştiriyor. küresel kriz amerika'yı da vurdu ya.. bu para ile, karton kutularda yatan kaç işsiz, kışın donmaktan kurtulur, köpek maması yiyerek hayatta kalan kaç işsiz karnını sıcak yemekle doyururmuş.. ah refik usta ah!.. bu demode solcu klişelerle duygu sömürüsü yapma yıllarını çok geride bıraktık sanıyordum.. 325 bin doları, paris hilton'un köpeği mi yedi, yoksa o kulübe ve de benzerlerini yapan, malzemesini temin eden, nakleden, getirip kuranlar dahil, saysan kim bilir kaç kişi, kaç aile paylaştı?.. bir arabası olan zengin, diyelim köpekleri gezsinler için iki tane daha alsaydı, general motors batar mıydı?. yahu krizi en kazasız geçirmenin yolu, elinde parası olanların, bunları en kısa yoldan harcamasından geçer, saklamasından değil.. bunu bizahmet öğrensek artık..
bütün eleştirileri böyle boktan bu zat-ı muhteremin. adım atmadan her şey olmuş bir kere devam edecek, iki cümlede solcuyu, refik erduran’ı, seni, beni, rijkaard’ı mahkum edecek, yer ile yeksan edecek ekonomiyi bir çırpıda çözecek, kralı rezil, rezili vezir yapacak durmak yok yola devam!
amerika’lı bir arkeologla evlenecek 5-6 yıl evli kalacak ama ingilizce bilmeyecek. evine dön lütfen demek isteyecek, “siktir git” diyecek
solcu eleştirecek, onlardan kazık yedim diyecek, beğenmeyecek. ama ardından lucescu için, başkaları için ırkçı söylemlerde bulunacak. bir de kötüsü bunun farkına bile varmayacak
behey hıncal meksika’lılar gringo derler bizim dilimizde. o gerçekte “green go!” dur. yani “yeşil üniformalı siktir git!” demektir. o kadar çok mevzuya o kadar sığ ve tahammül edilmez giriyorsun ki. içimden şöyle demek geliyor sana;
greedygo!