havalar düzeldiği için mahallede çocuklarla yaptığım maçlar artık daha geçe kadar sürüyor. eve geldiğimde saat altı çeyrek idi ve acilen duş alıp, yemek yiyip giyinmek suretiyle yerel mabedimiz olan kıraathaneye intikal etmem gerekiyordu. 2.5 saatlik ağır top seansı ardından dinlenecek yeterli vaktim olmadığı için yoğun bir sağ bacak arka adalesi, sol testis ve dalak ağrısıyla seke seke zar zor gidebildim mekana ama oturacak yer bulup çayı elime aldığımda, dahası takımımı gördüğümde artık her şey geride kalmıştı...
ilk dakikalarda gol atarız diye düşünüyordum, bu yüzden de sevincim elimdeki sıcak çay yüzünden üçüncü kez içimde patlayıp ömrümden bir sene daha götürmesin diye yanımdaki sandalyeyi sehpa belledim. lakin beklenen olmadı ve ben yaptığım maymunlukla kaldım... reis olduk da haberim yok sanırım, sondan üçüncü sırayı kapatmışım sanki, sağımda da solumda da ikişer tane boş sandalye vardı da ilk 20 dakika gerine gerine oturdum fakat maç pek de öyle değildi çünkü
manisaspor ilginç bir şekilde dirençliydi ve kapanarak oynadıkları için kilidi açmak zor oluyordu, ek olarak
yiğit incedemir başta olmak üzere rakibin sertlikleri takım olarak bizi yıldıracak diye endişe ettim çünkü bu maçtaki muhtemel bir puan kaybı sezonun istisnasız en anlamsız ve en gereksiz puan kaybı olurdu...
sabri sarıoğlu ilk on bir oyuncusu değil, bunu bir kez daha gördük ama güzel bir rotasyon elemanı, yani son 15-20 dakika için iyi bir alternatif. bir birey olarak genel değeri de eklenince her zaman kadromuzda olsun, hatta futbolu bizde bıraksın isterim fakat takımın düzenli bir parçası haline gelmesi pek de iyi olmuyor ne yazık ki...
devre arasına doğru yaşlı bir amca oturdu tam dibime, normalde mümkünse bir boşluk bırakılır, kıraathane kanunu böyledir ama dayı bildiğin sürtmeye başladı bana böyle eliyle koluyla oynaştı bana da bir hal geldi tabi ama atar yapmak için devre arasını bekledim çünkü maç her şeyden önce gelir, idare ettim yani 5-10 dakika. kaldı ki bir yana kaymama rağmen beni köşeye sıkıştıracak şekilde gelmeye devam etti, ya sabır! devre arasında dışarı çıkmak için bundan izin almadım da önümdeki sandalyeleri bir dağıttım elimle kolumla, sanki maça sinirlenmiş gibi, feci korktu moruk. ikinci yarı da arkaya postalandı ibne de uyukladı falan, belli ki maçla ilgisi yok da, gözüne kestirdiği gençlere sarkmaya gelmiş. bebek yüzümün de, mor tişörtümün de amına koyayım, kıraathanede kaşarlanmış bilimum gizli ibne beni buluyor lan, ki ilk de değil bu... allah'tan içimden gelen bir atar gider potansiyelim var da yakın temasta yamuluyorlar...
konudan saptık ama çok da sır verdim kendime dair, yanlış bir şey yaparsam bana karşı kullanırsınız ileride koz oldu elinize :(
ikinci yarı
aydın yılmaz kaldığı yerden devam etti ve ilk pozisyonda penaltıyı aldı.
selçuk inan bu sezon 3. kez ve yine aynı köşeye
zidane gibi sert ve yan ağlara doğru vurdu ve öne geçtik. sevinmedim çünkü maestromuz topun başına geldiğinde biliyordum gol olacağını, hemen hemen herkes gibi...
ikinci gol jeneriklikti... yerden seken toplar hep tehlikelidir kaleciler için. hızı ve kalenin neresine geldiği bir kenara, altı pas içerisinde seken top yüksek ihtimalle gol olur hep, lakin bu ihtimal bir kenara
selçuk inan gerçekten güzel, mermi biri bir şut çıkarttı, çok seviyorum böyle golleri, ne de güzellerinden attık bu sezon, ileride açıp açıp gururla izleyeceğiz, daha bitmedi tabi :) mahalle maçlarında penaltı olunca ben de böyle atıyorum sektirerek... "ama abi abandı" demesinler diye, en garanti vuruş.
üçüncü gol konusunda biraz endişe duydum, yani aslında çok sevindim, şu günleri canlı canlı görmek nasip oldu ya, yarın öleyim gam yemem ama umarım işin bokunu çıkarmadık, yani penaltıyı kaleciye kullandırmamız karşı tarafları hiçbir şekilde bağlamaz, gidip bok yesinler, çünkü kaleci de bir oyuncu ve haliyle boş kaleye kullanmıyor penaltıyı...
volkan babacan efendi korkuluk değil orada, köşe seçip çuval gibi devrilmese belki kurtarırdı da ağlamak durumunda kalmazdı ki kendi kaşınmış zaten geçtiğimiz eylülden beri, takdir-i ilahi de böylece vücut bulmuş oldu... ama kendi içinde, yani bizim açımızdan biraz şımarık bir hareket tabi :) bu zevkli an kotasını sonuna kadar kullandığımız için umarım iyi şans bizi terketmez, kader yine lehimize işler önümüzdeki maçlarda... küme düşen rakibe bir saygısızlık falan yok, bunun olduğunu iddia edenler maldır, futboldan anlamıyordur. küme düşen rakip sikimizde değil çünkü biz sezon boyunca iyi performans gösteren kalecimizi onore etmek istedik, o da babalar gibi döşedi boruyu. topu çizgi üzerinde bekletip boş kaleye götüyle vurmasını falan sağlamadık. penaltıda şanslar %50-50'dir.
kaldı ki değil kendi tarihimiz, adamın kişisel tarihine geçtik yahu... artık
wikipedia'da,
transfermarkt'ta, orada burada her yerde adamın galatasaray kariyerindeki maç sayısının yanında en az (1) yazacak. hem de diğerlerinin hepsi (0) iken... haliyle merak edenler olacak ve araştıracaklar bu adam niye gol atmış, nasıl, neden, ne koşullarda atmış ve görecekler güzel performansını, onu ne kadar sevdiğimizi, onore etmek için nasıl arzulu davrandığımızı ve daha nice detayı... basit bir gol değildi yani o, altında yatan anlamlar gerçekten çok büyük, muslera'nın sevinci ve gülüşü ise paha biçilemez. fakat iki elini de zafer işaret şeklinde yana açarak ve tam bir sırıtma ile sevinince aklıma msn'de "jejejejeje" şeklinde sevinen ispanyol/latin amerikalı kızlar geldi :)
son gol kolay gibi duruyor ama değil. vallahi değil.
baros olmasaydı arkasındaki oyuncu o topu çıkaracaktı çizgi üzerinden ki iki kişiye rağmen kırık burunla kafasını araya sokup golünü yazdı aslanımız. kendisine de moral oldu tabi sevindim ben de haliyle... ama aklıma gelmişti oyuna girdiğinde, "acaba kırık burunla kafa vurabilir mi? vursa acır mı?" falan diye, adam gitti gol attı hem de tekmeye kafa sokarak, adamsın! asist yine aydın'dan idi, hem de kafayla... aydın iyi yolda, istikrarlı oynuyor yani çizgisi gelişmeye başladı öyle tek maçlık işler değil bunlar, bir süredir etkili adam ciddi ciddi...
4-0 güzel bir skor oldu, 0-4 yazmak vardı ama sanki içeride oynadık, kupa yolunda takımı yalnız bırakmayan taraftarımıza binlerce kez teşekkürler...
son olarak naçizane görüşüm; penaltılar bence penaltıydı... iki pozisyonda da freni boşalmış kamyon gibi, davar gibi daldı bizimkilere
jerry akaminko.
maçın sevinciyle başıma gelen tatsız olay arada kaynadı tabi ama o dedeyi sivilde bulursam iyi bir benzeteceğim...