5084
galatasaray taraftarı, çok büyük oranda ''taraftar'' olmaktan çıkıp ''müşteri''ye dönüşmüş durumda. bu müşteriye dönüşme ya da dönüştürülme olayı elbette sadece galatasaray taraftarları için geçerli değil. ama belki de dünya genelinde , taraftardan-müşteri dönmeye başlayan ilişkiler, galatasaray'da en keskin biçimde kendini gösteriyor. şu dönemki kaos ortamının ya da artık üç-beş senede yaşanan, neredeyse gelenekselleşmiş çöküş dönemlerinin sorumluluğunu galatasaray taraftarı başkalarında olduğu kadar kendinde de aramalı bana kalırsa.
her sene orijinal forma, kombine alan evine-işine digitürk bağlatan, gs kredi kartı kullanıp kendi bütçesi nispetinde galatasaray'a katkıda bulunanlar, ekranların başında ya da stadyumda maç izlediğinde arada kurulmuş ve sarsılmaz gönül bağının yanında olayları maddi bir eksen üzerinde, bir nevi maddi bir muhasebe girişerek izlemeye girişiyorlar.belki kendilerince hakları da. ama bu durum giderek tatsız bir hal almaya başlıyor. çok yüksek bir ücret ödeyerek bir opera, tiyatro ya da gösteriye gidip ödenen bedelin çok altında rezil bir performans sergilenince sahneye domates, yumurta vs atılması olayına dönmeye başladı iş ki bence çok tehlikeli bi' durumdur bu.
gönül bağından maddi zemine kaymaya başlayan ilişki özellikle ali sami yen'den tt arena'ya geçilmesiyle iyice gün yüzüne çıktı. koltuk sayısının ve sıradan kişilerin borçlanma kapasitelerinin artmasıyla birlikte kombine almak eskiye oranla çok daha kolaylaştı. durumlar böyle olunca da eski taraftar profili neredeyse tamamen değişti ve yukarıda bahsettiğim yüksek bedel ödeyip bunun karşılığını anında görmek isteyen bir taraftar profili türedi. bu yeni profili aradaki gönül bağını ne yazık ki başarı endeksli olarak hatırlamaya başladı.
suğnıs zamanında başladı benim a.s.y maceram lise 1 öğrencisiydim o zamanlar. sıradan lig maçlarında önceki günlerde bilet almazdık ama maçın başlama saatinden yaklaşık 5 saat evvel mecidiyeköy'de olurduk. önce bilet sırası sonra stadyuma giriş kuyruğu derken maçın başlamasına 1 saat kala ezilme tehlikelileri atlatarak içeri girerdik. derbi maçlar ve avrupa kupası maçlarındaysa mutlaka maçtan 3-4 gün önce satışa çıktığı gün koşardık mecidiyeköy'e kaç kere karaborsacıların on'ar yirmi'şer bilet alıp götümüze bakarak döndük sayısını unuttum. ama yine de zorlar bir şekilde alırdık biletlerimizi maç öncesi. önem derecesi yüksek bu maçlara elinizde bilet olsa dahi maç günü herhangi bir şansızlığa uğramamak için çok erkenden girmek gerekiyordu. hiç unutmam 4-2 biten psg maçına tam 7 saat önceden girmiştik yeni açık'a.
o zamanlardaki taraftar profili için de söylenecek çok şey var. atkımızı ya da cebimizdeki üç kuruş parayı gasbetmeye çalışan çok oldu. artık sesimiz kısılıp bağıramayacak duruma geldiğimizde davul tokmakları fırlatıldı üzerimize . belki de yüzlerce maça gitmişimdir , şimdikiden çok daha yeteneksiz topçuları sırtında gs formasıyla görmüşümdür ama bırakın maç devam ederken kendi oyuncusunu toplu halde ıslıklayan taraftarı en umutsuz maçın son dakikasına kadar desteğin kesildiğine şahit olmamıştım. o süreci kimse güllük gülistanlık sanmasın çok beter sonuçlar, olumsuz durumlar yaşandı. kötü dönemlerin atlatılmasının tek nedeni tribünlerin desteği olmasa bile sac ayağının çok önemli bir parçasıydı.
yeni nesil gs taraftarları kardeşlerim pek bilmeyebilir ama hakan şükür ile galatasaray taraftarı arasında bambaşka bir ilişki vardır. hakan şükür tabi ki çok yetenekli, hırslı ve akıllı bir futbolcu geldiği noktada bunların önemi çok yüksek ama ilk yıllarında acemiliğini atlatmasında, çok uzun süreler gol atamamasına , kimi zaman sahada saç-baş yolduran hareketlerine rağmen taraftarın kendisine desteği her zaman inanılmaz kuvvetli olmuştur. genç hakan şükür şimdilerde takıma transfer olsa üçüncü maç teneke bağlanarak gönderilir takımdan. herkes futbolcuların bundan on-on beş sene evvelki ''ruh''a sahip olmadığından dem vuruyor ama belirtmek gerek ki taraftar da maalesef ''ruh''unu yitirmiş durumda. biri değişirken diğerinin aynı kalmasını bekleyemeyiz çünkü bunlar aynı kaynaktan beslenen, bir birleriyle etkileşim halinde olan şeyler. bilmiyorum bu belki de geçen zaman içinde insanların hayat bakışının değişmesiyle alakalı bir durum.
ayrıca özellikle burada dikkatimi çeken ve çok şaşırdığım bir şey var. diyelim ki takımın bir teknik direktör arayışı var. bir kesim bielsa'yı istiyor bir kesim garcia gelsin diyor diğer kesim de ersun yanal'ı istiyor. bir takımı 2 ya da 3 hoca çalıştıramayacağından diyelim ki rudy garcia geliyor başa. isteği gerçekleşemeyen(!) 2 grup apaorta yatıp başarısız bir sonuçta hemen kendi takımının hocasının altını oymaya, kazanı kaynatmaya başlıyor. buradaki ayrım hocaların eleştirilemez oluşu değil; kendi istediği dışında birinin takımın başına gelişinden sonra hocaya karşı adeta garez -kin besleyen egosantrik taraftardır.
her sene orijinal forma, kombine alan evine-işine digitürk bağlatan, gs kredi kartı kullanıp kendi bütçesi nispetinde galatasaray'a katkıda bulunanlar, ekranların başında ya da stadyumda maç izlediğinde arada kurulmuş ve sarsılmaz gönül bağının yanında olayları maddi bir eksen üzerinde, bir nevi maddi bir muhasebe girişerek izlemeye girişiyorlar.belki kendilerince hakları da. ama bu durum giderek tatsız bir hal almaya başlıyor. çok yüksek bir ücret ödeyerek bir opera, tiyatro ya da gösteriye gidip ödenen bedelin çok altında rezil bir performans sergilenince sahneye domates, yumurta vs atılması olayına dönmeye başladı iş ki bence çok tehlikeli bi' durumdur bu.
gönül bağından maddi zemine kaymaya başlayan ilişki özellikle ali sami yen'den tt arena'ya geçilmesiyle iyice gün yüzüne çıktı. koltuk sayısının ve sıradan kişilerin borçlanma kapasitelerinin artmasıyla birlikte kombine almak eskiye oranla çok daha kolaylaştı. durumlar böyle olunca da eski taraftar profili neredeyse tamamen değişti ve yukarıda bahsettiğim yüksek bedel ödeyip bunun karşılığını anında görmek isteyen bir taraftar profili türedi. bu yeni profili aradaki gönül bağını ne yazık ki başarı endeksli olarak hatırlamaya başladı.
suğnıs zamanında başladı benim a.s.y maceram lise 1 öğrencisiydim o zamanlar. sıradan lig maçlarında önceki günlerde bilet almazdık ama maçın başlama saatinden yaklaşık 5 saat evvel mecidiyeköy'de olurduk. önce bilet sırası sonra stadyuma giriş kuyruğu derken maçın başlamasına 1 saat kala ezilme tehlikelileri atlatarak içeri girerdik. derbi maçlar ve avrupa kupası maçlarındaysa mutlaka maçtan 3-4 gün önce satışa çıktığı gün koşardık mecidiyeköy'e kaç kere karaborsacıların on'ar yirmi'şer bilet alıp götümüze bakarak döndük sayısını unuttum. ama yine de zorlar bir şekilde alırdık biletlerimizi maç öncesi. önem derecesi yüksek bu maçlara elinizde bilet olsa dahi maç günü herhangi bir şansızlığa uğramamak için çok erkenden girmek gerekiyordu. hiç unutmam 4-2 biten psg maçına tam 7 saat önceden girmiştik yeni açık'a.
o zamanlardaki taraftar profili için de söylenecek çok şey var. atkımızı ya da cebimizdeki üç kuruş parayı gasbetmeye çalışan çok oldu. artık sesimiz kısılıp bağıramayacak duruma geldiğimizde davul tokmakları fırlatıldı üzerimize . belki de yüzlerce maça gitmişimdir , şimdikiden çok daha yeteneksiz topçuları sırtında gs formasıyla görmüşümdür ama bırakın maç devam ederken kendi oyuncusunu toplu halde ıslıklayan taraftarı en umutsuz maçın son dakikasına kadar desteğin kesildiğine şahit olmamıştım. o süreci kimse güllük gülistanlık sanmasın çok beter sonuçlar, olumsuz durumlar yaşandı. kötü dönemlerin atlatılmasının tek nedeni tribünlerin desteği olmasa bile sac ayağının çok önemli bir parçasıydı.
yeni nesil gs taraftarları kardeşlerim pek bilmeyebilir ama hakan şükür ile galatasaray taraftarı arasında bambaşka bir ilişki vardır. hakan şükür tabi ki çok yetenekli, hırslı ve akıllı bir futbolcu geldiği noktada bunların önemi çok yüksek ama ilk yıllarında acemiliğini atlatmasında, çok uzun süreler gol atamamasına , kimi zaman sahada saç-baş yolduran hareketlerine rağmen taraftarın kendisine desteği her zaman inanılmaz kuvvetli olmuştur. genç hakan şükür şimdilerde takıma transfer olsa üçüncü maç teneke bağlanarak gönderilir takımdan. herkes futbolcuların bundan on-on beş sene evvelki ''ruh''a sahip olmadığından dem vuruyor ama belirtmek gerek ki taraftar da maalesef ''ruh''unu yitirmiş durumda. biri değişirken diğerinin aynı kalmasını bekleyemeyiz çünkü bunlar aynı kaynaktan beslenen, bir birleriyle etkileşim halinde olan şeyler. bilmiyorum bu belki de geçen zaman içinde insanların hayat bakışının değişmesiyle alakalı bir durum.
ayrıca özellikle burada dikkatimi çeken ve çok şaşırdığım bir şey var. diyelim ki takımın bir teknik direktör arayışı var. bir kesim bielsa'yı istiyor bir kesim garcia gelsin diyor diğer kesim de ersun yanal'ı istiyor. bir takımı 2 ya da 3 hoca çalıştıramayacağından diyelim ki rudy garcia geliyor başa. isteği gerçekleşemeyen(!) 2 grup apaorta yatıp başarısız bir sonuçta hemen kendi takımının hocasının altını oymaya, kazanı kaynatmaya başlıyor. buradaki ayrım hocaların eleştirilemez oluşu değil; kendi istediği dışında birinin takımın başına gelişinden sonra hocaya karşı adeta garez -kin besleyen egosantrik taraftardır.