2008-09 UEFA Kupası Son 16 Turu Rövanş Maçı
21:30 Ali Sami Yen Stadyumu
2 - 3
  • 399
    hiç abartmıyorum, bu maç bittikten sonra 12:00 gibi yattım. sabah 6'ya kadar etrafı dinledim, hiç uyuyamadım. sonra dalmışım. sabahları 6:30'da uyanıyordum okula yetişmek için. yarım saat uyuyup okula gitmek zorunda kalmıştım. en büyük hayal kırıklıklarımdan biridir bu maç. tesadüfen özetine falan denk gelince 2. golümüze kadar izleyip kapatırım hep.
  • 210
    son iki saate kadar gidip gitmeyeceğim belli bile değildi. o gün, maç zaten kendi başına bir stresti, herkes gibi benim için de. lamore del calcio, '' tamam, geliyorsun'' diye aradığında saçma sapan bir yerlerdeydim ve o 2 saat nasıl geçti, eve nasıl döndüm, yola nasıl çıktım, mecidiyeköy'e nasıl ulaştığımı hiç bilmiyorum. bir de sözlük zirvesi olmuş tabii, orada gördüğüm yazarlar kimdi, kimin elini sıktım pek bilmiyorum, çünkü inanamıyorum hala maça gideceğime, aklıma bir tek o düşünce... stada yürüyoruz lamore ile ben hala sağlıklı düşünemiyorum, etrafta yüzlerce insan, koşuşturmaca. stada girerken bir şekilde lamore ile ayrı düşüyoruz. ben yeni açık altta kalıyorum, o eski açık yolunu tutup, beni bir başıma bırakıyor. yeni açık alt deneyimi, benim için ilk ve bene tek başımayım. orada olmamalıydım oysa ki... maçtan önce şereftir seni sevmek çalıyor, gözlerim yaşlı, eşlik ediyorum. tribünler çok güzel; ama kafamı eğerek görebiliyorum eski açıktaki bayrakları...
    maç başlıyor, herkes umutlu, heyecanlı, birbiriyle konuşuyor...ben yalnızım...duruma inanamıyorum...görebilmek için sürekli yer değiştiriyorum çünkü görüş alanım pek yok, yalnızım yine. penaltı olduğunda gözyaşlarımı tutamıyorum ve resmen ağlıyorum, tanımadığım insanların yanında. içimden geçirebiliyorum ancak, ''kewell'ın gol attığı maçları kazanıyoruz'' diyorum kendime, ağlıyorum, ''bu bir işaret'' diyorum, ''geçeceğiz turu''. sonra baros havalandırıyor fileleri; ama ben sadece zıplayarak sevinebiliyorum, hayal gibi her şey bana. bu arada üşüyorum, ''artık devre olsa da çay içsem, ısınırım'' diye iç geçiriyorum. devre oluyor; ama ben bu kadar kalabalık olacağını düşünmemiştim büfenin. maç boyunca yanımda tek başına maç izleyen bir adam, haliyle yalnız olduğumu anlamış, '' çay içer misin?'' diye soruyor. sağolsun bana yardımcı oldu devre arası yoksa o kadar insanın içinde pek mümkün olmayacaktı benim çay alabilmem... o çayı elime aldım, yine ağlamaya başladım, tanımadığım birisi bana çay ısmarlıyordu, duygulanmıştım... sonra ikinci yarı...anlatamıyorum ki artık... yanımdaki polisler bile o kadar üzüldü ki...herkesin ağzından tek cümle duyuluyordu: ''2-0'dan maç verilir mi?'' veriliyordu ve biz kahroluyorduk... eve dönerken hayatın anlamını kaybetmiş gibiydim, boşluğa düşmüştüm sanki. şimdi bile gözlerim yaşlı; ama içimden geçen şey de bu: ''sensiz bu hayat olmaz olsun, cim bom bom'um canın sağolsun!''
  • 437
    çocukluğumda yaşadığım en büyük hayal kırıklıklarından biri olup bizi belki de ikinci uefa kupasından eden maç. bundan on iki buçuk sene evvel ben maçı annemin kırmızı renkli, tuşlu cep telefonunun radyosundan takip ediyordum. attığımız gollerin verdiği mutlulukla içim kıpır kıpır. 2-0'ı bulduktan biraz sonra yediğimiz golle skor 2-1 oluyor. içime bir kurt düşüyor ama ihtimal bile vermiyorum maçın buradan dönebileceğine. ama korkmuyor da değilim. derken annem bana ertesi gün okul olduğu için artık yatmamı söylüyor. daha başka zaman olsa anneme karşı gelecek olan ben adeta bu bahaneye sarılıyorum sırf içimdeki korku ve heyecandan dolayı. telefonu bırakıp yatağa giriyorum ve de güzelce uykuya dalıyorum. sabah uyandığımda ilk iş abime maçın skorunu sormak oluyor. aldığım cevap karşısında sanki başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissediyorum. hiç ihtimal vermediğim ama korktuğum o senaryo gerçek olmuştu. evden okula o hüzünle yürümüştüm.

    ilkokula giden bir çocuk olduğum o zamanlara şimdi baktığımda hissettiğim tek şey ise özlem. üzüntüler bile o zamanlar şimdi olduğundan çok daha güzeldi, saf ve temizdi. umutlar çoktu, hayaller sımsıcaktı. bordeaux maçının reklamı televizyonda dönerken spiker maçı tanıtmak için "kadıköy'e giden yol fransa'dan geçiyor" diyordu. inanmıştı herkes. ilkokula giden ben de inanmıştım, yetmiş yaşında kahvede maç izleyen amcalar da inanmıştı. herkes inanmıştı ki o zamanların yenilmezi kadıköy'de o şanlı kupayı ikinci kez alacaktık. hayaller gerçekleşmese bile duygular ne kadar temiz, umutlar ne kadar tazeydi.

    yaşanılan kötü şeylerden bile keyifle bahsetmeyi sağlayan şeyin adı galatasaray. bizim hayatımız galatasaray. ben çocukken de sen vardın, büyüdüm yine sen varsın. ben seninle üzülmeyi bile çok seviyorum.
  • 449
    bir nesilde gerçekten travma yaratmış uefa kupası son 16 turu maçı.

    hatırlarsınız bu maçın travmatik olmasının sebeplerinden birisi de harry kewell'ın stoper olarak oynamasıydı. ilk maçın 1-1 bitmesiyle aslında güzel bir avantaj elde etmiştik. evimizde oynadığımız maçta mladen petric gibi bir canavar oynamayacağı için de çok şanslı ve sevinçliydik. fakat paolo guerrero ve ivica olic denilen futbolcular çılgın atmıştı maçta. zaten o dönem hamburg çok güçlüydü almanya'da.

    bu turu geçsek o kupayı alacağımıza olan inancımız tamdı. hamburg en güzel duygularımızın katili olmuştu bu maçla. o gece sabaha kadar fifa 07'de hamburgla maç yapmış hepsini farklı kazanmış ama hırsımı alamamıştım.*

    tarihimizde birçok başarısızlık yaşadık ama bilemiyorum hiçbiri hamburg maçı kadar canımızı yakmamıştı. hatta şu maç bile;

    (bkz: 17 mart 2022 galatasaray barcelona maçı)
  • 455
    rahmetli özhan canaydın başkanımızın "hissediyorum uefa kupasını alacağız" şeklinde verdiği röportajdan 2 gün sonra oynanan karabasan maç. "saraçoğlu'nda uefa'yı alacağız galatasaray" sesleriyle başlamış ancak finalde mecidiyeköy'de, tüm yurtta, dış temsilcilikler ve türki cumhuriyetlerde belki de milyonlarca insan gözyaşı dökmüştür.
  • 456
    emre aşık'ın kırmızı kart cezalısı olması sebebiyle kewell'in stoper oynadığı maç. o gün tribünde 2-0 dan sonra tek derdimiz udinese ile eşleşirsek emre'nin italya'da olan hapis cezasından dolayı stoper ikilisinin kim olacağıydı. (bkz: 13 mart 2002 as roma galatasaray maçı)
    güzel bir avrupa sezonuydu ama olmadı malesef. kupayı shakhtar donetsk'in aldığı düşünürsek, olabilirdi aslında, eğer fernando meira yaza kadar bizde kalsaydı her şey çok farklı olabilirdi.
  • 448
    5. sınıfa gidiyordum ve o zamanlar sabahçı öğlenci kavramı vardı. sabah 6'da kalkmak zorunda olduğum için genellikle maçların ikinci yarılarını izleyemezdim. bu maç için evdekilerden izin almıştım. tüm maçı izleyebilecektim. ilk yarının sonlarında penaltı golü ile öne geçmiştik. sonra ikinci yarının başında o zamanlar çok sevdiğim baros ile 2-0'ı bulmuştuk. rahat şekilde maçı izliyordum bende herkes gibi. sonra bir anda ne olduysa 2 tane saçma sapan gol yedik guerrero'dan. 2-2 olduktan sonra da çok kötü oynamaya başladık. bende burdan sonra bir şey yapamayız diye yatmaya gittim. sabah servise bindiğimde şoför cüneyt abi maçı izledin mi diye sormuştu o da galatasaray taraftarıydı. abi çok kötü oldu ya berabere kalıp elenmek çok koyuyor dedim. ne beraberliği olum yenildik dedi. sonradan öğrendim dakika 90 gibi olic'in gol attığını. muhtemelen benim ilk travmam bu maç olmuştur. ne hayaller kuruyorduk oysa ki. kadıköy'de kazanılacak bir avrupa kupası. sağlık olsun.
  • 408
    maç 2-0 iken kameralar hamburger sv teknik direktörünü gösterdi. maçı beraber izlediğim dayım "hafta sonu oynayacağı lig maçını düşünüyordur artık" dedi. keh keh güldük hep beraber. teknik direktör bu olayı bilmese de aklıma geldikçe yediğim kapaktan dolayı utanırım. hayata karşı mahcup olduğum anlardan birisidir. ne pis bir maçtı be!

    bendeki travması 6-0'dan bile fazladır.
  • 400
    stadda izlediğim bir maçtı.

    arkadaşlarla mecidiyeköy'e 2009 uefa maceramıza uygun olarak* metrobüsle gitmiş; sonrasında da metrobüs durağından stada yürürken arkadaşın daha önceden ayarladığı biletçiden karaborsa bilet alıp içeri girmiştik, ki ilk karaborsa bilet tecrübem olması itibariyle kendi adıma ilginç de bir anıydı.

    neyse sonunda biletlerimizi halledip birkaç arkadaş stada girdik. yanlış hatırlamıyorsam eski açıktaydık. hepimiz tabii heyecanlıyız, umutluyuz.

    kewell'ın hepimizi şaşırtan stoper performansı ve penaltı golüyle devre arasına da gayet keyifli giriyoruz. ikinci yarıya da golle başlayınca artık iyice kutlama havasındayız. öyle ya, görünen o ki avrupa fatihi yine yoluna devam edecek.

    derken...

    derken öyle büyük bir travma yaşadık ki 2-0'dan sonrasını tamamen silmişim beynimden. şu anda 2-0 sonrasına dair hatırladığım tek şey olic'e duyduğum hayranlık/nefret karışımı his.

    ve tabii aradan geçen 9,5 yıla rağmen hala silinmeyen hayal kırıklığı...
  • 469
    o sezon en buyuk handikapimiz bir onceki sezon servet cetin ile inailmaz bir uyum yakalayan emre gungor o sezonun neredeyse tamamini sakat gecirmisti. ayrica bu mactan 2-3 hafta once uc kurus parayi gordugumuz icin takimimizin ender sakatlanmamis stoperlerinden fernando meira’yi zenit’e satmistik. ilk macta emre asik sakatlaninca ya da kart gorunce de bu maca boyle sacma bir kadroyla cikmistik. bu macin en buyuk sorumlulari 1) formda lincoln’le takismayi secerek onu kusturmus hatta onun yerine 90 kilo olmus hasan sas ile gol atabilecegini dusunen bulent korkmaz: 2) sirf para kazanicaz kar etcez diye en onemli en zayif mevkinden fernando meira’yi satan yonetimdir.
  • 453
    neyseki artık bizim için travmadan hayal meyal hatırlanan bir kabusa geçiş yapan maç. üzerinden bir ömür geçti adeta. öyle zamanlar yaşadık ki bu maç sıradan alışılagelmiş bir hayal kırıklığı artık bizim nesil için.

    sözlüğün canlı yaşanan ilk travmatik maç sanırım budur.

    bizim nesil için "bizim uefa kupamız var" repliğinin sonunu getiren maçtır. "bizim neden hala bir tane uefa kupamız var" diye söylenmeye başladık. yıllar geçtikçe "biz bu liselilerin yönettiği kulüp olarak nasıl uefa kupası kazanmışız zamanında?" şaşkınlığına evrildi duygularımız zaten.

    inanmıştık. umut bizim gibiler için çok kötü bir hastalık. yaşadık ve öğrendik.
  • 427
    serkan kurtuluş - hakan balta - harry kewell - volkan yaman

    savunma hattıyla çıktığımız maç. adnan polat yönetimi meira'yı satmamış olsa ya da ilk maçta emre aşık haksız bir kırmızı kart görmese kewell'ın yerinde açıkta oynayan sabri beke geçecek ve sabri sarıoğlu - fernando meira - hakan balta - volkan yaman gibi daha oturaklı bir savunmayla çıkabilecektik ve muhtemelen turu geçecektik.
App Store'dan indirin Google Play'den alın