çok değil sadece 9 ay önce
pep guardiola’dan övgüler alıyordu. orta sıra bir takımda oynadığı için bambaşka bir oyun ezberine sahipti. hiç baskı yapmak zorunda kalmadan, hiç 20-30 metre derinlik bırakan savunmalara karşı tekme, taciz yiyerek mücadele etmeden 30 yaşına varmıştı. hiç bir zaman bir takımın dişlisi olmamıştı… hep süper stardı…
yaşı kemale yaklaştığında hayatından memnundu, süper stardı ancak takım başarısı elde etmediğini farketti. insanoğlu işte, doymak bilmiyor… acaba küçük takımın büyük oyuncusu muydu?
manchester united macerası da hayal kırıklığıydı. bu soru zihnimi yormaya başlamıştı ki…
hem güzel bir sözleşme hem de liginde şampiyonluk mücadelesi veren bir takım arıyordu onu. fenerbahçe güzel bir teklifti ancak o
galatasaray’a haber göndererek transfer olabileceğini söyledi. şampiyonlar ligi ve adından söz ettirme biçimiyle galatasaray daha çekiciydi ve burada başarılı olması kendisine daha da yakışacaktı. diğer tekliflerden daha güzel bir teklif olmamasına rağmen bizi tercih etti…
ama olmadı…
zaha’nın korktuğu başına mı geliyordu, küçük takımın büyük oyuncusu muydu? orta sıra takımlarda ön hatta oynayan ve takım tarafından taşınması gereken, modern futbola uyum sağlayamamış ve ancak diğer futbolcuların sırtlarında onu taşıdıklarında mı başarılı olabilen sıradan bir futbolcu muydu? başaramıyordu… o zaha’a sorsanız taktikler olabilir, adaptasyon süreci olabilir, yanındaki takım arkadaşları olabilir ancak kendisi hatalı olamazdı. zaha henüz olan bitenin farkında değildi ancak hissesiyordu…
zaha bitiyordu…
ya takımın bir dişlisi olması gerektiğini, yetenekli fakat süper star olmadığını ve hatta hiç bir zaman gerçek süper star olamayacağını da tam da dibinde duran
icardi’ye bakarak daha iyi anlayacak ya da bu takımın
babel gibi
tarık çamdal gibi ya da
orkun uşak gibi tatsız, dönemin acılarını unutabilmek için tiye aldığımız bir anı olacaktı…
zaha’nın kendini fark edip bunu kabul etmesi çok basitti, sadece fark edecek ve sorunu çözecekti. ancak zaten zor olan basiti yapmaktı…