1509
babamla yıldızımız çoğu zaman barışmadı. asker emeklisi olmasından mütevellit; sert, disiplinli, saat gibi oysa ben tam tersi. yediğim harasların sebeplerinin çoğu bu yüzdendi. öfkeli, çabuk sinirlenen bir yapısı vardı ama sevgisinden de hiç bir zaman şüphe etmezdim. dışarıda gözü olmayan, işinden evine evinden işine gidip gelen bir adam. nefret ettiğim bir huyu vardı ama.. mütemadiyen her cumartesi 5-6 tane kırmızı tuborg'unu alır içerdi.
ufaktım o zamanlar, annemle cumartesi günlerini hiç sevmezdik. çünkü günün sonu her zaman iyi bitmezdi. cumartesi sabahı uyandığımızda babam evde yoksa bu babamın evin ihtiyaçlarıyla beraber biralarını da almaya gittiğinin habercisiydi. annemin hüznünü, korkusunu bakışlarından anlayabiliyordum. kahvaltıdan sonra öğlen 1 gibi oturur ve o 6 kırmızı tuborg'u gece 11-12l'lere kadar tüketirdi. alkolün verdiği etkiyle bambaşka bir insan oluyordu bazen. annemle olan kavgalarını yatağımdan ettiğim dualarla bozmak isterdim: ''allah'ım ne olur anneme vurmasın.'' ama vururdu bazen. küçük olduğum için elimden hiç bir şey gelmezdi.
kendi kendime söz vermiştim, büyüdüğümde bu kavgalar devam ederse babamın ağzını burnunu kırıp, annemi koruyacaktım.
haftanın 6 günü melek gibi bir insan olan babam, cumartesi günleri bambaşka bir kimliğe bürünüyordu çoğu zaman. seneler geçti.. babama karşılık verecek yaşa geldiğimi düşünüyordum. fakat o zamanlar kavgalar kesildi, babam içmeye devam etti ama karşısında artık ben vardım. o yüzden anneme vurmaya yeltenmedi belki de yeltenemedi.
anne-baba kavgaları derin etkiler bırakır çocuklarında, bende de öyle oldu. yaptıklarını hiç bir zaman unutmadım.
sene 2006.. babam bazı günler göğüsünde, sırtında ağrısının olduğunu söylüyordu. önemsememişti, biz de öyle. 1 sene boyunca ağrıları artarak devam etti ve sonunda annem gel bir doktora gidelim dedi. içimizde en ufak bir şüphe yok, basit, romatizmal bir durum vs. tarzı bir şey bekliyoruz. eve geldiklerinde ters bir şeylerin olduğunu hemen anladım. babamın suratında manasız bir tebessüm vardı. anneme sordum hemen ''sonuç ne, ne dedi doktor?'' babam salondayken annem kulağıma fısıldadı: ''beyninde tümör var''.
ameliyat edilecekti, tümörün alınacak bir durumda olduğunu söylemiş doktor. rahatlamıştım bir nebze de olsa. ameliyattan önce hastanede bir kaç gün kaldı babam, annem refakat ediyordu. babamın yanındayken o zamanın verdiği ergenlikle ve anneme yaptıklarını unutmamış bir vaziyette, şu an o lafları ettiğim için kendimden iğrendiğim şu sözleri söyledim ona: ''anneme vururken iyiydi değil mi ?, bak şimdi hasta yatıyorsun''.
hastalığının ciddiyetini kavrayamamıştım, ameliyat olacaktı ve yine her şey eskisi gibi olacaktı. belki de bunun rahatlığıyla o sözleri söyledim ona.
ameliyat başarılı bir şekilde gerçekleşti. çok sevinmiştim ama garip bir şey vardı. annemin, abimin, ablamın suratlarında bendeki sevinci göremedim. çünkü benden saklanan bir şey vardı. hastalığının sadece beynindeki tümör değil, aynı zamanda akciğer kanseri olduğunu öğrendim.
oturdum internetin başına. ne yapılabilir, tedavisi nedir.. umut vardı. son evresinde olduğunu aklıma bile getirmedim, getirmek istemedim. o yüzden içimde hep bir umut vardı, iyileşecekti.
ama yine benden yine saklanan bir şey vardı; babamın akciğer kanseri son evresindeydi, çok zaman sonra öğrendim bunu da.
kemoterapi görüyordu babam, kemoterapiden sonraki 1 ay boyunca dinç oluyordu ve hala bizi düşünüyordu. işine gidip geliyordu ne kadar itiraz etsek de. markete gittiğim bir gün babamla yolda karşılaştık ''bir sigara ver bakayım'' dedi. uzattım 2 tane aldı. ''hadi geç kalma sen de'' dedi. biraz yürüdükten sonra ''lan dedim ne yaptım ben, niye sigara verdim amk ?'' iyileşeceğine o kadar eminim ki. ''asker adam lan bu, vız gelir kanser neymiş amına koyayım.'' o zamanlar son evrede olduğundan haberim yok.. bu durum 3-4 ay devam etti ve babam ve dışarı çıkamamaya başladı.
yıllarca her gün içtiği 1 paket sigara hayatı zehir etti hem babama hem de bize. koskoca asker adam gözümün önünde eriyip gidiyordu ve benim elimden yine hiç bir şey gelmiyordu. ve ben hastane odasında söylediğim o sözler için kendime küfrediyordum.
bir gün odamın camını açıp elimde sigarayla kapımı kapatmaya giderken babamla göz göze geldik. hiç bir şey söylemedi, söylemesine gerek kalmadı. öyle bir baktı ki.. ''oğlum bak bu illet beni alacak, sen bari yapma'' der gibi.
2008 ağustos'u. babam fenalaştı, ambulans geldi. koluna girip sandalyeye oturtacaktık, terliğini giydirmeye çalışırken ondan duyduğum son sözler ağzından döküldü: ''basamıyorum..''
1 hafta boyunca yoğun bakımda kaldı, gülhane askeri tıp akademisi'nde. odasına girmek istedim, izin vermedi doktor. şerefsiz doktor..
29 ağustos 2008 cuma.. sabaha karşı ev telefonu çaldı. ablam açtı telefonu ve ağlamaya başladı. babam artık dayanamamıştı. ilk yaptığım şey doktorunu arayıp küfretmek oldu ''babamı son kez göstermedin bana.......''
ölüm bazen kurtuluştur. acı çektiğini görmek ve onun acı çektiğimizi görmesi. elden hiç bir şeyin gelmemesi.. devamlı ettiğin bir dua olur; ''ya ona sağlığını ver ya da acı çektirme, al canını'' çoğu zaman da alır canını..
hastane odasında söylediğim o söz.. aklımdan çıkmayacak ve kendimden iğrenmeye, kendime küfretmeye devam edeceğim.
annenizin, babanızın, ailenizin kıymetini bilin renktaşlar. sinirlenseniz de, çileden çıksanız da ağır sözler söylemeyin. çünkü giden bir daha geri gelmiyor, hatalarını telafi edemiyorsun işte o zaman.
ufaktım o zamanlar, annemle cumartesi günlerini hiç sevmezdik. çünkü günün sonu her zaman iyi bitmezdi. cumartesi sabahı uyandığımızda babam evde yoksa bu babamın evin ihtiyaçlarıyla beraber biralarını da almaya gittiğinin habercisiydi. annemin hüznünü, korkusunu bakışlarından anlayabiliyordum. kahvaltıdan sonra öğlen 1 gibi oturur ve o 6 kırmızı tuborg'u gece 11-12l'lere kadar tüketirdi. alkolün verdiği etkiyle bambaşka bir insan oluyordu bazen. annemle olan kavgalarını yatağımdan ettiğim dualarla bozmak isterdim: ''allah'ım ne olur anneme vurmasın.'' ama vururdu bazen. küçük olduğum için elimden hiç bir şey gelmezdi.
kendi kendime söz vermiştim, büyüdüğümde bu kavgalar devam ederse babamın ağzını burnunu kırıp, annemi koruyacaktım.
haftanın 6 günü melek gibi bir insan olan babam, cumartesi günleri bambaşka bir kimliğe bürünüyordu çoğu zaman. seneler geçti.. babama karşılık verecek yaşa geldiğimi düşünüyordum. fakat o zamanlar kavgalar kesildi, babam içmeye devam etti ama karşısında artık ben vardım. o yüzden anneme vurmaya yeltenmedi belki de yeltenemedi.
anne-baba kavgaları derin etkiler bırakır çocuklarında, bende de öyle oldu. yaptıklarını hiç bir zaman unutmadım.
sene 2006.. babam bazı günler göğüsünde, sırtında ağrısının olduğunu söylüyordu. önemsememişti, biz de öyle. 1 sene boyunca ağrıları artarak devam etti ve sonunda annem gel bir doktora gidelim dedi. içimizde en ufak bir şüphe yok, basit, romatizmal bir durum vs. tarzı bir şey bekliyoruz. eve geldiklerinde ters bir şeylerin olduğunu hemen anladım. babamın suratında manasız bir tebessüm vardı. anneme sordum hemen ''sonuç ne, ne dedi doktor?'' babam salondayken annem kulağıma fısıldadı: ''beyninde tümör var''.
ameliyat edilecekti, tümörün alınacak bir durumda olduğunu söylemiş doktor. rahatlamıştım bir nebze de olsa. ameliyattan önce hastanede bir kaç gün kaldı babam, annem refakat ediyordu. babamın yanındayken o zamanın verdiği ergenlikle ve anneme yaptıklarını unutmamış bir vaziyette, şu an o lafları ettiğim için kendimden iğrendiğim şu sözleri söyledim ona: ''anneme vururken iyiydi değil mi ?, bak şimdi hasta yatıyorsun''.
hastalığının ciddiyetini kavrayamamıştım, ameliyat olacaktı ve yine her şey eskisi gibi olacaktı. belki de bunun rahatlığıyla o sözleri söyledim ona.
ameliyat başarılı bir şekilde gerçekleşti. çok sevinmiştim ama garip bir şey vardı. annemin, abimin, ablamın suratlarında bendeki sevinci göremedim. çünkü benden saklanan bir şey vardı. hastalığının sadece beynindeki tümör değil, aynı zamanda akciğer kanseri olduğunu öğrendim.
oturdum internetin başına. ne yapılabilir, tedavisi nedir.. umut vardı. son evresinde olduğunu aklıma bile getirmedim, getirmek istemedim. o yüzden içimde hep bir umut vardı, iyileşecekti.
ama yine benden yine saklanan bir şey vardı; babamın akciğer kanseri son evresindeydi, çok zaman sonra öğrendim bunu da.
kemoterapi görüyordu babam, kemoterapiden sonraki 1 ay boyunca dinç oluyordu ve hala bizi düşünüyordu. işine gidip geliyordu ne kadar itiraz etsek de. markete gittiğim bir gün babamla yolda karşılaştık ''bir sigara ver bakayım'' dedi. uzattım 2 tane aldı. ''hadi geç kalma sen de'' dedi. biraz yürüdükten sonra ''lan dedim ne yaptım ben, niye sigara verdim amk ?'' iyileşeceğine o kadar eminim ki. ''asker adam lan bu, vız gelir kanser neymiş amına koyayım.'' o zamanlar son evrede olduğundan haberim yok.. bu durum 3-4 ay devam etti ve babam ve dışarı çıkamamaya başladı.
yıllarca her gün içtiği 1 paket sigara hayatı zehir etti hem babama hem de bize. koskoca asker adam gözümün önünde eriyip gidiyordu ve benim elimden yine hiç bir şey gelmiyordu. ve ben hastane odasında söylediğim o sözler için kendime küfrediyordum.
bir gün odamın camını açıp elimde sigarayla kapımı kapatmaya giderken babamla göz göze geldik. hiç bir şey söylemedi, söylemesine gerek kalmadı. öyle bir baktı ki.. ''oğlum bak bu illet beni alacak, sen bari yapma'' der gibi.
2008 ağustos'u. babam fenalaştı, ambulans geldi. koluna girip sandalyeye oturtacaktık, terliğini giydirmeye çalışırken ondan duyduğum son sözler ağzından döküldü: ''basamıyorum..''
1 hafta boyunca yoğun bakımda kaldı, gülhane askeri tıp akademisi'nde. odasına girmek istedim, izin vermedi doktor. şerefsiz doktor..
29 ağustos 2008 cuma.. sabaha karşı ev telefonu çaldı. ablam açtı telefonu ve ağlamaya başladı. babam artık dayanamamıştı. ilk yaptığım şey doktorunu arayıp küfretmek oldu ''babamı son kez göstermedin bana.......''
ölüm bazen kurtuluştur. acı çektiğini görmek ve onun acı çektiğimizi görmesi. elden hiç bir şeyin gelmemesi.. devamlı ettiğin bir dua olur; ''ya ona sağlığını ver ya da acı çektirme, al canını'' çoğu zaman da alır canını..
hastane odasında söylediğim o söz.. aklımdan çıkmayacak ve kendimden iğrenmeye, kendime küfretmeye devam edeceğim.
annenizin, babanızın, ailenizin kıymetini bilin renktaşlar. sinirlenseniz de, çileden çıksanız da ağır sözler söylemeyin. çünkü giden bir daha geri gelmiyor, hatalarını telafi edemiyorsun işte o zaman.