• 1
    takıma yönelik olanı genellikle nedeni açık seçik ortaya konulamayan bir saplantıdır. saplantı değilse, sistemli biçimde verilmiş eğitimin, telkinin neticesidir. baba ya da başka bir yakın galatasaraylıdır ve seni de galatasaraylı yapar. ya da sen kendiliğinden nedenini bilmeden galatasaraylı olmuşsundur. muazzam bir galibiyet alınmıştır, avrupa'da takım üstünde takım bırakılmamıştır, büyük takımdır onurludur, belli bir duruşu vardır vs. karşılıksızdır bu bağlanma zira karşılığında bir maddi kazanç yoktur. karşılıksız olduğu için de arma aşkı biçimde adlar alır. taraftarlığın oluşumunda acaba tüm takım armalarını görüp de tamam ben bir daha bu armayı tutacağım diyenleriniz var mı? neden çemişgezekspor'un, giresunspor'un, ermenek taşelispor'un değil de galatasaray'ın arması?
  • 2
    bu kavramın içine;
    kaptan ya bu yüzden ıslıklanamaz,
    efsane futbolcu ama vasat teknik direktör diye eleştirilemez,
    kimse başkan adayı değilken o geldi taşın altına eline koydu bu yüzden eleştirilemez,
    kral o ne söylerse söylesin eleştirilemez,
    kendi değerimiz alt yapıdan çıkmış harcamaya çalışıyorlar diye eleştirilemez,
    galatasaraylı ya bu yüzden eleştirilemez,
    armayı taşıyor bu yüzden eleştirilemez

    diye şeyler harbiden giriyor mu merak ediyorum. nedir bu eleştiriden bu kadar korkmak? ne olacak yani kafamızı kumun içine sokup götümüz açıkta kalınca?

    bu millet her zaman eleştiriye öcü gözüyle bakmıştır şimdi de aynı şey.

    hagi'ye kötü teknik direktör derim ama efsane olduğu gerçeğini değiştirmez.

    adnan polat'a basiretsiz deriz ama zor günleri deunutmayız.

    ayhan'ı ıslıklarız ama 5-3 lük sivas maçını unutmayız... diye gider.

    nedir yani anasını satayım geçmişle yaşayıp milleti putlaştırmak? kim ne ediyorsa hak ettiğini alır. illa tamamen beyaz ya da siyah görmeye görek yok.
  • 3
    günümüzde takıma verdiğiniz parayla seviye atladığınız müessesedir. takıma 100 lira verince yavru aslan 1000 lira verince metin oktay boku olma şansımız varmış bunu anladım.

    taraftarlığı bugünlere ve bu bakış açısına getiren kim varsa kafasına sokayım. taraftarlık gönül işidir. atkı aldığın banknotları ise rulo yap acil durumda kullanırsın.

    gönül işi diyorum lan gönül işi. gerçi taraftarlığı paraya bağlayan kitle de peşinden koştuğu kıza harcadığı para oranında duygularına karşılık bekleyen kitlenin bir benzeri olsa gerek. ikisinin de gönlünü sifonlayayım.
  • 4
    insanların idrak etmek istemedikleri tanım. bu olgu hakkındaki yazılan, çizilen düşünceleri anlamamak için ellerinden gelen her türlü şeyi düşünen taraftarın takıntısı.

    kısacası atkı alanın da kombine alanın da store'dan çıkmayanın da store'a uğramayanın da maçları evinde gerine gerine izleyenin de kahvede izleyenin de yani herkesin sahip olabileceği bir duygudur taraftarlık. ama herkes kendi çerçevesinde farklı yaşar bu durumu. herkesin bir maç bir oyuncu hakkında görüşü olabilir ve bunu belli terbiye kuralları çerçevesinde ortaya koyup, dile getirebilir. ama nedense biz sabahtan beri bunu tartışıp birinin bir şeyler demesinden ötürü burada taraftarlığımızı kanıtlamaya çabalamaktayız. niye arkadaşım, niye? ben sana kanıtlamak durumunda mıyım? sen atkınla kahvede izlersin ben formamla kombinemle izlerim* ikimizde aynı düşünceleri paylaşabiliriz, bundan daha normal ne olabilir diye düşünmekteyim. ama millet bunu bir gurur haline getirmiş buralarda benim atkım yok param yok* ne yani ben senden değersiz miyim, ben daha mı az galatasaray'lıyım diye bıraksan tekme tokat girecekler birbirlerine. anlamsız şeyler bence.

    (bkz: #1080862) bu adama katıldım ilk yazdığında. evet, o zamanlarda burada bu taraftarlık, galatasaraylılık, yok para yatırmayan konuşamaz tavırları konuşulmuyordu. ki ben bu adama katıldım asla bu duygularla yazdığını düşünmediğim içim katıldım. bence burada renktaş şuna dikkat çekmek istemişti; gönül veren her renktaş, her taraftar bu uğurda yatıp kalkıyorsa ve sesleri kısık, hasta halde günlerce dolaşıyorsa takım bu haldeyken sorgulamak da hakkıdır diyor. biz sorgulamayacağız da elin kuşu mu sorgulasın? bu konular tartışılsın kendi içimizde konuşulsun buna herkesin hakkı var. bence orada atkısı kombinesi hissesi falan derken şundan bahsediliyor. zaten galatasaray'a bu kadar gönül vermeyen insan bunlara sahip olmaz. çok seviyor ki uğruna hem manevi hem maddi destekler koymuş.* ama kusura bakmasında takım teknik heyet ve yöneticilerde kendilerini bu kadar yükselten taraftara azıcık da olsa hesap vermeliler, bir açıklama yapmalılar falan fıstık.

    anlatabiliyor muyum bilmiyorum ama oyuncuları, oyun tarzımızı konuşacağımıza "param yoksa taraftar olamayacağım mı yani, hadi oradan şerefsiz!" diye bağırıyoruz. ayıp. üzülüyorum bunları tartıştığımız için ve aslında hiç dile getirilmesi gerekmeyen bu durumları açıklamaya çalıştığım için...

    edit: imla
  • 5
    objektiflikten uzak olandir. zaten adi ustunde, taraf tutmaktir. bagnaz bir sekilde baglanmaktir. taraf oldugunu herseyin ustunde tutarsin. goremessin yanlisini, ya da gorursun fakat gormezlikten gelirsin.

    dunya uzerinde taraftarlik olmasa fenerbahcelilik de olmazdi. ancak taraf olmaktan aklini yitiren biri, tartisma ortamlarinda feneri savunur.

    bir insanin, sike yapani savunmasi icin ancak ve ancak taraf olmasi gerekir. bu adamlar yanlis tarafi secmis ama yapicak bisey yok iste. (bkz: 6 yil 3 ay)
  • 6
    her hangi bir konuda taraf olmaktır.

    taraf olmak, insan olmamak anlamına gelmemektedir. yolda yanında kalp krizi geçiren birisine kolundaki fenerbahçe bilekliği yüzünden üzülmüyorsan, sen taraftar değil hatta insan değilsindir.

    sözlükte galatasarayı sevmiyoruz diyen varmı? herkes galatasaraylı herkes ölümüne seviyor, ali ismail korkmazın hangi takımlı olduğunu bilmeden çok üzülmedik mi? * ne önemi var ki?

    selçuk yula başlığında bulunan bazı yazıları görünce gerçekten sözlük adına çok utandım. selçuk yula hayattayken günahım kadar sevmezdim fakat ortada bir insan hayatı ve sevenlerinin üzüntüsü var. çok doğal bir olgu olan insan ölümüne, insanca tepki vermemek neden?
  • 7
    turkiye'deki hali hayatin diger butun noktalarinda oldugu gibi cok farklidir. oncelikle ulkede takip edilen tek spor futbol desek yanlis olmaz. futbola en yakin ilgi toplayan spor basketbol olsa da, ancak derbiler ve avrupa maclari ilgi gormekte. nitekim 3 buyukler bile basketbol sezonun geri kalan bir cok macinda bos tribunlere oynar. bu nedenle futbol taraftarini merkeze alarak genelleme yapmakta bir sakinca gormuyorum.

    kuluplerin yonetim tarzi ve yapilanmasindan dogan bir takim ufak farkliliklar olsa da, genel anlamda ulkenin taraftarlarinin yasanan durumlara gosterdigi reaksiyon asagi yukari aynidir. sadece bazi kulupler basariyi fazlaca yakaladigi icin, basarisizligi kabullenemeyen taraftar profili ortaya cikmakta. tabi bu durum yine turkiye'de boyle. baska ulkelerde basari kazanildikca basarisizlik icin kredi olma ozelligi tasir. yani belirli bir egitim ve kulture sahip insanlar, gonul verdikleri spor kulubunun bir ya da daha fazla basarilarla gecen senesinden sonra yasadiklari bos sezonu cok da kafaya takmazlar. herseyden once sportif rekabetin eglence dunyasina ait oldugunu bilmeleri, elestiriden bile keyif cikarmalarina sebep olur. gelismis ulkelerde insanlar hayatlarina bir cok farkli hayat mesgalesi sokabildiklerinden dolayi, yasamlarinin merkezinde bir spor kulubunun kazandigi maclar ya da kupalar olmaz.
    iste tam bu noktada buyuk yanilgi baslar turkiye'deki taraftar olarak aidiyet yasayanlarda. kendilerini kuluplerini cani gibi seven insanlar olarak nitelendiren turkiye'deki taraftarlar, isler yolunda gitmeyince gosterdikleri reaksiyonla aslinda nasil bir celiski icinde olduklarini gostermektedirler. oysa burun kivirdiklari yurt disindaki taraftarlar, isler kotu giderken cok daha sahiplenici bir durus gosterebilmektedirler. her ne kadar italya ve ispanya akdeniz ulkesi olmalarindan dolayi ulkemizdeki taraftarlik anlayisiyla paralellik gosterse de, bizdeki olaylarin ancak kucuk birer ornegi olarak kalmaktadir yaptiklari. ornek olarak; ac milan seria a'da 2 sene sampiyon olup sampiyonlar liginde de bir ceyrek final ve bir 2. tur oynadiktan sonra, 3. senede sampiyonluktan uzaklasinca ac milan taraftari futbolcusunun aleyhinde bagirip, yonetimi ve hocasini istifaya cagirmaz. bir ornegi oldugunu sahsen gormedim.

    ulkemizdeki taraftar karakteristigine bakilacak olursa; galatasaray ve fenerbahce'nin basarisizliga verdigi tepkinin asirilik derecesinde cok benzer oldugunu gormekteyiz. entry'nin basinda dedigim gibi besiktas dahil olmak uzere diger kulupler basarisizligi icsellestirmis olduklarindan, seslerini cikarmak onlar icin yorucu ve uzun bir maraton olacagindan dolayi sessiz kalmayi yegliyorlar. oysa ust uste basarisizlik yasamak esas tepki gosterilecek durumken, alistirdiklari duzene ayak uydurmak, mahkum edildikleri kafeste "karşı" edebiyati yapmak onlar icin daha makul olmakta.

    diger taraftan tiraj ve kamuoyu baskisi sebebiyle galatasaray ve fenerbahce surekli tepede bulunmaktalar ya da bulunmalari uygun gorulmekte. turkiye'de saha disi gercekleri de goz ardi etmemek gerekiyor tabi. galatasaray ve fenerbahce'den her hangi birinin tarihte oldugu gibi 4 seneden fazla sampiyonluktan uzak kalacagini dusunmek suanki sartlarda komik olur. iste bu sartlarin da destekledigi rekabet bu iki takimin taraftarlarini basariya bagimli hale getirmekte. aslinda bu da bir nevi kafestir, aynen basarisizliga alistirilmis diger kuluplerin taraftarlarinin konuldugu kafes gibi. bu kafesin disina cikilmaya baslanildiginda hemen tepkili hale geliyor galatasaray ve fenerbahce taraftarlari da. her ne kadar bazi ekstra sebepler bu durumlari zaman zaman hafif gecirmeye ya da ertelemeye sebep olsa da, prensipte durum bundan ibarettir.

    bu noktada cok ilginc bir tespitle karsi karsiyayiz aslinda. surekli basarinin pompalandigi kesim bile bir cesit kafesin icinde. basarisizligi ogrenme, basarisizligi kabullenme ve isler kotu gitmeye baslar baslamaz tepki gostermek gibi bir karaktere burunmemek adina, basarisizliktan muaf tutulmak da bir nevi ozgurluk kisitlamasi olarak kabul edilmelidir.

    son olarak civisi cikmis ulkenin sporundan da kisa vadede buyuk atilimlar ve makul bir taraftar profili beklemiyorum tabi ki. insallah bir gun, her seyin normallesecegi gibi, taraftarlik anlayisimizin da degismesini umuyorum.
  • 8
    1-2 gündür okuduğum entryler yüzünden, açıklamasını yapmaya niyetlendim kendimce.
    kökeni taraf olmaktır...

    çoğumuz, ilk olarak kaç yaşlarında bu renklere gönül verdiğini hatırlamaz.
    biri, yeni alınan ve ilk forma özelliğini taşıyan parçalıya aşık olmuştur;
    bir diğeri ise sarı kırmızı renkli deri futbol topuna...

    önemli olan, o renklere ait hissedebilmektir.

    babam, 52 yaşında.
    çocukluğundan itibaren de fenerbehçeliymiş.
    gün gelmiş, 30lu yaşlarında heyecanını kaybetmiş,
    "gereksiz" diye nitelemiş,
    takım tutmayı bırakmış.

    fenerbahçe'yi tutmasındansa, taraf olmamasını desteklemek gerekir insanların,
    o yönden örnek bir davranıştır peder beyin hareketi...

    ancak, ben ve benim birader,
    her nasıl olmuş da galatasaraylı olmuşsak,
    babam da o gün bugündür bizim camiadan sayılır.

    ömründe gitmediği fener maçına,
    beni mutlu etmek için götürdüğü galatasaray maçlarında gitmiştir.

    taraf olan oğlunun,
    tarafını tutmuştur.

    gelelim kendimize,
    biz manyak, psikopat, cebimizdeki üç kuruşu takımımız yoluna harcayan gönlü bol adamlara...

    ben de biliyorum, takım tutmanın bana maddi olarak gelir getirmeyeceğini,
    ya da çok sevdiğim fenerbahçeli arkadaşımı, bir futbol maçı nedeniyle kırmamam gerektiğini,
    tesislerden topçuları uğurlarken, aslında o milyon euroluk adamların beni pek sallamayacaklarını...

    ama ben bilmiyordum,
    jardel topa dokunup da real madrid'i yıktığımızda,
    daha el kadar çocuk iken,
    ailem haricinde başka bir kavram için göz yaşı dökeceğimi...

    ya da bilmiyordum,
    ilk defa stadyumda maç izlerken,
    hagi'nin denizlispor ağlarına frikikten attığı gol sonrası,
    deli gibi bağırıp da, denizli tribünlerinden "çocuktur, ellemeyin" tepkisi alacağımı...

    ya da öğrenmeliydim,
    zamanında kahraman diye sevdiklerimin,
    günü gelip üç kuruş para için saçma sapan yollara gideceklerini...

    fazla edebi oldu, toparlıyorum.

    cebinde 100 lirası olup da,
    kendisine fayda sağlamayacak olan bir spor dalı karşılaşmasına 100 lira basanlardan biriyim ben.

    ben de biliyorum,
    bana bu durumun hiçbir getirisi olmayacağını.

    ama her şey de getiri götürü değil kardeşim.

    teka'nın bir ankastre markası olduğunu değil,
    kaybeden dünya devinin beyaz formasının göğsünde duran ilginç bir logo olduğunu bilen bir nesiliz biz.

    saçma sapan bir telefon melodisini,
    ya da aygaz arabasının geri geri gelirken mahallede çıkardığı sesi duyduğumuzda,
    aklımıza popescu'nun penaltısı gelir örneğin...

    kolumuz çıksa yerinden,
    omuzdan hem de,
    bülent gelir gözümüzün önüne,
    düzeliriz hemen, sakinleşiriz...

    biz, bu renklere aitiz...
    başkası da, farklı renklere...

    ama şunu düşünüyorum;
    hayatımdan galatasaray'ı çıkarsam,
    tribünü, bayrakları, formaları,
    atkı koleksiyonumu,
    armalı bardaklarımı, kartlarımı, kıyafetlerimi...

    çok boş geliyor gerisi...

    çünkü,

    kız arkadaşın terk eder,
    annen ya da baban sana kızar, küser,
    çok yakın arkadaşın belki seni çok üzer...

    ama takım orda,
    yerinde...

    bir sonraki maçta, yine aynı heyecanı yaşatacaksa sana,
    sakın ondan vazgeçme...
  • 9
    son 4 senede 3 kere sampiyon olmus (ki son sezon sampiyonluk + super kupa + turkiye kupasi) bir takimin bir cok sebepten iyi kadro kuramamis olmasindan dolayi dususe gecmesini tesis basarak protesto etmek degildir diye dusunuyorum.

    galatasaray iyi yonetilmiyor ve bunun suclusu degerlerinin ustunde paralar kazanan galatasarayli futbolcular degil. benim de destek verdigim unal aysal'indan, simdiki baskana, fatih terim'den, liseli derin galatasaray'a kadar bir cok cevrenin bunda sorumlulugu var. sabri, burak, umut, olcan, tarik vs. bunlar sadece isim ve bu isimler tehditle galatasaray'a gelmedi.

    tesislerin basilmasi galatasaray'in 4 yildizli tek takim olmasini saglayan basarilarina da, o tesislerdeki insanlarin problemin kaynagi olmamasi acisindan da ters dusuyor. illa bir yerler basilacak protestolar yapilacaksa divan kurulunun, lisenin, yonetim kurulu binasinin onunde yapilsin. tabi herseyden ote maglupken de takimi bagrina basabilmek ve dusen takimi elinden tutup kaldirmaktir taraftarlik.

    dip not: 14 aralık 2015 beşiktaş galatasaray maçı'nda aldigimiz maglubiyet besiktas'a karsi son 10 mactir aldigimiz ilk maglubiyet. bundan onceki son 10 macta 7 galibiyet ve 3 beraberligimiz var. haydi simdi tesis basmaya devam!
  • 12
    roberto mancini çok para harcadı, harcadığı paraları tartışalım diyorsa, ünal aysal fatih terim kavgası keşke olmasaydı diyorsa, hamza hamzaoğlu evlatçılık yaptı diyorsa, mustafa denizli işini iyi yapsın diye amigo orhan'ı mı diriltelim diyorsa haklıdır.

    yok öyle evlatları oynatan adama evlatçı denildiğinde sinirlenmek. "biz dedikodu yapmıyoruz, olanı konuşuyoruz."
  • 13
    çok garip bir müessese. bazen objektif olacağım diye tribe girip bokunu çıkaranlarla dolu oluyor. türkiye euro 2016'da kötü ama çok kötü oynadı evet buna kimse itiraz etmez itiraz edenin aklından da şüphe ederiz. italya'nın irlanda karşısında yedek çıkmasından doğal bir şey yok evet, italya'nın yedek kadroyla çıktığı için milli duygulardan dolayı veryansında edebiliyor olabilirsin ama sen gidipte bu olayı bize bağlarsan da adama gülerler.

    ne mi o bağlanılan olay? 2012-2013 sezonunda galatasaray'ın şampiyonlar liginde manchester united'ı yedek kadroyla yendiğini, o zamanlar hiç itiraz etmediğimizi dillendirirsen kocaman bir hassiktir çekerim. evet kanki, gruptan çıktıktan sonra son 16 turunda schalke'nin yedek kadrosunu yendik ve çeyrek finalde real madrid'in yedek kadrosunu az daha eliyorduk.

    vallahi kafayı yiyeceğim.
  • 17
    bir spor takımına gönül vermektir. ancak gönül veriliyor diye mantığı bir kenara atmanın lüzumu yoktur. gönül verilen kulübün bir çalışanı açıklama yaptığında mesela o açıklamaya inanmak gerekir aksi iddia edilmediği sürece. son zamanlarda olduğu için örnek olarak sunulması gerekirse bir galatasaray taraftarı, fatih terim'in serdar aziz için yaptığı açıklamalardan sadece son maç için gönderildiği sonucuna varıyorsa mantığını kenara atıyor demektir. böyle bir durumda zaten taraftarlık değil art niyet vardır. gerçek istenen taraftarlık müessesinde var olmak değil, sevmediği kişilere bir yerden vurma isteğidir. çıkar serdar bey der ki ben daha önce hiç bir bahane sunmadım, o zaman tartışılır hale gelir durum. ancak şuanda fatih bey'in söyledikleri esas alınmalıdır.
  • 18
    namus meselesi yapıldığında çok tehlikeli olan bir durum. özellikle türkiye'de fanatik taraftar olanlar arasında bir grup her mağdur olduğunda vatan millet din bayrak muhabbeti yaparak demagoji yapmakta. yetenek ve becerisi ile ön plana çıkamayan güruhlar özellikle türkiye'de işe yarayacak olan bu sihirli kelimeleri söyleyerek başarısızlıklarını örtbas etmek istemekte.

    kişisel konuşacak olursam, aşırı fazla yapılan din sömürüsü yüzünden dinden soğuyan arkadaşlarım bulunmakta. keza aynı şekilde aşırı fazla yapılan bu vatan bayrak sömürüsü gerçekten insanı bazı şeylerden uzaklaştırıyor. istiklal marşını oku desen hatasız ezbere okuyamayacak olan, hatta umrunda bile olmayan adam sırf işine geldiği için istiklal marşını ön plana çıkararak gündem değiştiriyor, hedef saptırıyor, okları yöneltiyor.

    defalarca söylemiştim. ben bu ülkede 15-20 yıldan fazladır yaşayan bir yabancı vatandaşım. türkiye'yi çok ama çok seviyorum, ekmeğini yiyorum. o kadar yer gezdim ben hayatımda bu kadar iki yüzlü insanları bir arada hiç görmedim. mustafa kemal atatürk'ü de çok seviyorum. keşke benim ülkemin figürlerinden biri mustafa kemal atatürk olsa diyorum. türk olmama rağmen kıymetini biliyor saygı duyuyor ona göre haddimi bilerek hareket edip yorum yapmaya çalışıyorum ama oradan bir herif çıkıyor alkollü şekilde bir futbol maçını çanakkale savaşı'na, kurtuluş savaşı'na, düşman güçlere falan benzetiyor. bu nasıl bir saygısızlık ya? hadi beni geç, dışarıdan türk olmayan biri şunları görse hakikaten bu ne ya diyip utanır. ben de utanıyorum. bu heriflerin istiklal marşı, vatan, millet, bayrak veya din umrunda değil. bu o kadar bariz ki. sadece işine geldiği gibi davranıp konuşan herkesten nefret ediyorum. mide bulandırıcılık üst seviyede.

    vatanı sevmek, milleti sevmek, dini sevmek böyle bir şey değil ya. belki çok fazla bir genelleme olacak ama nasıl ki din sömürüsünden bazı insanlar dinden soğuyor, bu kadar fazla yapılan vatan millet marş laf salatası bu kelimelerin içini boşaltıp değerini azaltabiliyor. bizlere azaltmasa bile bizden sonra gelecek olan genç nesile olumsuz anlamda etki edebilir. norveç, isveç ne bileyim hani şu medeniyet dediğimiz kavramları üst klasmanda yaşayan insanlar ülkelerinde bir asker veya bir polis ölse ya da facia bir kadın cinayeti yaşansa ülkedeki insanların şaşırıp çok üzüleceğini, insanların buna göre tepki koyup pozisyon alacağını ve yas tutacağını biliyoruz. maalesef bu topraklarda bir şehit haberi, bir kadın cinayeti, bir deprem sonucu ya da imar izni olmadan kaçak katlar yapılmış binanın çökmesiyle insanların ölmesi herkese aynı etkiyi yaşatmıyor. çünkü alışkanlık oldu. tepkisiz kalıyoruz, normalleştirildi. benim için bu nasıl böyle sürekli normalleştiriliyorsa aynı sorunu vatan millet muhabbetinde yaşanabileceğini düşünüyorum. dediğim gibi biz farkındalık sahibi olsak bile gençler bu farkındalığa sahip olmayabilir.

    kanaat önderleri, kulüp başkanları, medyadaki figürler vb. herkes kullandığı kelime ve üsluplara biraz daha dikkat etse ne güzel olur ama bunu beklemek hata olur. çünkü herkes kendi işine gelen şeyi yapıyor. allah'tan korkun.
  • 19
    dozunu kaçırdığınızda insanı ilginç hallere sokan ve belki de insanın varolduğundan beri kurtulamadığı gerçeği. taraf olmak ve taraftarlık çok farklı şeyler.

    birkaç gündür iki geyik dönüyor. birisi bizim taraftara suriyeli demiş, bir futbolcu da göndermeli paylaşım yapmış sosyal medyada. rakip takımların aşağıda örneğini vereceğim seviyedeki taraftar profili de işi gücü bırakmış buralardan laf çakmaya çalışıyor bizim takıma. klasik işsiz insan uğraşı yani.

    bizimkiler de işi gücü bırakmış, kafayı buna takmış. bu saçmalıklar; koca kulübü, büyük bir kültürü değersizleştirebilecek bir şeymiş gibi savunma moduna geçmişler. bize suriyeli diyorlar diye entry'ler dolanıyor ortalıkta.

    çok ilginç bir ruh hali. dediğim gibi varoluşsal bir lanet bu. din, siyaset ve futbol gibi ülkedeki 3 birbirine benzer sektörün üçünde de kişileri/kurumları bu şekilde savunan veya onlara saldıran bir yığın insan var. üç beş işsiz bulmuş bir laf, onu konuşuyor. ötekiler de savunmaya çalışıyor. ikisi de bir 5 dakika durup düşünse, ben ne yapıyorum dese anlayacak nasıl boş şeylerle uğraştığını ama insan malesef böyle bir canlı, durup düşünmekle pek işi yok.

    vaktinizi harcamayın gözünüzü seveyim şu işlerle. daha önce de yazmıştım, futbol porgramı falan da izlemeyin. bakın en iyisini de izlemeyin. bu işsiz güçsüz yorumcu denen tipleri ciddiye almayın. ara sıra kulak tırmalasın diye açıyorum ben veya saha içindeki oyuna dair birkaç ufak detay gösterecek şeylere göz atıyorum. bu kadar. bir başka taraftar veya oyuncu ne yazmış diye kafaya da takmayın. kelime haznesi 300 kelimeyle sınırlı yorumcu, oyuncu denen adamları bu kadar önemli bir yere koymayın hayatınızda.
  • 23
    taraftarlık bir disipline,inanca, kültüre veya kulübe aidiyet şeklinde tanımlanabilir kabaca. ülkemizin 3 büyük köklü kulübünün başkanları, yöneticileri hatta taraftarları sık sık ne der hepimizin bildiği üzere yok efendim galatasaray’ın 30 milyon fenerbahçe’nin 25 milyon beşiktaş’ın 20 milyon taraftarı var işte şöyle güçlüyüz böyle buyuz bilmem ne. sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim. ülkedeki 3 büyük spor kulübünün toplam taraftar sayısı 2 milyonu geçmez. evet evet yanlış okumadınız toplasan 2 milyon etmez. ülkemizde spor kulübü taraftarlığı benimsemek bir gelenek gibi. çevremizde hepimiz görüyoruz hemen herkes bir kulübe sempati besliyor hatta taraftar olduklarını iddia ediyor. peki işin aslı böyle midir? taraftarlık benliğinle bir kulübe aidiyet beslemektir. ancak bizim ülkede insanların çoğu için sosyal bir tatmin aracı olmaktan öteye gitmez. maç esnasında birçok insan heyecanla maçı takip eder. küfürünü eder bağırır kızar sevinir ve son düdük çaldığında skora göre ya çevresindekilerle goygoy geçer ya da yenilirse biraz üzülür ve biter. ülkemizdeki taraftarlık bir kulübü benimsemek çoğu insan için sosyal kimliğin bir parçası olan zorunluluk gibi adeta. bu benimseme hali çoğu insan için bağlılık boyutunda değil. allah aşkına hepimizin çevresinde var. durumu olmayanları tenzih ederek söylüyorum bunu yahu kulüpten bir anahtarlık almayan taraftarlar (?) var. dediğim gibi kulüpler sadece sosyal tatmin için kullanılıyor. kulüpten çöp almayan milyonlarca (?) taraftar var. bizdeki fanatiktik aidiyetten değil bencillikten besleniyor. 2011 yılında açılan türk telekom stadına galatasaray taraftarı olarak giriş yapan farklı insan sayısı iddia ediyorum 300-350.000 insan kadar falandır. maça giderken bile görüyoruz. lisanssız forma giyen, atlı takan, bere takan o kadar çok taraftar var ki. ülkemizdeki taraftarlık maçkolik taraftarlığıdır. o yüzden kulüp taradtarlığının bir kültür olarak ülkemizde olmadığını düşünüyorum. sosyal bir rahatlama aracı sadece ve bunun bağlılıkla ilgisi yok. kadıköy beşiktaş şişli ve beyoğlu’nda yaşayan nüfus genelde bu stadyumlardaki nüvelerin temelini oluşturur. böyle olmasının sebebi de stadyumların buralarda genel olarak konumlanması hepsi bu. o yüzden vay efendim gs mobile neden bu kadar az kişi üye olmuş, yok efendim bizim 30-25-20 milyon taraftarımız var sözleri beyhude sözler olmaktan öteye geçmiyor. sempatizanlık ve taraftarlık başka şeyler.
  • 24
    bir acayip duygular sağanağı.
    birileri aslında sadece işini yapıyorken siz hayatınızı onların yaptığı ya da yap(a)madığı şeylere göre şekillendiriyorsunuz.

    akıl işi değil. insan gerçekten hayret ediyor bazen...

    ki artık bu kadarı da yetmiyor. bilmek zorunda olduğun ya da istemeden de olsa bilip pozisyon aldığın bir milyon tane konu olmak zorunda. hangi youtube kanalında kim kime ne demiş, sosyal medyada kim kimi takip etmiş, kim kime ne laf atmış, kim kimi linç etmiş, kim kimi linç ediyor, benim kimi linç etmem ya da destek olmam gerekiyor, kim kiminle sponsor, kimin eli kimin cebinde, hangi yöneticiyle hangi yöneticinin çıkar ilişkisi var, hangi kulüp hangi ittifakı hedefleyerek hangi eylemi yapmış...

    hangi futbolcu kaç tane top ezmiş, hangi futbolcunun cv'sinde hangi maç varmış, hangi topçuya hoca hangi çalışmayı yaptırmış, hangi futbolcu maçın hangi bölümünde sahanın neresinde kaç pas yapmış, hangi hocanın taktiği bizim takıma daha uygunmuş, hangi dizilişin neresini modifiye etsek daha optimum olur, hangi futbolcu aslında bunları yapabiliyor da sistemden dolayı yapamıyor...

    sonsuza kadar uzayıp giden listeler...

    bütün bu yük açıkçası bir taraftar olarak bana artık ağır geliyor. zaten taraftarlık da zorlaşmaya başladı. maç biletleri birim fiyat olarak avrupa'nın belki de en yükseği. yol ve maç günü masrafını saymadım bile. kaldı ki pandemi nedeniyle bir süre daha böyle sıkışık fikstürler devam edecek, en olmadık gün ve saatlerde maçlar oynanabilecek. istanbul'da ya da civarda oturup maçlara gidip gelebilen taraftar için inanılmaz zorluklar yaratıyor bu konu. 10 sene geçmiş olmasına rağmen hala daha kendi stadımızdan çıkıp ev yoluna düşebilmek problem. mesai günü akşam 7 maçına yetişmek problem, 8-9'dan sonraki maçlardan eve yetişmek problem. eve yetişse ertesi gün işe gitmek problem...

    hele bir de amatör branş maçına gideyim falan gibi dertleri varsa, durum daha da vahim. hangi takımın iç sahasının neresi olduğunu bazen kulüp bile bilemiyor. kadın/erkek takımlarının iki maçını arka arkaya aynı salona koymaya bile zahmet edemiyolar. 3-4 bin kişilik küçük bir salon inşa edip tüm branşları oraya toplayıp bir ivme yakalamak varken istanbul'un garip köşelerindeki salonlarda 15-20'şer kişiye mahkum ediyorlar takımları.

    kaldı ki ekran başındaki izleyicilerimiz için bile yetişmek zor bazen. millet ağustos ayında gelecek mayıs'taki maçın gününü saatini bilirken sen bazen maça 2 gün kala saatini öğrenebiliyorsun. özel sektör artık milletin suyunu sıkıyor. mesaiydi, toplantıydı, trafikti oydu buydu derken işten eve ulaşıp 2-3 saat ayakta kal, uyu uyan tekrar işe git şeklinde geçiyor günler. maçı erken saate koysalar yetişemiyorsun, geç saate koysalar izlerken ya uyuyakalıyorsun ya da ertesi günü uykusuz geçireceğini düşünüyorsun. haftada bir gün iznin oluyor, ertesi sabah nasıl uyanacağını düşünmeden rahat rahat takılabileceğin bir akşamın oluyor. arkadaş grubunla ya da ailenle bir plan yapıyorsun hafta başında. hop federasyon haftanın programını veriyor, takımın maçı o akşam(mış)...

    onu da geçtik, galatasaray futbol takımı'nın her maçını izleyebilmek için bu sezon 2 farklı yayın platformuna üye olman gerekiyor. basketbol ve voleybolu da katarsan bu sayı 3'e çıkıyor. bunların sezonluk üyelik masrafı neredeyse kombine bilet fiyatıyla kafa kafaya. bunun ikisinin kafa kafaya gidiyor olması normal mi, o konuda çok yorum/kıyaslama yapabileceğimi sanmıyorum.

    sezonun en dolu zamanlarında haftada ikişer futbol, basketbol ve voleybol maçı olsa sadece ekran başından izlemek yaklaşık 12 saatlik bir mesai yapıyor. ben kendimden örnek verirsem sabah 5:30-5:45 gibi uyanıp 7'de iş başında oluyorum. akşam 6 civarı eve dönmüş oluyorum. akşam 9 gibi uyumasam da artık pek bir şey algılayamayacak bir halde oluyorum. 6 günde 18 saatim var yani aslında. ki istanbul'da yaşayan biri için bu serbest zaman çok daha kısadır, buna karşılık 5 tane iç saha maçı için gereken süre çok ortalama hesapla 20 saat civarındadır.

    hafta sonu tatili diye bir şey öğrenciler ve memurlar için var sadece. cumartesi öğleden sonra iki branş maçı izlemenin bedeli çoğunluk için pazar mesaisi demek. ekran başında olan seyircilerimiz içinse bazen sadece 2 saatlik maça yetecek bir internet paketi satın alıp kuytu bir köşede çaktırmadan izlemek demek.

    bu örnekler böyle böyle uzayıp gidiyor. hobi olarak yaptığımız şey aslında bir fedakarlık yığınına dönüyor. bunun karşılığında da beklenti olmasa da doğuyor bir noktadan sonra. taraftarlık denen kurum oysa bu beklentiyi karşılamaktan uzak bir kurum. bunların dışında genel olarak zaten hayatlarımız zahmetli ve fedakarca gibi geliyor, o acımasızlığı ve intikam hissini her yere taşıyoruz. hiçbir şey bulamasak ben senden daha taraftarım ya da ben senden daha iyi anlarım yarışına giriyoruz. o yarışta geri kalmamak uğruna olur olmadık işler yapıyoruz...

    tüm bunlar bile zaten taraftarlığı keyiften ya da kendine iyi gelen bir şeyden çok uzaklara alıp götürüyor. yetmez gibi sürekli bir toksik bilgi/söylem akışı var. voleybol ve basketbolda komisyoncular ve bahisçilerin dezenformasyonları arasında tutunmaya çalışıyorsun. futbolda zaten konu bir tek futbola gelmiyor.

    tüm bunlar insanı hakikaten yoruyor. gerçek bir taraftarlığı hissetmek artık çok zor. ne kadar niyetin o olmasa da etrafında kopan kıyamet ve o kıyametten sürüklenip gelen bombardımana kayıtsız kalmak çok daha zor. gerek maddi gerek manevi sebeplerden dolayı taraftarlığı yaşayabilmek bile zor...

    gerçekten bu devirde hala sadece taraftarlık yapmaya çalışan herkese allah sabır ve güç versin...
  • 25
    spor icin konusacak olursak, bir spor kulübünu karşılıksız tutan insanlar grubu olarak tanımlanır.

    katılmiyorum. daha evvel de yazdim stada gelin stada gelin.

    karşılıksız sevmek böyle olur benim bildigim. "abi sahada oyun yok" "abi hoca söyle" "abi oyuncular böyle" diye diye twitterda sözlükte yazarak taraftar olunmuyor. olunuyor da yukarida yazdığım tanıma uymuyor.

    o zaman transfer veya iyi oyun bekliyor bu taraftar stada gelmek icin. bu durumu da sadece iyi gün taraftarı diye tanımlayınca kızıyorlar üstelik.

    ofsaytlayan iyi gun taraftarıdır, on veren maça gelir.
    (bkz: 8 ocak 2022 galatasaray giresunspor maçı/#3305078)

    edit: sağlık ekonomi zaman anlamında rahat olmayanlar elbetteki ilgilli eleştirinin muhatabı değillerdir.

    kalan kısma son not: maca gel.
App Store'dan indirin Google Play'den alın